Sosyal Medya

Makale

Put

—prematüre kutsalın gayrı meÅŸru çocuÄŸu—

Bir Åžeye Dokunmak

Kutsal, sözlükte; saygı uyandıran, yolunda can vermeye deÄŸer olan, bozulmaması, dokunulmaması, karşı çıkılmaması gereken, Tanrı’ya adanmış ya da Tanrısal olan vb. anlamlara geliyor. Halk nezdinde bunların hepsinin bir karşılığı bulunduÄŸu gibi deÄŸer atfedilen her ÅŸeye de ayrıca kutsal vasfı verilebiliyor. KonuÅŸma veya yazı dilinde edebiyatın bir unsuru olarak ona pek çok anlam yükleniyor. Bu yazı içinde bizi ilgilendiren karşılığı ise daha çok arka planında bir mantık yattığını düÅŸündüren “dokunulmaz”, “sorgulanamaz”, “ve “masum” anlamına gelen ıstılahî tarafı. Çünkü bu yönüyle “put”a dönüÅŸebilen karşılıkları bulunuyor.

Bir ÅŸeyin Tanrısal olmasının yolu, Tanrı’nın gücünü parçalayıp dağıtmakla baÅŸlar. Bu dağıtım, “Tanrı gibi” hareket edebilen bir sürü “Tanrıcık” oluÅŸturur. Kimi devletini kimi ÅŸeyhini kimi gözünde büyüttüÄŸü bir objeyi Tanrı ile iliÅŸkilendirerek anlamlandırır. Böylece bu ÅŸey, her neyse; sorgulanamaz, dokunulamaz veya uÄŸrunda bir ömür feda etmeye deÄŸer bir anlam kazanır. Tanrı ile iliÅŸkilendirme sonucu ortaya çıkan bu deÄŸer atfı, bir ÅŸeyi önemli kılmak adına tamamen kötü sayılamazsa da içinde kiÅŸisel ön kabulleri ve sübjektif yorumları barındırdığından suistimallere oldukça açıktır. Bunun önüne geçmek için “Kutsal olan sadece Allah’tır.” denilmelidir.

Dokunulmazlık ve sorgulanamazlık önemli bir ayrıcalıktır. BeÅŸere sıfat olması tehlikelidir. Tarihte ve bugün hemen her ÅŸeye dokunarak ve sorgulayarak yaklaÅŸmak daha güvenli bir yoldur. Bunu bize Kur’an ve peygamberimiz öÄŸretmiÅŸtir. Kur’an’da anlayarak/bilerek iman etmenin önemi ve gereÄŸi özenle vurgulanmaktadır: “Ä°çimizde, (Allah’a) teslimiyet gösterenler de hak yoldan sapanlar da var. Teslimiyet gösteren kimseler; iÅŸte onlar, doÄŸru yolu aramışlardır.” (72/14) Teslim olmak isteyen, sorgulayarak ve araÅŸtırarak doÄŸru olanı arayıp bulmalıdır. Aksi takdirde, hak yoldan sapanlardan yani, zalimlerden olur. Ä°nsanın içinde bulunduÄŸu durumun vahametini anlaması da ancak bu ÅŸekilde mümkündür. BaÅŸkalarını doÄŸru olana çağırmanın ilk aÅŸaması yanlış olanı açık seçik ortaya koymaktır. Sorgulamadan bunu yapamazsınız. Ayrıca hemen her konuda basiretle hareket etmek esastır (12/108). “Basiret üzere olmak” demek; “Bilerek, akla uygun, bilinç ve duyarlıkla donanmış bir kavrayışla, bir delile dayanarak, insanların idraklerine hitab ederek, inandırıcı kanıtlar göstererek, düÅŸünmeksizin ve taklit yolu ile deÄŸil, sorgulayarak…” anlamlarına gelir.

Ä°nsanların Allah’ın yanı sıra kutsal saydıkları sorgulanamaz ÅŸeyler, çoÄŸu zaman bir deÄŸer atfedilmenin de ötesine geçer. EÄŸer Tanrı formuna sokulmadılarsa yarı Tanrı ÅŸekillerde en iyimser yaklaşımla Allah’a yaklaÅŸmak için vesile edinilirler (39/3). Bu anlamda; bir sorunu çözmek, bir derde çare bulmak veya hayatın merkezine oturtulmak gibi bir içerik kazandırılan kutsal, hemen puta dönüÅŸür. Bu dönüÅŸüm; önceleri, insan nezdinde soyut bir telakkiyken elle tutulabilecek somut bir objenin cazibesine evrilerek çözüm üretme aceleciliÄŸiyle ortaya çıkar. Sonra bir ömür aldanma ve aldatmanın konusu olagelir.

Hz. Ä°brahim’in yaÅŸadığı dönemdeki putları kırdığını bilirsiniz. O, bu fiilî eyleminin öncesinde ve sonrasında özellikle kendi toplumunun bir takım heykel ve sembollere yüklediÄŸi anlamları eleÅŸtirmiÅŸtir. Bu sorgulama neticesinde kırılan putlardan ziyade sarsılan o toplumun ideolojisi olmuÅŸtur. Putların yenisini yapmak mümkün olduÄŸu hâlde onları asıl kızdıran ÅŸey kendi zihinlerinde tutarlılığını yitirerek tartışma konusu haline gelen kabulleri/itikatlarıdır. Ä°ÅŸte “Bunu Ä°lâhlarımıza sen mi yaptın ey Ä°brahim?..” (21/62) demelerinin ya da heykel kırma eylemi karşılığında onu ateÅŸe atmak gibi oldukça ağır bir cezayı öngörmelerinin altında bu öfke yatar. Normal ÅŸartlarda bir putu balyozla kıramazsınız. Kırsanız bile yeniden veya yenisini yaparlar. Bir putu kırmanın tek yolu onu sorgulamaktır. EleÅŸtirerek putu ancak sarsarsınız. EÄŸer sorgulama, beraberinde Hz. Ä°brahim’in ki gibi ahlakî bir duruÅŸ da barındırıyorsa putu yere yatırmanız iÅŸten bile deÄŸildir. Bu durumda sarsılan ve yere yatan aslında onun arkasındaki önyargı ve kabullerdir. Zira gerçek bir imanla desteklenen saÄŸlam bir ahlakî yapının gücü karşısında uzun süre hiçbir ÅŸey duramaz ve dayanamaz.

