Sosyal Medya

Makale

Galip Zihinde Ahiretin Dünyaya Önceliği

Galip zihin, kendini üstün ve hâkim kabul ettiÄŸi için sorunların kaynağı olarak dünyayı görmek istemez. Çünkü dünya kendi tasarrufu altındadır ve bu anlamda bütün olumsuzlukların kendisine fatura edileceÄŸini bilir. (1) Bu yüzden deÄŸerlendirmelerin tamamında konu daha çok ahiretle iliÅŸkilendirilir. Oysa ahiretle ilgili konuların yüzü, bilindiÄŸi gibi beÅŸeri iliÅŸkilerin olumlu bir yapı kazanması için dünyaya dönüktür. Kur’an’ın, ahiretten bahsederken amaçladığı ÅŸey, hesap verileceÄŸi düşüncesiyle dünyayı düzeltmektir. O hâlde baÄŸlamın bir yönü de Kur’an ayetlerinin olabildiÄŸince dünyada bir anlam kazanmasına çalışmaktır. Hak dininin ahirete dair tasavvurlarının olması kaçınılmazdır. Fakat sadece ahirete dair konuÅŸan bir dinin dünyaya ait teklifleri genellikle buharlaşır. ÖrneÄŸin Kur’an’da ahireti inkâr edenlerin meleklere diÅŸi isimler verdikleri anlatılır. (2) Kur’an’ın ahiret ve hesap günü ile ilgili anlatımları dünyadayken insanları doÄŸru yola iletmeyi iyi ve güzel davranışlara sevketmeyi hedefler. Kur’an, bir dünya kitabıdır. Dünyalılara öğüt verir. Amacı bu dünyayı insanın onuruna yakışan ÅŸekilde yaÅŸanabilir bir yer yapmaktır.

***

Tekâsür suresinde geçen “ sevfe “ ile yakın gelecek anlatılır. Burada elçinin önderliÄŸinde tebliÄŸle vahyin canlılığının ortaya çıkması söz konusudur. Herhangi bir konuda bir uyarı yapıldığında hak ortaya çıkmış demektir. Artık batıl için kum saati baÅŸlamıştır. Yok olmasına sadece az bir zaman kalmıştır. Başında bu edatın bulunduÄŸu ayetler, yakın gelecekte insanın ahlaksızca elde ettiÄŸi servetin sonuçlarını bilir hâle geleceÄŸini anlatır. Ä°nsanın gerek kendi yakın çevresinde gerekse yaÅŸadığı toplumda yol açtığı tahribatın izlerini takip edebileceÄŸi vurgulanır. “Hayır, yaptıklarınızın sonuçlarını anlayabilseydiniz, (hayatı nasıl) cehennem(e çevirdiÄŸiniz)i görürdünüz!” ayeti ise onların yaptıklarının sonuçlarını anlayabilselerdi bu sınır tanımayan hırsları yüzünden hayatı nasıl cehenneme çevirdiklerini fark edebileceklerini ifade eder. Devamı “Böyle devam ettiÄŸiniz sürece sonunda onu mutlaka göreceksiniz.” anlamındadır. Burada söz konusu edilen, inkâr edenlerin her türlü ahlaki ilkeden yoksun tavırlarının nelere mal olduÄŸunu bilmeleridir. Aç gözlülüklerinin dünyayı cehenneme çevirdiÄŸini görmeleridir. Bu yaklaşım, insanın kazanma hırsının kendine veya baÅŸkalarına verdiÄŸi zararı fark etmesi için bir tahriktir. Onu; yol açtığı sonuçları düşünmeye çağırır. En azından çevresine ödettiÄŸi faturayı görmeye davet eder. Sonunda dünyayı cehenneme çevirdiÄŸini görmeyenin ahirette (ayne’l-yakîn) cehenneme gireceÄŸi ve kendisine verilen nimetlerin hesabını vereceÄŸi ifade edilir. Çünkü bu nimetler ona gemleyemediÄŸi iÅŸtahları peÅŸinde hayatı çekilmez kılması için verilmemiÅŸtir. (3)

