Sosyal Medya

Makale

Gücünün Üstünde Yük Yüklenmek Ne Demektir

Ayetlerde görülen öncelik-sonralık (siyak-sibak) iliÅŸkisi bazen öylesine önem kazanır ki arka arkaya gelen ayetlerin kendi içinde anlam akışı tam olarak saÄŸlanmadan doÄŸru bir karşılık elde edilemez. Bu durumda peÅŸ peÅŸe gelen ayetler, baÄŸlam açısından araya fasıla sokulmadan birlikte verilmelidir. Aksi hâlde ayetlerin yeterince doÄŸru anlaşılmamasına sebep olabilir. ÖrneÄŸin, “Allah, kimseye gücünün üstünde bir ÅŸey teklif etmez. Herkesin kazandığı iyilik kendi yararına, kötülük de kendi zararınadır. ‘Rabbimiz, unutur, ya da yanılırsak bizi sorumlu tutma! Rabbimiz, bize, bizden öncekilere yüklediÄŸin gibi ağır yük yükleme! Rabbimiz, bize gücümüzün yetmediÄŸi ÅŸeyleri yükleme! Bizi affet, bizi bağışla, bize acı! Sen bizim Mevla’mız (sâhibimiz, efendimiz)sin! Kâfirler toplumuna karşı bize yardım eyle!’ ” (1) ayeti öncesiyle beraber anlamlandırılması gereken bir bütünlük içerir. (2)

Bakara suresinin dua ayetleriyle biten bu son kısmı, başından itibaren anlatılan meselelerin bir özeti gibidir. Yani surede işlenen konular, son iki ayette dua cümleleriyle sonuçlandırılır. Buna göre son ayet de, kendisinden önceki ayetin devamıdır. Bir önceki ayet şu şekildedir;

“Elçi, Rabbinden, kendisine indirilene inandı, müminler de. Hepsi Allah’a, meleklerine, kitaplarına ve peygamberlerine inandı. ‘O’nun elçilerinden hiçbirini diÄŸerinden ayırt etmeyiz.’ (dediler). Ve dediler ki: ‘Ä°ÅŸittik, itaat ettik! Rabbimiz, (bizi) bağışlamanı dileriz. Dönüş(ümüz) sanadır!’ ” (3)

Ayette dile getirilen ve bir müminin söylemesi gereken bu ifadeler duaya dönüşerek devam eder. 285. ayette وَقَالُوا سَمِعْنَا وَاَطَعْنَا “Ve dediler ki: ‘Ä°ÅŸittik, itaat ettik!…”ifadesinden sonra surenin sonuna kadar dua cümleleri devam eder. Öyleyse son ayet de bütünüyle bu duanın bir parçası/devamı olarak kula ait olmalıdır. (4) Bu dua, kulun bilinçli tercihlerini gösterdiÄŸi gibi surenin başından beri özellikle Ehl-i Kitab’ın hatalarından ders çıkarmaya çalışan bir müminin duyarlılığını özetler. Buna göre kul, Rabb’inin durup dururken kendisine kaldırabileceÄŸinden daha fazla sorumluluk yüklemeyeceÄŸini bildiÄŸini ilan/itiraf eder. Bu ÅŸuur, aynı zamanda, kiÅŸinin başına gelen musibetlerin yine bizzat kendi söz ve davranışlarından kaynaklandığını tescil eder. (5)

Ayetleri birlikte anlamlandırmak ve böylece bu ifadenin kiÅŸinin devam eden duası anlamını vurgulamak da yetmez. Faklı kelimelerin farklı anlamlarını ve bu farklı anlamların metne yansıyacak farklı ifadelerini de göstermek gerekir. Burada “vus’a” (6) ve “tâkat” (7) kelimelerinin karşılığı, aralarındaki farkı ortaya çıkaracak ÅŸekilde verilemediÄŸi için ayet içinde bir anlam daralması yaÅŸanır. Meallerde her ikisine de neredeyse aynı anlam verilince mesele iyice içinden çıkılmaz hâle gelir. Yani bir yandan “Allah, kimseye gücünün üstünde bir ÅŸey (vus’a) yüklemez.” denilip ardından “Rabbimiz, bize gücümüzün üstünde bir ÅŸey (tâkat) yükleme!”ÅŸeklinde dua edilmesinin istenmesi uygun düşmez. (8)

