Sosyal Medya

Makale

Duaların Kabul Edilmesindeki Ölçü

Duaların Kabul Edilmesindeki Ölçü

-Furkan Suresi Bağlamında Son Ayetinin Anlamı-

 

Muhatabın kim olduÄŸu, anlamı bütünüyle etkileyen hatta belirleyen çok önemli bir seçimdir. Buna göre muhatabın mümin ya da kâfir olması manayı baÅŸtan aÅŸağı deÄŸiÅŸtirebilir. Bu deÄŸiÅŸim, kâfirlerle ilgili ayetlerden inananların ders çıkarmasını engellemez. Muhatabı müşrik olan bir ayetten öğüt çıkarmak veya Ehl-i Kitap ile ilgili bir husustan ders almak için onların yerinde bulunmak da gerekmez. Bütün bunlara raÄŸmen muhatap seçimi ayetin içeriÄŸini doÄŸru anlamaya imkân tanıdığı için dikkat gerektiren bir iÅŸtir. ÖrneÄŸin, “(Ey Muhammed!) De ki: ‘Duanız olmasa, Rabbim size ne diye deÄŸer versin! Siz yalanladınız. Öyle ise azap yakanızı bırakmayacak.’ ”[1] ayetinde anlam, seçili muhataplara göre ciddi farklılık arz eder. Burada görüldüğü gibi ayetin muhatabı müminler olsaydı dua etmek ve bunun önemi üzerinde durmak yeterli olabilirdi. Fakat muhatabı müşrik (ve ÅŸirk koÅŸtuÄŸu için de kâfir) olduÄŸunda bu içerik eksik kalır. Çünkü hiçbir kâfir veya müşrik sadece dua ederek iÅŸe yarar hâle gelemez.[2] Bazı meallerde, dua yerine ibadet, iltica, yöneliÅŸ kulluk ya da yalvarma kelimelerinin kullanılmış olması da bu anlam kaybını gidermeye yönelik bir çaba olarak görülebilir.[3]

Ayete, “Duanız olmasa, Rabbim size ne diye deÄŸer versin!” diyerek giriÅŸ yapmak doÄŸru deÄŸildir. Çünkü ne öncesinde ne de sonrasında bu manayı destekleyen karine vardır. Ayetin başı “De ki” diye baÅŸlar ve yine aynı ayet, “Siz yalanladınız. Öyle ise azap yakanızı bırakmayacak.” ÅŸeklinde son bulur. Öyleyse buradaki muhataplar müminler deÄŸil inkâr edenlerdir.[4] Buna göre burada inkâr edenlere “Dua edin ve kurtulun.” denilmiÅŸ de olamaz.

Surede yer verilen 56-62. ayetler, her ÅŸeyin insan için ölçülü bir ÅŸekilde yaratıldığından bahseder. Sonra genel anlamda 63-76 arası Rahman’ın kullarının, yani bu rahmetten faydalanmayı seçen kiÅŸilerin nasıl davranması gerektiÄŸinden söz eder. Surenin 70 ve 71. ayetleri, “Ancak tövbe edip de inanan ve sâlih amel iÅŸleyenler baÅŸka. Allah iÅŸte onların kötülüklerini iyiliklere çevirir. Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir. Kim de tövbe eder ve sâlih amel iÅŸlerse iÅŸte o, Allah’a, tövbesi kabul edilmiÅŸ olarak döner.”[5] ÅŸeklinde özellikle tövbe etmek isteyenleri muhatap alır ve kiÅŸileri kötülükleri terk edip iman etmeye çağırır.  BilindiÄŸi gibi Kur’an daha iyi anlaşılmak adına iyi-kötü, cennet-cehennem, mümin-kâfir gibi konuları karşılıklı anlatır. Bundan sonra 76. ayete kadar müminlerin vasıfları sayılır. 70-76. ayetler arasında muhatapların mümin olması, son ayete anlam verilirken kiÅŸiyi yanıltır. Oysa bu ayetler, yukarıdan itibaren uyarılan kiÅŸilere tövbe edip kendilerini düzeltme imkânı verir. Son ayet (77) ise geriye atıfla bu vasıfları taşımayan ve cehennemlik oldukları söylenenlere yönelir. Burada “sizin duanız” (دُعَاؤُكُمْ  ) lafzıyla kastedilen ÅŸey, sadece dua etmek ya da etmemek de deÄŸildir. Söz konusu ayetin öncesinde Allah’ın ayetlerine karşı ilgisiz kalamayacakları vurgulanarak müminlerin vasıfları uzun uzun sayılır. Onlara bu vasıflara sahip olarak böylesine bir ilgi ve ÅŸuurla dine sarılmadıkları sürece yaptıkları ÅŸeylerin bir anlamı olamayacağı ifade edilir. Son ayette “…Siz gerçekleri yalanlıyorsunuz…” denmesinin sebebi de müşriklerin arka planda bahsi geçen tutum ve davranışları kendilerine ölçü edinmemeleridir. Yani ayetin ikinci cümlesi, birincisinin açılımı ve devamıdır. Onlara, “Sorumluklarınızı üstlenip doÄŸru olanı savunmadığınız sürece sizden bir ÅŸey olmaz.” denilmiÅŸ, devamında da sorumluluk üstlenmeyen bu yalancı/inkârcı tutumları yüzünden onlar için azap söz konusu edilmiÅŸtir.

Surenin bağlamını ortaya çıkarabilmek ve böylece doğru anlamları bulabilmek adına kısa kısa tefsirlerle de olsa birbirini takip eden anlam akışının görülmesi gerekir.[6] Her bir ayet hakkında ayrı ayrı konuşmak veya onlarda yer verilen hakikatleri tek başına ele almak için önce bu bağlam bilinmelidir. Aksi hâlde ayetlerle ifade edilen gerçekler başka mecralara kayabilir.

 

Åžimdi “Surenin Anlam Akışı İçinde BaÄŸlamı” denilen ve bütün anlamın üzerinde yürüdüğü omurgası üzerinde durulmalı, yani surenin kendi bütünlüğü içerisinde özellikle hangi konuya deÄŸindiÄŸini anlamamıza yardımcı olan tertibe/baÄŸlama deÄŸinilmelidir.

 

Surenin Anlam Akışı İçinde Bağlamı

            Surenin ilk iki ayeti, çok önemli bir ölçüden bahseder.

            Kur’an’ın “Furkan” olması…

“Âlemlere bir uyarıcı olsun diye kuluna Furkan’ı indiren Allah’ın ÅŸanı yücedir. O, göklerin ve yeryüzünün mülkü (hükümranlığı) kendisine ait olandır. Çocuk edinmemiÅŸtir. Mülkünde hiçbir ortağı da yoktur. O, her ÅŸeyi yaratmış ve yarattığı o ÅŸeyleri bir ölçüye göre takdir etmiÅŸtir.” (1, 2).[7]

Burada Allah hakkında dile getirilen bütün övgüler aynı zamanda kitabın önemini arttırmaya matuftur. Zira bundan sonraki bütün ayetler, Kur’an’ın kiÅŸiler nezdinde ölçü edinilmesiyle ilgilidir. BilindiÄŸi gibi Furkan hakla batıl, iyiyle kötü, doÄŸruyla yanlışı ayırma ölçüsüdür. BaÅŸlangıç itibariyle Kur’an’ın bu özelliÄŸinin vurgulanması oldukça önemlidir.[8]

Burada;

Hak-batıl, doğru-yanlış ayrımı açısından verilen ilk ölçü, Allah hakkındadır.

Göklerin ve yeryüzünün mülkü (hükümranlığı) kendisine aittir.

Çocuk edinmemiştir, yani ortağı yoktur.

Her şeyi belli yasalara uygun şekilde bir ölçüye göre yaratmıştır.

O hâlde doğru bir ölçü (Furkan) sahibi olunca;

Allah hakkında doğru bilgi sahibi olmak önemli bir ölçüdür.[9]

 

“(Ä°nkâr edenler), Allah’ı bırakıp hiçbir ÅŸey yaratmayan ve zaten kendileri yaratılmış olan, üstelik kendilerine fayda ve zararları dokunmayan, öldürmeye, yaÅŸatmaya ve ölüleri diriltip kabirden çıkarmaya güçleri yetmeyen ilâhlar edindiler.[10]Ä°nkâr edenler, ‘Bu Kur’an, Muhammed’in uydurduÄŸu bir yalandan baÅŸka bir ÅŸey deÄŸildir. BaÅŸka bir topluluk da bu konuda ona yardım etmiÅŸtir’ dediler. Böylece onlar haksız ve asılsız bir söz uydurdular. ‘(Bu Kur’an, baÅŸkalarından) yazıp aldığı öncekilere ait efsanelerdir. Bunlar ona sabah akÅŸam okunmaktadır.’ dediler. (Ey Muhammed!) De ki: ‘O kitabı göklerin ve yerin sırrını bilen indirmiÅŸtir. Şüphesiz O, bağışlayandır, çok merhamet edendir.’ ” (3-6).