Tekâsür suresine göre, bitmek bilmeyen açgözlü talepleriyle yaÅŸam ÅŸartlarını zorlaÅŸtırıp hayatı cehenneme çevirenler, ahlaki ilkelerden yoksun kimselerdir. Sure, Allah’ı bu kötü ÅŸartların müsebbibi olmaktan çıkararak tenzih eder. Åžikâyet edenlere yeni bir adres gösterir. Bu baÄŸlam çerçevesinde olup biten ÅŸeyler açısından gündeme getirilip eleÅŸtirilen konu dünyaya aittir. Ahiret bütün karşılıkların daha fazlasının görüleceÄŸi yerdir. Ancak ibret almak açısından önemli olan dünyadır. Dünyada bir konunun gayba ya da hesap düşüncesinden arındırılmış bir ahiret anlayışına havale edilmesi müşriklerin âdetidir. Onlar Allah’ı sadece gök tanrısı olarak görüp yeryüzünde tasarruf hakkı vermedikleri gibi sorumluluklarını sürekli ÅŸekilde erteleyen veya yok sayan bir tutum içindedirler. Bu yüzden samimi olmadıkları ve inanmadıkları bellidir.

***

Ä°liÅŸki boyutunun dünyadan ahirete kayması bazen görünür âlemden gayba götürülmesi ÅŸeklinde olur. ÖrneÄŸin Felak suresindeki “Ve düğümlere üfleyen (büyücü)lerin ÅŸerrinden.” ayetinin içeriÄŸi gayba ait bir iliÅŸki olarak ortaya konulur. Hâlbuki Peygamber (sav)‘e büyücü diyenlere karşı gerçek büyücülerin baÅŸkaları olduÄŸu açıklanmış ve bu ayetle Ebu Leheb ve Ebu Cehil gibi Mekke yönetiminde söz sahibi olanlar kastedilmiÅŸtir. Mekke yönetiminde söz sahibi olan ileri gelen zengin müşrik liderler, Allah’ın elçisini ve ilettiÄŸi mesajları kabul etmedikleri gibi halkın da reddetmesi için ellerinden geleni yapmışlardır. Onların bir ÅŸeyi olduÄŸundan farklı gösteren bu çabaları, ayet tarafından Mekkeli büyücülerin faaliyetleriyle özdeÅŸleÅŸtirilir. Buna göre Allah’ın Resul’ünü, büyücü, büyülenmiÅŸ, mecnun, ÅŸair gibi sıfatlarla anmak veya vahye geçmiÅŸlerin masalları demek, büyücülüktür.

Müşrikler, Peygamber (sav)’e büyücü derken onun anlaşılmaz sözler söyleyerek birtakım gizli ve ÅŸifreli konuÅŸmalar yaptığını söyleyememiÅŸlerdir. Ayetlerin apaçık yapısı bu iddiaya izin vermemiÅŸtir. Öyleyse büyücü derken onun güzel konuÅŸtuÄŸunu, ama bu konuÅŸmasının ardında insanları kandırmak ve menfaat elde etmek gibi kötü niyetler sakladığını iddia etmektedirler. Buna binaen onlar büyücülere benzetilirken, yani onlar gibi büyücülerin ÅŸerrinden Allah’a sığınırken de aynı ÅŸekilde düşünmek gerekir. Müşrik ve kâfirler, müminleri Mekke’de aç ve açıkta kalmakla tehdit etmekte, ticaret yapmalarını ve kızlarını evlendirmelerini engellemeye çalışmaktadırlar. Ä°ÅŸte can sıkıcı olan, kiÅŸiyi bunaltan iÅŸler, bu tehdit ve iÅŸkencelerdir. Nitekim büyüden deÄŸil büyücülerden Allah’a sığınmak da yapılan iÅŸin gayba dair bir olguya deÄŸil, bizzat pratikte ÅŸahıslardan kaynaklanan vakıayla iliÅŸkisine iÅŸaret eder. Ortada para gücüyle desteklenen ve dedikoduyla sürdürülen kötü bir propaganda vardır. Nitekim sonuç itibariyle geçim sıkıntısı, iÅŸ bulamama korkusu, iÅŸkence görme ve belki de öldürülme ihtimali, zayıf insanlar nezdinde etkili de olabilmektedir. Buna karşı yapılabilecek ilk savunma, bu kötü insanlardan ve onlar vesilesiyle ortaya çıkan kötü düşüncelerden Allah’a sığınmak, yani yalana karşı gerçeÄŸin gücüne, dedikoduya raÄŸmen hakikat bilgisine ve korkunun karanlığına karşı ÅŸafağın (felâkın/kurtuluÅŸun) Rabb’ine yönelmektir. Çünkü insanın tehditler altında hakikate karşı inancını yitirmesi ve doÄŸru yoldan yüzünü çevirmesi faciadır.