Kelimeler arasındaki anlam farkı gözetilmediÄŸinde sözün kula ait olması da söz konusu garipliÄŸi gidermez. Zira kuldan yapması istenilen dua cümleleri de Allah’a ait sayılır. (9) Bu dua sayesinde insan, Allah’ın kendisine kaldıramayacağı yükler yüklemeyeceÄŸini öğrenir. Ancak gerek insanın kendisi gerekse baÅŸkalarının sorumluluklarını göz ardı ederek aşırılıklar yapması sonucunda hayat çekilmez bir hâl alabilir. Öyle ki bazen bu sorumsuzlukların karşılığı, insanlar açısından kaldırılamayacak yüklere dönüşebilmektedir. KiÅŸiye anası, babası, patronu veya çevresi bu yükleri yükleyebilir. Bunun yanı sıra kiÅŸi, günahları ve aşırılıkları sebebiyle taşıyabileceÄŸinden fazla yükün altına da girebilir. “Allah, kimseye gücünün üstünde bir ÅŸey teklif etmez.” cümlesi, kulun önce Rabb’ini tanımlama çabasıdır. Bu söz bütün Tevhid tarihini temize çıkarır. Allah’a, meleklerine, kitaplarına ve peygamberlerine iman etmenin sorumluluÄŸunun, yüklenilmesi gereken, taşınabilecek bir ağırlığı olduÄŸunu ilan eder.

İçinde vus’a geçen ayet, mükellefiyet açısından ağır tekliflerle karşılaÅŸmamayı ta’kat geçen ayet ise bu mükellefiyetten baÅŸarıyla çıkmayı hedeflemektedir. Yani kul önce “Allah, hiç kimseye durduk yerde taşıyabileceÄŸinden daha fazlasını yüklemez.” der. Böylece muhatap olduÄŸu sorumluluÄŸun taşınabilirliÄŸini vurgular. Ama buna raÄŸmen zaman zaman aşırılıklar yapabileceÄŸini düşünerek; geçmiÅŸin kötü faturasının, geleceÄŸini berbat etme ihtimali yüksek olduÄŸu için bunların karşısına ağır bir yük ÅŸeklinde çıkarılmasını da istemez. (10) Bu yüzden son olarak “Rabbimiz! (günahlarımız sebebiyle yüklendiÄŸimiz ve bu yüzden) güç yetiremeyeceÄŸimiz yükleri bize taşıtma!” der. Yani kul, normal ÅŸartlarda yapabileceÄŸi hâlde; günahın ağırlığı, vicdanın kirlenmesi, imanın zayıflığı gibi birtakım sebepler yüzünden bir ÅŸeyi yapamaz duruma girmek de istemez. Artık dinin mükellefiyet bildiren emir ve yasakları tamamlanmış olup bunlar içinde ağır bir yük addedilebilecek ÅŸeyler yoktur. Allah’ın ağır bir yük teklifiyle gelmediÄŸi bellidir. Fakat bunu küfür ve özelikle ÅŸirk koÅŸanlar nezdinde sürekli olarak tekrarlamak bir görevdir. Çünkü onlar uydurdukları sahte/sanal dinlerle insanlar üzerinde ağır yükler oluÅŸturur, kula kulluk yolunda boyunlara zincirler/tasmalar takar ve bu ÅŸekilde insanları doÄŸru yoldan uzaklaÅŸtırmaya çalışırlar. Fıtrata uygun, yaratılışla uyumlu gerçek dinde insana üstesinden gelemeyeceÄŸi zor iÅŸler teklif edilmez. Sonuç olarak Allah, hiç kimseye durduk yerde taşıyabileceÄŸinden daha fazlasını yüklemez. Bu anlamda Allah’a kul olmak, fıtratına uygun mükellefiyetler edinmek adına gerçekten kolaydır. Ä°nsan, ağır yükleri bazen ÅŸirke düşerek bazen de günahları sebebiyle kendisi davet eder. Günahın insanı kuÅŸatan ve giderek artan düzeyde kalbi paslandıran bir iÅŸlevi vardır. (11) Bu iÅŸlev, bir süre sonra insanı dinin emri ve yasaklarına ta’kat getiremez duruma düşürebilir. Bu durumda kiÅŸi daha önce rahatlıkla yapabildiÄŸi iÅŸleri yapamaz hâle gelebilir. Bu nedenle kimse günahının yükünü taşımak istemez.

