Makale
Ahzab Suresi Bağlamında Salavât Getirmenin Anlamı
-ümmete rahmet-
Bağlamın sure bütünlüğü açısından oynadığı rolü göstermesi açısından en önemli örneklerden biri de Ahzab suresinin 56. ayetidir. Anlam verilirken siyak-sibak ilişkisinin dahi yetmediği ve mutlaka sure bütününde yer alan mananın da dikkate alınması gerektiği, bu ayetle ortaya çıkmaktadır. Başka bir ifade ile bu ayet, sure bütünü dikkate alınmadan kastın tam anlamıyla ortaya çıkarılamadığını gösteren iyi bir örnektir. Ayet, salavât getirme diye isimlendirilen eyleme de kaynaklık etmektedir ki burada bütün mesele, salât kelimesi çevresinde ilerler.
Salât kelimesi, namaz, dua, istiğfar, rahmet, bağışlama, tebrik, senâ, hayırla anmak, yüceltmek, yanmak gibi manalara gelir.(1) Çoğulu salavâttır ve bu şekilde ifade edildiğinde genellikle Allah için senâ (övgü), Peygamber (sav) için de dua anlamını çağrıştırır.(2)
Salavât, kendisine namazda iki şekilde yer bulur.
Birincisi teÅŸehhütte, yani son oturuÅŸta okunan tahiyyat duasındadır. Bu dua da “…ve’s-salavâtu….” ifadesiyle bütün salavâtların Allah’a ait olduÄŸu dile getirilir.(3) Bunun anlamı, genellikle “Bütün övgüler Allah’a aittir.” ÅŸeklinde verilir.(4)
Ä°kincisi, yine namazda Peygamber (sav)’e ve müminlere dua etmektir ki bu dua;
“Allahumme salli alâ Muhammed ve alâ âli Muhammed kemâ salleyte alâ Ä°brahim ve alâ âli Ä°brahim, inneke hâmîdun mecîd.” veya “Allahumme bârik alâ Muhammed ve alâ âli Muhammed kemâ bârekte alâ Ä°brahim ve alâ âli Ä°brahim, inneke hâmîdun mecîd.” ÅŸeklinde ifade edilir. Bu sözler, Allah’tan bütün peygamberlerin atası durumunda bulunan Ä°brahim (as)’e ne verdiyse Muhammed (sav)’e de de aynısını vermesini talep eder. Bununla da kalmayıp her iki elçinin âlini de içine alır.
Namaz dışında;
Salavât, Ahzab suresinin ilgili ayetinden hareketle müslümanların fiili anlamda hayatlarına yansıtmaları gereken bir emirdir ki muhtemelen ‘salât’ın namaza yansıması da söz konusu surenin nüzulünden sonradır. Salavât, sözlü olarak “Allahumme salli alâ Muhammed ve alâ âli Muhammed” ÅŸeklinde ifade edilir ve bunun yanı sıra isminin geçtiÄŸi her yerde kısaca “Sallallahu Aleyhi ve Sellem” demek, Muhammed (sav)’in manevi ÅŸahsını selamlamak anlamına gelir. Bu ÅŸekilde mukabelede bulunmak bir nevi ümmetinin kendisine ÅŸahadetidir ve onun rehberliÄŸine duyulan saygıdan kaynaklanır. Peygamber (sav) hayattayken gerek namaz içinde gerekse namaz dışında onu sevmeyi, korumayı, yüceltmeyi ve rehberliÄŸinden faydalanma kararlılığını ifade eden bu samimi yaklaşım, o öldükten sonra da devam ettirilmiÅŸtir. Fakat zamanla anlamı ve söylenme kastı unutulmuÅŸ sadece vird ÅŸeklinde tekrarlanan kuru bir söze dönüşmüştür. Nitekim bu dua, günde beÅŸ vakit Nebi (sav)’nin arkasında namaz kılanlar için anlamlıdır. Ama karşısında elçiyi bizzat göremeyenlerin bu sözle ne kastettiklerini anlamaları hususu zihinlerde yeterince açıklık kazanamamaktadır. Zira Peygamber (sav)’e bunca salavât getirmek sadece onun pak ruhuna yardım istemek veya Allah’tan onun için bir makam (makâm-ı mahmûd) talep etmekle sınırlandırılabilir mi?
Salavât getirmek diye tabir edilen cümlenin içinde geçen en önemli kavram salât kelimesidir. Bu kelimenin Kur’an’da pek çok yerde kullanıldığı bir vakıadır. BilindiÄŸi gibi Kur’an’da bir kelimenin birden fazla anlama gelmesine vücuh denir. Farklı vecihleri bulunan eÅŸ sesli kelimelerden biri olan salât, diÄŸer çok sesli kavramlar gibi kullanıldığı yere, yani siyak sibak ve içinde bulunduÄŸu baÄŸlama göre anlam kazanır.
Salât kelimesinin geçtiği ayet şudur:
“Allah ve melekleri, Peygamber’e çok salevât getirirler. Ey müminler! Siz de ona salevât getirin ve tam bir teslimiyetle selam verin.”
Ayetin mealinde يُصَلُّونَ (yusallûne) fiilinin salavât getirirler ÅŸeklinde çevrilmesi hatadır. Zira Allah’ın ve melekelerin salavât getirmesi söz konusu olabilir mi? Elbette hayır. Allah’ın Resul’üne dua ettiÄŸi de düşünülemez. Allah’ın salât etmesi, Rasulullah (sav)’a rahmet etmesi, melekleri nezdinde onu tezkiye edip övmesi veya rızası; meleklerin salât etmesi, Nebi için dua edip ve af talep etmeleri; müminlerin salâtı ise Peygamber (sav)’in Allah katındaki makamının yüceltilmesi/yükseltilmesi için dua etmeleri ÅŸeklinde anlaşılmıştır.
Ancak surenin içeriği ve bağlamı bilinmeden bu kelimeye yüklenecek mana, akim kalır. Yani salât kelimesinin hangi bağlam içinde geçtiği ve bu kelimeyle özel ya da genel bir anlamın kastedilip kastedilmediği ancak bağlam yardımıyla ortaya çıkarılabilir. Bu nedenle önce surenin içeriğinden hareketle baştan aşağı bağlamını görmek bir zarurettir.
Ahzab suresi, ÅŸu ayetlerle baÅŸlar:
“Ey Peygamber! Allah’a karşı gelmekten sakın. Kâfirlere ve münafıklara itaat etme. Şüphesiz Allah hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir. Rabbinden sana vahyolunana uy. Şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır. Allah’a tevekkül et, vekil olarak Allah yeter.”
Kâfir ve münafıklara itaat edilmemesinin gereğini vurgulayarak başlayan bu sure Medenî bir suredir ve bu girişten sonra surenin içeriği özetle şu şekilde ilerler:
Kişinin eşi, annesi gibi (zıhar); evlatlıkları da gerçek çocukları gibi değildir (4).
Çocuklar, babalarına nispet edilerek isimlendirilmelidir (5).
Peygamber, müminlere canlarından ileridir. Eşleri de müminlerin anneleridir. Akrabalık bağları, miras açısından manevi kardeşlik bağından daha fazla hak doğurur. (6).
