Sosyal Medya

Makale

Şeytan Üçgeninin Suç Ortakları

—Krallar bir ülkeye girerse…—

Son yüzyılda, halk iradesi ile yönetilen ülke görüntüsü vermelerine karşın, dünyamızdaki mevcut yönetim ÅŸekillerinin, içten içe birer krallık olduklarına, hatta kendilerini elit veya aristokrat sayan kesimlerin, bazen feodal ya da monarÅŸik sistemlerde dahi görülmemiÅŸ yetkilerle donandıklarına ÅŸahit oluyoruz.

Tarihte krallar, isyanlar karşısında tek hedef olmaktan çıkmak için saha geniÅŸleterek kendilerine yakın bir sınıf oluÅŸturmuÅŸlardı. Firavun’un yaptığı gibi. Bugün de aynı ayrıcalıklı blok mevcuttur. Kur’an terminolojisinde bunun adı “Mele” dir. “Gözdeler” denilen ve soylu kılınan bu sınıf, iktidara yakın olup bürokrat kesimi oluÅŸturur. Siyaset bunların elindedir. “Şımarık zenginler” diye isimlendirilebilecek “Mütref” ise, bu grupla dirsek teması kurar. Bunlar da Karun’un alt tabakası olup sermayeyi ellerinde tutarlar. Bir de “Belam” denilen ve ilmiyle sistemin iÅŸleyiÅŸine meÅŸruiyet kazandırma görevini üstlenenler vardır. Hepsi kariyer sahibidirler. Alt tabakaları ise, “Haman” dır. Bazen zulmün emrinde teknoloji üreten mühendis takımı, çoÄŸu zaman da ilk ikisinin yapıp-ettiklerini Allah’ın iradesi ile örtüÅŸtüren “ilim” ve özellikle “din adamı” sınıfıdır, bunlar. Böylece bütün âlemi paylaşırlar.

Ä°nsanları kategorize eden ve kendi dışındakilere hayat hakkı tanımayan çevreler dediÄŸimiz; Firavun, Karun ve Belam’ın sembolik tiplemelerinde kendini gösteren bu istilacılar, bir ÅŸeytan üçgeni oluÅŸtururlar. Bu üçgende, ahlaki kaygılardan uzak bir ÅŸekilde, amaçlarına ulaÅŸmak için her yolu mübah görerek aralarında paslaşırlar. Ä°çinde halkların ezildiÄŸi bu mengenede; siyaset, sermaye ve bilgi, birer silahtır. ÖrneÄŸin, bunlar açısından “KüreselleÅŸme” denilen ÅŸey, paranın egemenliÄŸinin, akıl-bilim-ilerleme barkoduyla demokrasi patentli olarak sunulmasıdır. Böylelikle krallar, aralarında olası riskleri paylaşırlar. Kendi dışındakiler için sorumluluk duymayan ve adaleti indi yorumlarıyla çarpıtan bu emperyalist sömürgecilerin ortak tavrı, tamamen insanları kendi çıkarları için kandırmaya ve yalana odaklanmıştır. Bunun için; halkları bölebilir, birbirine düÅŸürebilir ve ayaklanmamaları için görüntüde de olsa iktidarlarının bir kısmını onlarla paylaÅŸabilirler.

Bugünün dünyasında da yorumları ve en azından uygulamaları yönünden bütünüyle mevcut statükoları korumaya yönelik olarak kurgulandığı vehmini veren Ä°nsan Hakları Evrensel Beyannamesi baÅŸlangıç metninin, insan haklarının hukuk düzeniyle korunması gerekliliÄŸini; “ Ä°nsanın zorbalık ve baskıya karşı son bir yol olarak ayaklanmaya baÅŸvurmak zorunda bırakılmaması için…” yaklaşımıyla gerekçelendirmesi ilginçtir.

Ayaklanmaya baÅŸvurmak zorunda bırakılmamak…

Krallar, her zaman haklı ve dokunulmazdır. Yaptıkları iyilikler birer lütuftur ve bu cömertlikleri onlara tekrar suç iÅŸleme hakkı kazandırır. Zaman içerisinde krallar; iÅŸledikleri suçlar ve hak ihlalleri sebebiyle, muhtemel bir karşı ayaklanmaya mahal vermemek için, perde arkasına gizlenip yönetimi paylaÅŸacakları alanı geniÅŸletmeyi, daha da iyi öÄŸrenmiÅŸlerdir. Alan geniÅŸlediÄŸi için, insanlar haklarını talep edebilecekleri bir muhatap bulmakta zorlanırlar. ÖrneÄŸin, demokrasilerde halklar, ideolojik kamplara bölünür. Bu parçacı yaklaşımda, hiçbir görüÅŸ, isteklerini tam olarak gerçekleÅŸtiremez. Biri, diÄŸeri için neredeyse düÅŸmandır ve hak talepleri, mücadele alanında sürekli ertelenerek beklemeye alınır. Bu ideolojik arenada, ortak bir tavır geliÅŸtirilemeyeceÄŸi için, hiç biri tam anlamıyla iktidar olamaz ve diÄŸeri ile dengelenir. Ama krallar, hep iktidardadır. Dahası, tüketim alışkanlığının büyüsüyle, sisteme sahip çıkacaklarını bildikleri bir orta sınıf oluÅŸtururlar. Ne zaman devrimci bir çaÄŸrı görseler, hemen karşısına, bu sınıftan kendilerine ÅŸu ya da bu kılıf veya adla askerler üretirler. Bu yüzden, bugün demokrasi ile yönetildiÄŸi halde açıkça kendi halkına ya da baÅŸkalarına zulmeden pek çok ülke yönetimi bulabilirsiniz. Nitekim düzeni tehdit eden durumlarda, “Orta sınıf” denilen ve az buçuk palazlandırılmış kesimlerin beklentileri ile mevcut yapının çıkarlarının ortak paydası arttırılarak sistemin iÅŸleyiÅŸi, yönetenler açısından daha güvenli hale getirilir. Üstelik insanlara yönetimde açılan iktidar alanı; ülke menfaatleri, asla deÄŸiÅŸtirilemeyecek ilkeler ve istikrar gibi gerekçelerle, çoÄŸu kez çerçevesi belirlenmiÅŸ bir hattır. Bunun dışına çıkılamaz. Halkın iradesinin iktidara yansımamasının benzer sebepleri her zaman bulunur. Çünkü cahil sayılan halk, hiçbir zaman kendi kendini yönetemez. Halk, bunlar için köle, iÅŸçi ve yeri geldiÄŸinde tetikçi olmak için vardır. Ve bunların nezdinde insan, yalnızca bir tüketici olarak deÄŸer taşır. Bu yönetimler, öylesine çıkarcılardır ki, muhalefeti ve sözde emek savunusu yapan sendikaları dahi, kendileri için bir emniyet supabı haline getirmiÅŸlerdir. Örgütsüz bir toplumun doÄŸuracağı kaoslardan kurtulmak ve olup-biteni bilmek adına, her ÅŸeyi kendileri kurgulayıp örgütlerler. Hatta terör ve teröristi bile.