Şimdi aşağıdaki şu ayetlere dikkat edin;

“Hani, o babasına ve kavmine; ‘Nelere kulluk ediyorsunuz?’ diye sormuÅŸtu. Onlar da: ‘Putlara kulluk ediyoruz ve her zaman, kendini onlara adamış kimseler olarak kalacağız!’ diye karşılık verdiler. (Ä°brahim:) ‘Peki, yalvarıp yakardığınız zaman sizi iÅŸittiklerine yahut size fayda ya da zarar verebildiklerine (gerçekten inanıyor musunuz)?’ dedi. ‘Ama’ diye çıkıştılar, ‘Biz atalarımızı da bunu yapıyor gördük!’ (Ä°brahim:) ‘Peki (bu) taptığınız ÅŸeylere (başınızı kaldırıp da) hiç bakmadınız mı, sizler ve sizden önceki atalarınız? Ä°mdi, (bana gelince, ben biliyorum ki,) ÅŸüphesiz (bu düzmece tanrılar) benim düÅŸmanlarımdır (ve benim için) âlemlerin Rabb’inden baÅŸka (Ä°lah yoktur); beni yaratan da, bana doÄŸru yolu gösteren de odur ve beni yediren de, içiren de odur ve hasta olduÄŸum zaman beni iyileÅŸtiren ve beni öldürecek olan ve sonra yeniden diriltecek olan (hep) odur. Ve hesap günü’nde hatalarımı bağışlamasını umduÄŸum kimse de odur. Ey Rabb’im! Bana (doÄŸruyla eÄŸrinin ne olduÄŸuna) hükmedebilme bilgi ve yeteneÄŸini bağışla ve beni dürüst ve erdemli insanların arasına kat ve gerçeÄŸi benden sonrakilere ulaÅŸtırabilme gücü ver bana ve beni o nimetlerle dolu bahçenin varislerinden biri yap! Ve babamı bağışla; çünkü o gerçekten yolunu ÅŸaşıranlar arasında. Ve o herkesin kaldırılacağı gün beni utandırma.’ dedi.” (Åžuara, 26/70–87)

Bu ayetlerde, Hz. Ä°brahim’in Rabb’ini tanımlarken kurduÄŸu cümlelere dikkat ederseniz tersinden muhataplarının kendi putlarına yükledikleri anlamları bulabilirsiniz.

Âlemlerin Rabb’i;

Yaratan,

DoÄŸru yolu gösteren,

Yediren ve içiren,

Hastalıkları iyileştiren,

Öldüren ve sonra yeniden diriltecek olan,

Ve hesap gününde hataları bağışlaması umulan odur.

Bu konuların hepsi, insanlar için hayati bir önem taşır ve bir takım sembollerle Allah dışında bir ÅŸeylere yakıştırılması haksızlıktır. Demek bu cahil halk; doÄŸru yolu bulmak, rızkını temin etmek, hastalıklarını iyileÅŸtirmek, ölüm korkusundan kaçmak ve umduklarına kavuÅŸmak için bu putlara bazı anlamlar yüklemektedir. Kaynağı beÅŸerî olan bir düÅŸüncenin bütün bu talepleri karşılaması nasıl beklenebilir? Hangi ideoloji insana bu kadar geniÅŸ bir çerçevede cevap verebilmiÅŸtir? Sonuçta insanlar, bu taleplerini karşıladıklarını düÅŸündükleri ÅŸeyler önünde boyun eÄŸmek zorunda kalmayacaklar mı?

Ä°nsanların bu taleplerini karşılamak adına yöneldikleri ÅŸeyler, mistik bir kurgu içinde kutsanmadan ilgi çekemeyecekleri için olaÄŸanüstü ÅŸekillere sokulur. Hiç deÄŸilse yenilmez kahramanlar, alçak düÅŸmanlar ve cesaret öyküleriyle dolu masallar kurgulanır. ÇoÄŸu zaman bu kurgunun içeriÄŸine mitolojilerden ya da dinden de eklemeler yapılır. Bu çaba sadece türbe, yatır, kabir, fal, nazar, büyü hikâyeleriyle oluÅŸturulmaz. Anıt, heykel, uzay, burç, astroloji, enerji gibi çaÄŸdaÅŸ formları da vardır. Amaç bunlar üstünden hayata veya hayatta olanlara dair mesajlar üreterek insanları güdülemek ve mevcut yapıyı korumaya yönelik kazanımlar elde edilmesine imkân vermektir. Dinin böylesine çıkar iliÅŸkilerine alet olmasını önlemek için ÅŸüphesiz doÄŸru anlaşılması gerekir.

 

Sâmiri Çabası

Put oluÅŸtururken dinden yardım almaya “Sâmiri çabası” demek yerinde olur. Kur’an anlatımında Sâmiri, Hz. Musa’nın yokluÄŸunda oluÅŸturduÄŸu puta anlam ve içerik kazandırırken “Elçi’nin Ä°zi” nden almış/çalmıştır. Åžöyle ki;

 

“(Sâmiri): ‘Ben, onların görmediklerini gördüm. Elçi’nin eseri (izi)nden bir avuç aldım da attım; nefsim bana böyle (yapmayı) hoÅŸ gösterdi.’ dedi. “ (Taha, 20/96)

“Ben onların görmediklerini gördüm…”

Yani;

Herkesin tapınma ihtiyacı var.

Gizemli şeyler de merak uyandırıyor.

Daha iyi ve daha çok yaÅŸama arzusu kimde yok ki?

Ä°stediÄŸi anlamı yükleyebileceÄŸi bir sembol kimin iÅŸine gelmez?

DokunabileceÄŸin somut bir Tanrı figürünün kandıran cazibesi ve

Yaptırımları olmayan eğlencelik bir dinle tatmin olmak da cabası.

Baktım sorumluluÄŸu üstlerinden atacak bir kutsal ikon iÅŸlerine gelecek.

BoÄŸa kültünün tarihlerinde ısrarla tapınmalarına konu olduÄŸunu da bildiÄŸimden,

Mısır’dan çaldıkları ziynetlerden katıp karıştırıp bir buzağı yapmaya karar verdim.

Zaten Musa’nın yüklü bir dinî yaptırımla geleceÄŸinden korkup sızlanıyorlardı.

“Elçinin eserinden bir avuç aldım da attım…”

Yani;

Musa’dan öÄŸrendiÄŸim bir sürü ÅŸey vardı.

Hiçbir insan kulluk etmeden duramazdı.

Rabb’in vasıflarından bir kısmını çalıp

Sadece onlara ait olacak bir din oluÅŸturdum.

Bunun içinden de sorumluluÄŸun baskısını atıp

Arzuların İlah olduğu bir kutsal alan peydahladım.

Milletin altınlarını toplayarak yaptığım altın buzağı heykeli,

Aslında insanların ihtiraslarının ÅŸekle bürünmüÅŸ somut haliydi.