            Bu ayetin muhatabı müşriklerdir ve onlar:

            Allah’ın yanı sıra;

bir şey yaratamayan ve zaten kendileri yaratılmış,

kendilerine fayda ve zararı dokunmayan,

öldürmeye, yaşatmaya ve ölüleri diriltip kabirden çıkarmaya güçleri yetmeyen,

            baÅŸka güçler (ilahlar) telakki ederler.

Ve bu halleriyle;

bu Kur’an, (hâşâ) Muhammed’in uydurduÄŸu bir yalandır,

başka bir topluluk da bu konuda ona yardım etmiştir[11],

            bu, ona sabah akÅŸam okunan geçmiÅŸlerin masallarıdır, derler.

            Hâlbuki o kitabı göklerin ve yerin bütün sırlarını bilen Allah indirmiÅŸtir.

            (Çünkü) O, çok bağışlayandır ve çok merhamet edendir.

            Ä°lk olarak;

O’nun gücü ile insanların uydurduÄŸu sahte ilahlar arasındaki farka dikkat edilmelidir.

            Ä°kinci olarak;

Yukarıdaki ayetlerde Allah’a yapılan iftira ile Kur’an’a yapılan arasında bir iliÅŸki kurulur. Yani Allah’ın gücü ile insanların uydurduÄŸu sahte ilahlar arasındaki farkı dikkate almayanlar aynı ÅŸekilde onun indirdiÄŸi vahyi de anlamamaktadırlar.[12] Dolayısıyla doÄŸru bir ölçü (Furkan) sahibi olunca;

Vahiy (Kur’an) hakkında da doÄŸru düşünmek gerekir.

 

 “Dediler ki: ‘Bu ne biçim peygamber ki yemek yer, çarşıda pazarda dolaşır. Ona bir melek indirilseydi de, bu onunla beraber bir uyarıcı olsaydı ya! Yahut kendisine bir hazine verilseydi veya ürününden yiyeceÄŸi bir bahçesi olsaydı ya!’ Zalimler, (inananlara): ‘Siz ancak büyülenmiÅŸ bir adama uyuyorsunuz.’ dediler. (Ey Muhammed!) Senin hakkında bak nasıl da temsiller getirdiler de (haktan) saptılar. Artık onlar doÄŸru yolu bulamazlar.” (7-9).

Furkan, Allah’ın indirdiÄŸi ölçüdür.

Daha önce Allah hakkında ölçüyü kaçıranlar,

Bir önceki pasajda da onun vahyi (Kur’an) hakkında aynı aşırılığı göstermiÅŸlerdir.

Şimdi bu aşırılığı, onun elçisi için de ortaya koymaktadırlar.

Onlar (müşrikler):

bu ne biçim peygamber,

yemek yiyor, çarşıda pazarda dolaşıyor,

ona bir melek indirilseydi de o da onunla beraber bizi uyarsaydı,

yahut kendisine bir hazine verilseydi,

veya ürününden yiyeceği bir bahçesi olsaydı ya,

Bu “Zalimler, (inananlara): ‘Siz ancak büyülenmiÅŸ bir adama uyuyorsunuz.’ derler.”[13]

Ölçüden (haktan) bu kadar uzaklaştıktan sonra artık doğru yolu nasıl bulamayacakları dile getirilir.[14] Buna göre doğru bir ölçü (Furkan) sahibi olunca;

Peygamber hakkında da doğru bir bilgi sahibi olmak gerekir.

 

“Dilerse sana bundan daha güzelini, içinden ırmaklar akan cennetleri verebilecek olan, sana saraylar kurabilecek olan Allah’ın ÅŸanı yücedir. Hayır, onlar kıyâmeti de yalanladılar.[15]Biz ise o kıyâmeti yalanlayanlara çılgın bir cehennem ateÅŸi hazırlamışızdır” “Bu ateÅŸ onları uzak bir mesafeden görünce onun müthiÅŸ kaynamasını ve uÄŸultusunu iÅŸitirler. Elleri boyunlarına baÄŸlanmış, çatılmış olarak cehennemin daracık bir yerine atıldıkları zaman orada, yok olup gitmeyi isterler. (Kendilerine) ‘Bugün bir kere yok olmayı istemeyin, birçok kere yok olmayı isteyin!’ (denir.) De ki: ‘Bu mu daha hayırlıdır, yoksa Allah’a karşı gelmekten sakınanlara va’dedilen ebedîlik cenneti mi?’ Orası onlar için bir mükâfat ve varılacak bir yerdir. Ebedî olarak kalacakları orada onlar için diledikleri her ÅŸey vardır. Bu, Rabbinin uhdesine aldığı, (yerine getirilmesi) istenen bir va’didir. (10-16).

Cevap çok net gelir ve asıl amacı ifşa eder.

Allah hakkında,

Kur’an hakkında,

Peygamber hakkında,

Bütün bu haktan sapmalar, yani ölçüsüzlükler:

Kıyameti, yani hesap vermeyi yok saymanın uzanımlarıdır.[16] Allah, vahiy (Kur’an) ve elçi ve hesap verme hususunda doÄŸru tespitleri yapamayan ve ölçüyü kaçıranlar, aynı ÅŸeyi cennet ve cehennem için de yapmaktadırlar Onlara “Bu (cehennem) mi daha hayırlıdır, yoksa Allah’a karşı gelmekten sakınanlara va’dedilen ebedî cennet mi?” denilir.Fakat ellerinde Furkan bulunmadığı için, yani vahyi ölçü edinmediklerinden dolayı bunun da farkına varamamaktadırlar. Buna göre doÄŸru bir ölçü (Furkan) sahibi olunca;

Bir gün hesap vermek zorunda kalacağını ve herkesin hak ettiği karşılığı bulacağını da bilmek gerekir.

 

Rabbinin, onları ve Allah’ı bırakıp da taptıkları ÅŸeyleri bir araya getireceÄŸi ve (taptıklarına), ‘Siz mi saptırdınız benim ÅŸu kullarımı, yoksa onlar kendileri mi yoldan saptılar.’ diyeceÄŸi günü hatırla. Onlar, ‘Seni eksikliklerden uzak tutarız. Seni bırakıp da baÅŸka dostlar edinmek bize yaraÅŸmaz. Fakat sen onlara ve atalarına o kadar bol nimet verdin ki, sonunda seni anmayı unuttular ve helâke giden bir toplum oldular.’ derler. (Ä°lâh edindikleriniz) söyledikleriniz konusunda sizi yalancı çıkardılar. Artık kendinizden azabı savmaya gücünüz yetmeyecek ve kendinize yardım da edemeyeceksiniz. Sizden kim de zulüm ve haksızlık ederse, ona büyük bir azap tattırırız.” (17-19).

Müşriklerin tabi olup taklit etme alışkanlıkları baÅŸlarına bela açacaktır. Miras yoluyla devraldıkları ata dinine hiç sorgulamadan tabi olmaları, Allah’ın yanı sıra ona denk güçler kabul etmeleri ve arzu ve heveslerinin peÅŸinden gitmelerinin hesabı sorulacaktır.

Onların nimet içinde yüzmeleri, sonuç itibariyle Allah’ı anmayı unutmalarına ve akabinde yok olmaya doÄŸru ilerlemelerine yol açmıştır.[17]Onlar,ellerinde Furkan olmadığı için her seferinde ölçüyü kaçırıp aşırı gitmektedirler. Buna göre doÄŸru bir ölçü (Furkan) sahibi olunca;

Allah’tan baÅŸkasına tapınmanın hiçbir masum gerekçesi olamayacağını bilmek

Ve nimet içinde yüzmenin Allah’ı unutturmaması gerekir.

 

“Senden önce gönderdiÄŸimiz bütün peygamberler de şüphesiz yemek yerler, çarşıda pazarda gezerlerdi. (Ey insanlar!) Sizi birbiriniz için imtihan aracı kıldık. (Bakalım) sabredecek misiniz? Rabbin, hakkıyla görendir.” (20).

            Peygamberlerle ilgili soru ve ÅŸaÅŸkınlıklarına ilk cevap, burada tarihe atıfla verilir.

 

“Bize kavuÅŸacaklarını ummayanlar, ‘Bize melekler indirilseydi yahut Rabbimizi görseydik ya!’ dediler. Andolsun, onlar kendi benliklerinde büyüklük tasladılar ve büyük bir taÅŸkınlık gösterdiler. “Fakat melekleri görecekleri gün, iÅŸte o gün suçlulara hiçbir müjde yoktur. ‘Eyvah! Biz Allah’ın rahmetinden tamamen uzaklaÅŸtırılmışız.’ diyecekler.” (21, 22).

Ä°kinci olarak da melek istemenin kibir içerisinde hesap vermekten kaçmak anlamına geldiÄŸi vurgulanır. Buna göre kendisinden sadece dürüst davranması ve iyilik yapması istenen birinin bunun karşılığında melek görmeyi ÅŸart koÅŸması, onun kibrinin, yani inkârının bir ifadesi sayılmıştır. Bize kavuÅŸacaklarını ummayanlar” ifadesi de buna iÅŸarettir. Ayrıca melek görmenin onlar açısından azaba uÄŸramakla aynı anlama geldiÄŸi belirtilir.

