Makale
Sorular Cevapsız Kalmayacak
—henüz vakit kaldıysa—
Haram Tehlike Demektir
Ä°nsanlar, düzenli ve disiplinli yaÅŸayabilmek için kurallara ihtiyaç duyarlar. Pek çok ÅŸeyi, kendilerine yasaklarlar. Fakat bu yasaklar, zamanla insanların yaÅŸam alanlarını daraltan duvarlara dönüÅŸür. Özellikle despot idareler elinde; bu kısıtlamalar, çekilmez hâle gelebilir. Zamanla bu yasakları, inanç konusu dahi yaparlar. Nitekim tarihte pek çok örneÄŸine rastlandığı gibi, yöneticilerin halka yaptıkları zulmü, Allah ile iliÅŸkilendirdikleri ve böylece kendilerine meÅŸru bir zemin oluÅŸturmayı amaçladıkları bilinmektedir. Yasakların harama dönüÅŸtürülerek dinleÅŸtirildiÄŸi ortamlarda; devlet-vatandaÅŸ iliÅŸkisinin Ä°lah-kul iliÅŸkisine evrildiÄŸi gözlemlenebilir. Bu yüzden; “Allah’tan baÅŸka kimse haram koyamaz.” denilerek bu suistimallerin önüne geçilmek istenmiÅŸtir.
Bir yasağın üzerinden süreklilik bağı kalkmadığı ve tarihsel olarak zamanla kayıtlanmadığı sürece harama dönüÅŸme tehlikesi her zaman vardır. Yasaklar; tarihseldir ve zamanla kayıtlıdır. Zira buna baÄŸlı olarak deÄŸiÅŸkendir, deÄŸiÅŸebilir ve hatta deÄŸiÅŸmelidir. Nitekim yasaklar, herkes tarafından anlaşılabilir haklı bir gerekçeye dayanmalıdır. Öyleki ÅŸartlar deÄŸiÅŸtiÄŸinde ve gerekçeler haklılığını yitirdiÄŸinde, yasaklar ortadan kalkabilsin ya da ÅŸartlara uygun olarak yenilenebilsin.
Hâlbuki haramın sahası, daha ziyade yaÅŸamsaldır. Ä°nsanın fıtratını, korumaya yöneliktir. Daha çok insan haklarının zirvesi olan konulara hastır. Bu yönüyle de evrensel sayılmalıdır. Fıtrata müdahale anlamında haram, gerçekten bir tehlikeyi haber verir. Kaçınılması gerekir. Aksi hâlde kiÅŸiliÄŸi böler. Åžahsiyeti bozar. Aslında insanların harama ihtiyaç duymayacakları kadar çok helal vardır. Zaten haramların sayısı, oldukça azdır. Bu yüzden sadece bir ÅŸeyin, haram olmasına, delil aranır. Helallerin, delili olmaz ve asıl olan haram olduÄŸu konusunda hakkında bir “nas” olmayan her ÅŸeyin, helal olmasıdır.
Fakat ne yazık ki kalk arasında, haramlar çok zannedilir. Bu yüzden insanların önemli bir kısmı, özgürlük alanlarının daralacağı ya da pek çok zevkten mahrum kalacakları endiÅŸesiyle iyi bir müslüman olamayacaklarını düÅŸünürler. ÇoÄŸu kez, Ä°slam’ı yaÅŸamayı ruhbanlıkla karıştırdıkları için olsa gerek kulluklarını ileri bir tarihe ertelerler. Nitekim bu tarih, çoÄŸunlukla yaÅŸlılık ya da emeklilik gibi insanın istese de pek çok ÅŸeyi yapamayacağı bir zaman dilimine denk düÅŸer. Böylelikle hem kendilerini hem de çevrelerini çocukça kandırmayı denerler. Hâlbuki ortaya koydukları mazeretlere raÄŸmen bu ertelemenin haklı bir gerekçesi olamayacağını basbayağı bilirler. Bu yüzden, Kur’an’da; haram anlayışı, olabildiÄŸince sınırlandırılmış ve böylesi mazeretlerin önüne geçilmek istenmiÅŸtir.