Saltanatın soya dayalı olduÄŸu dönemlerde sultanlar, Tanrı’nın gölgesiydiler. Menfaatleri gereÄŸi bu gölgede ara sırada olsa tebaalarını güneÅŸten korurlardı. Kendileri Tanrı olunca, tamamen görünmez hale geldiler. Ä°nsanların feodal düzenlere karşı seslerini yükseltmeye baÅŸladığından beri krallar, çoÄŸu kez kendilerini hemen hiç göstermezler. Bu gizlilikleriyle cin gibidirler. Ortalarda görünmezler. Bugünkü kalkanları, cinlenmiÅŸ gizemli demokrasidir. ÖrneÄŸin, bu sistemde iÅŸlenen suçların önemli bir kısmı, faili meçhul kalır ve bu “cin krallar” tarafından tasarlanır. Ä°nsanların Allah’tan geldiÄŸini zannettikleri kaderin resmini, bu “cin krallar” ın çizdiÄŸi çerçeve belirler. Bu resmin içinde, harikulade evler ve yemyeÅŸil bahçelerle parsellenmiÅŸ cennetler satılır. Herkesin bu resimde bir rengi ve ümidi vardır. Ve insanların içinde kaybolacakları derinlikte, geniÅŸ bir “fırsat” alanı açılır. Bu, insanın kayıtsız kalamayacağı deÄŸerler alanıdır. Bu sahaya; emek, hak ve hürriyetlerle sıvanmış neon ışıklı tabelalar ve kralların ihtiraslarıyla gübrelenmiÅŸ, kelepir vesile aÄŸaçları dikilir. Bu aÄŸaçlardan devÅŸirilecek her meyve, iktidara yakınlaÅŸmaya vesile olur. Ä°ktidara yaklaÅŸtıkça da yaÅŸam kaliteniz yükselir. Fakat sadece hayalleriyle ulaÅŸabilenler için dahi bu aÄŸaçlar, kartondandır.

Kartondan oyuncaklarla oynayan insanlar, bir süre sonra çocuklaşırlar. Bu olgunlaÅŸmamış ve kandırılan çocuklar elinde yönetim iÅŸi, bir oyun ve eÄŸlenceye dönüÅŸür. BilindiÄŸi gibi çocukların ilgilerini, belli bir konu üzerine yoÄŸunlaÅŸtırma süreleri, çok kısadır. Sıkıldıkları anda, onlara sanal veya sahte yeni bir alan açmak ve farklı bir gündem oluÅŸturmak yeterlidir. ÖrneÄŸin, az önce aÄŸlarken gördüÄŸünüz bir çocuÄŸu biraz sonra güldürebilirsiniz. Sömürge güçler, yöneten-yönetilen iliÅŸkilerinde, her türlü haklı gerekçelerden uzak istilacı tavırlarıyla onurlu insanları aÅŸağılayıp çocuklaÅŸtırarak toplumun yozlaÅŸması için ellerinden geleni yaparlar. Koskoca toplumu, resmi tarih masallarıyla uyuturlar. BilindiÄŸi gibi bütün sevimliliklerine raÄŸmen çocuklar, ülke yönetemezler. Bir toplum, uyuyarak asla büyüyemez. Mele’lerin çizdiÄŸi kırmızı yatay çizgilerle, haman’ların çizdiÄŸi dikey yeÅŸil çizgileri birbirine ekleyip kulluktan bozma bir sürü vatandaÅŸlık görevi oluÅŸtururlar. BaÅŸka bir ifade ile vatandaÅŸ olmakla kul olmayı birbirine katıp karıştırırlar. Bir sürü haram ve yasak üretirler. Öyleki bunların elinde vatandaÅŸ olmak, Allah’a kul olmaktan daha zor hale gelir. AÅŸağılanmanın tek yolu hakaret edilip horlanmak da deÄŸildir. Baba rolündeki devlet elinde, düÅŸündüÄŸü ya da konuÅŸtuÄŸu için çocuk gibi azarlanmak veya cezalandırılmak da toplumu kiÅŸiliksizleÅŸtirebilir. Aslında yeni yüzyılda gerçek savaÅŸ, psikolojiktir.

“…Gerçek ÅŸu ki, krallar bir ülkeye girdiklerinde orayı tarumar ederler; oranın onurlu insanlarını aÅŸağılarlar. Ä°stilacıların davranış tarzı (her zaman) böyledir.” (27 Neml / 34)

Görünmez krallar, sorgulanamazlar…

Hâlbuki Ä°slam anlayışında sorgulanamayan sadece Allah’tır. Onun dışındaki herkes yaptığı ÅŸeylerin hesabını verebilmeli ve kendisine hesap sorulabilmelidir. Bu yargıdan peygamberler dahi hariç tutulmamıştır. Hesap sorulamayan kesimler, cahil saydıkları halka karşı diledikleri gibi davranabilir ve böylece sorumluluklarını askıya alarak zulmedebilirler. Nitekim bu sahte güçlerin Allah gibi davranması, maiyeti saydıkları insanları, kulları gibi görmelerine ve onları küçümsemelerine yol açar. Bu yüzden, Kur’an’da Allah’a eÅŸ/ortak edinmek en büyük zulüm sayılmıştır. Onun “tek” kabul edilmesindeki ısrarın veya bu gibi durumlarda çokça “tenzih” in sebebi budur.

“GeçmiÅŸ vahyin izleyicileri arasında öylesi var ki, kendisine bir hazine emanet etsen sana (sadakatle) iade eder ve öylesi de var ki ona ufak bir altın sikke emanet etsen, başında dikilmedikçe sana geri vermez; bu, onların, ‘Kitap ile ilgisi olmayan bu halk(a yaptığımız hiçbir ÅŸey)den dolayı bize bir suç yüklenemez (sorumluluÄŸumuz yoktur.)’ ÅŸeklindeki iddialarının bir sonucudur: (Böylece) onlar, (bile bile) Allah hakkında yalan söylerler.” (3 Al-i Ä°mran / 75)

Söz konusu ayette, halkı kandırmanın veya onlara karşı herhangi bir sorumluluk duymamanın, Allah hakkında yalan söylemekle aynı ÅŸey sayılması, ilginçtir. Burada, Allah hakkında söylenen yalan, yeryüzünde küstahça büyüklenenlerin iÅŸine yarayan çarpık adalet anlayışını onaylamaktır. Hâlbuki diÄŸerlerinin haklarını yok sayan bir adalet anlayışı, hiçbir yerde tutunamaz. Allah ise, böyle bir haksızlığı asla onaylamaz.

“Ama gerçek (verilen hüküm sadece) kendi lehlerinde ise, boyun eÄŸerek ona gelirler.” (24 Nur / 49)

Önemli olan Allah’a raÄŸmen güvende olunamayacağının ÅŸuuruna varmaktır. Dahası iman, Allah’ın yeryüzünün yaÅŸanılabilir bir yer olması için gönderdiÄŸi kitaplarla çizdiÄŸi çerçevenin, güvenlik için zaruri bir ÅŸart olduÄŸunu tasdik etmek demektir. Adalet, güvende olmanın ilk ÅŸartıdır. Güvenlik ise, ancak tek Ä°lah anlayışıyla mümkündür. Bir yönüyle iman, emniyet demektir. Güvende olunacak bir ortam talep etmek. Güven ise, adaletle mümkündür. Ä°nanan biri için Allah’ın adaletini istemek kadar makul bir talep olamaz. Bu baÄŸlamda iman etmek, adalet istemek anlamına gelir.