Kendine tapınmanın daha uygun ve kolay bir yolunu bulamadım.

“Nefsim bana böyle (yapmayı) hoÅŸ gösterdi…”

Yani;

Herkes bir tiyatro oynamıyor mu?

Din de insanların elinde,

Bir avunma aracı olabiliyorken,

Mutlu olmak adına,

Aldanmanın kime ne zararı var?

Ne olmuÅŸ sanki!

Bu sefer senaryoyu ben yazdım.

Sâmiri; insanların ihtiraslarını tapınma ihtiyaçlarıyla birleÅŸtirmiÅŸti. Yaptığı düzmece ÅŸey, Ä°lah’ın vasıflarından bir kısmını, oluÅŸturduÄŸu sembole eklemlemekten ibaretti. Dahası, onların beklentilerinden oluÅŸturduÄŸu bu sembole elçinin öÄŸretilerinden aldığı bilgi ve deÄŸerlerden bir kısmını yükleyerek onu meÅŸru bir zemine çekmiÅŸ yani ona din aşısı yaparak kutsamıştı. Hesap sormayan, soramayan bir Tanrı ile onları rahatlatmıştı. Onlara göre imtihanı ve sorumluluÄŸu olmayan bir alandı bu. Hâlbuki bu satın aldıkları puta karşı ödedikleri bedel çok ağırdı. Kaybettikleri ÅŸey kiÅŸilikleriydi. Bir istek, Ä°lahlaÅŸma iddiasına soyunduÄŸu zaman kendi gibi pek çok Ä°lah ile savaÅŸmak zorunda kalır. Adalet ve eÅŸitlik mumla aranır hale gelir. Yükselen ve alçalan benlikler oluÅŸur. Tanrı olmak kolay mı? KiÅŸinin put yontarken yaptığı inÅŸanın yapı taÅŸları, kendinin ya da baÅŸkalarının ÅŸahsiyetinden çaldıklarıdır. Nitekim “Tanrı” fikri, gücünü kendinden almadığı zaman vampire dönüÅŸür. BilindiÄŸi gibi sahte Tanrılar, insanlardan beslenir ve onlara ağır bedeller ödetir. Ä°nsanların kanını emer, bitirir. Dünyada ki hükmetme yarışlarının ne kadar kanlı sonuçlandığını söylemeye bilmem gerek var mı?

Ä°nsan, yaÅŸadığı hayatın risklerinin farkına vardığı an, tehlike saydığı ÅŸeylerden kendisini koruyacak surlar inÅŸa etmeye baÅŸlar. Hayatın olası risklerinin oluÅŸturacağı tehlikelere karşı kendine tutunacak dallar arar. Bazıları daha ileri giderek bu surlara kendi bayrağını diker. Kendi yazdığı senaryoda kendini kahraman ilan eder. Kendi için yaptığı bu kalenin bütün taÅŸlarını kendi emeÄŸi ile imal edemez. BaÅŸkalarının taÅŸlarından çalmaya baÅŸlar.(4/78, 33/26, 59/2) Bu gayretini neredeyse ölünceye kadar devam ettirir. Ä°nsanın kendi arzu ve isteklerini gerçekleÅŸtirmeyi umduÄŸu sahada edindiÄŸi sembolleri puta çevirmesi ya da bu uygun zemini kaybettiÄŸinde alan deÄŸiÅŸtirmesi an meselesidir. Beklentilerin oluÅŸmadığı zamanlarda bu yer deÄŸiÅŸtirmeye “Putunu yemek” denilebilir. Sadece bu açgözlülüÄŸü bile insanın ne kadar kaygan bir zeminde hareket ettiÄŸini gösterir.

Put, sadece menfaati simgeler. Ä°nsanların ortak beklentilerinden yola çıkar. Beklentileri, odak noktası haline getirir. Her sahaya ve topluma ait özel biçimleri vardır. Umut aşılar. Fakat ulaşılmazdır. Çünkü ulaşıldığı anda gizemini kaybeder. Kur’an bu putlaÅŸtırılan obje ya da düÅŸünce biçimlerinin insanların sorunlarına cevap verip çözüm üretememelerini onların sahte oluÅŸlarıyla iliÅŸkilendirir (7/194, 35/14, 18/52).

KiÅŸinin yetiÅŸtiÄŸi muhitten tutun aile içinde ve dışında aldığı eÄŸitime kadar pek çok ÅŸeyin insan zihnini oluÅŸturduÄŸu ve yönlendirdiÄŸi bilinir. Sahip olduÄŸu dünya görüÅŸü bu çevrelerden aldıklarıyla ÅŸekillenir. Bu ÅŸekillendirme ve yönlendirmelerle beraber insanın objektif kalmasının ve saÄŸlıklı sonuçlara varmasının güçlüÄŸünü fark edersiniz. Buna raÄŸmen kaynağı beÅŸerî olan bir düÅŸüncenin herkes için her zaman geçerli olduÄŸu varsayımı, kutsallaÅŸtırmanın ilk adımı sayılır. Bu anlamda bütün ideoloji sahipleri de mümindir. Zira bir ÅŸeylere inanma ihtiyacı fıtrîdir.

Ä°lk olarak bir ÅŸeyin put olması için önce ulaşılmaz olması gerekir. Ä°deolojiler bu anlamda sürekli vaat eden ama ulaşılmaz, ulaşılamaz olarak kalırlar. Birileri tarafından verilecek bir hak görüntüsündedirler. Hiçbir yerde doÄŸru dürüst uygulama alanı bulamazlar. Hep aÅŸama aÅŸama varılacak bir sonuç, bir amaç olarak kalırlar. Bu ulaşılmaz halleriyle toteme dönüÅŸürler. Ä°nsanların daha iyi yaÅŸama taleplerini emer ve özgürlükleri pervasızca tüketirler. Ä°kinci olarak, dokunulmazdırlar. EleÅŸtirilmelerine müsaade etmezler. Ä°de iken erk olurlar. Zamanla derinlemesine bir kapsam kazanarak ikonlaşırlar. Asla tartışamayacağınız ilkelerle beslenir ve evrensel olma iddiasına sarılırlar. Sınırlar çizerler. Belli bir çizginin üstüne çıkmak için sizden itaat ve iman beklerler. Dışına çıkamayacağınız alanlar belirleyerek kendilerine özel kapsamlar oluÅŸtururlar. Normal ÅŸartlarda, insanların ortak beklenti ve menfaatlerinin bir yaÅŸam ya da yönetim biçimine dönüÅŸmesi yanlış deÄŸildir. Yanlış olan asla ulaşılamayacak bir hedef uÄŸrunda sorgulanamaz ilkeler edinerek bir ömür tüketmek halidir. Bugün için insanların ulaÅŸtığı seviyede, edindikleri ideolojilerin bu dünyanın zulüm ve yokluk altında inleyen insanlarına faydalı olmasını beklerken çıkar çevrelerinin ve put yapıcılarının elinde bir oyuncaÄŸa dönüÅŸtüÄŸünü görmek üzücüdür. Nitekim hiçbir kavram kendi kendine konuÅŸamaz. Dolayısıyla bu kavramları oluÅŸturup, isimlendiren ve ona içerik, anlam ve amaç kazandıran yine insanlardır (7/71, 12/40, 53/23).