Allah, sadıklara sıdkından sorabilmek için Nuh, Ä°brahim, Musa, Meryem oÄŸlu Ä°sa ve son olarak Muhammed’den söz (misak) almıştır. Kâfirlere ise acı bir azap hazırlamıştır. (7, 8).
[Sekizinci ayette لِيَسْپَلَ الصَّادِقٖينَ عَنْ صِدْقِهِمْ “Sadıklara sıdkından sormak” tan bahsedilir. Yani insan, toplum içinde sosyal dokuyu ilgilendiren her konuda dürüst ve her hâlükârda doÄŸru adımlar atmak zorundadır ve bundan sorumludur. Bu sözleÅŸme (misak alma) bahsinden hemen sonra konu, daha önce yaÅŸanmış savaÅŸ ÅŸartlarına getirilir ve az önce sözü edilen sosyal meselelerle bunlar arasında verilen mücadele ve zorluk açısından bir baÄŸ kurulması istenir.]
Bir zaman üstlerinden ve altlarından üzerlerine ordular saldırınca gözleri kayıp yürekleri ağızlarına geldiÄŸinde, hatta Allah hakkında zanlarda bulunmaya baÅŸladıklarında müminler, Allah’ın düşmanlarının üzerine bir rüzgâr ve görülmeyen ordular göndererek kendilerini nasıl kurtarıp nimetlendirdiÄŸini hatırlamalıdırlar (9, 10).
O an orada müminler denenmiÅŸ, ÅŸiddetli bir sarsıntı ile sarsılmış, münafıklar ve kalplerinde hastalık (maraz) bulunanlar, “Allah ve Resulü bize sadece boÅŸ vaatlerde bulundu.” demiÅŸ; bazıları da kaçmak için “Burada (düşmana) karşı konulmaz, evlerimiz (saldırılara) açık durumda!” diyerek Peygamber (sav)’den izin istemiÅŸti. (11-13).
Eğer şehirleri gerçekten saldırıya uğrasa ve düşman tarafından fitne çıkarmaları istenseydi, (o kalpleri hasta olanlar) tereddüt etmeden bunu hemen yaparlardı (14).
Oysa dönüp kaçmayacaklarına dair Allah’a söz vermiÅŸlerdi ki Allah’a verilen söz sorumluluk gerektirir. (15).
Onlara “Ölmekten yahut (savaÅŸta) öldürülmekten kaçıyorsanız, kaçmak size bir fayda vermez; bunu baÅŸarsanız bile hayatın zevkini ancak çok kısa bir süre tadarsınız!” denilmelidir. Çünkü Allah bir zarar vermek istese, kimse O’ndan kaçamaz. Yahut rahmetini bağışlamak istese buna kim mani olabilir? Onlar, Allah’tan baÅŸka bir yardımcı ve koruyucu bulamayacaklarını da bilmemektedirler. (16, 17).
Allah, savaÅŸtan kaçanları ve kardeÅŸlerine “Bize gelin!” diyerek (savaÅŸtan) alıkoyanları bilir. Böyleleri müminlere yapılan yardımı kıskanır. Ama bir tehlike ile karşılaşınca ölecekmiÅŸ gibi korkuyla gözleri dönmüş bir ÅŸekilde müminlere bakarlar. Tehlike geçince de inananları sivri dilleri ile incitmeye devam ederler. Bu insanlar, iman etmiÅŸ deÄŸildir ve bu yüzden Allah onların yaptıklarını boÅŸa çıkaracaktır (18, 19).
Bunlar, korkudan ordunun çekilmediğini zannetmektedirler. Ordu geri dönse çölde bedeviler arasında kalıp uzaktan haber almayı tercih ederler; aranızda bulunsalar bile savaşır görünmekten başka bir şey yapmazlar (20).
[Burada müminlerle münafıklar arasındaki psikolojik çatışma (harp) gündemdedir. Münafıklar savaş şartlarında korku ve vehim üreterek yaptıklarını şimdi toplumsal meselelerin hâllinde dedikodu ve iftira ile yapmaya çalışmaktadırlar.]
Oysa Allah’ın elçisi, Allah’a ve ahiret gününe kavuÅŸmaya inanan ve Allah’ı çok anan kimseler için çok iyi/güzel bir örnektir. Buna göre müminler düşman ordularını gördükleri zaman korkmaz, bu onların sadece imanlarını ve teslimiyetlerini artırır ve “Bu Allah ve Resul’ünün, bize vadettiÄŸi zaferdir. Allah ve Resulü doÄŸru söylemiÅŸtir.” derler (21, 22).
Müminler, Allah’a verdikleri sözde dururlar. Onlardan kimi ÅŸehit düşmüş kimi de ÅŸehit olmayı beklemektedir (23).
Allah, sadakat gösterenleri sözlerini tutmalarından dolayı ödüllendirsin, ikiyüzlüleri de -dilerse- azaba çarptırsın yahut (pişmanlık duyarlarsa) tövbelerini kabul etsin diye insanları bu tür sınamalara tabi tutmaktadır (24).
Allah, savaşta müminlere yardım edip inkâr edenleri ise hiçbir hayra eremeyecekleri şekilde öfkeleriyle geri çevirmiştir. Kitap ehlinden onlara yardım edenleri de kalelerinden indirip kalplerine korku düşürmüştür. Onlardan bir kısmı ölmüş bazıları da esir alınmıştır. Böylece Allah, onların topraklarını, evlerini, mallarını ve henüz ayak basılmayan nice yerleri müminlere miras olarak vermiştir (25-27).
[Baştan itibaren buraya kadar bir özet yapmak gerekir. Çünkü savaştan bahseden ayetlerden hemen sonra buradan itibaren ayetler tekrar içe yönelir.
İlk altı ayette toplumsal (sosyal) meseleler sıralanır.
Zıhar,
Çocukların babalarına nispet dilmesi, yani evlatlık,
Peygamberin eşlerinin müminlerin annesi olması,
Akrabalık bağlarının mirasta manevi kardeşlik bağlarından daha öncelikli olması.
Sonra, ayetler Hendek ve hemen ardından Kureyzaoğullarıyla yapılan savaşa değinir ki bu savaşların en önemli özelliği, imtihan konusu edilen bütün güçlüklerine rağmen savaşılmamış olmasıdır. Daha doğrusu bu olaylar psikolojik bir harp şeklinde ilerlemiş ve sonuçlanmıştır. Ancak ayetler, savaşa hazır olmak, bunu göze almak ve şehit olmayı arzulamak üzerinde durur. Savaşılmamasına rağmen bu hengâmede korkmadan hazır beklemek ve bedel ödemeyi göze alabilmek savaşmak kadar önemli kabul edilmiştir. Hendek savaşında Kureyzaoğullarının arkadan şehri kuşattığına dair haberler tam anlamıyla bir imtihana dönüşmüştür. Ayrıca Haşr suresi bağlamında anlatıldığı gibi elde edilen ganimetlerin dağıtımı da yine bu imtihanın bir parçası durumundadır.