Güç gösterisi yapmak sadece Allaha yakışır. Nitekim sosyal sınıf farklarının oluÅŸmaması ve insanların birbirlerine haksızlık etmemeleri için eÅŸit olmaları gerekir. Ä°nsanın kendini güçlü bulduÄŸu her alan, baskı ve zulme dönüÅŸebilirliÄŸi açısından tehlikelidir. Zira patron-iÅŸçi, karı-koca ya da yönetici-yönetilen iliÅŸkilerinin, Allah-kul iliÅŸkisine dönüÅŸmesi, zulüm doÄŸuracaktır.

“Allah’tan baÅŸka kimseye kul olmamak” demek, kimsenin kimse üzerinde tahakkümünün olmaması ve kimsenin bir diÄŸerine nasıl yaÅŸaması gerektiÄŸini söyleyememesi demektir. Hakları baÄŸlamında bütün insanlar eÅŸittir ve adalet, herkes içindir. Tevhit; adalet, adalet ise toplumun refahı içindir. Yani tevhit, insanların mutluluÄŸu için vazgeçilmezdir. Ayrıca tek Ä°lah’a kulluk etmek, insanın iç bütünlüÄŸü için yani kiÅŸisel güvenliÄŸi için de zaruri bir ÅŸarttır.

“Allah size bir örnek olay anlatmaktadır: tümü birbiriyle ihtilaflı birçok ortağı olan kimsenin emrindeki adam ile tamamen bir kiÅŸiye baÄŸlı bulunan adam(ın hikâyesi): içinde bulundukları ÅŸartlar açısından bu iki adam eÅŸit olabilir mi? (Hayır,) bütün övgüler (yalnız) Allah’a mahsustur; fakat çoÄŸu bunu anlamaz.” (39 Zümer / 29)

Özlenen ve istenen matematiksel sıfır adalet deÄŸildir. Adil olmaya gayret etmek ve adaletin gerçekleÅŸmesini dert edinmektir. Asıl sorun, dünyanın kendi haline bırakıldığında insan dışındaki varlıklara ait gözlemlenen kuralların, insan için de geçerli olduÄŸu varsayımındadır. Ä°lahi rehberlik ve aklıselimin yönlendirmesi olmadan, var olanın mevcut halini, Allah’ın iradesinin reel karşılığı saymak, haksızlık olur. Ä°lahi rızanın gerçek iz düÅŸümü; biri gönderdiÄŸi vahiylerde diÄŸeri de ortak aklın vicdanla yapacağı birlikteliÄŸin sonucunda aranmalıdır.

“(Her konuda) ölçü ve tartıya tam olarak, adaletle uyun; Biz herkesi ancak gücünün yettiÄŸi kadarıyla sorumlu tutarız. Bir görüÅŸ belirttiÄŸinizde, yakın akrabanıza (karşı) olsa da, adil olun.” (6 En’am / 152)

Kur’an, ekonomik ve sosyal adaletin olmadığı bir yerde, haksızlıklara gözünü kapayarak yapılan tüm Allah’a kulluk edimlerini, gösteriÅŸ olarak nitelemektedir (Mâun). Dolayısıyla kulluk bilincinin temelinde, adalet yer almalıdır.

Ayrıca Kur’an, bilinçten yoksun bir imanı kabul etmediÄŸi gibi resullerin dahi taklit edilmesini deÄŸil, örnek alınmasını önerir. Körü körüne itaat, kimseye fayda getirmez. Ä°çselleÅŸtirilememiÅŸ bir baÄŸlılık, kapsamı sorgulanamaz bir bağımlılık oluÅŸturacaktır. Nitekim iliÅŸki boyutunda sorgulanamazlık ona ait olmasına raÄŸmen, Allah bile, kendisine yapılacak kulluÄŸu gerekçelendirmiÅŸtir. Zaten ibadet formlarının tamamı, geri dönüÅŸlü ve yalnızca insanın faydalanacağı türdendir.

“Ve (gerçek ÅŸudur:) dilediÄŸini yaratan ve (insanlar için) en iyi olanı seçen senin Rabbindir…”(28 Kasas / 68)

Ä°nsanların, ibadetin “niçin” ine iliÅŸkin faydaları anlaması, beraberinde tefekkürü davet edecektir. Bilinçli bir kulluk, ön yargılardan arınmış ve içselleÅŸtirilmiÅŸ bir kabulle mümkündür. Bu anlamda, yaÅŸadığımız olaylarla ayetler arasındaki iliÅŸkiyi kurabilmeye, vahiy kültürü denir. Bu kültür; sürekli yaratılışla canlılığını koruyan gerçekler olarak benzerlerini kendi dünyamızda yakalamamız gereken ilkelerden oluÅŸur. Dolayısıyla kitabî ve kevnî ayetler, evrensel anlamda hayatı doÄŸru algılamamıza yardımcı olurlar.

Ä°nsan-insan iliÅŸkileri açısından; tâbi olan ile olunan arasındaki olumsuz yaklaşımlar, bir sürü mazlum ve maÄŸdur üretmiÅŸtir. Kur’an’ın, birbirinin peÅŸine takılan ve sonuçta birbirinden beslenmeyi varlık sebebi sayan insanlar için açtığı konular ve bahsettiÄŸi tipler, dikkate ÅŸayandır. BilindiÄŸi gibi her zulüm, mazlum yaratır. Ä°çinde bulunduÄŸu maÄŸduriyetten dolayı mazlum, ilk bakışta sevimli ve cana yakın bulunur. Hatta sadece bu zayıf yönüyle dahi merhameti hak ettiÄŸi ya da edeceÄŸi varsayılır. Oysa direnmeyi, dayanmak veya katlanmakla karıştırmalarından olsa gerek; Kur’an, bunların önemli bir kısmının sevimsiz olduÄŸunu ve kötü bir sonuçla karşılaÅŸacaklarını söyler.

 

Sevimsiz Olanlar

Ä°çinizde bazılarını ÅŸöyle bulursunuz;

“(Ama) hakikati inkâra ÅŸartlanmış olanlar, ‘Biz ne bu Kuran’a inanırız, ne de önceki vahiylerden bugüne kalanlara!’ dediler. Sen (Hesap Günü) Rablerinin huzurunda suçu birbirlerinin üzerine atıp durdukları zaman bu zalimleri(n halini) bir görseydin! Güçsüz olanlar küstahça böbürlenenlere: ‘Siz olmasaydınız kesinlikle inanmışlardan olurduk!’ diyeceklerdir. Küstahça böbürlenenler ise güçsüzlere: ‘Nasıl olur? DoÄŸru yol size açıkça gösterildikten sonra biz mi sizi (zorla) ondan alıkoyduk? Hayır, suçlu olan sizdiniz!’ diyeceklerdir. Ama güçsüzler, küstahça büyüklük taslayanlara: ‘Öyle deÄŸil! (Bizi ondan alıkoyan, sizin) gece gündüz (Allah’ın mesajlarına karşı) yanlış ve yanıltıcı itirazlar geliÅŸtirmenizdi; (tıpkı) Allah’ı tanımamaya ve O’na rakip güçler bulunduÄŸuna bizi ikna ettiÄŸiniz (gibi)!’ diyeceklerdir. Ve onlar (kendilerini bekleyen) azabı görünce (derin) piÅŸmanlıklarını ifade etmeye imkân bulamayacaklar: çünkü biz hakikati inkâra ÅŸartlanmış olanların boyunlarına demir halkalar geçireceÄŸiz. Bu, yaptıklarının (adil) bir karşılığı deÄŸil midir?” (34 Sebe / 31–33)

Güçsüz olanlar, küstahça böbürlenenlere:

“‘Siz olmasaydınız kesinlikle inanmışlardan olurduk!’ diyecekler.”