 

Kim Sorgulanır?

Hangi din anlayışı; yetim, yoksul ve ezilen insanları göz ardı edip emperyalistlerin ekmeÄŸine yaÄŸ sürecek hurafe ve batıl inançların kaynağı olma yolunda afyona dönüÅŸmeyi kabullenebilir? Bu anlamda; türbe, anıt, kabir veya diÄŸer sosyal ve siyasal semboller üzerinden hayatın somut problemlerine nasıl çözümler üretilebilir? Ekonomik ve sosyal hayatın sıkıntıları karşısında reel açılımlarla sorunlarına çözüm bulamayan insanların; doÄŸru dürüst yaÅŸamak, geçinmek ve düÅŸünmek gibi haklı taleplerini çözmeye çalışmak yerine tarihe gömülmüÅŸ ya da ölmüÅŸ kiÅŸileri, görüÅŸlerini veya ideolojileri halkın gündemine taşıma çabaları saÄŸlıklı olabilir mi? EÄŸer bunlara sembolik anlamda bir fikri yaÅŸatma çabası olarak bakılacaksa daha vahim sonuçlar beklenmelidir. Nitekim tarihin bir bölümünde kendi indî ÅŸartları içinde gerçekleÅŸmiÅŸ düÅŸünce ve olayları –doÄŸru olsalar bile- ilkeleÅŸtirip bugüne ait sorgulanamaz gerçekler olarak ortaya koymak ve bunları evrensel saymak tehlikelidir. Aradaki zaman farkından dolayı bu yaklaşım tarzları içinde ister istemez mukayeseler ve yorumlar barındıracaktır. Ve belki de zaman ve ÅŸartlarla kayıtlı bu özel tespitler, herkes için kabul edilmesi gereken dayatmalara dönüÅŸecektir. Üstelik dayatma olduÄŸu anlaşılmasın diye tartışılmasına ve sorgulanmasına müsaade edilmeden mistik anlamlarla süslenebilecektir. BilindiÄŸi gibi bir ÅŸeyi mitolojiye çeviren ÅŸey basit ve kurgulanmış olaylar üstüne metafizik anlamlar yüklemektir. Allah için öngörülen bütün taleplerin sadece insanların yararına olduÄŸu düÅŸünülürse Allah’a raÄŸmen oluÅŸturulan bu efsanelerin neredeyse tamamının birilerinin çıkarlarına hizmet etme ÅŸüphesi her zaman vardır. Bu ÅŸüpheden dolayı put için, “Ä°nsanın ihtiraslarının arkasında gizlendiÄŸi yine kendi tarafından kutsanmış örtüdür.” tanımı uygun düÅŸmektedir. Unutulmamalıdır ki put üreten sistemler, Allah’tan rol çalar ve onunla kandırmayı da deneyebilirler (31/33, 35/5). Saltanatların veya iktidarların güdümüne girmiÅŸ ve kitabına uydurulmuÅŸ bir “din” den kimseye hayır gelmez. Söz konusu ÅŸey “Hükmetme” olduÄŸunda “Allah” diyene bile ÅŸüpheyle yaklaşılması gerekirken kaynağı “beÅŸerî” olan bir iddia hayli hayli sorgulanmalıdır. Tarih bu tezlerin altından bir çapanoÄŸlu çıktığına çok defa ÅŸahittir. Herkes için adalet, eÅŸitlik ve özgürlük getirmeyen her düÅŸünce ne adına ve kim için olursa olsun reddedilmelidir.

Ayrıca putların gölgesinde oluÅŸan sanal gündemlerin meÅŸguliyeti oldukça zaman alır ve sizi reel dünyadan öylesine uzaklaÅŸtırır ki gerçeÄŸin ne ve hangisi olduÄŸuyla uÄŸraÅŸmaktan baÅŸka bir ÅŸeye bakmaya mecaliniz kalmaz. Ä°nsanlar aç ve açıkta iken onlara ilke ve ideoloji dayatmanın ya da cin ve büyü hikâyeleriyle oyalamanın onları kandırmak ve uyutmaktan baÅŸka ne anlamı olabilir?

Ä°slam düÅŸüncesinde, dokunulmaz ve sorgulanamaz olan sadece Allah’tır. Sadece o “la yusel” sayılmalıdır. Kutsal, bir ÅŸeyi önemli kılmak ise onun dışında her ÅŸey ona yakınlığı nispetinde deÄŸer kazanır. Allah, her ÅŸeyi yerli yerinde ve amacına uygun bir ÅŸekilde yaratmıştır. Birden fazla Ä°lah anlayışı, bu düzenin bozulmasının en önemli sebeplerinden biri sayılmıştır. Dolayısıyla insanın gerek dış gerekse iç dünyasındaki düzen ve disiplini saÄŸlamak için tek Ä°lah kabul etmesi konusunda ısrar edilmiÅŸtir.  Kaosa gelince, Allah’ın yaptığı hiçbir ÅŸeyden “suç” ya da “kusur” sayılabilecek bir ÅŸey hâsıl olamayacağına vurgu yapılarak olup biten olaylarda sorumluluÄŸun insanda olduÄŸu açıkça dile getirilmiÅŸtir.

“O, yaptığından dolayı sorgulanamaz fakat onlar sorgulanırlar.” (Enbiya, 21/23)

 “O, yaptığından dolayı sorgulanamaz…”

Çünkü;

“…Gözünü çevir de bir bak, bir bozukluk görebiliyor musun?” (67/3)

“O, yaptığından dolayı sorgulanamaz…”

Çünkü;

 “…Hiç kimse Allah kadar güvene layık olamaz.” (4/132)

“O, yaptığından dolayı sorgulanamaz…”

Çünkü;

 “DilediÄŸini yaratan ve (insanlar için) en iyi olanı seçen senin Rabbindir…” (28/68)

Sorgulanamaz;  herhalde buna gücünüzün yetmeyeceÄŸinin de farkındasınız. Sorgulanamaz; çünkü eksik bir ÅŸey bırakmadan üstüne düÅŸen her ÅŸeyi zaten yapıyor. Sorgulanamaz; zaten her ÅŸeyi belli bir ölçü, düzen ve denge içinde amacına uygun ÅŸekilde yaratıyor. Sorgulanamaz; zira başınıza gelen bütün musibetler kendi ellerinizle yaptıklarınızdan kaynaklanıyor.