 

“Onların yaptıkları bütün amellerine yöneldik ve onları dağılmış zerreciklere çevirdik. O gün cennetliklerin kalacakları yer daha hayırlı, dinlenecekleri yer daha güzeldir. O gün gök bulutlarla yarılıp parçalanacak ve melekler bölük bölük indirilecektir. O gün gerçek hükümranlık Rahman’ındır ve kâfirlere zorlu bir gün olacaktır. O gün zalim kimse, (çaresizlik içinde) ellerini ısırıp şöyle diyecektir: ‘Ne olurdu ben de peygamberle beraber aynı yolu tutsaydım! Yazıklar olsun bana, keÅŸke falanı dost edinmeseydim! Andolsun, Kur’an bana geldikten sonra beni ondan o saptırdı. Zaten ÅŸeytan insanı yardımcısız bırakıverir.’ ”(23-29).

Burada da kiÅŸinin ahiretteki sorgusunun/durumunun onun Kur’an’a olan yakınlığı/uzaklığı ile iliÅŸkisi kurulur.

Müşrikler gerçek anlamda vahyi izlemedikleri,

Yani,

hak batıl ayrımı (Furkan) yapmadıkları için,

bütün amelleri dağılmış zerreciklere çevrilip değersiz kılınacak,

o hesap günü çok görmek istedikleri meleklerle karşılaşacak,

o gün kâfirler için zorlu bir gün olacak[18],

ve o gün zalim kimse, çaresizlik içinde ellerini ısırıp şöyle diyecektir: “Ne olurdu ben de peygamberle beraber aynı yolu tutsaydım!”

Ä°ÅŸte zalim,

yani, hak ile batılı (Furkan) yerine oturtmayan,

yani hak ettiÄŸi ÅŸeyi yerine koyamayan kiÅŸinin durumu, burada bir kere daha resmedilir.

Sonra,

“Yazıklar olsun bana, keÅŸke falanı dost edinmeseydim.” diyerek kiÅŸilerin birbirlerine verdikleri sahte güven hissini sorgulamaları istenir. Çünkü kötü insanları takip edip taklit ederek gittikleri yer doÄŸru deÄŸildir.

Bütün bunlar, bu kiÅŸilerin vahyi izlememesi, yani elinde hakla batılı ayırt edebileceÄŸi bir ölçünün (Furkan/vahiy/Kur’an) bulunmamasının sonuçlarıdır.

Ä°ÅŸte bunu vurgulayan cevap da hemen akabinde gelir…

 

“Peygamber, ‘Ey Rabbim! Kavmim ÅŸu Kur’an’ı terk edilmiÅŸ bir ÅŸey hâline getirdi.’ dedi. Biz, iÅŸte böyle, her peygamber için suçlulardan bir düşman yarattık. Yol gösterici ve yardım edici olarak Rabbin yeter.” (30, 31).

Bu ayetin muhatabı da Mekkeli müşriklerdir. Furkan suresinin risaletin 5 ve 6. yıllarında yani hemen hemen Mekke döneminin ortalarında indirildiği düşünülürse bu uyarının az sayıda ve zor durumda bulunan müslümanları muhatap alarak dile getirilmiş olamayacağı görülür. Burada sorun, müşriklerin inandıklarını söylemelerine rağmen inen vahyi ölçü olarak kabul etmemeleridir.

Müşrikler vahyi, yani Kur’an’ı, yani surenin başından itibaren kendilerine verilen ölçüyü reddetmektedirler.

Kur’an’ ile karşılaÅŸtıkları hâlde ondan hicret edip uzaklaÅŸmaktadırlar.

Yani,

Allah hakkında doğru bilgi sahibi olmak,

Vahiy (Kur’an) hakkında da doÄŸru düşünmek,

Peygamber hakkında da doğru bir bilgi sahibi olmak,

Bir gün hesap vermek zorunda kalacağını ve herkesin hak ettiği karşılığı bulacağını da bilmek,

Allah’tan baÅŸkasına tapınmanın hiçbir masum gerekçesi olamayacağını bilmek,

Ve nimet içinde yüzmenin Allah’ı unutturmaması gerekir.

Bütün bu ölçüler, bir arada Kitap’ta toplanır. Onlara yol gösterici ve yardım edici olarak Rabb’in, yani vahyin, yani Elçi’sinin, yani hesap (ahiret) düşüncesinin, yani Kitap’ının rehberliÄŸi gerekmektedir. Ama onlar bundan yüz çevirmektedirler.

 

“Ä°nkâr edenler, ‘Kur’an ona bir defada toptan indirilseydi ya!’ dediler. Biz, Kur’an’la senin kalbini pekiÅŸtirmek için onu böyle kısım kısım indirdik ve onu ağır ağır okuduk. Onlar sana hiçbir misal getirmezler ki (buna karşılık) sana gerçeÄŸi ve en güzel açıklamayı getirmiÅŸ olmayalım. Yüzüstü cehenneme sürüklenecek olanlar var ya; iÅŸte onlar konumları itibariyle daha kötü, tuttukları yol itibariyle daha sapıktırlar.” (32-34).

            Bütün müşrikler zaten kâfirdir. Ve bu onlara zaman zaman hatırlatılır. Daha önce Bize kavuÅŸacaklarını ummayanlar” (21) gibi ifadelerle bu belirtilmiÅŸ 26. ayette de ahiretteki durumları açıkça ortaya konulmuÅŸtur. Åžimdi yine bu müşrik inkârcı tavrın bir yaklaşımına daha tanık olunacaktır.[19]

Kur’an ile ilgili baÅŸka bir hatalı/yanlış yaklaşım da onun bir bütün olarak inmesini istemeleridir. Kitabın topluca indirilmesini istemek, onu hayattan koparmakla aynı ÅŸeydir. Çünkü parça parça/bölüm bölüm indirilmesinin amacı onun anlaşılıp hayatta kendisine uyulan ölçü (Furkan) kabul edilmesidir.[20]

Bu yaklaşım, kitap bir bütün hâlinde gelsin, ama anlaşılıp uygulanmasın, hayata damgasını vurmasın, kişinin ne yapıp ne yapmayacağı ile ilgili sınırlamalar getirmesin, onlara emredip karışmasın anlamına gelir.[21] Buna göre doğru bir ölçü (Furkan) sahibi olunca;

Kitabın içinin anlaşılması ve yaşanması için gayret etmek gerekir.

 

“Andolsun, Biz, Mûsâ’ya Kitab’ı (Tevrat’ı) verdik ve kardeÅŸi Harun’u da ona yardımcı kıldık. Onlara, ‘Ayetlerimizi yalanlayan topluluÄŸa gidin.’ dedik. Nihayet o kavmi yerle bir ettik. Nuh kavmini de, peygamberleri yalanladıkları vakit suda boÄŸduk. Onları insanlara bir ibret yaptık ve zalimlere elem dolu bir azap hazırladık. Âd ve Semud kavimlerini, Ress halkını ve bunların arasında pek çok nesilleri de helâk ettik. Bunların her birine misaller getirdik, (öğüt almadıkları için) hepsini kırıp geçirdik.”(35-39).[22]

Tarihten verilen bu örneklerde de kitap vermek, elçileri yalanlamak, inkâr etmek ifadelerinin ortak noktası, helak edilen bütün bu toplumların önlerine konan vahyi yok saymaları, hak-batıl ayrımı yapmamaları (Furkan) ve bu şekilde uyarılara aldırış etmemeleridir. Buna göre doğru bir ölçü (Furkan) sahibi olunca;

Zalimlerin helak olması hususunda tarihten ders almak gerekir.

 

“Andolsun, senin kavmin, belâ yaÄŸmuruna tutularak yok edilen kente uÄŸramışlardır. Yoksa onu görmüyorlar mıydı (ki ibret almadılar)? Hayır! (Görüyorlardı fakat) tekrar dirilmeyi ummuyorlardı. Onlar seni görünce ancak eÄŸlenceye alırlar. ‘Allah’ın peygamber olarak gönderdiÄŸi adam bu mu? Biz, ilâhlarımıza sımsıkı sarılmasaydık neredeyse bizi ilâhlarımızdan uzaklaÅŸtıracaktı.’ (derler.) Onlar yakında azabı gördükleri zaman, yolca kimin daha sapık olduÄŸunu görecekler. Kendi nefsinin arzusunu kendisine ilâh edineni gördün mü? Ona sen mi vekil olacaksın? Yoksa sen onların çoÄŸunun (söz) dinleyeceklerini yahut akıllarını kullanacaklarını mı sanıyorsun? Onlar hayvanlar gibidirler, belki yolca onlardan daha da ÅŸaÅŸkındırlar.” (40-44).