Önemine binaen haram kılma konusunda, peygamberler dahi yetkili kılınmamıştır. (66/1) Onlar, yönetici vasıflarıyla, kötü gördükleri ÅŸeyleri, gerekçelerini sıralayarak yasaklama yoluna gitmiÅŸlerdir. Bu durumda gerekçeler ortadan kalktığında yasaklar da deÄŸiÅŸebilmektedir. Nitekim hayatın sürekli deÄŸiÅŸen yönünün idareciler elinde bir takım düzenlemelerle karşılanması, böylece mümkün olabilmiÅŸtir.
Ä°nsanların özgürlük alanları söz konusu olduÄŸunda, Allah’ın insanlara açtığı alanın geniÅŸliÄŸi baÅŸka hiçbir ÅŸeyle mukayese edilemez. Bu yüzden Allah’a kul olmak, çok kolaylaÅŸtırılmıştır. Allah’ın zorluk istemediÄŸi ve insanların hayatını kolaylaÅŸtırmayı amaç edindiÄŸi açıkça ortadadır. Öyleki herhangi bir ÅŸeye geliÅŸigüzel haram demek, Allah’a yalan isnat etmekle bir tutulmuÅŸtur.
“Buna göre, artık, kendi yalanınızı (âdeta) Allah’a isnat ederek öyle dilinize geldiÄŸi gibi yalan-yanlış ‘Bu helaldir, ÅŸu haramdır.’ demeyin; çünkü haberiniz olsun, Allah’a yalan isnat edenler asla kurtuluÅŸa eriÅŸemezler!” (Nahl, 16 / 116)
Bir ÅŸeyi yasaklamak ya da haram kılmak ve bunu da haksız yere Allah’ın yaptığı bir ÅŸeymiÅŸ gibi sunmak, büyük bir zulümdür. Ä°nsanın kendi elleriyle yaptığı ÅŸeyleri, Allah’ın takdiri ile iliÅŸkilendirmesi ve dolayısıyla doÄŸabilecek haksızlıkların sorumluluÄŸundan sıyrılarak faturayı ona kesmesi, tarih boyunca yönetenlerin yaptığı bir ÅŸeydir.
“Gerçekten ziyana uÄŸrayanlar o kimselerdir ki dar kafalı cahillikleriyle çocuklarını öldürürler, Allah’ın onlara rızk olarak saÄŸladığı ÅŸeyleri yasaklarlar ve (bu tür yasakları da) haksız yere Allah’a yakıştırırlar: Onlar sapkınlığa düÅŸmüÅŸler ve doÄŸru yolu bulamamışlardır.” (En’am, 6 / 140)
Kur’an’da En’am suresinin 144-146. ayetlerinde; “Bana vahyedilenlerde….dışında yenmesi yasak olan hiçbir ÅŸey görmüyorum/bulamıyorum.” buyrulması dikkate deÄŸerdir. Böylece, haram kılmanın yol açacağı dar alanın önüne geçilmek istenmiÅŸ olmalıdır. Yahudilerin katı ÅŸekilciliÄŸi ile hukuki metinler uydurarak aşırı gitmelerinin nelere mal olduÄŸu hatırlanmalıdır. Nitekim onların bu konuda ki ruhsuz ÅŸekilciliÄŸi, dinlerinin tahrif olmasına, yeni bir din oluÅŸmasına ve sonuçta cezalandırılmalarına ortam hazırlamıştır.
Ä°nsanlar arası iliÅŸkilere dair düzenleyici ilkelerden yoksun bir “Allah” ya da “ahiret” anlayışı, anlamını yitirir. Nitekim insandan yapması istenilen kulluk görevlerinin tamamen onun faydasına olduÄŸu da bilinir. Haramlar, dikkat edilmediÄŸi ve umursanmadığı durumlarda, insanda çift kiÅŸilik oluÅŸmasına zemin hazırlar. ÖrneÄŸin; hakkında herhangi bir kısıtlama olmamasına raÄŸmen Ramazan ayının oruç gecelerinde kendi kendilerine cinsel iliÅŸkiyi yasaklayan ancak buna da hakkıyla riayet edemeyenler için; “…Allah bu konuda kendinizi sıkıntıya sokacağınızı bilir…” (2/187) denilerek bir yasaklama olmadığı bildirilmiÅŸtir. Böylece bu çift kiÅŸiliÄŸin oluÅŸması, engellenmiÅŸtir. Çünkü bir ÅŸeyin haram olduÄŸunu bile bile ondan müstaÄŸni kalamamanın oluÅŸturacağı “kayıtsızlık”, insan için çok yıkıcı sonuçlar doÄŸurabilir. Hatta zamanla insanı, kendi kendinin haini dahi yapabilir. (4/107, 7/58) Ä°nsanın, kendisinde çift kiÅŸilik oluÅŸmasına imkân vermemesi gerekir. Bu yüzden insan; öÄŸrendiÄŸi ÅŸeyleri, eyleme dökmeden önce doÄŸru bir “anlama” çabası içinde olmalıdır.