Ä°nsan, samimi ve dürüst davrandığı sürece ileri sürdüÄŸü ÅŸikâyet ya da mazeretlerin tamamının aslında Rabb’iyle bir iliÅŸkisi olmadığının farkındadır (75/14, 15). Çünkü O; rızık verenlerin (62/11), yardım edenlerin (3/150) ve hükmedenlerin (10/109) en iyisidir. Adalet ve merhametini sizin için sonuna kadar kullanır. Zihninizdeki mükemmelliÄŸin tam karşılığı odur. Bu durumda onun sorgulanması ve sonuçta suçlanması düÅŸüncedeki bütün saf iyilik ve güzellikleri sarsacaktır.

 

Masum DeÄŸiliz Hiç Birimiz

Herhangi bir ÅŸey, beÅŸeri ya da dünyevî vasfını yitirmeden kutsallaÅŸamaz. Dokunulmazlık ve masumiyet yani günah ve hatalardan uzak kalmak kimsenin harcı deÄŸildir. Söz konusu peygamberler (a.s.) olduÄŸunda da durum böyledir. Kur’an, elçiler de dâhil olmak üzere pek çok insanın yaptığı hatalı ya da yanlış ÅŸeyler için uyarı ve öÄŸütlerle doludur. Ancak peygamberlerin Allah tarafından seçilmeden önceki hayatlarının, olabildiÄŸince düzgün olduÄŸu düÅŸünülmektedir. Nitekim dürüst ve güvenilir yapıları, onların seçilmelerinde de rol oynamış olmalıdır. Risâlet sonrası peygamberler, vahyin eÄŸitiminden geçmiÅŸ olmaları ve edindikleri yüksek ahlaklarıyla büyük günahları/suçları zaten iÅŸlemezler. Tamamen iyi niyetlidirler ve kasıtlı olarak kötü bir ÅŸey yapmış olabilecekleri düÅŸünülemez. Ä°ÅŸledikleri muhtemel hatalar, engellenmez ama bizzat Ä°lahî irade (vahiy) tarafından düzeltilir. Çünkü örnek konumundadırlar. Bu örneklikleri hasebiyle Ä°slam uleması da haklı olarak onlara toz kondurmamıştır. Onlara duyulan saygıdan dolayı yaptıkları hatalara “günah” yerine “zelle” demeyi tercih etmiÅŸlerdir. Saygıya layık olan budur. Ama bu yaklaşım dahi onları masum yapmaz ve beÅŸeri yönlerini ortadan kaldırmaz. Uygun olan da budur. Bir ÅŸeyin kutsallaÅŸtığı oranda uzaklaÅŸtığı unutulmamalıdır. Resulleri insanüstü kılmak onları örnek almayı önleyecektir. Zira onları beÅŸer vasfından soyutlayacak her teÅŸebbüs, örnek alınmalarını zorlaÅŸtıracak hatta imkânsızlaÅŸtıracaktır. Bir saygı ifadesini olaÄŸanüstü insan formuna dönüÅŸtürmek, kaÅŸ yapayım derken göz çıkarmaya benzer. Peygamberi öveceÄŸim derken ulaşılmaz kılarak göÄŸe yükseltmek onu hayattan koparmak anlamına gelir. Hâlbuki bize örnek olacak ve önderlik yapacak kiÅŸinin yerde yürümesi, çarşı pazar gezmesi ve bizim gibi yaÅŸaması gerekir (25/7). ÖrneÄŸin hakikati inkâr etmekte ısrar edenlerin, peygamberlerin yanında bir melekle dolaÅŸması ya da bizzat kendilerinin “Melek” olmaları gerektiÄŸi hususundaki iddialarının arkasında “hileli” bir anlayış vardır (6/9, 11/12, 17/95). Melek bir peygamber istemek laik bir tavırdır. Hayattan kopuk ama kutsal veya örnek alınamayan ama mübarek bir kiÅŸi tasavvuru, yarı Ä°lah görüntüsüyle dünyalı olamaz. Dolayısıyla “melek” istemek; “YaÅŸadığımız dünyaya ait olmayan birinin emir ve tavsiyeleri de bizi baÄŸlamaz.” veya “Bir meleÄŸe nasıl ayak uyduralım!” anlamında gizli bir reddediÅŸ içerir. Sorumluluktan kaçmanın yolu budur. Bu bir tuzaktır. Bu yüzden bütün peygamberlere ait ortak bir cümle hep kurula gelmiÅŸtir; “Ben de sizin gibi bir insanım.” (41/6). Nitekim bütün ömürleri insanları sorumluluÄŸa davet etmekle geçen peygamberlerin kendilerini kutsayıp bu yaklaşımın dışında tutmuÅŸ olmaları düÅŸünülemez (3/64, 79). Ayrıca Kur’an’da, peygamberlere dahi hesap sorulacağından bahsedilmesi kayda deÄŸerdir.

“Yemin olsun, kendilerine elçi gönderilenleri muhakkak hesaba çekeceÄŸiz; gönderilen elçileri de mutlaka hesaba çekeceÄŸiz.” (A’raf, 7/6).

Aslında peygamberlerin cennete gireceÄŸi “neredeyse” bellidir. Buna raÄŸmen ayetteki “hesap sormak” tan kasıt, bu yolda birilerinin -özellikle yöneticilerin- kendilerini bu hesap verme anlayışı dışında tutmalarını önlemek için olmalıdır. Dolayısıyla kendisinden hesap sorulamayacak hiç kimse yoktur. Ä°slam’ın diÄŸer sistemlerden ayrıldığı önemli noktalardan biri, toplumda en üstteki ile en alttaki kiÅŸinin hukuk karşısında eÅŸit olduÄŸu anlayışının uygulamada bizzat karşılığının bulunmasıdır. Bu uygulama, bütün bireylere sorumluluk yükler. Özellikle yöneticiler, halka karşı sorumludurlar. Tarihte “masumiyet” anlayışındaki aşırılıklar yüzünden pek çok yönetici ya da lider, bu düÅŸünceyi kendisine zırh yaparak sorumluklarını askıya alabilmiÅŸtir. Çünkü nihayetinde peygamberlere yakıştırılan bu vasıf zaman içerisinde onlara da yapışıp kalmıştır.