Hendek muhasarası ve devamında meydana gelen olaylar, kâfirlerin tuzak içeren bütün çetrefilli uğraşılarına ve özellikle münafıkların birliği bozmaya çalışan gayretlerine rağmen müminlerin birleşmiş ordular karşısında nasıl cesaretle durduklarını gösterir. İşte müminlerin yapılan kötü propagandalara kanmayıp sağlam durarak kazandığı asıl savaş budur. Bu özellikle münafıklara karşı kazanılmış bir zaferdir. Dolayısıyla birlik ve beraberliğin ne kadar önemli olduğunu kanıtlamıştır. Toplumsal olaylar ele alınırken araya bu savaşlarda gösterilen başarının girmesinin sebebi budur. Başka bir ifade ile Hendek savaşı ve sonrasında gelişen olaylar, münafıklara karşı imanın bir zaferidir ve bu başarı bütün sosyal olaylarda hatırlanmalıdır. Zira toplumu ilgilendiren sosyal olayların pek çok zaman savaşta gösterilen cesaret ve sabrı gerektirecek kadar ciddi sorunları ve sonuçları olur. Nihayet toplumun birliğini, yani barışını ve huzurunu koruyamayan milletlerin savaşta da bir esamesi okunmaz.
Hendek savaşı sırasındaki o uzun bekleyiş ve yine bu sırada şehrin arkadan Yahudiler tarafından sarıldığı ve evlere saldıracakları bilgisi, çoluk çocuğun helak olduğu veya olacağı yönünde gelen haberler ve çaresizlik içinde ne yapacağını bilemezken tam bu aşamada münafıklardan şöyle bir ses duyulmuştur:
“Allah ve Resulü bize sadece boÅŸ vaatlerde bulundu.” ve “Burada düşmana karşı konulmaz, evlerimiz saldırılara açık durumda!”
Münafıklar savaÅŸtan kaçmak ve kardeÅŸlerine de “Bize gelin!” diyerek savaÅŸtan alıkoymak yoluyla müminlerin gücünü kırmaya çalışmışlardır. Fitne çıkarmaya yarayan bu yaklaşımların savaşın sonuçlarından daha fazla zarar vereceÄŸi açıktır. Ancak müminlerin sabır ve sebat göstermesi sayesinde bu gerçekleÅŸmemiÅŸtir.
Aynı ÅŸekilde müslümanlar arasında fitne çıkarmaya ve onların birliÄŸini bozmaya çalışanlar, toplumu ilgilendiren önemli konularda da zihinlerde şüphe uyandırmaya çalışmaktadırlar. SavaÅŸ ÅŸartları ile toplumu ilgilendiren ağır konuların bir arada verilmesinin sebebi, muhtemelen her iki durum arasındaki benzerlik ve sonuçları itibariyle yol açabilecekleri büyük sorunlar dolayısıyladır. Buna göre münafıkların Peygamber (sav)’in evlilikleri, zıhar gibi çok uzun süre toplumda yer etmiÅŸ ama zulme yol açan geleneksel uygulamaları kaldırması vb gibi meseleleri tartışma/eleÅŸtiri konusu yaptıkları bellidir. Onlar, bu ÅŸekilde muhalefet oluÅŸturmaya yeltenmektedirler. Bu durumun Hendek’te yaÅŸananlardan farkı yoktur. Nitekim savaÅŸlar bir milletin birleÅŸmesine yol açarken bu tür fitneler toplumu parçalamaya sebep olabilmekte, yani çok fazla zarar verebilmektedir.
Hendek muhasarasında savaşılmadığı hâlde münafıklar marifetiyle doğan sıkıntılı hâl, toplumu ilgilendiren konularda da yine bu hasta tipler elinde benzer zorluklara yol açmaktadır. Bu nedenle her iki durum peş peşe anlatılarak aralarındaki benzerliklerden ders çıkarılması ve ibret alınması istenir. Bu şekilde bir mukayese müminlere içinde bulundukları toplumsal paydayı ciddiye almayı öğretir. Eğer elçiye gerekli destek verilmezse toplumda kötü haberleri yayanların yol açacağı tahribat, savaşta yaşananlardan az olmayacaktır. Bu sebeple toplumumun barış ve huzuruna gerekli itinayı göstermek bir zarurettir.
Buradan itibaren ayetler, başta olduğu gibi tekrar içe yönelir.]
Peygamber eşleri dünya hayatını ve süsünü istememelidir. Yoksa elçinin bu isteklerini karşılayıp onları boşaması gerekecektir (28).
Onlardan Allah’ı, elçisini ve ahiret yurdunu isteyip güzel davrananlara Allah, büyük bir mükâfat hazırlamıştır. Zira onlardan kim açık bir edepsizlik yaparsa onun için azap iki kat, içlerinden Allah’a ve elçisine itaat eden için de iki kat mükâfat ve bol rızık vardır ki bu Allah’a göre kolaydır. Peygamber eÅŸleri, kadınlardan herhangi biri gibi deÄŸildir. Onların sakınması, kalbinde hastalık bulunanlar yanlış anlamasın diye sözü edalı bir ÅŸekilde deÄŸil, yerinde ve uygun ÅŸekilde söylemesi, evlerinde oturması, cahiliye kadınları gibi cazibelerini sergilememesi, namazı kılıp zekâtı vermesi, yani Allah’a ve elçisine itaat etmesi gerekir. Zira Allah onlardan kiri gidermek ve onları tertemiz yapmak istemektedir. (29-33).
Peygamber hanımları evlerinde okunan Allah’ın ayetlerini ve hikmeti hatırlamalıdırlar (34).
Allah’a teslim olmuÅŸ bütün erkekler ve kadınlar, inanan bütün erkek ve kadınlar, kendilerini adamış bütün erkek ve kadınlar, sözlerine sadık bütün erkek ve kadınlar, sıkıntılara göğüs geren bütün erkek ve kadınlar, Allah’a saygı duyan mütevazı bütün erkek ve kadınlar, karşılıksız yardımda bulunan bütün erkek ve kadınlar, nefislerini kontrol eden bütün erkek ve kadınlar, iffetlerini koruyan bütün erkek ve kadınlar ve Allah’ı anan bütün erkek ve kadınlar için Allah, maÄŸfiret ve büyük bir mükâfat hazırlanmıştır (35).
Allah ve Resulü, bir iÅŸte hüküm verdiÄŸi zaman, artık inanmış bir erkek ve kadının, o iÅŸte bu hükme uymaları gerekir. Bu durumda artık kendi isteklerine göre baÅŸka bir hükmü tercih etme hakları yoktur. Zira kim Allah’a ve Resul’üne karşı gelirse, apaçık bir sapıklığa düşmüş olur (36).
Allah’ın nimet verip lütufta bulunduÄŸu ve kendisinin de iyilik ettiÄŸi kiÅŸiye peygamber, “EÅŸini terk etme ve Allah’tan kork.” diyerek Allah’ın yakında aydınlığa çıkaracağı ÅŸeyi gizlemeye çalışmaktadır. Zira insanların ne düşüneceklerinden çekinmektedir. Oysa çekinilmesi gereken sadece Allah’tır. Ä°ÅŸte bu ÅŸekilde Zeyd’in o hanımla beraberliÄŸini sona erdirdiÄŸinde, yani evlatlıkları eÅŸleriyle ilgilerini kestiklerinde onlarla evlendikleri için müminler suçlanmasın diye Allah onu elçisiyle evlendirir. Ve böylece Allah’ın buyruÄŸu yerine getirilmiÅŸ olur (37).