Yani;

“Siz bizi imandan saptırdınız, sizin yüzünüzden inanamadık. ” diyecekler.

Küstahça böbürlenenler ise, zayıf düÅŸürülenlere:

“’Nasıl olur? DoÄŸru yol size açıkça gösterildikten sonra biz mi sizi (zorla) ondan alıkoyduk? Hayır, suçlu olan sizdiniz!’ diyecekler. ”

Yani;

“Siz bir gün bu yaptıklarımız günah, ayıp, yanlış ve yapmayın, yapmayalım dediniz mi?

Hiç ÅŸikâyet edip Allah var, vicdan var, insaf var, durun, diyerek karşı çıktınız mı?

Ä°man ettiÄŸinizi söylediniz de, biz mi engel olduk?

Beraber haram, helal demeden eÄŸlenerek yiyip içiyorduk.

Belki de bizim aşırılıklarımızın arkasında sizin desteğiniz yatıyordu.

Bütün suçları beraber iÅŸliyorduk, siz de en az bizim kadar suçlusunuz.

Artık sızlansak da, sabretsek de birdir; kaçıp sığınacak bir yerimiz yok!” diyecekler.

Küçük görülenler, küstahça büyüklük taslayanlara:

“’Öyle deÄŸil! Bizi ondan alıkoyan, sizin gece gündüz Allah’ın mesajlarına karşı yanlış ve yanıltıcı itirazlar geliÅŸtirmenizdi; tıpkı Allah’ı tanımamaya ve O’na rakip güçler bulunduÄŸuna bizi ikna ettiÄŸiniz gibi!’diyecekler. ”

Yani;

“Öyle bir dünya tasavvur edip öylesine büyüleyici kapılar açtınız ki…

Zevk içinde barlarda, pavyonlarda eÄŸlenirken Allah aklımıza mı geldi.

Sizin kurguladığınız yaldızlı hayatta gerçekleri göremedik.

Sizin bu konularda yalan söyleyebileceÄŸinizi düÅŸünemedik.

Rahmeti, rızkı, özgürlüÄŸü ve adaleti sizin dağıttığınızı sanmıştık.

Nerede o alımlı, mağrur ve her şeyi bilen tavrınız?

O inananlarla alay eden, küçümseyen haliniz?

Anlaşılan bizi kandıran, sizin gibi şeytanlarmış.

Din diye karşımıza çıkardığınız gizemli ve ÅŸifreli anlayışlar ve bol ifritli çarpan güçler, baksanıza yalanmış. Nerede o baÄŸlanılan sahte tanrılar, bol ebcetli muskalar, büyü bozucular, üfürülen suratlar? Artık kim efsun yapıp bizi kurtaracak? Kim bize ÅŸefaatçi olacak? Hani büyük ataların ÅŸad olmuÅŸ yardıma koÅŸan ruhları? Åžimdi kim bizi savunacak? Acaba yapılan iyiliklerin hiç mi karşılığı olmayacak? Biz size uymuÅŸ kimselerdik. Åžimdi en azından, ÅŸu üstümüze gelecek ateÅŸin bir kısmını bizden uzaklaÅŸtırabilecek misiniz?” diyecekler.

“(Onların yaptıkları her bir (iyi) iÅŸi ele alırız, onu saçılmış zerreler haline getiririz (deÄŸersiz kılarız).”  (25 Furkan /  23)

Her ikisi içinde;

“Biz hakikati inkâra ÅŸartlanmış olanların boyunlarına demir halkalar geçireceÄŸiz. Bu, yaptıklarının (adil) bir karşılığı deÄŸil midir?”

Yani;

“Kula kulluÄŸun karşılığı…” denilecek.

Burada dikkat çekici olan, zavallıların ÅŸu son itirazlarıdır:

‘Hayır! (Bizi ondan alıkoyan, sizin) gece gündüz (Allah’ın mesajlarına karşı) yanlış ve yanıltıcı itirazlar geliÅŸtirmenizdi; (tıpkı) Allah’ı tanımamaya ve O’na rakip güçler bulunduÄŸuna bizi ikna ettiÄŸiniz (gibi)!’

Bu diyalog, yöneten – yönetilen iliÅŸkilerinin, dinden bağımsız geliÅŸmediÄŸini gösteriyor. Belam ve Haman’ların elinden çıktığı anlaşılan bu sahte din örgüsü, hemen her zaman Samiri’nin yaptığına benzer ÅŸekilde “Elçi’nin Ä°zi”’nden de örnekler taşıyor. Ä°ÅŸin kötüsü, bu uyuÅŸturma faaliyetleri; bazen hurafelerle sulandırılmış bazen koyu bir milliyetçilik aşısı yapılmış bazen de ahlaktan yoksun ve salt sistemin bekasına uyarlanmış bir dinle yapılıyor. Ä°lahi rehberlik altında oluÅŸmuÅŸ peygamberlerin mirasından çalarak oluÅŸturulan söylemlere, biraz pragmatizm, azıcık ajitasyon, bolca hurafe ve epeyce de resmi ideoloji katılarak insanların tapınma ihtiyacı geçici de olsa karşılanıyor. Böylesi bir büyü içinde, kalabalıkların insanı güdeleyen yönüne bir de ait olma hissi katıldı mı, artık on yıllarda yeni bir nesil yaratmanın önü açılmış oluyor.

Buradan hareketle: “De ki: “Size bir ÅŸeyi öÄŸütleyeyim: ‘Allah için, ikiÅŸer ikiÅŸer ve teker teker durup düÅŸününüz! Arkadaşınızda cinlenmiÅŸlikten eser yoktur. O, çetin bir azabın öncesinde sizin için bir uyarıcıdır.” (34 Sebe / 46) ayeti, “uydum kalabalığa” dediÄŸimiz anlayışı eleÅŸtiriyor. Körü körüne taklidi içeren bu seviyesiz birliktelikler, özgür ve özgün düÅŸüncelere engel teÅŸkil ediyor. Toplumun elit bir sınıf tarafından güdülmesi sonucunu doÄŸuran bu teÅŸebbüsler, sınıfsal ayrım oluÅŸturan haksız uygulamalara kapı aralıyor.

Birer ikiÅŸer kalkın ve düÅŸünün.

Muhammed’in cinlenmiÅŸ olmadığını biliyorsunuz.