Anlamaya Çalışmak
Ä°nsan, bildiÄŸini sandığı ÅŸeyleri, iyice anlamadan eyleme dökerse, içselleÅŸtiremediÄŸi kabullerinin esiri olur. Zamanla; saçma sapan da olsa, bedelini ödediÄŸi konular yüzünden, geriye dönüÅŸü zorlaşır. Çünkü bedelini ödediÄŸi için hak ettiÄŸini düÅŸündüÄŸü ÅŸeyleri, gerçeÄŸin ta kendisi sanır. Sonrasında; doÄŸru ya da yanlış, mazide yaÅŸadıklarıyla anlamlandırdığı hayatını, bir çırpıda tövbenin konusu yapamaz. Bu yüzden, insan için baÅŸlangıçlar, çok önemlidir. Nitekim tecrübelerin, yanlış yaÅŸanmış bir olguyla ÅŸekillenmesine nispetle, hiç yaÅŸanmamış olması daha ümit vericidir.
Kur’an, araÅŸtırmadan, bir ÅŸeyi kabullenmeyi doÄŸru bulmaz. Hele söz konusu kabul; iman ise, bu fazlasıyla önemlidir. Çünkü iman, sahibini sonsuzlukla karşılaÅŸtırır. Zira ebedîlik düÅŸüncesi, insanın kendisine malzeme yapabileceÄŸi ve dünyada karşılaÅŸabileceÄŸi en riskli sahalardan biridir. Öyle ki Ä°lahî vahyin kontrolü dışında gerçekleÅŸen bir içerikle oluÅŸmuÅŸ sonsuzluk düÅŸüncesinden canavar bir insan tipi de ortaya çıkabilir. Onun için bir ÅŸeyi kabullenmeden önce “sorgulamak” gerekir.
Sorgulamak
Bütün peygamberler, Allah’ın yeryüzünde koyduÄŸu yasaları dikkate alarak ve bunlara atıf yaparak yaÅŸamışlardır. Pek çok doÄŸruyu, içinde bulundukları ÅŸartları sorgulayarak yakalamışlardır. Sebeplere sarılmış, akıllarını sonuna kadar kullanmış ve karşılarında cahilce davranan insanları yeri geldiÄŸinde akılsızlıkla suçlamışlardır. Bu anlamda; girdikleri diyaloglarda, insanları ikna etmek için delil getirmiÅŸler ve muhataplarından da delil istemiÅŸlerdir. Zira kanıt olmaksızın canının istediÄŸi gibi davranmak ve olaÄŸanüstü ÅŸeyleri, inanmak için ÅŸart koÅŸmak, inkâr edenlerin ahlakıdır. Peygamberler, Allah’ın kanunlarında bir deÄŸiÅŸme olmayacağını bildikleri için, karşılaÅŸtıkları olayları, olaÄŸan ÅŸekillerde deÄŸerlendirmiÅŸlerdir. Amaçları; hemen her ÅŸeyi, iyice anlamak ve doÄŸru anlatmaktan ibaret olmuÅŸtur. Onların insanlara örnek olması gereken en önemli özelliklerinin başında, hemen her ÅŸeyi sorgulamaları gelir. Bizzat kendileriyle ilgili konularda dahi bu “sorgulayarak anlama” çabalarına örnek olarak ÅŸu ayetleri takip edebilirsiniz:
Hz. Zekeriya, alâmet istiyor;
(Zekeriya) ÅŸaÅŸkınlıkla: “Ey Rabbim!” dedi, “YaÅŸlılık beni yakalamışken ve karım da kısırken nasıl bir oÄŸlum olabilir?” (Ona): “Pekâlâ olabilir!” denildi, “Allah dilediÄŸini yapar.” (Zekeriya) yalvardı: “Ey Rabbim! Bana bir iÅŸaret göster!..”(Al-i Ä°mran, 3 / 40, 41)
Hz. Ä°brahim’in hanımı, yadırgıyor;
“’Vah bana!’ dedi, “Ben yaÅŸlı bir kadın, kocam da yaÅŸlı bir adam iken, hâlâ çocuk mu doÄŸuracağım? DoÄŸrusu, ÅŸaşılacak bir ÅŸey bu!” (Hud, 11 / 72)
Meryem annemiz sorguluyor;
“Meryem, ‘Ey Rabbim!’ dedi, ‘Bana hiçbir erkek dokunmadığı hâlde nasıl oÄŸul sahibi olabilirim?’…’ ” (Al-i Ä°mran, 3 / 47)
Peygamberlerin Soruları
Peygamberler, bir insanın sorabileceÄŸi en uç soruları sormuÅŸlar ve gerektiÄŸinde serzeniÅŸte de bulunmuÅŸlardır. BilindiÄŸi gibi cevap vermek, muhatabını dikkate almak demektir. Her seferinde bu sorulara samimiyetle cevap verilmiÅŸ ve bu serzeniÅŸler, olgunlukla karşılanmıştır.