[Bu ayet, yukarıdan itibaren konunun neden savaÅŸ ortamı içinde ele alındığını anlamamıza yardım eder. Zira bu durum, savaÅŸ ÅŸartlarında olduÄŸu gibi gerçekten cesaret ve sabır gerektiren bir iÅŸtir. Çünkü bu mesele her planda müminlerin bir açığını yakalamaya, toplumda fitne ve huzursuzluk çıkarmaya çalışan münafıklar açısından bulunmaz Hint kumaşıdır. Tam bu esnada Peygamber (sav)’in eÅŸlerinin de çok sıkı durması ve muhtemel bir fitneye kapı aralayabilecek söz ve tutumlardan uzak kalması gerekir. Bu nedenle surede Nebi (sav)’nin eÅŸlerine nasihatte bulunmak da özellikle ihmal edilmemiÅŸtir.
Evlatlık konusu, meselenin can acıtıcı bir ÅŸekilde Peygamber (sav) üzerinden çözümlenmesini gerektirecek kadar önemlidir. Anlaşılan odur ki bu olayın baÅŸka biri üzerinden halledilmesi samimiyete, baÅŸka bir konu üzerinden çözümlenmesi de hakikate ters düşmektedir. EÄŸer zıhar olayı tam bir zulüm örneÄŸi olmasaydı o meselenin de elçi üzerinden halledilmesi uygun görülürdü. Bunun gibi evlatlık konusunda iyi niyet ve halis bir tavırla “Artık evlatlıklarınızı üzerinize geçirip onları öz çocuklarınızla bir tutmayacaksınız.” denilmesi de yetmeyecekti. Altıncı ayet akrabaları Allah’ın kitabında göre birbirlerine diÄŸer müminlerden ve muhacirlerden daha yakında tutar. Bu ÅŸekilde akrabalığı ve aileyi koruma altına alır. Bir yandan imana dayalı kardeÅŸliÄŸin bir adım ötede akrabalığı ve aileyi dağıtacak ÅŸekilde abartılmasına müsaade etmez, diÄŸer yandan evlatlık edinme yoluyla yetim ve yoksulluÄŸun gözden kaçırılmasına da imkân vermez. Çocukların babası olmasa bile onlara nispet edilmesi, sorunu tespit etmeye yarar ve aileyi korur. Asıl olan yetim ve yoksul doÄŸuran sebeplerin ortadan kaldırılmasıdır. Bunun yanı sıra aile ve akrabalık baÄŸları toplumun bel kemiÄŸidir. Bu yok olursa toplumsal dayanışmanın temelleri çöker.]
Allah’ın kendisi için takdir ettiÄŸi ÅŸeyi yapmasından dolayı Peygamber suçlanamaz. Sizden önce gelip geçenler için de Allah’ın bir uygulamasıdır bu. Zira Allah’ın iradesi mutlaka tecelli eder (38).
Peygamberler Allah’ın mesajlarını duyururlar, Allah’tan korkarlar ve O’ndan baÅŸka kimseden korkmazlar. Çünkü hesap görücü olarak Allah yeter (39).
Herkesin Muhammed’in kimsenin babası olmadığını bilmesi gerekir. O, Allah’ın Elçisi ve bütün peygamberlerin sonuncusudur. Ve Allah her ÅŸeyi hakkıyla bilendir (40).
[Bu ayet konuya biraz daha açıklık getirir. Mesele Rasulullah (sav)’dan sonra kimsenin evladı iddiasıyla onun makamına talip olamamasıdır. O, ne evlatlık ne de baÅŸka manevi bir yolla kimsenin babası veya yakını deÄŸildir. Bu ÅŸekilde hiç kimse hak iddia edip ayrıcalık ve imtiyaz talep edemez. Buna göre deÄŸil maddi bir gerekçeyle, manevi yolla dahi bu bağın kurulmasına müsaade edilmemektedir. Bu ÅŸeklide ayet, Peygamber (sav) sonrası toplumsal hayat açısından önemli bir ölçü vazetmektedir.]
Müminler, Allah’ı çokça anmalı, sabah akÅŸam onu tesbih etmelidir. Zira karanlıklardan aydınlığa çıkaran, melekleri vasıtasıyla nimet verip rahmet eden odur. Müminler ona kavuÅŸacakları gün selamla karşılanırlar ve onlar için mükâfat hazırlanmıştır (41-44).
Peygamber, bir ÅŸahit, bir müjdeci, bir uyarıcı ve Allah’ın izniyle herkesi davet edip ışık saçan biri olarak gönderilmiÅŸtir ki bu ÅŸekilde müminlere Allah’ın büyük bir lütufta bulunduÄŸu müjdelenmektedir (45-47).
Kâfirlere ve münafıklara itaat edilmemeli, onların eziyetlerine aldırmamalı ve Allah’a tevekkül edilmelidir. Hiç kimse Allah kadar güvene layık olamaz (48).
[Surenin başında olduÄŸu gibi kâfirlere ve münafıklara itaati reddeden bu ayetlerden hemen sonra yine sosyal olaylara deÄŸinilir. Fakat yukarıda örnekleri verilen bu olayların hemen hepsi çetrefilli durumlar içerir. Mesela bir sonraki ayet kocanın kendisine dokunmadan boÅŸandığı eÅŸini –ki bu gibi durumlar çoÄŸu kez sorunludur- ihtiyaçlarını karşılayarak serbest bırakmasını salık verir. Hediyeler ve geçimlik bağışlayarak boÅŸadığı eÅŸini serbest, özgür bırakmak kolay bir durum deÄŸildir. Fakat ayetin istediÄŸi bu normal durumun gerçekleÅŸmesidir.]
Mümin kadınlarla evlenip onlara dokunmadan boşayanlar onlardan bir iddet dönemi beklemelerini isteyemezler. Bu durumda onların ihtiyaçları karşılanıp en güzel şekilde serbest bırakılmaları gerekir (49).
(Åžimdiye kadar) Peygambere mehirlerini verdiÄŸi eÅŸler, Allah’ın ona ganimet olarak verdiÄŸi savaÅŸ esirlerinden elinin altında bulunan cariyeler, amcalarının, halalarının, dayılarının ve teyzelerinin onunla beraber göç eden kızları helâl kılınmıştır. Bir de kendisini Peygambere hibe eden ve Peygamberin de kendisini almak istediÄŸi inanmış kadınlar, diÄŸer müminlere deÄŸil, sırf ona mahsus olmak üzere helâl kılınmıştır. EÅŸleri ve ellerinin altında bulunan cariyeleri hakkında müminlere yapmaları gereken ÅŸeyler bildirilmiÅŸtir. Artık Peygamberin gereksiz yere endiÅŸeye kapılmasına lüzum yoktur. Allah çok bağışlayan, çok esirgeyendir. Elçi eÅŸleriyle iliÅŸkisini dilediÄŸini gibi tanzim edebilir. AzleylediÄŸinde de arzu ettiÄŸinde ona bir günah yoktur, Bu hâl onların sevinmeleri, mahzun olmamaları, yaptığı muameleden hepsinin hoÅŸnut olması açısından daha münasiptir. Allah kalplerde olan her ÅŸeyi bilir ve halimdir. Bundan sonra hâlen sahip oldukları dışında hiçbirini baÅŸka kadınlarla, güzellikleri onu cezbetse de deÄŸiÅŸtirmesine izin verilmemiÅŸtir. Allah her ÅŸeyi görüp gözetendir. (50-52).