Kim olursa olsun ÅŸahısların kutsallaÅŸtırılarak kurtarıcı rolüne sokulması ve insanın bu vehmettiÄŸi sorgulanamazlıklardan kendisine pay veya nasip çıkarması makul deÄŸildir. Ayrıca Peygamberimizin, kızıyla ( Buhari; Vasiye, 11), Hz. Ä°brahim’in, babasıyla (60/4), Hz. Lut’un da hanımıyla (66/10) iliÅŸkilerindeki “…Seni kurtaramam…” ya da “Allah’tan sana gelecek ÅŸeye engel olamam.” yaklaşımı dikkate alınırsa insanın sorumluluklarını baÅŸkasına yükleyerek hiçbir gayret göstermeden hesaptan kurtulmayı düÅŸünmesi de doÄŸru olmamalıdır.

ArkadaÅŸlarının ara sıra “Bu bir vahiy mi yoksa kendi görüÅŸün mü ya Rasûlullah?” diye sormalarına bakılırsa son derece nezaket taşıyan bu yaklaşım, onların Ä°lahî olanla beÅŸerî olan ayrımına dikkat ettiklerini gösterir. EÄŸer “Hayır, kendi görüÅŸüm.” cevabını alırlarsa, gerekli gördüklerinde; “Müsaade ederseniz ben de görüÅŸümü söyleyebilir miyim?” ÅŸeklinde konuya katılmak istemeleri takdire ÅŸayandır. Bu tarz, onların neye karşı çıkabileceklerini ve nerede söz sahibi olduklarını bildiklerine iÅŸaret eder. Hatta iniÅŸ sebepleri söz konusu edildiÄŸinde bazı ayetlerin; arkadaÅŸlarının peygamberimize yaptıkları itirazlar karşısında onları haklı çıkaracak ÅŸekilde gelmesi de bunu teyit eder. Onlar; Allah konuÅŸtuÄŸunda susmayı, peygamber konuÅŸtuÄŸunda ise kendi düÅŸünce ve yorumlarıyla katkıda bulunmayı seçmiÅŸlerdir. Kutsal olanla olmayanı ayırt etmek tam anlamıyla budur. Nitekim peygamberimizin, arkadaÅŸlarının sözüne böylesine deÄŸer ve önem veren tavrını da örnek almak gerekir. Yeryüzünde yönetici olduÄŸu halde böyle davranabilen çok az kiÅŸi vardır. Ayrıca gerçek görüÅŸ alış veriÅŸi (istiÅŸare) de budur. Yoksa sadece danışmak ve sonunda kendi bildiÄŸini okumak deÄŸil.

Peygamberimizin arkadaÅŸları için de aynı durum söz konusudur. Gösterdikleri liyakat ve fedakârlıklar açısından hepsi saygıdeÄŸer insanlardır. Onların gayreti; Ä°slam’ın anlaşılmasına, yaÅŸanmasına ve yayılmasına katkı saÄŸladığı için rahmetle anılmaları gerekir. Yine Ä°slam dininin bize kadar ulaÅŸması onların vesilesiyle olmuÅŸtur. Onlar, hak-batıl mücadelesinin öncüleri olarak tarihe geçmiÅŸlerdir (9/100). Her türlü iyilik ve hayırda öne geçemeye çalışarak topluma örnek olmuÅŸlardır (23/61). “…Allah onlardan razı olmuÅŸ; onlar da ondan razı olmuÅŸlardır…” (9/100, 58/22) ayetlerinde sözü edilenler yine onlardır. Peygamberimizle beraber mücadele etmiÅŸ, eziyet çekmiÅŸ, hicret etmiÅŸ ve ona yardım etmiÅŸ olmaları bütün müslümanlar nezdinde onları saygın kılmış ve cennetlik olduklarının düÅŸünülmesine neden olmuÅŸtur. DoÄŸrusu da budur. Hatta bir kısmına “AÅŸere-i MübeÅŸÅŸire” yani “Müjdelenen On KiÅŸi” yani bu anlamda bazıları için “Cennetle Müjdelenenler” denilmesinin altında bu sebep yatar. Bu, “Onlara bakın cennetin yolunu bulursunuz.” anlamında toplum açısından peygamberimizin uyguladığı bir eÄŸitim yöntemi olarak anlaşılmalıdır. Buradaki amaç, halk içinde örnek alınabilecek bireylerin sayısını arttırarak insanların doÄŸru yolu bulmalarını kolaylaÅŸtırmaktır. Nitekim çeÅŸitli vesilelerle bir arkadaşını göstererek “Cennetlik birini görmek isteyen ona baksın.” ÅŸeklindeki yaklaşımları, insanları onlar gibi iyi davranışlar geliÅŸtirmeye teÅŸvik etmek içindir. Nitekim Kur’an öÄŸretisinde; insanın kendisini ya da bir baÅŸkasını, hesap vermeden daha dünyadayken cennete girme garantisinde görmesi (recâ) doÄŸru bulunmamıştır. Ayrıca benzer bir yaklaşım içinde “Nasıl olsa affedileceÄŸiz.” (7/169) diyerek cenneti parselleyen ehl-i kitap taraftarları da kınanmıştır. Sonuçta biz bütün sahabeleri sever, hayırla ve rahmetle anarız. Tabiî ki onları örnek almak imkânı açısından kutsamadan ve insan olduklarını unutmadan…

Peygamberimizin sakalı ve hırkası için de aynı tutarlı yaklaşımı sergilemek gerekir. Onları kutsamak ve çevresinde tavaf ederek bir sorunu çözmek ya da Allah’a yaklaÅŸmak için vesile kılmaya çalışmak yanlıştır. Peygamberimize ait olan ÅŸeyler, bize onu hatırlatır. Zemzem’in Hz. Ä°brahim’i, hanımını, Ä°smail’i ve onların mücadelelerini hatırlatması gibi. Onları bize hatırlatan her ÅŸey, deÄŸerlidir. Bu deÄŸerin büyüklüÄŸünü ifade etmek açısından peygamberlere ait olduÄŸu düÅŸünülen eÅŸyalara “Kutsal Emanetler” denilmiÅŸtir. Bu sadece bir saygı ve hatırlama ifadesi olarak kalmalıdır. Aksi halde bir eÅŸyanın kutsanmasının bireyi o eÅŸyadan medet umar hale getirmesi söz konusu olacaktır.