Bu ayetler, hesap vermekten kaçınmak adına, kiÅŸinin vahiy yerine kendi asılsız düşüncelerini ölçü edinmesinden bahsetmektedir.“Onlar yakında azabı gördükleri zaman, yolca kimin daha sapık olduÄŸunu görecekler.” ayeti, üslup olarak başından beri sure içinde hâkim olan hak-batıl mukayeselerine uygun bir karşılık oluÅŸturur. Çünkü kimin doÄŸru kimin yanlış yolda bulunduÄŸunu bilmek çok önemlidir. Buna göre doÄŸru bir ölçü (Furkan) sahibi olunca;

            Arzularını ilah edinenlerin hayvandan farkı kalmadığını bilmek gerekir.

 

“Rabbinin gölgeyi nasıl uzattığını görmez misin? Ä°steseydi onu sabit kılardı. Sonra biz güneÅŸi gölgeye delil kıldık. Sonra onu kendimize yavaÅŸ yavaÅŸ çektik. O, geceyi size bir örtü, uykuyu istirahat zamanı ve gündüzü de hareket ve çalışma vakti yapandır. O, rahmetinin önünde rüzgârları müjdeci olarak gönderendir. Ölü toprağı canlandıralım, yarattıklarımızdan birçok hayvanları ve insanları sulayalım diye gökten tertemiz bir su indirdik. Andolsun, biz bunu insanlar arasında, düşünüp ibret alsınlar diye tekrar tekrar açıkladık. Fakat insanların çoÄŸu nankörlükte direttiler.” (45-50).

Burada da hayatın ölçülü hâlinden bahsedilir. Gölge, gece, gündüz, rüzgâr, su gibi insanın hayatına anlam katan ve onsuz yapamayacağı ölçüler gündeme gelir. Bu şekilde âdeta âlemin bu ölçülü durumunun insan hayatında da görülmesi gereği hatırlatılır ki tabiatta var olan ölçülere uygun şekilde insan yaşamında yer verilmesi gereken bu ölçü vahyin emirleridir. Buna göre doğru bir ölçü (Furkan) sahibi olunca;

            Tabiattaki ölçülü hâlin tamamen Allah’ın yaratmasıyla hayat bulduÄŸunu bilmek gerekir.

 

“Dileseydik her memlekete bir uyarıcı gönderirdik. Öyle ise kâfirlere itaat etme, onlara karşı bu Kur’an’la büyük bir mücadele ver.” (51, 52).

            Bu ilahi mesaj, ilk ayette de belirtildiÄŸi gibi bütün âlemlere gönderilmiÅŸtir. Dolayısıyla uyarıları, sadece bir kavme deÄŸil bütün insanlara aittir. Bu durumda onları inkâr etmek bir kavmin sorumluluk sınırlarını dahi aÅŸan büyük bir beladır. O hâlde kim ne derse desin büyük bir çaba gösterilmeli ve vahyin esaslarının topluma bir an evvel barış ve huzur getirmesi saÄŸlanmalıdır. Buna göre doÄŸru bir ölçü (Furkan) sahibi olunca;

            Hak-batıl mücadelesinde Kur’an’ı ölçü edinmek gerekir.

 

“O, birinin suyu lezzetli ve tatlı, diÄŸerininki tuzlu ve acı olan iki denizi salıverip aralarına da görünmez bir perde ve karışmalarını önleyici bir engel koyandır. O, sudan bir insan yaratıp ondan soy sop ve hısımlık meydana getirendir. Rabbin, her ÅŸeye hakkıyla gücü yetendir. Onlar, Allah’ı bırakıp, kendilerine ne faydası ne de zararı dokunan ÅŸeylere kulluk ederler. Kâfir, Rabbine karşı (ÅŸeytana) arka çıkandır.” (53-55).

            Elçinin bütün insanlara muhatap olması gibi vahyin tesirlerinin de bütün âleme yayılacağı bilinmelidir. Denizler ve akarsular arasındaki devridaimi gerçekleÅŸtiren Rabb’dir bu mesajları gönderen.[23]Soy sop ve hısımlık meydana getiren ve bu ÅŸekilde insanın yaÅŸamına kolaylık saÄŸlayan Allah’tır.

            Hakkı teslim ve hakikati itiraf etmek gerekirse Allah’ın insanlar için dünyada yarattığı ölçülü durum, ondan baÅŸka ilah bulunmadığını yeterince göstermektedir. Fakat bütün bunları görmek için Allah’a yüzünü dönmek gerekir. Oysa ayet, وَكَانَ الْكَافِرُ عَلٰى رَبِّهٖ ظَهٖيرًا“…Kâfir Rabb’ine sırtımı dönen kiÅŸidir.” diyerek onun yüzünü yaratıcısından baÅŸka yöne çevirdiÄŸini dile getirmektedir.Buna göre doÄŸru bir ölçü (Furkan) sahibi olunca;

            Vahiyle insanın hayatına ölçülü bir ÅŸekilde kolaylık getirildiÄŸini bilmek gerekir.

 

“Biz, seni ancak bir müjdeci ve bir uyarıcı olarak gönderdik. De ki: ‘Ben buna karşılık sizden dileyen kimsenin, Rabbine giden yolu tutmasından baÅŸka herhangi bir ücret istemiyorum.’ Sen, o ölümsüz ve daima diri olana (Allah’a) tevekkül et. O’nu her türlü övgüyle yücelterek tesbih et. Kullarının günahlarından hakkıyla haberdar olarak O yeter! Gökleri ve yeryüzünü ve ikisi arasındakileri altı gün içinde (altı evrede) yaratan, sonra da ArÅŸ’a kurulan Rahmân’dır. Sen bunu haberdar olana sor!” (56-59).

Elçinin ücret istememesi samimiyetini gösterir. Onlardan beklenen yalnız doÄŸru yolu tutmaları ve vahyin ölçülerine uymalarıdır. Yani onlardan istenen her ÅŸey yine kendi iyilikleri içindir. Zira yeryüzünü altı günde yaratmak gibi her ÅŸeyi belli bir ölçü ve aÅŸama içerisinde yaratan Allah’tır. O, ancak yine kendisinden öğrenilir.[24] Bunun tek yolu da indirdiÄŸi vahyi (Furkan/Kur’an) dikkate alıp ölçü edinmektir. Zira bu ölçü dışında gerçekleÅŸecek bir hakikat bulunmaz. Buna göre doÄŸru bir ölçü (Furkan) sahibi olunca;

Ölümsüz ve daima diri olan Allah’a tevekkül etmek gerekir.

 

“Onlara, ‘Rahman’a secdeye kapanın denildiÄŸinde “Rahman da nedir? Senin bize emrettiÄŸine mi secde edeceÄŸiz?’ derler ve bu onların nefretini artırır.” (60).

            Ayet, vahyin ölçülü durumunu anlatan harika bir anlama sahiptir. ‘Rahman’a secde etmek’, demek insanlara rahmet, vefa, huzur, barış gibi merhamet adına ne varsa hepsini sunmak demektir. Rahman’a itaat edin; huzur bulun, rahat edin, onurunuzu koruyun, korkmadan yaÅŸayın anlamına gelir. ‘Rahman’da neymiÅŸ’ demek, bizim bu türden ölçülere ihtiyacımız yok demekle aynı ÅŸeydir.[25] Allah’ın âlemde yarattığı bütün ölçüler insan için bir rahmet iÅŸaretidir. Ä°nsan ancak bunları takip ederek rahata kavuÅŸabilir. Nitekim âlemde yaratılan ÅŸeylerin merkezinde insanın bulunması ve hemen her ÅŸeyin belli bir ölçüyle yine ona yarayacak ÅŸekilde yaratılması çok manidardır. Buna göre doÄŸru bir ölçü (Furkan) sahibi olunca;

            Rahman’a itaat etmek ve onun emirlerini yerine getirmek gerekir.

 

“Göğe burçlar yerleÅŸtiren, orada bir ışık kaynağı (güneÅŸ) ve aydınlatıcı bir ay yaratanın ÅŸanı çok yücedir. O, öğüt almak isteyen ve çok şükredici olmayı dileyen kimseler için geceyi ve gündüzü birbiri ardınca getirendir.” (61, 62).

Yıldızlar, güneÅŸ ay, gece ve gündüzün varlığı Rahman’ın hayata ölçülü dokunuÅŸlarına birer delildir. Hepsinin insanın faydasına boyun eÄŸmiÅŸ olması ibret vericidir. Buna göre doÄŸru bir ölçü (Furkan) sahibi olunca;

            Ä°nsanı yaratılışın merkezine oturtan Allah’a şükretmek gerekir.