[Bundan sonra yine Peygamber (sav)’in söyleyemediÄŸi konular gündeme taşınır.]
Müminler, izin verilmedikçe Peygamber’in evlerine girmemeli ve yemek için davet edildiklerinde erkenden gidip hazırlanmasını beklememeli ve çaÄŸrıldıklarında da yemeÄŸi yiyince evden hemen ayrılmalı, lafa dalmamalıdır. Aksi hâlde Rasulullah üzüldüğü hâlde onlardan gitmelerini istemeye çekinebilir. Fakat Allah doÄŸruyu öğretmekten çekinmez. Nebi’in eÅŸlerinden bir ÅŸey isteneceÄŸi zaman perde arkasından istenmelidir. Bu hem müminlerin kalplerinin hem de onlarınkinin temizliÄŸini pekiÅŸtirir. Ayrıca Allah’ın Elçisi’nin vefatından sonra eÅŸlerini nikâhlamak caiz deÄŸildir. DoÄŸrusu bu, Allah nazarında büyük bir günah olur. Bir ÅŸey açığa vurulsa da gizlense de fark etmez. Zira Allah her ÅŸeyi gayet iyi bilir (53, 54).
[BilindiÄŸi gibi Peygamber (sav)’in mescidi aynı zamanda evleriyle iç içedir. O’nun bütün görüşmelerini burada yaptığı ve ne kadar yoÄŸun bir trafik içinde bulunduÄŸu düşünülürse bu uyarıların önemi daha iyi anlaşılabilir.]
Peygamberin hanımlarının; babalarına, oÄŸullarına, kardeÅŸlerine, erkek kardeÅŸlerinin veya kız kardeÅŸlerinin oÄŸullarına, kadın hizmetçilerine yahut sahip olduÄŸu kadın kölelerine görünmelerinde bir mahzur yoktur. Onlar, Allah’tan sakınmalı, yani ona karşı sorumluluk duymalıdırlar. Çünkü Allah, her ÅŸeye ÅŸahittir (55).
اِنَّ اللّٰهَ وَمَلٰئِكَتَهُ يُصَلُّونَ عَلَى النَّبِىِّ يَا اَيُّهَا الَّذٖينَ اٰمَنُوا صَلُّوا عَلَيْهِ وَسَلِّمُوا تَسْلٖيمًا (56)
[Aslen ayet, ÅŸu ÅŸekildedir:
Allah ve melekleri, Peygamber’e salât ederler. Ey müminler! Siz de ona salât edin ve tam bir teslimiyet gösterin (56).
Salât kelimesinin (alâ harfi cerri ile birlikte) صَلُّوا عَلَيْهِ (sallû aleyhi) ÅŸeklinde birini sevmeyi, yüceltmeyi ve ona dua etmeyi ifade ettiÄŸi üzerinde durulur. O hâlde kelime Peygamber (sav)’in ÅŸan ve ÅŸerefini yüceltmeyi/yükseltmeyi dile getirmektedir.
Buna göre mana şu şekilde olur:
“Muhakkak ki Allah ve melekleri Peygamberin ÅŸan ve ÅŸerefini yüceltmektedir. Ey iman edenler! Siz de onun ÅŸan ve ÅŸerefini yüceltin ve onun rehberliÄŸine tam bir samimiyetle teslim olun.”
Allah indirdiÄŸi ayetlerle elçisini ÅŸan ve ÅŸerefini yüceltmekte ve ona fazlasıyla rahmet etmektedir. Elçisini bu ÅŸekilde temize çıkaran, kalplerinde hastalık olanların iftira, itham ve tuzaklarına karşı koruyan bizzat odur. Melekler de dua ederek Allah’ın ona olan rahmetini sürekli hâle getirmeye çalışırlar. Sahabeler ise çok sevdikleri liderlerinin ÅŸan ve ÅŸerefini yüceltmek adına ayetlerin gösterdiÄŸi yolda çaba sarf etmeli ve kötü düşüncelere pay vermemeli tam bir teslimiyetle ona destek olmalıdırlar.
İlk bakışta hemen önüne ve arkasına (siyak-sibak) bakıldığında ayetin anlamı;
“Ey peygamber eÅŸleri! Sade yaÅŸamayı ve tevazuu terk etmeyin. Herkes sizi örnek alıp eÅŸleriyle bunu konuÅŸuyor. O hâlde elçinin yapmaya kalkıştığı her iÅŸte yanında olup yardım edin ve ona muhalefet etmeyin.” ÅŸeklindedir. Nitekim bu ayetle Allah’ın, Resul’ünü ÅŸereflendirdiÄŸi ve onun hakkında yahut da hanımları ile ilgili olarak kötü düşüncelere sahip kimselerin muhtemel sözlerinden bu ÅŸekilde onları temizlediÄŸi üzerinde durulmuÅŸtur.
Siyak-sibak ilgisini biraz daha geniÅŸletirsek bu sefer ayet;
“Ey müminler! Adını her duyduÄŸunuzda, evine her girip çıktığınızda, eÅŸlerinden bir ÅŸey istediÄŸinizde veya toplumu ilgilendiren ve onun çözmeye çalıştığı her meselede Nebi’ye yardımcı olun. Adını iyilik ve doÄŸrulukla anın. O’nun Allah’ın elçisi olduÄŸunu unutmayın, ÅŸerefinin yıpratılmasına müsaade etmeyin ve muhalefet ederek iÅŸlerini zorlaÅŸtırmayın.” ÅŸeklinde anlaşılır.
Fakat en doÄŸrusu, meseleyi surenin en başından itibaren ele almaktır. Bu durumda içerik olarak surede en zor sosyal konuların seçildiÄŸini hatırlamak gerekir. Buna göre aile ve toplumu ilgilendiren ve münafıklara fitne çıkarma fırsatı veren konulara dikkat edilmelidir. Müminler elçinin rehberliÄŸinden asla ayrılmamalıdırlar. Sure bütünlüğü dikkate alındığında ayette verilen emrin tam karşılığı, Peygamber (sav)’in dedikodusunun yapılmasına müsaade etmemek, ÅŸerefini korumak, adını hayırla anmak dışında hakkında şüphe uyandıracak bir yola sapmamak, eÅŸleriyle iliÅŸkileri hususunda onu töhmet altında bırakacak söz ve davranışlardan uzak durmak, toplumsal meselelerin çözümünde yanında bulunmak, yani kısaca Rasulullah (sav.)’a örnek olduÄŸu veya önderlik ettiÄŸi her iÅŸinde destek olmaktır.
Bu durumda ayetin sure bağlamı çerçevesinde en geniş anlamı mealen şu şekilde verilmelidir:
“Muhakkak ki Allah ve melekleri karşılaÅŸtığı her sorunda Peygambere rahmet (yardım) etmektedir. Müminler de zor ve aşılamaz gibi görünen her konuda onu hayırla anıp (takip etmeli), sosyal dokuyu ilgilendiren her durumda onun rehberliÄŸine içtenlikle teslim olmalıdırlar.”