Burada Ehl-i Kitab’ın “Kutsa ve gönder.” tavrıyla bir ÅŸeyi eriÅŸilmez ve olaÄŸanüstü yaparak ondan uzaklaÅŸmak istemelerini hatırlanmalıdır. Kitap ehlinin, bütünüyle kutsal edinmeye dayalı ve sayısız aziz üretmiÅŸ bir yaklaşımın sahipleri olarak, dünyadan bu kadar kopuk bir tasavvur benimsemeleri düÅŸündürücü deÄŸil mi? Dikkat edilirse put edinme gayreti sadece din dışı alanlarda deÄŸil bizzat dinin içinde hortlatılan bir olgu olarak bütünüyle cehaletin eseridir (7/138). Tabiat boÅŸluk kabul etmez. Ä°nsanın zihni de öyle. DoÄŸrunun girmediÄŸi yere yanlış yerleÅŸir. Ä°nkârla nitelenebilecek sahte davranışlar, sonuçta sahibini esir alan batıl inanışlara kapı aralar. Åžu ayette anlatıldığı gibi; “Zira hakikati reddetmeleri yüzünden bunların kalplerini (altın) buzağı sevgisi kaplamıştır.” (2/93). Ve bu sevginin âhirette herhangi bir karşılığı olabilir mi?

 

Puta Tapmak

Allah dışında veya yanı sıra bir ÅŸeyin dokunulmaz ya da sorgulanamaz olması onu putlaÅŸtırır. Put, sahte Ä°lah görüntüsü demektir. DoÄŸaüstü etkileri olduÄŸuna inanılan güçler gibi. Özellikle Kur’an’ın indiÄŸi dönemde “Put” anlayışının taÅŸa-topraÄŸa tapma olarak anlaşılması, farkında olmadan nüzul ortamını fazlasıyla ilkel kılmaktadır. Mekke cahiliye devri yeterince iyi tahlil edilseydi, putlara taptığı söylenen insanların aslında sanıldığı kadar ilkel olmadığı bilinirdi. Nitekim Kur’an’ın indiÄŸi ortamın onun içeriÄŸini anlamayı vacip kıldığı düÅŸünülürse en azından bu seviyeye uygun bir kültürel ortam var saymamız gerekecektir. Bazılarının dediÄŸi gibi Mekke müÅŸriklerinin hemen her birinin kendilerine özel kitap ya da sahifeler indirilmesini istemeleri, bilinenin aksine o ortamdaki okuma yazma oranının çokluÄŸuna iÅŸaret eder (17/93, 74/52). Üstelik söz konusu ilkelliÄŸin görüntüsü konumundaki putçuluk, zannedildiÄŸi gibi sadece bir taÅŸa tapma eylemi de deÄŸildir. Her put, arkasında gizemli ya da yarı açık bir düÅŸünce taşır. Bu düÅŸünce, saf anlamıyla bazen bir ideolojiyi içerebileceÄŸi gibi süslenmiÅŸ ilkeler altında bir menfaat beklentisini de barındırabilir (53/27–29). Hatta bu sembolün oluÅŸmasına kaynaklık eden saikler irdelendiÄŸinde; ekonomik, sosyal ya da siyasi bir arka planla karşılaşırsınız. Günümüzde de bu arka plana sahip pek çok putlaÅŸtırılmış ÅŸey bulabilirsiniz.

Risâletin baÅŸladığı ilk yıllarda Kâbe’de bulunan üç yüz altmış küsur putun her biri aslında bir kabilenin sembolüydü. Mekke site devleti, her kabilenin kendi putunu Kâbe’de temsil etmesine izin vererek kendi çapında bir  “BirleÅŸmiÅŸ Milletler” oluÅŸturmuÅŸtu. Bu temsil, orada düzenlenen panayır türü etkinliklerle ticari ve siyasi olarak KureyÅŸ’in liderliÄŸini pekiÅŸtiriyordu.

O günlerde amcasının peygamberimize söylemeye çalıştığı ÅŸey ÅŸuydu;

“YeÄŸenim, gel anlaÅŸalım. Her millet kendi Tanrısına tazim için buralara kadar geliyor. Panayırlar ve pazarlar oluÅŸuyor. Tapınıyor ve alışveriÅŸ yapıp gidiyorlar. Biz de para ve itibar kazanıyoruz. Üstelik bu sayede ortak kültürel bir mirasın sahibi olarak hem atalarımızla aramızda bir baÄŸ kurabiliyor hem de toplumsal birlik ve bütünlüÄŸümüzü saÄŸlıyoruz. Sen ÅŸimdi bu put dediÄŸin ÅŸeyleri kırıp kaldırmamızı ve Ä°brahim’in dininin tek Tanrı anlayışına geri dönmemizi mi istiyorsun? DediÄŸin gibi yapsak nereden gelir elde edeceÄŸiz? Karnımızı nasıl doyuracağız? Halkımızı bir arada nasıl tutacağız? Kâbe bu tapınmalara kaynaklık etmez ve buraya kimse gelmezse itibarımızı nasıl koruyacağız? Aç ve açıkta kalmaz mıyız? Bu durumda kim bizi doyurur ve kim bizi korur?”

Bu yaklaşımın ardından şu sure indirilmişti.

“KureyÅŸ’e kolaylaÅŸtırıldığı, evet, kış ve yaz seyahatleri onlara kolaylaÅŸtırıldığı için onlar, kendilerini açlıktan doyuran ve her çeÅŸit korkudan emin kılan ÅŸu evin Rabb’ine kulluk etsinler.” (KureyÅŸ Suresi)

Cevap anında geldi;

Yani

Korkmayın.

Ben doyuracağım ve ben koruyacağım.

Öyleyse sadece Kâbe’nin Rabb’ine kulluk edin.

Zaman içerisinde Kâbe’nin Rabb’i, sözünü tuttu. Oraya gerekli ihtimamı gösterdi ve itibarını yükseltti. Ancak ne yazık ki sonradan Kâbe, inandığını söyleyen insanlar elinde esas fonksiyonlarını yine kaybetti. Hac, inananlar için ortak bir platform olmaktan çıkıp tekrar bir sülalenin itibarına ve servetine hizmet eder oldu. KureyÅŸ gitti. Suud geldi. Belki taÅŸtan putlar kalktı ama yerine baÅŸka semboller geçti. Hala aç kalmaktan korkuyorlar ve hala güvenlik sorunları var.  Bu yüzden emperyalist güçlerle kol kola geziyor ve bir türlü Ä°brahim’in dinine geri dönmüyor, dönemiyorlar. Haccı ve hacısı çok milletlerin bu kadar haksızlıklarla hemhâl ortamların bireyleri olması bunu göstermiyor mu?

Put;

Ä°nsan zihninin ürettiÄŸi totem,

Sahte ya da sanal Ä°lah görüntüsü,

Beklenti ve tutkuların altında yattığı örtü,

Aldatmak kastıyla ÅŸahsi çıkarların arkasında gizlendiÄŸi kutsallaÅŸtırılmış ÅŸey,

Arkasına sığınılarak kendi taleplerini meÅŸrulaÅŸtırma çabasına hizmet eden sembol demektir.