Ebu Lehep öyle istediÄŸi ve öyle dediÄŸi için böyle konuÅŸuyorsunuz.

Aslında O; dürüst, güvenilir ve tanıdığınız biri.

Birer ikiÅŸer kalkın ve düÅŸünün.

Ä°slam’ın gericilik, karanlık ve öcü olmadığını,

Aslında rahmet, aydınlık ve barış olduğunu biliyorsunuz.

Birer ikiÅŸer kalkın ve düÅŸünün.

Aslında haklarınızı gasbedenlerin kimler olduğunu

Rabb’inizin size asla haksızlık yapmayacağının farkındasınız.

Bu diyaloÄŸun ana fikri ÅŸudur:

Çıkın içinde bulunduÄŸunuz gruptan birer ikiÅŸer

Kurtulun şu taş gibi kalplerinizle yuvarlanıp gitmekten

Beyni yıkayan, günaha bulanmış yalan haberlerden

DüÅŸünün, gerçeÄŸin çok farklı olduÄŸunu göreceksiniz.

Bunlar; günahta birbirleriyle yarışıp yeryüzünde sürekli savaÅŸ için ateÅŸ yakan, ikiyüzlü ve kıskanç azgınların izinde, iÅŸtahlarının sonu olmayan dalkavuk tiplerdir. Tıpkı sefil bir maymun gibi…

“De ki: ‘Allah katında bunlardan daha ÅŸiddetli bir cezayı hak edenleri size söyleyeyim mi? Onlar, Allahın lanetledikleridir; onlar Allahın gazap ettikleridir ve ÅŸeytani güçlere (taÄŸut) taptıkları için Allahın maymuna ve domuza çevirdikleridir: Bunlar durumu en kötü olanlar ve doÄŸru yoldan daha fazla sapanlardır’ “. (5 Maide / 60)

Servet ve soylarını bir güç gösterisine dönüÅŸtürenlerin arzu ve isteklerinin peÅŸinde, duyuları ile kavrayamadıkları güçlere körcesine tapan bu zavallı kimselerin, Ä°blis’i haklı çıkaran böylesine davranışları içler acısıdır.

Menfaati için kan döken

Hayvanların kulaklarını delen

Yaratılışı değiştiren

Kuruntularının pençesinde

Emperyalist sömürgecilerin peÅŸinde

Åžeytani güçlere taparak

Bizi meleklere mahcup eden bunlardır.

Bazılarını da ÅŸöyle bulursunuz;

“Melekler, kendilerine zulmeden kimselere canlarını alırken soracaklar: “Neyiniz vardı sizin?” Onlar: “Biz, yeryüzünde çok güçsüzdük” diye cevap verecekler. (Melekler:), “Allah’ın arzı sizin kötülük diyarını terk etmenize yetecek kadar geniÅŸ deÄŸil miydi?” diyecekler. Böylelerinin varış yeri cehennemdir, ne kötü bir varış yeri!” (4 Nisa / 97)

Melekler, kendilerine zulmeden kimselere canlarını alırken soracaklar: “Dünyadayken durumunuz neydi?”

“Onlar; ‘Biz, yeryüzünde çok güçsüzdük.’ diye cevap verecekler.”

Yani;

“Zor ÅŸartlarda çalışan insanlardık. Ekmek aslanın aÄŸzındaydı. Karnımızı zor doyuruyorduk. Pek çok ÅŸeyden yoksunduk. Nasıl ve neyin mücadelesini yapacaktık. Biz, kötü bir sonuçla karşılaÅŸmayı hak etmiyoruz.” diye cevap verecekler.

“Melekler; ‘Allah’ın arzı, sizin kötülük diyarını terk etmenize yetecek kadar geniÅŸ deÄŸil miydi?’ diyecekler.”

Yani;

“Siz fakir ama ilkesiz, zayıf ama kiÅŸiliksizdiniz. Hiçbir ÅŸeyden ÅŸikâyet etmediniz. Kurtulmak isteyip buna yol aramadınız. Nasihat dinlemediniz. Elinize biraz para geçse kendilerine kuyruk olduÄŸunuz kimselere yaltaklanmayı, hiç ihmal etmezdiniz. Hesap gününü unutarak sorgulamadan, batıla dalanlarla beraber dalıp gittiniz (74/45, 46). Sorun çıktığında sıvışmak ve sorumluluk gerektiÄŸinde sıyrılmak, sizin en temel vasfınızdı (24/63). Yerinizi, iÅŸinizi, ÅŸartlarınızı deÄŸiÅŸtirmeyi, adaleti ve özgürlüÄŸü istemeyi unuttunuz. Hatta kendiniz bir ÅŸey yapmadığınız gibi insani deÄŸerleri savunanları yok sayıp onlara yapılan haksızlıklara da seyirci kaldınız. Sadece bu güçsüz halinizden kurtulmak isteyip hakkı ve haklı olanı savunsaydınız. GerçeÄŸi dile getirenleri alkışlasaydınız. Zulme ve zalime yüzünüzü çevirip hiçbir ÅŸey olmamış gibi davranmasaydınız.

Ä°ÅŸkenceye mi karşı çıktınız?

Ä°ÅŸgallere mi?

RüÅŸvete mi direndiniz?

Adam kayırmaya mı?

Elçiler size hakikatin bütün kanıtlarını getirmemiÅŸ miydi? Allah’ın arzı geniÅŸ deÄŸil miydi? Kötülüklerden hicret etmeyi neden hiç düÅŸünmediniz? Hiç deÄŸilse bağırsaydınız, olmadı konuÅŸaydınız, olmadı fısıldasaydınız, olmadı sadece düÅŸünüp kızsaydınız da azıcık kaÅŸlarınızı çatsaydınız. Siz hangisini yaptınız?” diyecekler.

Nitekim bunlar, hiçbir ÅŸekilde tahrik olmayan ve sahip oldukları hiçbir deÄŸer için bedel ödemeyi göze almayan, alamayan ve hiçbir iÅŸe yaramayan asalak tiplerdir. Tıpkı uyuÅŸuk bir köpek gibi…

“Ve kendisine mesajlarımızı lütfettiÄŸimiz halde onları bir kenara atan kimsenin başına gelecek olanı anlat onlara: Åžeytan yetiÅŸip yakalar onu ve o da, baÅŸka niceleri gibi, vahim bir sapışla sapıp gider. Biz eÄŸer dileseydik (bize yaklaÅŸsaydı), onu ayetlerimizle yüceltir, üstün kılardık: fakat o hep dünyaya sarıldı ve yalnızca kendi arzu ve heveslerinin peÅŸinden gitti. Bu bakımdan, böyle birinin durumu (kışkırtılan) bir köpeÄŸin durumu gibidir: öyle ki, onun üzerine korkutarak varsan da dilini sarkıtıp solur, kendi haline bıraksan da. Bizim ayetlerimizi yalanmaya kalkan kimselerin hali iÅŸte böyledir. Öyleyse, bu kıssayı anlat ki belki derin derin düÅŸünürler.” (7 A’raf / 175, 176)

Sahip olduÄŸu bütün deÄŸerlerin yerle bir edilmesine raÄŸmen; tahrik olmayan ve tavır alamayan bu gibilerin, kendi haline bırakılması durumunda da sonuç deÄŸiÅŸmez. Bunlar itaat delisi ve güçlü hayranıdırlar. Yemekle donanmış bir masa, kariyerle sunulmuÅŸ bir makam ve bir maaÅŸ ikramiye, bunların vicdanını olabildiÄŸince ÅŸekillendirilebilir. Hayat görüÅŸlerinin sadece menfaatlerinin peÅŸinde ÅŸekillendiÄŸi bu güruhun, hiç kemiÄŸi yoktur.