Normal ÅŸartlarda salât kelimesinin sözlük anlamları içinde yardım ve destek manası yoktur. Fakat ÅŸan ve ÅŸerefin yüceltilmesinden hayırla anmaya, merhametle yaklaÅŸmaktan tebrik etmeye varıncaya kadar kelimenin bütün uzanımları, dolaylı olarak Peygamber (sav)’e destek olup yardım etmeyi, yani kayıtsız ÅŸartsız onun rehberliÄŸine teslim olmayı çaÄŸrıştırır. Nihayet rahmet, dua ve senâ anlamlarının hepsi bir adım sonra onu desteklemeyi gerektirir.
Bundan sonra yine elçinin incitilmemesi dile getirilir.]
Kim olursa olsun Allah’ı ve Resul’ünü incitenleri Allah, bu dünyada ve ahirette rahmetinden yoksun bırakacak ve onlar için alçaltıcı bir azap hazırlayacaktır (57).
Aynı şekilde mümin erkekleri ve mümin kadınları yapmadıkları bir şeyle suçlayıp incitenler de bir iftira ve günah yüklenmişlerdir (58).
Peygamberin eşleri, kızları ve inananların kadınları bir ihtiyaç için dışarı çıktıkları zaman örtülerini üstlerine salmalıdırlar. Onların tanınıp incitilmemesi için en elverişli olan budur. Allah çok bağışlayan, çok esirgeyendir (59).
EÄŸer ikiyüzlüler, kalplerinde hastalık olanlar ve yalan haberler yayarak ÅŸehirde huzursuzluk çıkaranlar bu düşmanca hareketlerinden vazgeçmezlerse elçinin onlar üzerinde üstünlük kurması saÄŸlanacaktır. O zaman bu belde de çok az bir süre kalabileceklerdir. Bu tipler lanetlenirler ve nerede rastlansalar yakalanıp öldürülürler. Allah’ın önceki milletler arasında uygulanan yasası budur ve asla deÄŸiÅŸmez (60-62).
[Burada netameli sosyal olaylar hususunda kalplerinde maraz bulunanların ileri geri konuşarak elçiyi ve müminleri zor durumda bırakmak istemeleri gündeme gelir. Zaten surenin başından beri münafıkların yapmak istediklerine dikkat çekilmesinin ve buna müsaade edilmemesi gerektiği üzerinde durulmasının sebebi budur. Onlara bu tutumlarından vazgeçmeleri, aksi hâlde üzerlerine gidileceği söylenir. Bundan sonra hesap gününden bahsedilir. Çünkü yerine getirilmesi istenen sorumluluklar bunu gerektirmektedir.]
Ä°nsanlar Son Saat hakkında sorarlar. Onlara, “Onun bilgisi Allah katındadır, elçinin bütün bildiÄŸi ise, Son Saat’in yakın olduÄŸudur!” denilmelidir. Allah, kâfirlere lanet etmiÅŸ ve onlar için çılgın bir ateÅŸ hazırlamıştır. Onlar, onun içinde devamlı kalacak ve kendilerini koruyacak veya yardım edecek kimse bulamayacaklardır. Yüzleri ateÅŸin içinde çevrildiÄŸi gün, “Eyvah bize! KeÅŸke Allah’a itaat etseydik, elçiye itaat etseydik; Ey Rabbimiz! Biz liderlerimize ve ileri gelenlere uyduk, bizi doÄŸru yoldan uzaklaÅŸtırdılar. Ey Rabbimiz! Onlara iki misli azap çektir ve rahmetinden tamamen mahrum bırak!” diyeceklerdir (63-68).
[Ayetlerin bu bölümde körü körüne tabi olup taklit etme konusunda insanları uyardığına dikkat edilmelidir. Zira şehirde kötü haber yayanların en büyük kozu etkilemeye çalıştıkları geniş kitle/kamuoyu, yani bu tabiiyettir. Bundan sonra müminlere son öğütler verilmeye başlanır.]
Ä°man edenler, Muhammed’e karşı Musa’ya eziyet eden Ä°srailoÄŸulları gibi olmamalıdır. Nitekim Musa da Allah katında büyük ÅŸeref ve itibar sahibidir ve bir süre sonra Allah’ın elçisini her türlü iftiradan temize çıkardığını unutmamalıdırlar. Ä°man edenler, Allah’tan korkmalı ve her zaman hakkı ve doÄŸruyu konuÅŸmalıdır. Ä°ÅŸte o zaman Allah onların iÅŸlerini deÄŸerli kılar ve günahlarını affeder. Kim Allah’a ve Resul’üne itaat ederse büyük bir zafere ereceÄŸini bilmelidir (69-71).
Allah emaneti göklere, yere ve dağlara sunmuş ama onlar bunun sorumluluğundan korktukları için onu yüklenmeyi reddetmişlerdir. Haksızlığa ve akılsızlığa son derece meyyal olduğu için bu emaneti insan üstlenmiştir. Ama Allah, ikiyüzlü davranan (bu) erkek ve kadınlarla ve kendisine eş koşan erkek ve kadınlara azap edecektir. Mümin erkeklere ve mümin kadınlara rahmetiyle yönelecek olan da yine odur. Allah çok bağışlayan çok esirgeyendir (72, 73).
[Sure, emaneti yüklenen insanı doÄŸrudan yana tavır almaya, sorumluluÄŸunu adamakıllı yerine getirmeye çağırır. Burada insanın emaneti yüklenmesine raÄŸmen اِنَّهُ كَانَ ظَلُومًا جَهُولًا “Şüphesiz o çok zalim ve çok cahildir.” ÅŸeklinde nitelenmesinin sebebi, surenin baÄŸlamından anlaşılmaktadır. BilindiÄŸi gibi Medine’de sorun çıkaran kiÅŸiler -ki bunlar münafık, yani kalpleri hasta olanlardır- güya toplumsal sorunlara duyarlı gözükmektedirler. Oysa amaçları üzüm yemek deÄŸildir. Bu nedenle ayet, sorumluluÄŸu üstlenmiÅŸ gözüken bu insanların zalim ve cahil tarafına deÄŸinir. Zira sorumluluk, toplumu sarsacak, parçalayacak konulardan uzak durmayı, yani korkmayı gerektirir. Oysa kalplerinde maraz bulunan bu kiÅŸilerin haksızlığa meyyal ve sadece çıkarlarını gözeten yapıları, onları toplumu derinden sarsacak yaklaşımlarda bulunmaktan alıkoymamaktadır. Onlar bir takım sorunları ortaya atarak güya emaneti yüklenmiÅŸ gibi gözükmekte ama aslında baÅŸka amaçların peÅŸinde koÅŸmaktadırlar. Bunların bir kısmı cahildir. Çünkü bilip bilmeden sadece tabi olup taklit ederler. DiÄŸerleri zalimdir. Zira pek çok ÅŸeyin bilincindedir ama yine de geri durmazlar. Sorumlulukları, cahil ve zalimce üstlenmekten kasıt budur ve ayetin muhatabı yukarıda sözü edilen bu hasta kalplilerdir. Nitekim emaneti yüklenmeden bahseden ayetin hemen devamında da yine bu ikiyüzlü ve müşrik kimselere azap edileceÄŸi dile getirilir.