Felak suresinin kapsamı aynı doÄŸrultuda gizli veya gizemli iliÅŸkiler boyutunda gayba dair birtakım güçlerden Allah’a sığınmak ÅŸeklinde anlamlandırılmıştır. Böyle olunca sığınmanın kendisi de o boyutta bir anlam yüklenir. Zira savunma saldırı yapılan alanda gerçekleÅŸmelidir. Bu yüzden Felak suresi eylem olarak bilinçli bir direniÅŸ ve ÅŸuurlu bir karşı duruÅŸ olmaktan çıkarak sadece ruhi bir hazırlık ve psikolojik bir savunma hâline geçer. Surenin inananlar nezdinde kullanıldığı yerler dikkate alınırsa bu sapma veya anlam kayması daha kolay anlaşılabilir. Bu sure, inananlarda kâfirlerin oyunlarına karşı bir dikkat oluÅŸturmak istemektedir. Kinlerini her kustuklarında bir ÅŸeyi farklı göstermeye çalışarak insanları büyüleyenlerin elinde onların karanlık iÅŸlerine alet olmamak için dikkatli olunması gereÄŸini hatırlatmaktadır. Öyleyse sığınmanın objesi vahyin rehberliÄŸinden ayrılmamaktır. Allah’ın emir ve yasakları bu savunma durumunu yeterince destekleyecektir. Hasetleri sebebiyle eyleme geçtiklerinde yarattıklarının baskısından ve bu baskı altında kanmak ve kandırılmaktan (büyülenmekten) ÅŸafağın (kurtuluÅŸun) Rabb’ine sığınmak, gayba deÄŸil ÅŸahit olunan âleme özgü açık seçik bir duyarlılık oluÅŸturma çabasıdır. Nihayet insanı asıl büyüleyen ve onu gerçeÄŸi aramaktan vazgeçirip zevklerinin esiri hâline getiren ÅŸeyler bu dünyada ve tam karşısındadır.

***

Kur’an’ın anlattığı çerçevede din, sadece ahirete ait bir olgu deÄŸildir. Ä°nsanlar yaptıklarının karşılığını sadece öteki dünyada bulmazlar. YaÅŸanılan hayatta vahyin rehberliÄŸinden uzak durarak hiçbir ahlaki kaygı taşımaksızın arzu ve isteklerin peÅŸinden olabildiÄŸince koÅŸmanın bir bedeli vardır. Sorumluluklarını göz ardı eden insanın elinde yaÅŸam gittikçe daha kötü bir hâl alır. ÖrneÄŸin bir ayette, “Andolsun, dönsünler diye biz onlara (ahiretteki) en büyük azaptan önce (dünyadaki) yakın azabı elbette tattıracağız.” (4) denilmektedir. Bu gözle bakıldığında ayetlerdeki vurguların dünyada olup biten iÅŸlerle alâkalı olduÄŸu açıktır.

***

Duhâ suresinin dördüncü ayeti “Gerçekten senin için ahiret dünyadan daha hayırlıdır.” ÅŸeklinde anlamlandırılır. Elbette ahiret dünyadan daha hayırlıdır. Fakat ayetin anlamı bu deÄŸildir. Ayetin, bu anlam tercih edilerek ahiretten bahsetmesi durumunda Peygamber (sav)’e “ÇektiÄŸin sıkıntılara katlan, hatta öl de kurtul.” denilmiÅŸ olur. Surede dünyada Peygamber (sav)’e verilen ÅŸeyler sıralanır ve karşılığında onun da aynı ÅŸekilde davranması istenir. Ãœstelik Duhâ suresi, bütünüyle gerçekleÅŸmiÅŸ, yani Medine döneminin sonlarında Nebi (sav)’e bu dünyada baÅŸarılı olabilmesi açısından istediÄŸi hemen her ÅŸey verilmiÅŸtir. Bu nedenle indiÄŸi dönem itibariyle ayetin manası dünyada iÅŸin başı ve sonuyla ilgilidir. Nitekim arka planda vahyin kesilmesiyle baÅŸ gösteren sıkıntı bu surenin inmesiyle de giderilmiÅŸtir. Ayet, “Ä°ÅŸin sonu senin için yaÅŸadığın bu (günkü sıkıntılı) hayattan mutlaka daha iyi olacak.” anlamında bir vaat içerir. Ve bütünüyle dünyada gerçekleÅŸmiÅŸtir. Aynı ÅŸekilde müminlerin de dürüst ve erdemli davrandıkları sürece benzer sonuçlarla dünyada karşılaÅŸmayı beklemeleri elzemdir.