“Ä°nsanlar arasında öyleleri var ki, “Biz, Allah’a inanıyoruz!” derler; ama Allah yolunda sıkıntıya düÅŸünce insanlardan çektikleri eziyeti Allah’tan gelen bir ceza gibi, (hatta ondan daha korkutucu) görürler…” (29 Ankebut / 10)

Sonuç olarak, yukarıda anlatılan iki zayıf güruhun ortak özelliÄŸi, aklını kullanmayarak körü körüne tabi olmaları ve taklit etmeleridir. Bunlar; büyük saydıkları önderleri ve liderleri peÅŸinde, doÄŸru yolu kaybedenlerdir. BaÅŸlarına gelen her türlü musibetin faturasını ona kestiklerinden, Allah ile araları iyi deÄŸildir. Bakan ama görmeyen, duyan ama dinlemeyen, ilgisi ve dikkati belden aÅŸağısıyla midesinden öteye geçemeyen, güdülesi insanlardır, onlar.

“EÄŸer (sınırsız zenginliklerin önlerine serilmesiyle) bütün insanlar (küfürde) tek bir (ÅŸeytani) toplum haline gelmeyecek olsaydı, (ÅŸimdi) Rahman’ı inkâr edenlerin evlerini gümüÅŸten çatılar ve tırmanacakları (gümüÅŸten) merdivenler ile donatırdık; Onların evleri için gümüÅŸten kapılar, üzerine yaslanacakları koltuklar yapardık. Ve (sınırsız ölçüde) altın? Ama bunların tümü, bu dünya hayatının (gelip geçici) zevklerinden baÅŸka bir ÅŸey deÄŸildir; hâlbuki Allah’a karşı sorumluluk duyanları öteki dünyada Rableri katında (mutluluk) bekler. Kim Rahman’ı zikretmekten gafil olursa, yanından ayrılmayan bir ÅŸeytanı ona musallat ederiz. Åžüphesiz bu ÅŸeytanlar onları doÄŸru yoldan saptırırlar. Onlar ise doÄŸru yolda olduklarını sanırlar. Nihayet (Zikrimize karşı körlük edip yoldan çıkan o adam) bize geldiÄŸi zaman (kötü arkadaşına) der ki: “KeÅŸke benimle senin aranda iki doÄŸu (doÄŸu ile batı) arası kadar uzaklık olsaydı (seni hiç görmeseydim); meÄŸer ne kötü arkadaÅŸmışsın sen!” Onlara, “(Bu temenniniz) bugün size asla fayda vermez. Çünkü zulmettiniz. Hepiniz azapta ortaksınız” denir.” (43 Zuhruf / 33–39)

Zayıf ama namussuz

Fakir ama onursuz

Mazlum ama sorumsuz

Anlamış ama kabullenmiş

Fark etmiÅŸ ama kabuÄŸuna çekilmiÅŸ

Taklit ederek kuyruk olan

KimliÄŸi ve kiÅŸiliÄŸi olmadan

Ve göze batmadan yaÅŸayan tipler

BaÅŸlarına gelen bütün musibetleri

Sorumlularını arayacakları yerde

Gaybı taşlayıp

Allah’a fatura ediverirler.

“Yoksa sen onlardan çoÄŸunun (senin ulaÅŸtırdığın mesajı) dinlediklerini ve akıllarını kullandıklarını mı sanıyorsun? Hayır, hayır, koyun sürüsü gibidir onlar: doÄŸru yoldan hiç mi hiç haberleri yok!” (25 Furkan / 44)

Zalim kralların eÄŸlencesi olmuÅŸ ve bu yüzden ilerlemiÅŸ yaÅŸlarına raÄŸmen ergenliklerini bir türlü atlatamamış zevk düÅŸkünü bu insanlar için; dinlemek ve dinlediÄŸi ÅŸey üzerinde düÅŸünmek ya da bakmak ve baktığını görmek, hiçbir zaman önemli olmamıştır. Bunlar dünyada mazlum olmalarına raÄŸmen ahirette de memnun ve mutlu olamayacak kadar bedbahttırlar. Zira her ikisini de kaybederler.

“Kim bu dünyada gerçekleri görmede kör ise, âhirette de kördür…”  (17 Ä°sra / 72)

Adalet istemek, insanca bir ÅŸeydir. Fıtri kabiliyetleri olgunlaÅŸmamış birinin, mümin olmadan önce insan olması gerekir. Nitekim bütün yaÅŸamsal ve olası teklifler, insani özellikler içerir. Sırf bu yüzden, Allah Resulü’nün arkadaÅŸları için ;“ …Bizi güt demeyin…” (2 Bakara / 104) ayeti inmiÅŸ ve onlara insan olarak deÄŸerli oldukları hatırlatılmıştır.

 

Sevimli Olanlar

Bazıları ise ÅŸöyledir;

“Nasıl olur da Allah yolunda savaÅŸmayı ve ‘Ey Rabb’imiz! Bizi halkı zalim olan bu topraklardan kurtar(ıp özgürlüÄŸe kavuÅŸtur) ve rahmetinle bizim için bir koruyucu ve destek olacak bir yardımcı gönder!’ diye yalvaran çaresiz erkekler, kadınlar ve çocuklar için savaÅŸmayı reddedersiniz?” (4 Nisa / 75)

“Ey Rabbimiz! Bizi halkı zalim olan bu topraklardan kurtar(ıp özgürlüÄŸe kavuÅŸtur)…”

Yani;

“Lütfen yardım edin. Çocuklarım bana bakmıyor.”

“Param yok. Tedavi olamayacak mıyım?”

“Sokakta kaldım. Sesimi duyan kimse yok mu?”

Halkının yanlışlara ve haksızlıklara duyarsızlaşıp -farkında olsun ya da olmasınlar- seyirci kalarak bir nevi zulme ortak olduÄŸu toplumlarda bu haykırışlar, çok farklı ÅŸekillerde olabilir. Kur’an yaklaşımında; olası tek makbul zayıflık içinde bulunan bu insanların cihadı, asgari ÅŸikâyet etmektir. Zulmü dile getirmek ve çığlık atmak. Böylece, iÅŸlenen suçlara ortak olmaktan kurtulurlar. Nitekim Allah, kötü sözle bağırmayı, sadece zulme uÄŸrayanlar için hoÅŸ görmüÅŸtür. Sıkışan her toplumda olduÄŸu gibi çaresizlikleri, onları bir kurtarıcı beklentisine sokmuÅŸtur. Kurtarıcılarının, yanı baÅŸlarında yaÅŸayan müslümanlar olduÄŸunu bilmeden!