Bir duygu ya da düÅŸünceyi puta çeviren ÅŸey onu kutsamaktır. Kutsamak, onu dokunulmaz ve sorgulanamaz kılarak her ÅŸekilde size emretmesine imkân tanımaktır. Buradaki emretmek; basit alışkanlıklar, disiplin ve düzen saÄŸlama anlamında deÄŸildir. Bilakis; dünya görüÅŸü, hayat algısı ve otorite edinmek türünden bütün davranışlara kaynaklık edip yönlendiren bir güç ya da güçler telakkisidir. Hatta bu otorite, güvenlik ve özgürlük alanlarını belirleyen bir kabul/iman zemininde hareket eder. ÖrneÄŸin herkes gibi bir ÅŸeyleri seversiniz. Ama hiçbirini Allah yerine koyamazsınız. Ayrıca bir sevgiyi Allah’a raÄŸmen baÅŸlatamazsınız. Allah gibi sevemezsiniz (2/165). Sevginin baÅŸka bir objeye yönelerek emretmeye baÅŸlamasıyla insanın özgürlük alanları daralır. Hayat algınızda bir objenin sevgisi size emrediyor ve arkasından neyi nasıl yapacağınızı ya da yapmayacağınızı söylemeye baÅŸlıyorsa orada “ÅŸirk” var demektir. Ä°nsanın bütün varlığını uÄŸruna adamasına bakılırsa sevginin tutunduÄŸu objenin deÄŸeri epey büyük gibi gözükmektedir. Ä°ÅŸte Hz Ä°brahim’in uyarısı, tam bu noktadadır: “Siz Allah’ı bırakıp putlara taptınız. Tek sebep, bu dünyada kendinize (ve atalarınıza) karşı duyduÄŸunuz sevgiye esir olmanızdı…” (29/25). Söylenen ÅŸey ÅŸudur: Sırf aranızda dünya hayatına mahsus bir muhabbet (ve çıkar) uÄŸruna Allah’ı bırakıp birtakım putlar edindiniz ve bunları aranızdaki iliÅŸkinin ve bağın ortak noktası saydınız. Hâlbuki insanların sahip oldukları hiçbir özellik Allah’ a iman kadar birleÅŸtirici ve tatminkâr deÄŸildir. Hiçbir ÅŸey onun yerini tutamaz.

Korku da böyledir. Emretmemelidir. Ä°nsan, doÄŸal olarak bir sürü ÅŸeyden korkabilir. Ancak o korku, hayatın merkezine oturup diÄŸer bütün iliÅŸkileri belirleyen emredici bir güç haline gelirse ÅŸirke konu olur. Åžirk, ortaklık demektir. Ortak kılarak güç edinme gayreti, aslında bir hedeften sapmadır (36/74, 75). Bu anlamda, yaratma da emretme de Allah’a aittir. Emreden sevgi ve korku ondan baÅŸkasına yönelmemelidir. Bir güç gösterisine dönüÅŸüp hayatın merkezine oturarak emretmemelidir. Reel olarak sevgiyi ya da korkuyu abartarak kutsamak -edebî bir anlatımın konusu olmanın dışında- insanın özgürlük alanlarını yok ederek onu “kukla”ya çevirebilir.

Bütün ibadet örnekleri, insanı kukla olmaktan kurtarmayı hedefler. ÖrneÄŸin; Hac ibadeti esnasında yapılan “tavaf”, her ÅŸeyi dışarıda bırakıp yalnızca Allah’ın merkeze alınması ve böylece insanı büyüleyen ÅŸeylerden onu özgürleÅŸtirmek için yapılır. Bu eylemle sembolik olarak anlatılmak istenen ÅŸey, tam olarak budur. Ä°nsanın hayatının merkezine koyması gereken ÅŸey “Allah” düÅŸüncesidir. Emreden sevgi ona aittir. Yani, herhangi bir ÅŸeyin sevgisi tercih sebeplerinizi ortadan kaldırmamalıdır. Seçim yapmak, insan iradesinin en ayrıcalıklı tarafıdır. Dahası insanı insan yapan ÅŸey budur. Ä°nsanın tercihlerinin yok edildiÄŸi alanlar, onun için “esaret” anlamı taşır. ÖzgürlüÄŸünü yok eder ve baÅŸkalarının önünde küçük düÅŸürür. Bu yüzden bir ÅŸeyi “Allah gibi sevmek” yasaklanmıştır (2/165). Kâbe yerine parayı, makamı ya da sevilen herhangi bir ÅŸeyi hayatının merkezine alıp onun etrafında dönmek doÄŸru deÄŸildir. Ä°nsanın hayatın merkezine aldığı ÅŸeyler, çevresinde dolap beygiri olacağı bir sömürüye ya da çıkar iliÅŸkilerine dönüÅŸmemelidir.

Åžahsi isteklerine, vahyedilmiÅŸ ahlakî ölçülerin üstünde bir yer veren insanlar, put edinerek kendilerini kaçınılmaz olarak yok oluÅŸa götürecek bir hayat tarzı benimsemiÅŸ; boÅŸ, anlamsız ve deÄŸersiz bir yaÅŸam ÅŸekli seçmiÅŸ olurlar (7/139). Üstelik semboller konuÅŸamadığı için onları konuÅŸturan birilerinin çizdiÄŸi çerçeveyi, kendi kaderleri sanarak aldanırlar. Kur’an, vahyi görmezden gelerek insanın peÅŸinden koÅŸup hayatının merkezine koyduÄŸu ÅŸeylerin, onun açlığını asla gidermeyeceÄŸini söyler (7/194). KiÅŸinin Rabb’ine yönelmesi dışında tam olarak tatmin olamayacağından bahseder (13/28). Öyleki her türlü kutsamanın altından beÅŸerin pespaye arzularının çıktığına dem vurarak insanın kendini kandırmamasını ister. Nitekim “konuÅŸamayan”  ve  “karşılık veremeyen” ölü ideolojilerin ikonları yerine her an yaratmaya devam eden gerçek Ä°lah’a yönelmelerini önerir (21/63).

Yeryüzünde açan her çiçek, Rabb’in hala bu dünyadan ümit var olduÄŸunu gösterir. Puta tapan bir toplumda yaşıyorsanız her güneÅŸ doÄŸduÄŸunda bunu düÅŸünmeniz size iyi gelecektir.

Kaynak:  Söz ve Adalet / 4. Sayı

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.