 

“Rahman’ın kulları, yeryüzünde vakar ve tevazu ile yürüyen kimselerdir. Cahiller onlara laf attıkları zaman, “selâm!” der (geçer)ler. Onlar, Rablerine secde ederek ve kıyamda durarak geceleyenlerdir. Onlar, şöyle diyenlerdir: ‘Ey Rabbimiz! Bizden cehennem azabını uzaklaÅŸtır, gerçekten onun azabı sürekli bir helâktir! Şüphesiz, ne kötü bir durak ve ne kötü bir konaktır orası.’ Onlar, harcadıklarında ne israf ne de cimrilik edenlerdir. Onların harcamaları, bu ikisi arası dengeli bir harcamadır. Onlar, Allah ile beraber baÅŸka bir ilâha kulluk etmeyen, haksız yere, Allah’ın haram kıldığı cana kıymayan ve zina etmeyen kimselerdir. Kim bunları yaparsa ağır azaba uÄŸrar. Kıyamet günü onun azabı kat kat artırılır ve horlanmış olarak orada ebedî kalır. Ancak tövbe edip de inanan ve sâlih amel iÅŸleyenler baÅŸka. Allah iÅŸte onların kötülüklerini iyiliklere çevirir. Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir. Kim de tövbe eder ve sâlih amel iÅŸlerse iÅŸte o, Allah’a, tövbesi kabul edilmiÅŸ olarak döner. Onlar, yalana ÅŸahitlik etmeyen, faydasız boÅŸ bir ÅŸeyle karşılaÅŸtıkları zaman, vakar ve hoÅŸgörü ile geçip gidenlerdir. Onlar, kendilerine Rablerinin ayetleri hatırlatıldığı zaman, onlara kör ve sağır kesilmezler. Onlar, ‘Ey Rabbimiz! EÅŸlerimizi ve çocuklarımızı bize göz aydınlığı kıl ve bizi Allah’a karşı gelmekten sakınanlara önder eyle.’ diyenlerdir. Ä°ÅŸte onlar, sabretmelerine karşılık cennetin yüksek makamlarıyla mükâfatlandırılacaklar ve orada esenlik dileÄŸi ve selâmla karşılanacaklardır. Orada ebedî kalırlar. Orası ne güzel bir durak ve ne güzel bir konaktır!” (63-76).

            Bu aradaki ayetler, vahyin ölçülerine uyarak Rahman’a kul olan insanların yani müminlerin durumlarından bahseder. Müminlerle müşrikler arasındaki derin farkı ortaya koyar. Böylece muhataplardan Kur’an’a/Furkan’a uymanın onların hayatlarına nasıl bir düzen getireceÄŸini düşünmeleri istenir. Mesela adam öldürmemek, zina etmemek, vahyin koyduÄŸu bir iman ölçüsüdür. Buna göre sadece inandığını söylemek yetmez. Vahyin ölçülerini dikkate almak, onu doÄŸru ile yanlışın ölçüsü kabul etmek gerekir.[26] Buna göre doÄŸru bir ölçü (Furkan) sahibi olunca;

YaÅŸamda hak-batıl ayrımı yaparak Allah’ın ayetlerine uymayı amaçlamak gerekir.

 

Surenin müminlerin özelliklerini sayan ayetlerinden biri “Onlar, Allah ile beraber baÅŸka bir ilâha kulluk etmeyen…” ÅŸeklinde meallendirilir.[27] Oysa ayette geçen ifadenin لَا يَدْعُونَ مَعَ اللّٰهِ اِلٰهًا اٰخَرَ  “Onlar Allah’tan baÅŸka ilaha yalvarmazlar.” ÅŸeklinde olması, baÄŸlamaçısından bir zarurettir. Çünkü bu yakarış/yalvarmanın karşılığı son ayette müşriklere ait kılınacaktır. Nitekim okuyucunun bu iki yakarışı zihninde karşılaÅŸtırması beklenmektedir. Bu yakarış, müminlere aittir ve devamı vardır. Ayette Allah’a dua etmenin, yani onu anmanın, yani ona yalvarmanın, “Onlar, Allah ile beraber baÅŸkasına yalvarmayan, haksız yere, Allah’ın haram kıldığı cana kıymayan ve zina etmeyen kimselerdir. Kim bunları yaparsa ağır azaba uÄŸrar.” ÅŸeklindebir takım eylemlerle devam ettirilmesi de dikkate deÄŸer.

Öldürmemek ve zina etmemek ÅŸeklinde seçilen örnekler, ağır ve dikkat çekicidir. Bu örnekler, toplumsal barışa katkıları açısından önemli ve kayda deÄŸer. Buna göre sadece Allah’a yalvaranlar, aynı zamanda O’nun diÄŸer emirlerini de yerine getirirler. Son ayet ise müşriklerin imanlarını bu ve benzeri eylemlerle desteklemedikleri sürece bunun bir deÄŸerinin bulunmayacağını açıklayacaktır. Ä°ÅŸte müşriklerin en önemli sorunu budur. Allah’ın adını anmakla yetinmek ve bunu daha ileriye götürmemek. Ä°nsanın yakarışını sâlih amellerle desteklemesi, istediÄŸi ÅŸeylerin gerçekleÅŸmesi için elzemdir. Nihayet bütün güzel sözler, sâlih amellerle Allah’a yükselir.[28] Buna göre doÄŸru bir ölçü (Furkan) sahibi olunca;

Ölçülü bir şekilde fiili eylemlerle desteklenmeyen bir duanın karşılığının bulunmadığını bilmek gerekir.

 

Bu yaklaşımı desteklemek adına devam eden ayetler, bir hayli dikkat çekicidir.

“Ancak tövbe edip de inanan ve sâlih amel iÅŸleyenler baÅŸka. Allah iÅŸte onların kötülüklerini iyiliklere çevirir. Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.” (70).

“Kim de tövbe eder ve sâlih amel iÅŸlerse iÅŸte o, Allah’a, tövbesi kabul edilmiÅŸ olarak döner.” (71).

            Ä°lkinde iman ve sâlih amel, diÄŸerinde ise tövbe ve sâlih amel bir arada anılır. Böylece müşriklere kendilerini düzeltme imkânı sunulur. Her seferinde sâlih amelden bahsedilmesi, kiÅŸinin sözlerindeki samimiyeti eylemleriyle desteklemesinin gereÄŸini vurgular.

Daha da önemlisi bundan sonra gelen ayette ortaya konulur.

            “Onlar, yalana ÅŸahitlik etmezler…” (72).

            Elbette bu özellik de müminlere aittir.Bunun yanı sıra müşrik açısından en önemli hususlardan biri de budur. SöylediÄŸi sözün doÄŸru olması ve bunun da arkasında durması…

Son olarak müşrik, gerçek bir mümin olmak istiyorsa şöyle davranması gerekir:

            “Onlar, kendilerine Rablerinin ayetleri hatırlatıldığı zaman, onlara kör ve sağır kesilmezler.” (73).

Çünkü bütün sorun onların gerçeÄŸin peÅŸinden gitmemeleri, ona sahip çıkmamalarıdır. Bu ayetlerin indirildiÄŸi aÅŸamada Mekke toplumunun önemli bir kesimi müşriktir ve inandıklarını söyledikleri hâlde onlar Rasulullah (sav)’a, doÄŸru bildiklerine ÅŸahitlik yapmamakta, hakikate destek vermemektedir. Buna göre doÄŸru bir ölçü (Furkan) sahibi olunca;

Hakikate karşı duyarsız, yani kör ve sağır gibi davranmamak gerekir.

 

            Åžimdi bütün bu anlam akışı içerisinde son ayete verilen anlama dikkat edilmelidir.

قُلْ مَا يَعْبَٶُا بِكُمْ رَبّٖى لَوْلَا دُعَاؤُكُمْ فَقَدْ كَذَّبْتُمْ فَسَوْفَ يَكُونُ لِزَامًا

“(Ey Muhammed!) De ki: ‘Duanız olmasa, Rabbim size ne diye deÄŸer versin! Siz yalanladınız. Öyle ise azap yakanızı bırakmayacak.’ ” (77).[29]

Bu ifade, konuyu yeterince doğru anlamaya imkân vermemektedir. Çünkü burada muhatap da içerik de tam yerine oturmamaktadır.

Oysa ayet, müşriklere şöyle demektedir:

“Vahyi doÄŸru ile yanlışın ölçüsü (Furkan) kabul eden bir yöneliÅŸle yalvarıp ardından sizden beklenen sorumlulukları üstlenmedikten sonra Rabb’in nezdinde nasıl bir deÄŸere sahip olabilirsiniz ki? Hikakate dair ölçüleri yalanlayıp dudurken dularınızın kabul olmasını ve deÄŸer bulmasını nasıl bekleyebilirsiniz?[30] Bu yüzden sizin için azap kaçınılmaz olacak.”

Görüldüğü üzere ilk ayetinde olduğu gibi surenin son ayetinin konusu da aynıdır.

Kur’an’ın “Furkan” olması…

            Burada muhatap, müşriklerdir. Yani sure, inandığını dile getirdiÄŸi hâlde bunun gereklerini yerine getirmeyen müşrikleri muhatap alır. Furkan suresinin konusu sözlerini eylemleriyle desteklemeyen ve bu anlamda Allah katında bir deÄŸer kazanamayan müşriklerdir. Amaç, onlara içinde bulundukları çeliÅŸkinin gösterilmesidir. Sure, müşriklere, vahyi ölçü kabul etmedikleri ve bunu hayatlarına yansıtmadıkları sürece Allah ile doÄŸru bir iliÅŸki kuramayacaklarını öğretir/gösterir. Sure içerisinde italik olarak belirtilen tüm ölçülere uymak, sorumluluÄŸun gereÄŸidir.