Surenin sondan bir önceki ayeti, başından itibaren anlatılanları dikkate alarak bir nasihatte bulunur. Ve “Siz ey imana ermiÅŸ olanlar! Musa’ya eziyet eden Ä°srailoÄŸulları gibi olmayın Allah, hakkında ileri sürdükleri iddialardan onu temize çıkardı/akladı beraat ettirdi. Çünkü o, Allah katında büyük ÅŸeref ve itibar sahibiydi.” der. Ayette Musa (as)’nın beraat etmesi فَبَرَّاَهُ (feberraehu) fiiliyle ifade edilir. Temize çıkmak anlamına gelen bu fiil, sure içinde âdeta salât etmenin tefsiri, yani açılımı/açıklanmasıdır. Ardından ( وَكَانَ عِنْدَ اللّٰهِ وَجٖيهًا ) O’nun Allah katında büyük ÅŸeref ve itibar sahibi olduÄŸu belirtilir. Bu da yine O’nun teberri ile yani temize çıkarak elde ettiÄŸi sonuçtur. Nihayet Rasulullah (sav)’a salât edildiÄŸinde de onun önce dünyada ÅŸerefiyle temize çıkması, ardından ahirette de Allah’ın rızasını kazanması istenmektedir.]
Görüldüğü gibi Ahzab suresinin konusu, toplumda tartışma konusu olan ve özellikle Medine’de münafıkların fitne çıkarmak için kullandıkları sosyal olaylar hakkındadır.
Özetlemek gerekirse surenin konuları şu şekildedir:
Zıhar, çocukların babalarına nispet edilmesi ve evlatlık meselesi, Peygamberin eÅŸlerinin müminlerin annesi olması, akrabalık baÄŸlarının manevi kardeÅŸlik baÄŸlarından daha öncelikli olması, Peygamber (sav)’in eÅŸlerinin dünya hayatının süsünü istemesi karşısında elçinin bu isteklerini karşılayıp onları boÅŸaması ihtimali, Rasullulah (sav)’ın eÅŸlerinin kadınlardan herhangi biri gibi olmadığı için bir takım yükümlülükleri yerine getirme zorunluluÄŸu, Zeyd’in boÅŸandığı hanımla Peygamber (sav)’in evlenmesi, Muhammed (sav)’in kimsenin babası olmaması, boÅŸanan kadınların tamamen serbest bırakılması, Peygamber (sav)’in evlilikleri, Nebi (sav)’nin evine girmek, çıkmak, yemek yemek ve oturmak ve eÅŸlerinden bir ÅŸey istemek bahisleri…
Toplumu iÅŸgilendiren bu ağır sosyal konuların bir kısmı baÅŸka surelerde de iÅŸlenmiÅŸ ama burada Peygamber (sav)’e destek verilmesi gereken önemli meseleler baÄŸlamında özellikle ayrıntısına girilmeden âdeta baÅŸlık olarak bir araya getirilmiÅŸtir. Zira bunlar doÄŸru anlaşılmadığı takdirde toplumda ağır sonuçlar doÄŸurabilecek netameli/zor konulardır. Dolayısıyla yukarıda görüldüğü gibi siyasi, sosyal ve ekonomik anlamda Peygamber (sav)’in vahyin rehberliÄŸinde çözmeye çalıştığı meselelerde ona yardım etmek, destek vermek, merhametle yaklaÅŸmak ve onun adını hayırla anmak, ona salât etmek anlamına gelmektedir.
Salât kelimesinin geçtiÄŸi 56. ayet dikkate alındığında Allah, melekler ve müminler ÅŸeklinde üç ayrı fâil için aynı fiilin kullanılması, her üçünü de kapsayan ortak bir anlam tercihinde bulunmanın gerekli olduÄŸunu gösterir. Nitekim dikkat edilirse ayette asıl olan Allah’ın ve meleklerin yaptığı ÅŸeyin aynısını müminlere de önermek ve bu ÅŸekilde inananları tahrik ve teÅŸvik etmektir. Salât fiilinin her üç faile de nispet edilebilecek bu ortak yönü elçinin ÅŸan ve ÅŸerefini yüceltmek, onu hayırla anmaktır. Bu yaklaşım, Peygamber (sav) hakkında çıkarılmak istenen dedikodulara aldırmamak ve vahiyle bildirilen doÄŸru bilgiden ayrılmamaktır. Dolaysıyla müminlerden istenen ÅŸey bu sosyal sorunların hâllinde ona yardım etmeleri ve destek olmalarıdır. Onlar adına ciddi bir sorumluluktur bu. Nitekim ayetin sonunda yer verilen وَسَلِّمُوا تَسْلٖيمًا (ve sellimu teslimâ) ifadesi de inandığını iddia eden kiÅŸinin kendisini onun rehberliÄŸine gönülden teslim etmesinin önemini dile getirir.
Salavât getirmek, Peygamber (sav) hayattayken toplumu ıslah için giriÅŸtiÄŸi her iÅŸte ona yardım etmek, çıkabilecek her türlü ÅŸayia karşısında adını temize çıkarmak, iftira, itham ve dedikodularla mücadele ederek onu savunmaktır. Peygamber (sav), bir gün öleceÄŸini bildiÄŸi için olsa gerek kendisine “Ey Allah’ın Resulü! Sana selâmı nasıl getireceÄŸimizi biliyoruz. Peki, sana salât nasıl olacak?” diye sorulduÄŸunda şöyle cevap vermiÅŸtir:
“Allah’ım, Ä°brahim’e ve Ä°brahim’in âline salât ettiÄŸin gibi Muhammed’e ve Muhammed’in âline de salât et…”
Dikkat edilirse bu defa salât edilen kiÅŸi sadece Peygamber (sav) olmaktan çıkar ve iÅŸin içine âli diye bilinen kiÅŸiler de girer. Rasulullah’ın âli; ehl-i beyti (ev halkı), sahabesi (arkadaÅŸları) ve ümmeti (kendisine tabi olanlar)dir. BaÅŸka bir ifade ile onun âli getirdiÄŸi hakikate gönülden inanan bütün müminlerdir. Buna göre adını hayırla anmak hususunda Rasulullah için yapılan savunmanın aynısını müminler, birbirleri için de yapmalıdırlar.
Nebi (sav)’nin ev halkı ve arkadaÅŸları vefat etmiÅŸtir. Buna göre onlara yardımda bulunmak ancak dua etmekten ibaret kalır. Yani ayette Peygamber (sav)’e verilen fiili destek onlar için söz konusu olamaz. Ancak onun davası, yolu, tebliÄŸi devam etmektedir. Dolayısıyla ona dua etmek onun ÅŸahsında bu davanın, mücadelenin baÅŸarıyla sürdürülmesini istemektir. Nihayet bu talebin gerçekleÅŸmesi de dâhil olmak üzere fiili olarak Peygamber (sav)’den geriye onun davasını üstlenen ve hâlâ yaÅŸayan tek bir muhatap kalmıştır; ümmeti. Nitekim dün olduÄŸu gibi bugün de Allah’a ve elçisine itaat adına toplumda giriÅŸilebilecek her faaliyet fiilen bu ümmet tarafından yapılmaktadır.