Ä°lki taşınamayacak yükleri yok eder. Buna göre taşınamayacak bir yükle karşılaÅŸmak istenmez. Ä°kincisi ise taşınabilecek yüklerin de bir zaman sonra bazı sebeplerle taşınamaz hâle gelebileceÄŸini öngörür. KiÅŸi yerine getirebileceÄŸi pek çok sorumluluÄŸu, bazı harici sebeplerle yapamaz tâkat getiremez bir duruma da düşebilir. Buna göre ilk ayet Allah’ın ağır yükler yüklemediÄŸi bilinciyle kullarına merhametini, ikincisi ise kulun bu merhametle birlikte sorumluluklar karşısındaki dayanma gücünü gösterir. KiÅŸi ne ağır yükler yüklenmek ne de mevcut yüklerinin ağırlaÅŸtığını görmek ister.

Ayette geçen “Rabbimiz, bize, bizden öncekilere yüklediÄŸin gibi ağır yük yükleme!” cümlesi de yeterince doÄŸru anlaşılmaz. Sözü edilen ağır yükün daha öncekilere yüklenmiÅŸ olmasının manasının da bir tefsir cümlesiyle açıklığa kavuÅŸması gerekir.

Isr kelimesi, lügatte ağırlık ve ÅŸiddet manasına gelmektedir. Mesela bu anlamda ‘ahit’ler sorumluluk açısından ağır kabul edilmiÅŸtir. (12) Bir kimseye olan temayül ve ÅŸefkat, ona dokunan her türlü kötülüğü kalpte ağırlaÅŸtırdığı için ‘ısr’ kelimesine temayül ve ÅŸefkat anlamı da verilmiÅŸtir. (13) Ayette geçen “ısr” kelimesi, önceki ÅŸeriatlarda bulunan ağır hükümlerdir. Bu hükümler, baÅŸlangıçta insanların yapamayacakları türden deÄŸildir. Ä°nsanlar günah iÅŸlemekte ısrar ettikçe inen hükümler ağırlaÅŸtırılmıştır. Bunun gibi sebeplerle önceki ümmetlere daha önce helâl olan birçok ÅŸey haram kılınmıştır. (14) Bu anlamda onların aşırılıkları sebebiyle maymun ve domuza dönüştürülmeleri, yani ahlakî zaaf ve zayıflıklarının hayatlarına egemen olması de söz konusudur. (15) Dolayısıyla durup dururken önceki ümmetlere yüklenen ağır bir yük yoktur. Bütün yük, onların kendilerinin yol açtığı kötülüklerden doÄŸmuÅŸtur. Buna göre ifadenin aslı, bu tür kötü ve ağır sorunlara yol açmamayı hatırlatmalıdır. (16)

Dikkat edilirse “Allah, kimseye gücünün üstünde bir ÅŸey teklif etmez.” ayetinin hemen arkasından “Herkesin kazandığı iyilik kendi yararına, kötülük de kendi zararınadır.” ifadesi gelir. Buna göre bir kimseye gücünün üstünde yük teklif edilmemesi demek, kiÅŸinin kazandığıyla muhakeme edilmesi anlamına gelir. Yani insan iyilik ya da kötülük ne yaptıysa bunun karşılığını alır. Bunun dışında yapamayacağı ÅŸeylerden sorumlu tutulmaz. Aynı ÅŸekilde “Rabbimiz, bize, bizden öncekilere yüklediÄŸin gibi ağır yük yükleme!” ifadesinden hemen sonra “Rabbimiz, bize gücümüzün yetmediÄŸi ÅŸeyleri yükleme!” cümlesi gelir. Yani iki ayet birbirini tefsir eder. Öncekilere yüklenen yükün sonradan ağırlaÅŸtığı buradan anlaşılır. Bu da içinde tâkat geçen ikinci cümlede bir yükün aslında taşınabilecekken sonradan çekilmez hâle gelmesiyle, önceki ümmetlerin yaÅŸadıkları arasındaki doÄŸru orantıyı verir. Zira onların başına gelen de bunun benzeridir. Önce taşıyabildikleri sorumlulukları varken sonra günahları/aşırılıkları sebebiyle bunlar ağırlaÅŸmış ve taşınamaz duruma gelmiÅŸtir. Elbette bunun sorumlusu da yine kendileridir. Ayetlerin bu ÅŸekilde birbirini tefsir ederek ilerlemesi, anlamı kolaylaÅŸtıran önemli bir unsurdur. Dolayısıyla “Rabbimiz! Bizden öncekilere (aşırılıkları yüzünden) yüklediÄŸin gibi bize de (kendi aşırılıklarımız yüzünden) ağır yükler yükleme.” ayeti, “Rabbimiz! (günahlarımız sebebiyle yüklendiÄŸimiz ve bu yüzden) güç yetiremeyeceÄŸimiz yükleri bize taşıtma!” ifadesiyle açıklık kazanır. Ki bu da kiÅŸiye ağır gelen yükten kastın, taşınmak zorunda kalınan günahlar ve onların yol açtığı bedeller olduÄŸunu dile getirir. Elbette insanın zaten var olan sorumluluklarının yanı sıra bu günah yükünden doÄŸan sorunları da taşıması ona ağır gelecektir.