Sure içinde sorumluluk ve belli bir bilinç gerektiren bu ölçüler;

Allah hakkında doğru bilgi sahibi olmak,

Vahiy (Kur’an) hakkında da doÄŸru düşünmek,

Peygamber hakkında da doğru bir bilgi sahibi olmak,

Bir gün hesap vermek zorunda kalacağını ve herkesin hak ettiği karşılığı bulacağını da bilmek,

Allah’tan baÅŸkasına tapınmanın hiçbir masum gerekçesi olamayacağını bilmek,

Ve nimet içinde yüzmenin Allah’ı unutturmaması,

Kitabın içinin anlaşılması ve yaşanması için gayret etmek,

Zalimlerin helak olması hususunda tarihten ders almak,

Arzularını ilah edinenlerin hayvandan farkı kalmadığını bilmek,

Tabiattaki ölçülü hâlin tamamen Allah’ın yaratmasıyla hayat bulduÄŸunu bilmek,

Hak-batıl mücadelesinde Kur’an’ı ölçü edinmek,

Vahiyle insanın hayatına ölçülü bir şekilde kolaylık getirildiğini bilmek,

Ölümsüz ve daima diri olan Allah’a tevekkül etmek,

Rahman’a itaat etmek ve onun emirlerini yerine getirmek,

Ä°nsanı yaratılışın merkezine oturtan Allah’a şükretmek,

YaÅŸamda hak-batıl ayrımı yaparak Allah’ın ayetlerine uymayı amaçlamak,

Ölçülü bir şekilde fiili eylemlerle desteklenmeyen bir duanın karşılığının bulunmadığını bilmek gerekir, şeklinde verilir.

            Ardından da bu ölçülere sahip bulunan müminlerin söz ve davranışlarından örnekler verilir. Şöyle ki: 

yeryüzünde vakar ve tevazu ile yürümek,

secde ve kıyamda durarak gecelemek,

ne israf ne de cimrilik etmeden dengeli harcamak,

Allah’ın haram kıldığı cana kıymamak,

zina etmemek,

yalana ÅŸahitlik etmemek,

faydasız boş şeyler karşısında vakar ve hoşgörü göstermek,

Rablerinin ayetleri hatırlatıldığı zaman, onlara kör ve sağır kesilmemek,

Ve takva da öne geçmeye çalışmak,

Eğer bunlardan biri yapıldıysa da tövbe edip inanan ve sâlih amel işleyenlerden olmak,

Bu durumda;

Kötülüklerin bağışlanıp iyiliklere çevrileceği, cennetin yüksek makamlarıyla mükâfatlandırılıp orada esenlik dileği ve selâmla karşılanacakları vadedilir (63-76). Burada bütün amaç iman iddiasındaki kişiye bunun gerektirdiği yolu göstermektir. Zira muhataplar burada şirk koşmalarına rağmen bir yönüyle de olsa iman ettiklerini söylemektedirler. Onlara bunun yeterli kabul edilemeyeceği bildirilmektedir.

Ä°fadenin ( دُعَاؤُكُمْ) sizin duanız, kulluÄŸunuz, yöneliÅŸiniz, ÅŸeklinde ele alınması bütünüyle onları doÄŸru bir zemine çekme çabasından ibarettir. Amaç Mekke’de Allah’a inandığını söyleyen geniÅŸ kitlenin bu iddialarını, doÄŸru söz ve eylemlerle desteklemelerini saÄŸlamaktır. Büyük oranda müşriklerin teslimiyet gösterileri, sadece dua etmekle sınırlı kaldığı için bu kelime seçilmiÅŸ olmalıdır. Onlara Allah’a yakarmalarının sâlih eylemlerle yani bir takım diÄŸer ölçülerle desteklenmesinin bir namus meselesi olduÄŸu bu ÅŸekilde anlatılmaya çalışılmaktadır.[31]

            Ä°manın olduÄŸu yerde hak ile batılın, yani doÄŸru ile yanlışın ölçüsü vahiydir. Ä°nandığını söyleyenler açısından Kur’an’ın hayatlarının ayrılmaz bir parçası ve yol göstericisi olması hususu gerçekten çok önemlidir. Kur’an’ı bir bütün olarak kabul edip içine girmeyen, güya çok deÄŸer verdiÄŸini söyleyip ilgilenmeyen veya hayatından uzaklaÅŸtırmak adına yukarıda sayılan gerekçelere sarılan bu kadar çok insanın var olduÄŸu bir yerde bu konu evrensel deÄŸerini korumaya devam etmektedir. Âlemlerin Rabbinin insanlar için koyduÄŸu ölçü, indirdiÄŸi vahyin dikkate alınmasını gerektirir. Bu durumda kendisi için Kur’an’ı hak ve batılı tanımlayan bir ölçü olarak kabul etmediÄŸi sürece bir kimsenin inandığını ya da dua ettiÄŸini söylemesi, sadece lafta kalır. Furkan suresi, inandıklarını dile getiren müşriklere, öyleyse Kur’an’ı kendiniz için ölçü edinmelisiniz derken, müslümanlara da zaten ellerinde bulunan ölçünün deÄŸerini bilmek ve bu doÄŸrultuda yürümek/ilerlemek kalır.[32] Zira Kur’an’ın doÄŸru ve yanlışın tespitinde ölçü edinilmesi, hayatı tahmin edilemeyecek derecede kolaylaÅŸtıran yegâne mikyasdır.[33] Buna göre doÄŸru bir ölçü (Furkan) sahibi olunca surenin son ayetinin ÅŸu ÅŸekilde anlaşılması gerekir:

“Dualarınız(ın arka planında hak ve batıla dair vahyin taşıdığı ölçüler) yoksa Allah’ın size deÄŸer vermesini nasıl bekleyebilirsiniz! Hâlbuki siz (hakikate dair bütün ölçüleri/gerçekleri) yalanlıyorsunuz. Ama yakında bunun cezasını göreceksiniz.” 

 



[1]Furkan suresi, 77. ayet. (Diyanet Meali); Bu ayetin bazı farklı meallerdeki karşılığı ÅŸu ÅŸekildedir: “De ki: ‘Du'ânız (ibadetiniz) olmadıktan sonra Rabbim sizi ne yapsın? (Size haber verdiklerimi) yalanladınız. Bu yüzden cezalandırılmanız gerekecektir.’ ”(S. AteÅŸ Meali);“De ki: ‘Sizin duanız olmasaydı Rabbim size deÄŸer verir miydi? Fakat siz gerçekten yalanladınız; artık (bunun azabı da) kaçınılmaz olacaktır.’ ” (A. Bulaç Meali); “De ki: ‘Duanız olmazsa Rabbim size ne diye deÄŸer versin ki? Ama siz, ey inkârcılar! Size bildirdiklerimi yalan saydınız, artık bu günahtan yakanızı kurtaramayacaksınız.’ ” (S. Yıldırım Meali). 

[2] Bu surenin baÄŸlamı da zaten sadece Allah’ı anarak onun katında iÅŸe yaramanın ya da kurtulmanın mümkün olmadığı üzerinde durmaktadır. O hâlde hitabın müşrikleri/kâfirleri muhatap alması bir zarurettir ki bazı meallerde bu yaklaşım bulunmaktadır.

[3]“De ki: ‘Duanız/davetiniz yoksa Rabbim sizi ne yapsın? Yalanladınız; bu yüzden azap kaçınılmaz olacaktır.’ ”(Y. N. Öztürk Meali); Burada dua veya ibadet yerine konan “davetiniz olmasaydı” türünden karşılıkların ne ifade ettiÄŸini anlamak zordur. Zira davet kelimesinin olumlu yapısı ayetin muhataplarını yanlış anlamaya sebep olmaktadır.

[4]Ayetin mealinde bazıları kulluk ve iltica ifadesiyle muhatapların kâfir veya müşrik olabileceÄŸi intibaını uyandırmaktadır. Şöyle ki; “De ki: ‘(Åžedâid zamanlarında kendisine) dua ve (iltica)nız olmasaydı Rabbim size deÄŸer verir miydi? (Fakat mademki) ÅŸimdi (Onu da, resulünü de) muhakkak suretde tekzîb etdiniz, O hâlde (bu tekzibinizden dolayı size artık) yakın bir azâb lâzım oluyor (demekdir).’ ”  (H. B. Çantay); “(Resulüm!) De ki: (Kulluk ve) yalvarmanız olmasa, Rabbim size ne diye deÄŸer versin? (Ey inkârcılar! Size Resul’ün bildirdiklerini) kesinkes yalan saydınız; onun için azap yakanızı bırakmayacaktır!” (Diyanet Vakfı Meali); Bazıları ilk cümleyi inananlarla ikincisini ise inkârcılarla iliÅŸkilendirmiÅŸ; “(Ä°nananlara) de ki: ‘Dua ve yöneliÅŸiniz O’na olan inancınız için deÄŸilse, Rabbim size niçin deÄŸer versin?’ (Ve inkârcılara da de ki:) ‘Gerçek ÅŸu ki, siz (Allah’ın mesajını) yalanladınız: artık bu (günah) yakanızı bırakmayacaktır!’ “ (Furkan suresi, 77. ayet. M. Esed Meali); Bazıları da haklı olarak kâfirlere hitap etmiÅŸtir: “(Ey Rasûlüm, kâfirlere) de ki: ‘Sizin ibadetiniz olmasa, Rabbim sizi ne yapacak (size ne kıymet verir?) Mademki (Allah’ı ve Rasûlünü) tekzib ettiniz, o halde azab size çaresiz vacib olacaktır.’ ”(A. F. Yavuz Meali); “De ki: Sizi imana dâvet etmeseydi ne deÄŸeriniz olabilirdi Rabbimin katında; ama siz gerçekten de yalanladınız tebliÄŸ edilenleri, artık azaplandırmak gerekmekte sizi.” (A. Gölpınarlı Meali).