Hz. Musa Allah’ı görmek istiyor;
“…’Rabbim! Bana (kendini) göster; seni göreyim.’ dedi…” (A’raf, 7 / 143)
Hz. Ä°brahim, mutmain olmak istiyor;
“Hani Ä°brahim, ‘Rabbim! Bana ölüleri nasıl dirilttiÄŸini göster’ demiÅŸti…” (Bakara, 2 / 260)
Hz. Musa serzeniÅŸte bulunuyor;
“Musa: ‘Rabbimiz dedi, sen Firavun’a ve adamlarına yakın hayatta süs ve nice mallar verdin. Rabbimiz, senin yolundan saptırsınlar diye mi?..’ ” (Yunus, 10 / 88)
Çok Soru Sormak
Soru sormak, öÄŸrenmenin ilk ÅŸartıdır. Bu yüzden teÅŸvik edilmiÅŸtir. Nitekim öÄŸrenme merakı olmadan, bilgi sahibi olunamaz. Bilgi yoksa geliÅŸme ve ilerleme de yok demektir. Kur’an, bilgiye ve bilgili olmaya deÄŸer verir. Ayetlerin önemli bir kısmı, bu konuda insanları teÅŸvik eder. Bilenle, bilmeyeni bir tutmaz. Ve en önemlisi ilim, Allah’ın vazgeçilmez bir sıfatı olarak Kur’an’ın her zaman gündemindedir. Soru sormakla ilgili olarak yanlış anlamlandırılan ayet, mealen ÅŸöyledir:
“Siz ey imana ermiÅŸ olanlar! (Kesin hukuki kurallar ÅŸeklinde) açıklandığı takdirde sizi sıkıntıya sokabilecek olan konular hakkında soru sormayın; zira Kur’an vahyedilirken onlar hakkında soru sorsaydınız, size (hukuki kurallar ÅŸeklinde) açıklanabilirlerdi. Allah, bu konuda (sizi her türlü yükümlülükten) azat etmiÅŸtir: Zira Allah, çok bağışlayıcıdır, halimdir. Sizden önceki insanlar da böyle sorular sormuÅŸ ve sonuçta hakikati inkâra varmışlardı.” (Maide, 5 / 101, 102)
Burada; Kur’an’ın, soru sormayı yasaklamasındaki amaç, tamamen insanın özgürlük alanı ile ilgilidir. ÖÄŸrenmek ve doÄŸru olana ulaÅŸmakla ilgili deÄŸildir. Burada “soru sormak”, hayatın her cephesi ile ilgili “kanun/hüküm istemek”tir. Yoksa vahiy inerken soru sorup hemen ardından “cevap beklemek” deÄŸildir. Kur’an’ın rehberliÄŸi; inanan insanlara oldukça rahatlama getirmiÅŸtir. Özellikle ayetlerinin yaÅŸandığı ve adına “Asr-ı Saadet” dediÄŸimiz zamanda, bu rahatlama ve kolaylık had safhadadır. Bu sebeple insanlar, vahyin kanatları arasında, yaptıkları ve yapacakları her ÅŸey için bir emir ya da tavsiye beklentisine girmiÅŸlerdir. SaÄŸlam ve güvenilir bir otoritenin belirleyiciliÄŸi altında yaÅŸamanın zevkini tattıklarından olsa gerek, Allah’ın Resulü’ne daha fazla müracaat etme ihtiyacı hissetmiÅŸ olmalıdırlar.