Allah katında, tek sevimli mustazaflar, bunlardır. Bunların imkânları olmadığı halde, zulümden ÅŸikâyet edebilecek kadar kiÅŸilikleri oturmuÅŸtur. Kurtulmak istemeleri, onların olup-bitenin farkında olduklarını gösterir. Zayıf ama onurludurlar. Fakir ama gururludurlar. ÖrneÄŸin; Kur’an’da, Firavun’un hanımı Asiye; zayıf, mazlum, maÄŸdur ama onurlu ve kurtulmak isteyen insanlar için iyi bir örnek olarak anlatılır. Kocasını, onun yaptıklarını ve yaÅŸadığı toplumu sorgulayan biri olarak…

“Hakikati inkâra ÅŸartlanmış olanlara gelince, Allah, Nuh’un karısı ile Lut’un karısını örnek getirmektedir: onlar iki dürüst ve erdemli kulumuzun nikâhı altında idiler, ama kocalarına ihanet etmiÅŸlerdi ve bu iki kadına (Hesap Günü): ‘Haydi bütün öteki (günahkâr) lar ile birlikte ateÅŸe girin!’ denildiÄŸinde iki (kocanın) da onlara bir faydası dokunmayacaktır! Ä°mana ermiÅŸ olanlara da Allah, Firavun’un karısını örnek getirmiÅŸtir ki o: ‘Ey Rabbim!’ diye yalvarmıştı, ‘Senin katında cennette benim için bir ev inÅŸa et, beni Firavun’dan, yaptıklarından ve ÅŸu zalim halkın elinden kurtar!’ “ (66 Tahrim / 10, 11)

Ä°nsanın baÄŸlandığı bütün geçmiÅŸinin, adalet beklentisine feda edilebilmesi kolay olmadığı için, zalim bir halkın elinden kurtulmak ÅŸuuru; ırk, dil, kültür ve tarih bilincinin üstündedir. Bu ÅŸuur, adaletin olmadığı yerde sahip olunan diÄŸer her ÅŸeyin, anlamını ve deÄŸerini yitirdiÄŸini gösterir.

Bu çaÄŸrıyı duyanların ise; bir ÅŸeyler yapmak için, kurtarıcı beklemeye hakları yoktur. Onlar için hiçbir mazeret, sürekli olarak insanın sadece kendisini düÅŸünerek toplumunun sorunlarına ilgisiz kalmasını haklı çıkaramaz. Aksi takdirde zulmedenlerle aynı kötü sonuçları paylaşırlar. “Nitekim hiç kimse; bütün suçunun, statü olarak kendisinden üstte bulunan kimselerin verdiÄŸi emirleri, körü körüne yerine getirmek olduÄŸu mazeretine sığınamaz.”(Esed)

“(Öyle) Bir fitneden sakının ki, aranızdan yalnız haksızlık edenlere eriÅŸmekle kalmaz (hepinize eriÅŸir). Bilin ki Allah’ın azabı çetindir.” (8 Enfal / 25)

Ä°nsanın yaptığı bütün iyilikler, kendisi içindir. Dünyada mevcut bulunan imkânların, insanlar arasında adil olarak paylaşılması halinde herkese yeteceÄŸi düÅŸüncesinden hareketle; Allah’ın kimseye borçlu kalmayacağı da kesindir. Nitekim Kur’an’da, servetin sadece zenginler arasında dolaÅŸan bir güç haline gelmesinin yasaklandığını da biliyoruz. .

Havariler demiÅŸlerdi ki: ”Allah’ın yardımcıları bizleriz.” (61/14)

Allah’ın yardımcısı olmak (3/52)

Allah’ın sadaka kabul etmesi (9/104)

Allah’a borç vermek (2/245)

Allah yolunda sarf etmek (8/60)

Malları ve canları satın alması ( 9/111)

Beşte bir ganimeti alması (8/41)

Bütün bunlar, kimsesiz, yoksul ve mazlum insanlar içindir.

Tıpkı bunun gibi;

Allah’a eza etmek (33/57)

Allah’a hainlik etmek (8/71)

Allah’a savaÅŸ açmak (ribâ)

Yine peygamberlerle beraber onlara yapılan haksızlıklara karşılık gelir.

Tüm bunların yanı sıra Allah’a kurban kesmek, oruç tutarak hâlden anlamak veya zekât vermek de, bu insanlara yapılacak yardımlarla ilgilidir. Hatta cihad dediÄŸimiz olgu dahi, bir anlamda onların esaretine ve ezilmiÅŸliÄŸine son vermek için gösterilen gayretin adıdır. BaÅŸkalarının basit görüÅŸlü ayak takımı dediÄŸi bu fakir, zayıf ve mazlum insanlar, Allah’ın kendilerine bu kadar sahip çıktığını ve iyilik ya da kötülük olsun onlara karşı yapılan her türlü davranışı, kendisine yapılmış saydığını keÅŸke bilselerdi. Allah ile çaresiz ve yoksun bırakılmış insanlar arasında öylesine yakın bir iliÅŸki vardır ki, bu yüzden halk arasında; “Alma mazlumun ahını çıkar aheste aheste.” denilmiÅŸtir.

“Fakat Biz istiyorduk ki, yeryüzünde hor ve güçsüz görülen kimselerden yana çıkalım…” (28 Kasas / 5)

Nitekim Kur’an’ın; insanların küçümsenmeden, aÅŸağılanmadan adam yerine konmaları ve insanca yaÅŸamaları için gösterdiÄŸi yolda günahtan uzak durmaya çağırmasının sebebi, günahın sahibinde oluÅŸturacağı suçluluk hissidir. Zira bu his, kiÅŸiliÄŸi parçalayıp boyun eÄŸmeyi beraberinde getirecektir.

“Firavun kavmini küçümsedi, onlar da ona boyun eÄŸdiler. Çünkü onlar yoldan çıkmış (fasık) bir kavim idiler.” (43 Zuhruf / 54)

Allah’ın hiçbir ÅŸeye ihtiyacı olmadığı düÅŸünüldüÄŸünde “Allah için” demek; insanlar için, mazlumlar için ve özellikle mustazaf denilen zayıf, yoksul ve haklarından yoksun bırakılmış kimseler için demektir. Üstelik; “.…Allah’a ve insanlara karşı taahhütlerine (sadakatle) baÄŸlanmadıkları sürece…” (3 Al-i Ä°mran / 112) ayetinde; insanların himayesinin, Allah’ın vereceÄŸi güvenin yanı sıra gelmesi de, bu iliÅŸkinin önemini açıkça ortaya koyar.