***

Beled suresinin on birinci ve on ikinci ayeti “Fakat o sarp yokuÅŸu aÅŸmaya giriÅŸmedi. Bilir misin nedir o sarp yokuÅŸ?“ ÅŸeklindedir. Akabe denilen bu sarp yokuÅŸ sure içinde açıklandığı hâlde tefsirlerde farklı yaklaşımlara konu olmuÅŸtur.

Razi’ye göre; “Ä°ktiham”, çetin bir iÅŸe giriÅŸmek demektir. KiÅŸinin büyük iÅŸlere giriÅŸtiÄŸini anlatır. Buna göre “Akabe”, daÄŸdaki sert (zor) yol ve sarp yokuÅŸ manalarına gelir. Bu da ahiretteki yollar manasındadır. O, “Ä°nsan madde ve hayal âleminden ilahi nurlar âleminin doruklarına çıkmak ister. Ama insan ile bu doruk arasında çok yüksek yollar, kızgın ve korkunç sesler ve yıldırımlar vardır. Bunları aşıp gitmek zordur. O zirveye ulaÅŸmak çetindir.” der. Ata; Allah’ın bu ifade ile cehennem yolunun yokuÅŸunu kastettiÄŸini söyler. Kelbî; Bu cennetle cehennem arasındaki bir yoldur, der. Ä°bn Ömer’e göre bu kaygan bir daÄŸdır. Mücâhid ve Dahhak; cehennemin üstüne koyulan bir yol olduÄŸu üstünde durur. Hasan Basri; “Allah’ın akabesi çetindir. Bu insanın nefsi, hevâsı ve insan ve cin ÅŸeytanları gibi Allah düşmanları ile mücadele etmesidir.” der. Hasan Basri ve Mukâtil’e göre; burada “akabe” nin zikredilmesi, Allah’ın iyi iÅŸler yapma hususunda kiÅŸinin nefsi ve ÅŸeytan ile mücadele etmesine dair getirilmiÅŸ bir darb-ı meseldir. Akabe ile ilgili dünyaya ait ve surenin kendi içinde anlam yakalayanlar da vardır ÖrneÄŸin, Vahidî’ye göre; bu düşünülmesi ve incelenmesi gereken bir izahtır. Çükü insan ve insan dışındaki mahlûkatın cehennemin yolunu araÅŸtıramayacakları ve oraya girmek istemeyecekleri malumdur. Binaenaleyh ayeti bu manaya almak açık olan bir ÅŸeyi yeniden açıklamak olur. Bunun delili ÅŸudur; Hak Teâlâ; “O akabenin ne olduÄŸunu sana ne bildirdi?” buyurunca, bunu “köle azat etmek” ve “açları doyurma” ile tefsir etmiÅŸtir. (5)

Dikkat edilirse kelime ile ilgili yorumların önemli bir kısmı dünyaya ait bir anlam taşımaz. Oysa “akabe”nin ne olduÄŸu surenin içinde bizzat açıklanmıştır. Ve bunların hepsi dünyada insanı sorumlu kılan konulardır.

Not: Bu yazı, “Sözün BaÄŸlamı” adlı eserden iktibas edilmiÅŸtir.

Dipnotlar:

1. Ahiret bütün gerçekliğine rağmen dünyada yaşayanlar açısından gaybdır. Gayb alanı, içinde yaşanılacak olaylar açısından şimdilik belirsizdir. Bu belirsizlik, hesap sorulamaması açısından galip zihnin işine gelir.

2. Necm suresi, 27. ayet.

3. “Tekâsür Suresi”, Musa ÅžimÅŸekçakan, Sözün Gücü (Ä°lahî Vahyin RehberliÄŸi)

4. Secde suresi, 21. ayet. (Diyânet Meali); Bu ayetin bazı farklı meallerdeki karşılığı ÅŸu ÅŸekildedir: “Fakat o ÅŸiddetli azab(a onları mahkûm etme)den önce belki (piÅŸman olup) yollarını düzeltirler diye hemen yanı baÅŸlarındaki azabı tattıracağız.” (M. Esed Meali); “Belki dön(üp yola gel)irler diye, mutlaka onlara o büyük azâbdan ayrı olarak, daha yakın azâbı da taddıracağız.” (S. AteÅŸ Meali); “En büyük azaptan önce, onlara mutlaka en yakın azaptan tattıracağız; olur ki (imana) dönerler.” (Diyânet Vakfı Meali); “Belki dönerler diye, onlara o büyük azaptan ayrı olarak, o küçük azaptan da mutlaka tattıracağız.” (Y. N. Öztürk Meali)

5. Râzî, Mefâtihu’l-Gayb, c. 23, s. 152, 153.

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.