Söz konusu ayetteki; soru-cevap iliÅŸkisi, vahiy ile yaÅŸanılan hayat arasında oldukça canlı bir diyalog olduÄŸunu göstermesine karşılık ayetlerin nüzul sebeplerini oluÅŸturan olaylarla ilgili olarak Kur’an’ın seçiciliÄŸi, özel bir anlam taşır. Bu seçicilik, bir yandan indiÄŸi toplumun sorunlarını dikkate alarak çözüm üreten diÄŸer yandan baÅŸka toplumlar için de evrensel mesajlar taşıyan bir yapı arz eder. Nitekim ayetlerin, hemen her tespitinin, insanlar açısından baÄŸlayıcı olduÄŸu da bilinmektedir. Bu yüzden; “Soru sormayın.” demek, “Vazedilecek hukuki kurallarla hayatınızın daralmasına, dolayısıyla özgürlüÄŸünüzün kısıtlanmasına elveriÅŸli bir ortam hazırlamayın.” demektir. Bu da “Benden daha fazla baÄŸlayıcı kural talep etmeyin.” demekle aynı ÅŸeydir. Nispeten hukuki kuralların, indi ÅŸartlara bağımlılığı dikkate alınırsa çok sayıda kuralın, o an için getireceÄŸi rahatlamanın ardı sıra ileride oluÅŸması muhtemel farklı ÅŸartlar için bir sınırlama ve sorun üreteceÄŸi de varsayılmalıdır. Bu sebeple, Kur’an’daki hukuki kaidelerin olaÄŸanüstü azlığı, hemen göze çarpar.
Kur’an; yaratılışın amacı, hayatın anlamı ve insan idrakini aÅŸan olaylar gibi önemli konularda, sadece gerektiÄŸi kadar bilgi verir. Åžüphesiz verdiÄŸi bilgiler, hayatidir. Ä°nsanların mutlu olmalarına ve barış içinde yaÅŸamalarına yetecek kadar bilgi aktarır. Ä°htiyaç duyulacak ana konulardan yeterince bahseder. Geride, “bilinçli boÅŸluk” denilebilecek geniÅŸ bir alan bırakır. Kur’an; bu alanda, kasıtlı olarak konuÅŸmaz. Bu alan, içini müslüman bireylerin düÅŸünerek doldurulacakları, geniÅŸ bir çerçevedir. Allah tarafından bırakılan bu “bilinçli boÅŸluk”, insana rahat ve özgür bir alan açar. Ayrıca deÄŸiÅŸen ya da geliÅŸen hayat ÅŸartlarına uygun çözümler üretebilmeyi de mümkün hâle getirir. Ä°ÅŸte akıl, yaratıcısını unutmadan ve Kur’an’a ters düÅŸmeden bu boÅŸluÄŸu, doÄŸru bir ÅŸekilde doldurmakla yükümlüdür. Hayat, boÅŸluk kabul etmez. Akıl, bu boÅŸluÄŸu doldurmazsa onun yerine; kötü arzu ve istekler yerleÅŸir. Ä°nsanın hayatına bunlar hükmetmeye baÅŸlar. Dünyada huzur bulunmayışının sebebi de budur. Akıl, Kur’an’ın rehberliÄŸinde hareket etmeli ve bu boÅŸluÄŸu mutlaka doldurmalıdır.
Burada dikkat edilmesi gereken önemli bir ÅŸey de akla terk edilen alanın, kutsanmamasıdır. Burada da özgürlük alanlarının, insan eliyle sınırlandırılma tehlikesi vardır. Nitekim resmi ideolojilerin “kutsal” alan belirleme gayretleri, bu sınırlandırmalarda baÅŸrolü oynamaktadır.