“Allah, rızık konusunda kiminizi, kiminizden üstün kılmıştır. Fakat üstün kılınanlar, gözetimleri altında bulunanlara, kendileriyle eÅŸit olurlar diye rızıklarını vermezler. Bile bile Allah’ın nimetini inkâr mı ediyorlar?” (16 Nahl / 71) ayetinin gösterdiÄŸi gibi, nankörlüÄŸün inkâra bu kadar yakın durduÄŸu en önemli saha, “emek” alanıdır. Ä°nsanın üstünlük iddiasının, kıskançlık ve korkuyla nasıl bir hak gasbına yol açtığı ortadadır. Allah’ın emeÄŸini göz ardı ederek inkâr yolunu inatla sürdürenlerin, insanların emeÄŸine saygı duyması, pek mümkün gözükmemektedir. Dahası insanın emeÄŸini sömürmek, beraberinde Allah’ı ve nimetlerini inkâr anlamına da gelir. Böylelikle toplumlar, ciddi bedeller öderler. Hâlbuki “ÂdemoÄŸulları” demek; “Ä°nsanlar, eÅŸittir.” demektir. EÄŸer bir menfaat söz konusuysa, bu herkesin faydalanacağı ÅŸekilde olmalıdır. Sanal ve sahte baÅŸka Ä°lah edinmemeleri talebi, insanların gerçek özgürlüÄŸü yakalayabilmesi içindir. Gücün sadece Allah’a ait kılınması ve bütün güç gösterilerinin yasaklanması, insanlar arasındaki eÅŸitlik ve adaletin tesisi için zaruridir. Allah’ın samimiyeti, ortadadır. Kendisi için hiçbir ÅŸey istemez. Hâlbuki sahte Tanrıların kullarından beslendiÄŸi gibi, asılsız güç iddialarının yalancı sahipleri de halktan beslenirler. Bütün sahtekâr önder ve liderler gibi… Zira tarihte; Tanrılara sunulan yiyecek ve içecekler, bugünün çıkarcı emperyal “Ä°nsan Tanrı” ları nezdinde, refah ortamına dönüÅŸmüÅŸtür.

“De ki: “Gökleri ve yeri yoktan var eden, besleyen, fakat kendisi beslenmeyen Allah’tan baÅŸka dost mu tutayım?…” (6 En’am / 14)

Resuller de, hiç bir karşılık beklemeden aynı samimiyeti ortaya koymuÅŸlardır. Kur’an’da hepsi için belirlenen ortak söz ÅŸudur: “Ben sizden bir ücret istemiyorum.”

Tanrısız bir anlayışta, kurban da olmaz. Bu durumda; vatan için, ezilen halklar için, emeÄŸin hakkı için vb. tabelaları ellerinde tutanlar, sonuçta kime ve niçin kurban olduklarını yani arka bahçede semirmiÅŸ bir takım “Ä°nsan Tanrılar” ın çıkarlarının olmadığını söyleyebilmelidirler.

GörüldüÄŸü gibi; aksine güç gösterisinde bulunan bu yalancı odakları besleyenler, onlara kuyruk olan insanlardır. Ne yazık! PeÅŸinden koÅŸtukları ve yardımlarını umdukları ÅŸeye kendilerinin güç kattıklarını bilmeden…

“(O sahte Tanrılar) kendilerine yardım edemezler. Tersine kendileri onlar için hazırlanmış askerlerdir (onları besleyip, korumaktadırlar).” (36 Yasin / 75)

Ä°nsanın yalnızlık hissi, öylesine güçlüdür ki onu bastırmak için elinden tutacağını umduÄŸu her ÅŸeye sıkıca yapışır ve abartır. AÅŸkını, parasını ya da ümidini birdenbire somut bir objede odaklayarak yoÄŸunlaşır. Bu, tersinden kendine tapınma hastalığıdır ve bir nevi insanın kendisiyle yaptığı rabıtadır. Çünkü yöneldiÄŸi ÅŸeylerin neredeyse hepsinin altında, kendi resmi saklıdır.

Zayıflık ve zavallılık, sadece maddi imkânsızlıklarla oluÅŸmaz. Åžahsiyet noksanlığı ya da kiÅŸilik kaybı denilen durumlarda da bu marazı çokça görebilirsiniz. Ä°çimizdeki bu zavallı hasta insanlardan bir kısmı; “Hem sizden hem de kendi kavimlerinden emin olmak isteyen, (ama) kötülük eÄŸilimi ile her karşılaÅŸtıklarında kendilerini gözü kapalı ona kaptıran baÅŸkalarını(n da var olduÄŸunu) göreceksiniz…” (4 Nisa / 91) ayetinde anlatıldığı gibi, çift yönlüdürler.

Bazıları ise; “Kalplerinde hastalık bulunanların: «Başımıza bir felâketin gelmesinden korkuyoruz» diyerek onların (Yahudi/ ve Hiristiyanlarrın) iÅŸine yarayan bir tavır sergilemekte yarıştıklarını görebilirsin.” (5 Maide / 52) ayetindeki gibi yaltaklanmayı âdet haline getirmiÅŸlerdir. Bunlar, yalnızca içlerinde aramaları gereken ÅŸeytanı, kötü bir deÄŸer olmaktan çıkarıp Allah ile savaÅŸan “Åžer Tanrısı” konumuna sokanlardır. Nitekim ÅŸerrin Allah’a izafesi, sırf bu zavallıların oyuna gelerek çareyi baÅŸka yerlerde aramalarına engel olmak içindir.

“O halde sen Allah yolunda savaÅŸ çünkü sen, yalnızca kendi nefsinden sorumlusun- ve müminleri ölüm korkusunu yenmeleri için teÅŸvik et! Allah, hakikati inkâra kalkışanların gücünü kırmaya muktedirdir; çünkü Allah iradesinde güçlü ve cezalandırmasında ÅŸiddetlidir.” (4 Nisa / 84)

Krallar bir ülkeye girdiÄŸinde her ÅŸey tersine döner. Sorgulanamazlık, zalimlerin vasfı olur. Adalet, biter. Zihinsel (kalbî) hastalıklar, çoÄŸalır. Vicdanlar, körelir. Herkesi ölüm korkusu sarar. Bu durumda; ÅŸeytanlar, insanların onurunu kapıp kaçırır. Güçsüz ve mazlum insanlar, ÅŸikâyet etmeyerek yeryüzünde haksız yere böbürlenenlere koruyucu bir kalkan olunca da; artık ne Ä°brahim ne Musa ne de Muhammed’in sesi duyulur. Bir Samiri çıkar, hepsini kandırır. Neleri varsa alır. Ellerindeki serveti toplayıp yine ona taptırır.

“Nice peygamber, arkasında Allah’a ram olmuÅŸ birçok insanla birlikte (O’nun yolunda) savaÅŸmak zorunda kaldı: Onlar, Allah yolunda çektikleri sıkıntılardan dolayı ne korkuya kapıldılar, ne zayıf düÅŸtüler ve ne de kendilerini (düÅŸman önünde) küçük düÅŸürdüler, zira Allah sıkıntılara göÄŸüs gerenleri sever.” (3 Al-i Ä°mran / 146)

İsyan etmiş tehdit almış

KorkmuÅŸ daÄŸa kaçmış

Bir mağarada uyuya kalmış

Ashab-ı Kehf’ten biri kadar olabilseydim

Hiç deÄŸilse

Mahmur gözlerle bile

Onurum kurtulacaktı

Belki de uyandığımda

Dünya ÅŸu anki dünya olmayacaktı.

 

Not: Konu içinde geçen ayetlerin tefsirine yönelik kurgular, meselenin daha iyi anlaşılmasına katkı saÄŸlamak adına yapılan bize ait beÅŸeri yorumlar olarak görülmelidir. Her ÅŸeyin en iyisini Allah bilir.

Kaynak:  Söz ve Adalet / 1. Sayı

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.