[5] Diyanet Meali.

[6]M. Esed’in surenin giriÅŸinde yaptığı açıklama şöyledir: “…Surenin, başından beri genel kabul gören ismi Furkan aynı zamanda surenin baÅŸlıca temasını da çerçevelemektedir ki, bu da, her ilahî mesajın en temel amacının, insana hakkı bâtıldan yahut doÄŸruyu eÄŸriden ayırmaya yarayan deÄŸiÅŸmez bir kıstas ortaya koymak ve buna baÄŸlı olarak, bireyi ve toplumu baÄŸlayan bir manevî/ahlakî deÄŸerlendirme ölçüsü saÄŸlamak olduÄŸu hususudur. Bu önermenin bir sonucu olarak surede, Allah tarafından insanoÄŸluna gönderilen her elçinin beÅŸerliÄŸine, ölümlülüğüne dikkat çekilmektedir (20. ayet) ki bu, Muhammed (s) gibi, öteki ölümlülerle aynı maddî ihtiyaçları paylaÅŸan, onlar gibi günlük yapıp-etmelere katılan, katılmak zorunda olan (7-8. ayetler) ölümlü birine indirilmiÅŸ olduÄŸu söylendiÄŸi sürece Kur’an’ın Allah tarafından vahyedilmiÅŸ olamayacağı yolundaki asılsız iddiayı çürütmek içindir...” (M. Esed, Kur’an Mesajı, Furkan suresi, Sure Öncesi Açıklaması, s. 725.) Burada Kur’an’ın Furkan olması ile Peygamber’in beÅŸer olması arasında birbirini destekleyen çok önemli bir iliÅŸki vardır. Müşrikler, olaÄŸanüstü kabiliyetlere sahip bir elçi (ve bir bütün olarak indirilmiÅŸ bir Kitap) talebi ile vahyin emirlerini hayatlarında uygulanmaya deÄŸer bir ölçü olmaktan çıkarmak istemektedirler. Bu istekte, örnek alınamayacak derecede yüceltilmiÅŸ bir elçi, beraberinde kendisiyle amel edilemeyecek seviyede kutsanmış ve hayattan uzak ilkeler yığını hâline getirilmiÅŸ bir kitap taşır. Böylece kayda deÄŸer hiçbir ÅŸey kalmaz. Alay ve inkâr kokan bu yaklaşım müşrikler tarafından hazırlanmış bir tuzaktır.

[7] Furkan suresi ile ilgili olarak bütünüyle Diyanet Meali kullanılmıştır.

[8] Ayet altlarında yer verilen açıklamalar bağlam açısından meselenin daha iyi anlaşılmasına katkı sağlamayı amaçlamaktadır.

[9] Buradan itibaren italik biçimde verilen cümleler, ayetlerden çıkarılan özet ilkeleri göstermektedir.

[10]Bu ayeti, “(Ä°nkâr edenler), Allah’ı bırakıp…”ÅŸeklinde vermek birkaç açıdan yanlış anlaşılmaya sebep olmaktadır.Buradaki مِنْ دُونِهٖ  (min dunihi)ifadesi, Allah’ı bırakmayı deÄŸil onunla beraber/yanı sıra baÅŸka güçler kabul etmeyi anlatır. Gerçi O’nun yanı sıra baÅŸka ilahlar edinmek, sonuç itibariyle O’nu terk etmek hatta inkâr etmek anlamına gelir ama yine de bu anlam muhatapların kimliÄŸini gizleyen bir ÅŸekle bürünmemelidir. Buna göre muhatapların kâfirliÄŸi ilk adımda dolaylıdır. Yani bu kiÅŸiler açıkça müşriktirler ki önce ÅŸirk koÅŸan bu tavırları dile gelir, sonra devam eden ayette bunlara açıkça kâfir denilir. BaÄŸlamın ve buna baÄŸlı olarak muhatapların anlam akışına uygun bir karşılık seçiminde ne kadar önemli rol oynadığına dikkat edilmelidir.

[11] Bu iftira ileride daha açık bir şekilde Nahl suresi 103. ayette cevaplanacaktır.

[12]Burada müşriklerin/kâfirlerin attıkları iftiranın bu kısmı ÅŸimdilik sadece merhametli olan Rabb’in her ÅŸeyi bilmesiyle cevaplanır. Yani “Göklerin ve yerin bütün sırlarını bilen Allah tarafından indirilen bir kitaba karşı nasıl bu ÅŸekilde davranabilirsiniz?” denilir. Dikkat edilirse buradaki cevap Kur’an orijinlidir. Yani “Her ÅŸeyi bilen merhametli bir Allah tarafından indirilen kitap nasıl uydurma ya da baÅŸkaları tarafından yazılmış olabilir?” demek, inen vahyin içeriÄŸine iÅŸaret eder. Bütün insanların rahatı ve iyiliÄŸini gözeten ilkeler koyan bir kitap nasıl yalan sayılabilir. Ãœstelik kendisine hiçbir ÅŸey gizli kalmayan bir Allah tarafından indirildiÄŸi, yani muhtevasıyla tam bir çözüm ve huzur getirdiÄŸi, içeriÄŸiyle rahmet koktuÄŸu bu derece aÅŸikâr ve apaçıkken. Burada “Âlemlerin Rabbinin size kitap indirmesinden daha doÄŸal ne olabilir!” manasıyla “Kitap vesilesiyle ondan gelen rahmetten nasıl yüz çevirebiliyorsunuz!” anlamı vardır.

[13] Ayette “…Zalimler, (inananlara): ‘Siz ancak büyülenmiÅŸ bir adama uyuyorsunuz.’ dediler.” (8) buyrularak bu kiÅŸiler yaptıkları iftira sebebiyle zalim ÅŸeklinde nitelendirilmektedirler. Zalim, bir ÅŸeyi yerine koymayan ve bu anlamda ona hakkını vermeyene denir. Bu, ölçülü davranmayan, inandığını söylediÄŸi hâlde söz ve davranışlarında hak-batıl ayrımı yapmayanlar için gayet uygun bir nitelemedir. Peygamber (sav) Allah’ın elçisi iken ona büyülenmiÅŸ demek, bu nitelemeyi hak etmek anlamına gelir.

[14]Burada Kitab’ı hayatta ölçü olmaktan çıkarmanın en etkili yollarından biri gündeme gelir. Onlar, Peygamber (sav)’in takip edilemeyecek, örnek alınamayacak ÅŸekilde olaÄŸanüstü vasıflara sahip olmasını isterler. Ondan yanında meleklerin yürümesinin istenmesi, hazinelerinin veya zengin bir bahçesinin bulunması gibi taleplerin hepsinde de görüleceÄŸi gibi insanları aciz bırakan mucizevi özellikler vardır. Elçiyle mucize göstermeyi yan yana getiren bu yanlış önerme, kitabın ölçü kabul edilmesini engellemeye yönelik müşrikçe bir tuzaktır. Elçi’nin insan/beÅŸer olmasını bahane ederek Kitab’ın ayetlerini yok saymaktan ibarettir. Onlara göre Allah’ı ve ahireti temsil eden her ÅŸey, hayattan kopuk sorumluluk yüklemeyen bir ÅŸekle bürünmeli, yani olaÄŸanüstü olmalı ve kendilerine temas etmeyecek ÅŸekilde havada kalmalıdır. Müşriklere göre olaÄŸanüstü olmadığı hâlde peygamberlik iddia etmek büyülenmekle aynı ÅŸeydir. Oysa vahyin getirdiÄŸi ölçüler olaÄŸandır. Bu yönüyle dünya hayatını insanlar için huzurlu ve mutlu yapmaya adaydır. Ve asıl büyülenme, kiÅŸinin doÄŸru bildiklerini, iÅŸine gelmediÄŸi için hayatın dışında tutma çabasıdır.

[15]Ayet, aslen بَلْ كَذَّبُوا بِالسَّاعَةِ“Bilakis onlar, kıyameti yalanladılar…”ÅŸeklindedir. Yani onların asıl amacı budur.