Anlaşılacağı üzere Kur’an’da soru sorulmasının o an için yasaklanması ile insanın özgürlük alanının olabildiÄŸince geniÅŸ tutulması amaçlanmıştır. Hukukî kurallarla insan hayatını daraltmamak adına…
Bütün Sorular Cevaplanacak
Hayatı anlamak ve anlamlandırmak için bir çaba içinde olmanın önemini herkes bilir. Bunun için insanın, sorduÄŸu sorulara, doÄŸru ve tatminkâr cevaplar bulabilmesi gerekir. Bu anlamda; aklımızın yetersiz kaldığı yerlerde, Rabb’imizin yardımına ve rehberliÄŸine ihtiyaç duyarız. Her seferinde zihin, ancak onun indirdiÄŸi kitabın yani Kur’an’ın cevaplarıyla mutmain olmuÅŸtur. Ä°nsanın özellikle “gayb”a ait konularda, onun verdiÄŸi bilgilerle yetinmesi en saÄŸlıklı yoldur. Çünkü duyularımızın ötesi, bilgi edinebilmemizin imkânsız olduÄŸu, en zayıf noktamızdır. Ä°nsanlar; hiçbir zaman diliminde, dinsiz yaÅŸamamışlardır. Nitekim sahte ve sanal dinlerin oluÅŸumu, bu bilinemez saha ile ilgili spekülasyonlar üretilerek saÄŸlanmıştır. Bu yüzden Kur’an’ın verdiÄŸi bilgiler dışında bu saha ile ilgili konuÅŸmak “gaybı taÅŸlamak” anlamına gelir. Bu kapı kapatılmış ve mühürlenmiÅŸtir. Allah dışında kimse bu gizliliÄŸe hâkim ve muttali olamaz.
Hayatın iÅŸleyiÅŸinin nasıl olduÄŸunu bütünüyle bilmek mümkün deÄŸilse de gerek Allah’ın müdahalesinin gerekse olup-biten ÅŸeylerin anlamlı bir izahını yapabilmek için iyi niyetli bir anlama çabası gerekmektedir. Yaratıcı ve düzenleyici bir iradenin varlığından ÅŸüphe etmeyen akıl, böylesine büyük bir gücün yarattığı ÅŸeylere karşı kayıtsız kalamayacağını da itiraf eder. Ancak insanın, bu iradeye ve güce saygı duyması ve ardından teslim olması kadar olmasa da inkârına sebep gösterebileceÄŸi gerekçeler edinmesi de olasıdır. Bu olasılık, reel cevaplar bulamayacağı zannından hareketle aklı, derin ve karanlık bir tünele sokar. Sonu görünmeyen bir tünele…
Bu nedenle Kur’an, insanın içine düÅŸebileceÄŸi bu karanlıktan kurtarmak için çırpınır. Ä°nsanın hayatın iÅŸleyiÅŸ planına tümüyle vakıf olamayacağından hareketle hiç deÄŸilse gördüÄŸü olumsuzluklardan yaratıcısına bir pay çıkarmasını haklı bulmaz. Bu merak ve arayışları doÄŸal kabul ederek, bütün soru ve sorgulamaları olgunlukla karşılar ve sahibini iman dairesi dışına çıkarmaz. Hayatı anlamlandırma çabası içinde olan bir insanın deÄŸerini olsa olsa en iyi Rabb’i bilir. Nitekim benzer soruları, peygamberlerin dahi sorduÄŸunu söylemiÅŸtik. Nitekim Kur’an; Hz. Musa’nın, muhtemelen dünyada olup biten ÅŸeylerin nasıl gerçekleÅŸtiÄŸi ile ilgili olarak, bir anlama çabası içinde olduÄŸundan bahseder.