Son ayette geçen üç af ifadesi, yukarıda sözü edilen üç suç ihtimaline karşılık gelir. Bu anlamda yukarıda bahsi geçen ve sakınılmak istenen suçlarla ilgili tanımlamaların aşağıda sözü edilen af taleplerinde benzer ifadelerle karşılığını bulması gerekir.

Ayette âdeta işlenen suçlarla af talepleri arasında karşılıklı bir ilişki vardır;

رَبَّنَا لَا تُؤَاخِذْنَا اِنْ نَسينَا اَوْ اَخْطَاْنَا “Rabbimiz! Unutkanlığımız veya bilmeden yaptığımız yanlışlar yüzünden bizi sorumlu tutma.” ifadesinin karşılığında وَاعْفُ عَنَّا “(Hatalarımızı) affet.” cümlesi gelir.

رَبَّنَا وَلَا تَحْمِلْ عَلَيْنَا اِصْرًا كَمَا حَمَلْتَهُ عَلَى الَّذٖينَ مِنْ قَبْلِنَا “Rabbimiz! Bizden öncekilere (aşırılıkları yüzünden) yüklediÄŸin gibi bize de (kendi aşırılıklarımız yüzünden) ağır yükler yükleme.” ifadesinin karşılığı وَاغْفِرْ لَنَا “(Aşırılıklarımızı) bağışla.” lafzıdır.

رَبَّنَا وَلَا تُحَمِّلْنَا مَا لَا طَاقَةَ لَنَا بِه “Rabbimiz! (günahlarımız sebebiyle yüklendiÄŸimiz ve bu yüzden) güç yetiremeyeceÄŸimiz yükleri bize taşıtma!” ifadesi ise وَارْحَمْنَا “Bize (güç yetiremeyeceÄŸimiz konularda) merhamet et.” talebi ile karşılanır.

Bizi affet denilirken; unuttuğumuz ve eksik bıraktığımız şeyler konusunda bizi suçlama ve bu ihmallerimizi sorgulama konusu yapma denilir. Bizi bağışla derken; bizden öncekilerin aşırılıkları sebebiyle ödedikleri bedelleri bize ödetme manası öne çıkar. Bize merhamet et derken de; gücümüzü arttır ve bize yardım ederek lütfet talebi gündeme gelir.

Bu yaklaşımların hepsi, söz konusu ifadelerin kulun bilincinde olması gerektiÄŸini gösterir. Nitekim dua, kulun gayretiyle anlam kazanır ve içinde bulunulan ya da bulunulması muhtemel kötü bir durumu deÄŸiÅŸtirme çabasıdır. Mesele önce kendi kendini sorgulayarak hatalarının farkına varıp bunları tekrarlamamaya çalışmak, sonra geçmiÅŸ ümmetlerin başına gelenlerden ders almak ve nihayet karşılaÅŸacağı sorunlarla baÅŸ edebilmek için sorumluluklarına eÅŸ deÄŸerde bir güç talebinde bulunmaktır. Nitekim ayetin sonundaki “…Sen bizim Mevla’mız (sâhibimiz, efendimiz)sin! Kâfirler toplumuna karşı bize yardım eyle!” ifadesi istenilen ÅŸeylerin belli bir amaç ve hedef doÄŸrultusunda olması gerektiÄŸini hatırlatır. Nihayet bütün bu talepleri anlamlı kılan ve duayı yerine oturtan son çerçeve de budur. Bu mücadele çerçevesi, affedilmeyi istemenin de sonunda affedilmenin de en saÄŸlam gerekçesini oluÅŸturur. (17)