[16]Bütün aşırılıklar, hesap vermeyi düşünmemekten kaynaklanmaktadır.

[17]Ayetin sonunda وَمَنْ يَظْلِمْ مِنْكُمْ نُذِقْهُ عَذَابًا كَبٖيرًا “Sizden kim zulmederse ona büyük bir azap tattırırız.”denilmektedir. Sekizinci ayette de zulüm kelimesi bu anlamda Peygamber (sav)’e büyülenmiÅŸ diyenler için kullanılmıştır. Elçiye büyülenmiÅŸ demek bir ÅŸeye hakkını vermemek, onu bulunması gerektiÄŸi yerde kullanmamaktır. Zulüm, budur. Buradaki zulüm de Allah’ın yanı sıra baÅŸka güçler (ilahlar) bulunduÄŸunu ve bunların kendisine yardım edebileceÄŸini düşünmeleridir. Ä°ÅŸte Allah’ın yanına baÅŸkasını koymak haktan sapmaktır ve gerçekten en büyük zulümdür. Zira bu sahte tasavvur, karşılığı bulunmadığı için gizli bir inkârdır. Ve bu ÅŸekilde kendini ve insanları kandırmak pek çok kötülüğe kapı aralamak anlamına gelir. Nihayet bu insanların hesap vermekten kaçınmalarının arkasında da bu yanlış, eksik ve tutarsız görüşleri yatmaktadır.

[18]Surenin 26. ayeti, اَلْمُلْكُ يَوْمَئِذٍ الْحَقُّ لِلرَّحْمٰنِ وَكَانَ يَوْمًا عَلَى الْكَافِرٖينَ عَسٖيرًا “O gün gerçek hükümranlık Rahman’ındır ve kâfirlere zorlu bir gün olacaktır.”ÅŸeklinde müşrikleri, ahiretteki durumları itibariyle kâfir olarak nitelemektedir.

[19] Yukarıda ayette geçen “Yazıklar olsun bana, keÅŸke falanı dost edinmeseydim!” ifadesi, müşrik ama baÅŸkasına tabi olmuÅŸ birini anlatmaktadır. Buna göre ayette sözü edilen kâfir kiÅŸi bu kendisine tabi olunan ÅŸahıs da olabilir.

[20] Kitab’ın bu ÅŸartlarda okunmasına, saygı duyulmasına, hatta belirli zamanlarda ibadet konusu yapılmasına ses çıkarmayabilir, nihayet onlara emretmediÄŸi sürece bu ÅŸekilde belirli seranomilere kendileri de katılabilirler.

[21] Bugün de aynı şekilde içeriğini anlama süzgecinden geçirmek istemeyen ve bu nedenle Kitap bir bütün hâlinde inmiş gibi davrananlar vardır.

[22] Bu ve benzeri yerlerde bazı meal hataları bulunmakla beraber, konudan uzaklaşma endişesi bunları göz ardı etmeye yol açmaktadır.

[23] Bu ayetlerin tek tek ele alınıp pek çok açıdan izah edilmesi elbette mümkündür. Fakat bağlamı gösterme endişesi, ayrıntılar üzerinde fazlasıyla durmayı şimdilik engellemekte, sadece yeterince açıklamayla kifayet etmeyi gerektirmektedir. Nihayet iki büyük su kütlesiyle ilgili ayet üzerinde başka bir yerde ayrıca durulacaktır.

[24] Surenin başından itibaren Allah’ın yanı sıra baÅŸka güçlere tapınmak, onu yanlış tanımaya dayandırılır. Bunun en doÄŸru yolu o kendisini nasıl anlatıyorsa öyle kabul etmek bu ÅŸekilde öğrenmektir. Yani Allah, kendisinden sorulur (59).

[25]Burada “Rahman Kur’an’ı öğretti. Ä°nsanı yarattı. Ona beyanı (düşünüp ifade etmeyi) öğretti.(Rahman suresi, 1-4. ayetler. Diyanet Meali) ayetlerinin iÅŸaret ettiÄŸi anlam çerçevesinde yine yaratılış açısından insana gösterilen rahmet ve cömertliÄŸin dile getirildiÄŸi hatırlanmalıdır.

[26]Surenin 65 ve 66. ayetlerinde müminler şöyle dua ederler: “Onlar, şöyle diyenlerdir: ‘Ey Rabbimiz! Bizden cehennem azabını uzaklaÅŸtır, gerçekten onun azabı sürekli bir helâktir! Şüphesiz, ne kötü bir durak ve ne kötü bir konaktır orası.’ ” Bu yaklaşım, müminlerin cennet ve cehennem arasındaki farkı bildiklerini gösterir. Elbette bunu bilmek ondan kaçınmak için yeterince hassasiyet üretecektir. 74. ayette ise dua şöyle devam eder: Onlar, ‘Ey Rabbimiz! EÅŸlerimizi ve çocuklarımızı bize göz aydınlığı kıl ve bizi Allah’a karşı gelmekten sakınanlara önder eyle.’ diyenlerdir.” Ve aynı ayet içinde bu yakarış son bulur. 75 ve 76. ayetler, “Ä°ÅŸte onlar, sabretmelerine karşılık cennetin yüksek makamlarıyla mükâfatlandırılacaklar ve orada esenlik dileÄŸi ve selâmla karşılanacaklardır. Orada ebedî kalırlar. Orası ne güzel bir durak ve ne güzel bir konaktır!” ÅŸeklinde konuyu cennete taşır ve müminlerin orada da mükâfatlandırılacaklarından bahseder. Müminlerin duasının sonu وَاجْعَلْنَا لِلْمُتَّقٖينَ اِمَامًا“…ve bizi Allah’a karşı gelmekten sakınanlara önder eyle.” ÅŸeklindedir. Zaten müşriklerden istenen de budur. Allah’a karşı gelmekten sakınmaları ve bu hususta öne geçmeye çabalamaları. Oysa onların söz ve davranışları arasında bir uyum ve tutarlılık bulunmaz. Ä°nandıklarını söyledikleri hâlde günahlardan sakınıp hesap verme bilinciyle yaÅŸamazlar.

[27]Furkan suresi, 68. ayet. (Diyanet Meali); Bu ayetin diÄŸer bazı meallerdeki karşılığı ÅŸu ÅŸekildedir: “Ve onlar ki, Allah’la beraber, asla birtakım düzmece tanrılara yalvarıp yakarmazlar…”(M. Esed Meali);  “Ve onlar Allah ile beraber baÅŸka tanrıya yalvarmazlar…” (S. AteÅŸ Meali); “Onlar ki Allah’ın yanına baÅŸka bir Tanrı daha (katıb) tapmazlar…” (H. B. Çantay Meali); “Onlar Allah'ın yanında bir baÅŸka ilaha yakarmazlar/davet etmezler…” (Y. N. Öztürk Meali).

[28] Fâtır suresi, 10. ayet.

[29] Burada konu dua etmenin ne kadar önemli olduÄŸu deÄŸildir. Elbette dua etmek ibadetin de ihlasında kulluÄŸun da ta kendisidir. Ancak Allah’ı bütün âlemi bir ölçüyle yaratan ve bunun gereÄŸi olarak kendisinden hesap soracak olan bir Ä°lah olarak kabul edip çağırmadıkça insan yaptığı iÅŸten doÄŸru bir sonuç bekleyebilir mi?

[30]Surenin 11. ayeti, “Hayır, onlar Kıyameti de yalanladılar. Biz ise o Kıyameti yalanlayanlara çılgın bir cehennem ateÅŸi hazırlamışızdır.” ve 40. ayeti de “Andolsun, senin kavmin, belâ yaÄŸmuruna tutularak yok edilen kente uÄŸramışlardır. Yoksa onu görmüyorlar mıydı (ki ibret almadılar)? Hayır! (Görüyorlardı fakat) tekrar dirilmeyi ummuyorlardı.” diyerek ayrı ayrı onların kıyameti, yani hesap vermeyi yalanladıklarını bildirmiÅŸtir.

[31] Sadece haksız yere kimsenin öldürülmemesi gerektiÄŸine dair surede yer verilen konu dahi tek başına önemli bir ölçüdür. Mesela bugün insanların pek çoÄŸu haklı bir hukuki gerekçeye dayanmaksızın öldürülmektedir. Vahyi ölçü kabul eden birinin bu durumu kabul etmesi düşünülemez. Hakeza zina da böyledir. Hak ile batılı ayırt eden çizgi kimin hangi ölçülere göre hareket ettiÄŸiyle iliÅŸkilidir. Kur’an’ın yol göstericiliÄŸi, yani rehberliÄŸi sayesinde ancak güvende olunabileceÄŸini kabul etmek, hayata dair konulan ilahi ölçülerin kitapta da sürdürüldüğüne inanmak anlamına gelir.

[32] Burada Furkan suresinin ilk ayetlerini hatırlamak gerekir.

[33] Bu yazı, Sözün Bağlamı (Musa Şimşekçakan) isimli kitaptan iktibas edilmiştir.

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.