“(Salih kul:) ‘Ä°ç yüzünü kavrayamadığın bir ÅŸeye nasıl sabredebilirsin?’ dedi. Musa, ‘Ä°nÅŸallah beni sabırlı bulacaksın. Hiçbir iÅŸte de sana karşı gelmeyeceÄŸim’ dedi. O da ÅŸöyle dedi: ‘O hâlde, eÄŸer bana tabi olacaksan, ben sana anlatıncaya kadar hiçbir ÅŸey hakkında bana soru sormayacaksın.’ “ (Kehf, 18 / 68–70)
Ayetin son cümlesinin; “Ben sana anlatıncaya (haber verinceye, söz edinceye, kendisinden bahis açıncaya, o konuda bilgi verinceye) kadar bana soru sormayacaksın.” ÅŸeklinde olması ilginçtir. Aynı ibare dünya hayatının sonu için de geçerlidir. Bu durumda; ÅŸimdilik anlamlı ve tutarlı bir cevabı bulunamayan ÅŸeylerin, aslında tatminkâr bir cevabının olduÄŸu ve hiçbir haksızlığa mahal kalmayacağı söylenebilir. Bu cevapların bir kısmının ahirete kalması da mümkündür. Ancak bu imkân dahi dünya hayatında önümüze çıkacak anlamsız ve tutarsız kabulleri içermez. Körü körüne bir taklide kapılmamızı ve anlaşılmayan hikmetlere dayalı gizli ve gizemli ÅŸeyleri kabul etmemizi gerektirmez. Bu sadece Allah’ın asla haksızlık yapmadığının ve yapmayacağının resmidir. EÄŸer bir sorun varsa bunun sorumlusu o deÄŸildir. Böylece olup-biten ÅŸeylerde bizim için geçerli olan Musa’nın yaptığıdır. Yani her ÅŸeyi sorgulamak ve olayların sorumlularını bulup hesap sormak…
Ä°man, dürüstlüÄŸün ve güvenliÄŸin olmadığı yerde barınmaz. Hiç kimse, Allah kadar güvene layık da olamaz. Bu anlayış; inananları, sonuç itibarıyla, hiçbir sorunun cevapsız kalmayacağı ve mutlaka doÄŸru bir cevabının olduÄŸunu kabule götürür. BaÅŸka bir deyiÅŸle; ahiret hayatı, kimseye haksızlık yapılmadan bütün soruların tam olarak cevaplanacağı yerin adıdır. Ä°yi niyet taşıyan biri için, bundan daha güzel bir karşılık da olamaz.
Cevabı var aslında her şeyin
Cevap isteme hakkı da var insanın
Cevaplarını buluncaya kadar soruların
Hepimiz Musa’yız nasıl olsa, sorgulamaya devam…
Ä°nanan biri, doÄŸru olanı arar. Ä°nsanların mutlu olmasını arzular. Kimseye haksızlık yapılmasını istemez. Herkesin eÅŸit olduÄŸu, adaletin uygulandığı ve özgürlüklerin kısıtlanmadığı bir dünya özler. Bütün bunları gerçekleÅŸtirebilmenin yolunun ise Allah’ın iradesine uygun davranmaktan ve onun sözünü dinlemekten geçtiÄŸini kabul eder. Anlamaya çalışmak ve sorgulamak, körü körüne taklit ve itaat etmeden sorularına cevaplar aramak insan hayatını önemli ve deÄŸerli kılan ÅŸeylerdir. Ä°nsanın kendisi olması için…
Ä°nsan için, Ä°lahî rehberlikten yoksun ahlaki bir alan açabilmek, tarih boyunca mümkün olamamıştır. Bugün yaÅŸadıklarımız bunun en açık örneÄŸidir. Nitekim insanların, Allah’ı dışarıda bırakarak kurguladıkları hayatın nelere mal olduÄŸunu düÅŸünmeleri gerekir. Hayatını mutfakla tuvalet arasında geçiren ve bir anlama çabası içinde olmayanlar, anlamadıkları ÅŸeyleri daha baÅŸtan reddederler. Anlamaya çalışmazlar. Ön yargılarının esiridirler. Onlardan hiç deÄŸilse yaÅŸadıkları toplumun deÄŸerlerine saygı duymalarını beklersiniz. Onu dahi halka çok görürler. Tarihi, toplumu ve deÄŸerlerini küçümsedikleri için bilgi düzeyleri de oldukça sınırlıdır.
Ä°nsan, Rabb’ine kul olmaktan kaçınmak adına gerekçe yaptığı olası soru ve sorunlarının makul bir cevabı olduÄŸunu bilseydi, hiç deÄŸilse onu suçlamaktan vazgeçebilirdi. O zaman kendi ön kabullerinden kaynaklanan anlamsızlığın ve kayıtsızlığın inkâr desenli örtüsünü yüzünden çekip ayaklarının altına serebilirdi. Zira hiçbir sorunun cevapsız kalmayacağı bir ortamın ÅŸaÅŸkını olmaktan kurtulmak için biraz iyi niyet biraz insaf biraz da gayret göstermek için henüz vakit geçmemiÅŸ olabilir…
Kaynak: Söz ve Adalet / 3. Sayı
Henüz yorum yapılmamış.