Ayetten çıkarılan anlam çerçevesinde yaÅŸadığı dönemde sosyal sorunlara çözüm arayışı içinde nasıl Peygamber (sav)’e destek verilmesi gerekiyorsa bugün de aynı ÅŸekilde toplumsal barış ve huzur adına bu sorunlarla boÄŸuÅŸan müminlere yardım edilmelidir. Buna göre “Allahumme salli alâ Muhammed ve alâ âli Muhammed…” demek, kısaca “Ey Allahım! Sen Muhammed’in ve onun âlinin ÅŸan ve ÅŸerefini yükselt…” anlamında “Ey Allahım! Ä°htiyaç içinde dertli, sıkıntılı veya mücadele içinde nerede bir mümin varsa, sen onlara yardım et, onların senin dinini yaÅŸama ve yaÅŸatma hususunda baÅŸarılı olmasını saÄŸla, toplumda inÅŸa etmeye çalıştıkları her konuda onlara destek ver, rahmet et…” ÅŸeklinde bütünüyle ümmete maddi-manevi destek talep etmektir. Burada konu, elçinin ÅŸan ve ÅŸerefiyle, ümmetinin ÅŸan ve ÅŸerefinin benzerliÄŸi üzerinde ilerler.
Salavât, müminlerde ümmet şuurunu inşa edip ayağa kaldırır. Müslümanlara birbirlerine dua etmelerinin önemini hatırlatır ve kardeş olduklarını unutmamalarını sağlar. Ve en önemlisi ümmet şuuru içerisinde müslümanların birbirlerinin şan ve şerefini koruma ve yükseltmeyi kendilerine dert edinmelerini gerekli kılar. Salavât, başta Rasulullah olmak üzere onun yolundan giden ümmetin birbirine dua etmesi ve rahmet okumasıdır.
Ahzab suresi, salât etmeyi merkezine alarak toplumsal meselelerin çözümünde müslümanlara tam bir teslimiyetle Peygamber (sav)’e destek olmayı emreder. O’nu aldığı kararlarda yalnız bırakmamaları gerektiÄŸini söyler. Bugün bu destek, O’nun izinden giden ümmetinin hakkıdır. Yani adaletin gereÄŸi olarak yapılması gereken her iÅŸte toplumu ilgilendiren ama deÄŸiÅŸmesi veya çözülmesi zor olan meselelerde müminlerin birbirine yardım etmesi bir sorumluluk ve zorunluluktur. Bu meselelerin çözümünde kalplerinde hastalık olan kiÅŸilerin toplumun huzurunu bozmasına, fitne çıkarmasına ve Ä°slam toplumunun birliÄŸini parçalamalarına müsaade edilmemelidir. Allah ve melekleri her zaman müminlerden yanadır. Müminlerin de birbirlerine sahip çıkması, Kur’an’a ve Rasulullah’ın sünnetine teslim olması, toplumsal/sosyal her türlü sorunun çözümünde birbirlerini desteklemeleri gerekir. Sure baÄŸlamında salavât getirmek bu sorunları çözerken müminlerin birlik olmasını istemek anlamına gelir. Sureden çıkan ölçü budur.
Henüz İslam kültürünün bütünüyle kaybolmadığı yerlerde hayatın içinde salavât getirmek hâlâ önemini korumaktadır. Bu coğrafyalarda bir kavga sırasında salavât getirildiğinde herkes susar ve durur. Bir kaza anında veya bir panik hâlinde salavât getirmek, sakinleşmeyi ve ardından yardım etmeyi akla getirir. Salât etmek, bu anlamda herkese iyi gelir.
Ahzab suresi baÄŸlamında salavât getirmenin anlamı, Ä°slam’ın yükselmesini ve bütün müslümanların iyiliÄŸini istemek, yani ümmete rahmet okumaktır. Bu söz sahibine müslümanlara yardım etmesinin gereÄŸini hatırlatan fiili bir uyarıdır ve bilinçle söylendiÄŸinde ümmete rahmet getirecektir.
Sonuç olarak;
Bir mümin, ayette emredilen ÅŸekilde fiili olarak Rasulullah (sav)’ın tebliÄŸ ettiÄŸi bu dinin emirlerinin hayata hâkim olması, toplumda yaÅŸanması için elinden geleni esirgememelidir. Hayattayken kendisine verilen destek ÅŸimdi onun yolunda ilerleyen ümmete verilmelidir. Bu anlamda Peygamber (sav)’in öğrettiÄŸi ve namazda da ifade edildiÄŸi gibi, “Allahumme salli alâ Muhammedin ve alâ âli Muhammed…” ÅŸeklinde salavât getirildiÄŸinde;
“Ey Allah’ım! Ä°brahim’e ve onun âline yaptığın gibi Muhammed’in ve âlinin de ÅŸanını yücelt, ÅŸerefini koru, onlara merhamet et.”,
Yani,
“Ey Allah’ım! Ä°brahim’e ve onun âline yaptığın gibi Muhammed’in, yani onun ÅŸahsında bu dinin ve âlinin, yani ona tabi olan bu ümmetin de ÅŸanını yücelt, ÅŸerefini koru, onlara merhamet et.” denilmiÅŸ olmaktadır.
Salât, kelimesine verilen anlam, görüldüğü gibi siyak-sibak ilgisini de aÅŸacak ÅŸekilde sure bütününde yer verilen konulardan ilham alır. Sure içerisinde bu mana, Ehl-i Beyt’ten sahabelere oradan da ümmete ÅŸamil olacak ÅŸekilde bir geniÅŸleme gösterir. Yani önce Peygamber (sav)’in hanımlarına sonra arkadaÅŸlarına en sonunda da hepsini kuÅŸatacak ÅŸekilde bütün inananlara salât etmeyi emreder. Bunun yanı sıra surede geçen pek çok ayet de baÄŸlamdan nasiplenir. Mesela emaneti göklere, yere ve daÄŸlara yüklendiÄŸini ama onların bundan imtina ettiÄŸini dile getiren ayet bunu insanın zalim ve cahil tarafıyla yüklendiÄŸini ifade eder. BaÄŸlam olmasa emaneti yüklendiÄŸi hâlde kiÅŸinin neden zalim ve cahil ÅŸeklinde nitelendiÄŸi anlaşılamaz. Oysa sure bütününde toplumda fitne çıkarmaya çalışan ve sırf bu nedenle pek çok tartışma konusu ortaya atan kiÅŸilerden bahsedilir. Bunlar, kendilerini olup biten olaylar karşısında sorumlu, ilgili ve dertli gibi göstererek ileri geri konuÅŸan ve bu ÅŸekilde Peygamber (sav) aleyhine bir muhalefet oluÅŸturmayı amaçlayan kalbi hasta olarak nitelendirilen insanlardır. Dolayısıyla ayetin muhatabı onlardır. Normal insanlar, yani müslümanlar deÄŸil. Neticede Ahzab suresi baÄŸlamında salavât getirmenin anlamı, Rasulullah (sav)’ın ÅŸahsında onun rehberliÄŸine duyulan saygıyı dile getirerek hâlâ onun yolundan giden ümmetine rahmet dilemektir. Görüldüğü gibi bu ÅŸekilde surenin baÄŸlamı, pek çok meselenin daha iyi anlaşılmasında belirleyici bir rol üstlenmektedir.
Not: Bu yazı, Umran dergisinde yayınlanmıştır.
---------------------------------------------------------------------------------------------------------
Henüz yorum yapılmamış.