Bu anlatılanlar ışığında ayetin meali şu şekilde verilebilir:
“Peygamber, Rabbinden kendisine indirilene iman etti, müminler de (iman ederler). Her biri; Allah’a, meleklerine, kitaplarına ve peygamberlerine iman eder ve şöyle derler: ‘Onun peygamberlerinden hiçbirini (diÄŸerlerinden) ayırt etmeyiz. Ä°ÅŸittik ve itaat ettik. Rabbimiz! Senden bağışlama dileriz. Sonunda dönüş yalnız sanadır. Allah, hiç kimseye (durduk yerde) taşıyabileceÄŸinden daha fazlasını yüklemez. KiÅŸinin yaptığı her iyilik kendi lehine, her kötülük de kendi aleyhinedir. Rabbimiz! Unutkanlığımız veya bilmeden yaptığımız yanlışlar yüzünden bizi sorumlu tutma. Rabbimiz! Bizden öncekilere (aşırılıkları yüzünden) yüklediÄŸin gibi bize de (kendi aşırılıklarımız yüzünden) ağır yükler yükleme. Rabbimiz! (günahlarımız sebebiyle yüklendiÄŸimiz ve bu yüzden) güç yetiremeyeceÄŸimiz yükleri bize taşıtma!” (Hatalarımızı) affet. (Aşırılıklarımızı) bağışla. Bize (güç yetiremeyeceÄŸimiz konularda) merhamet et. Sen bizim Mevla’mızsın. Hakikati inkâr edenlere karşı bize yardım et.’ ”

Mümin, bu duayı son cümlesiyle aktif ve kabule şayan hâle getirir. Çünkü kâfirlerle hakkıyla mücadele edebilmek için bu arka plana ihtiyacı olduğunu bilmek sorumluluğu doğru dürüst üstlenmenin en güzel yönüdür.

Dipnotlar:
1. Bakara suresi, 286. ayet. (Bu bölümde üzerinde durulan metinde S. AteÅŸ Meali kullanılmıştır.)
2. Derveze, ayetler arasındaki iliÅŸki hususunda şöyle demektedir: “Ä°lk ayette, Rasulullah’ın ve müminlerin Allah’ın kendilerine indirdiÄŸi ayetlere, Allah’a, meleklerine, kitaplarına ve elçilerine inandıkları belirtiliyor. Bu ayetlerle önceki ayet arasındaki baÄŸlantı fark edilecek kadar belirgindir. Önceki ayeti tefsir ederken, bir rivayete yer verdik. Bu rivayette, ayetin iniÅŸi üzerine müminlerin telaÅŸa kapıldıkları ve Rasulullah’ın onlara: ‘Allah’a boyun eÄŸin ve iÅŸi O’na bırakın.’ tavsiyesinde bulunduÄŸu zikrediliyordu. Öyle anlaşılıyor ki, müminler, tavsiyeye uyup Allah’a boyun eÄŸdiler ve iÅŸi Allah’a havale ettiler. Bunun üzerine ilahi hikmet bu iki ayetin iniÅŸini öngördü, Rasulullah’ın ve müminlerin Allah’a boyun eÄŸiÅŸlerini vurguladı. Bu arada onlara bir duayı da öğretti Ki yükümlülükleri hafifletilsin, kusurları bağışlansın ve Allah kâfirlere karşı onlara yardım etsin.” (Derveze, Et-Tefsîru’l-Hadîs, c. 5, s. 322.)
3. S. AteÅŸ Meali.
4. Râzî, “Allah, kimseye gücünün üstünde bir ÅŸey teklif etmez.” cümlesinin, Allah’ın yeni haber verdiÄŸi bir hüküm olması ihtimalinin yanı sıra “Ve dediler ki: ‘Ä°ÅŸittik, itaat ettik! Rabbimiz, (bizi) bağışlamanı dileriz. Dönüş(ümüz) sanadır! Allah, kimseye gücünün üstünde bir ÅŸey teklif etmez.” dediler, ÅŸeklinde Peygamber (sav) ve müminlere ait bir söz olmasının da mümkün görüldüğünden bahseder. Ayrıca bu ikinci görüşü, bunun hemen peÅŸinden, “Ey Rabb’imiz, bizi tutup azarlama…” ifadesinin gelmiÅŸ olmasının da te’kid edeceÄŸi belirtilir. Buna göre sanki Allah, onların iman ve sâlih amele sarılmadaki hallerini anlatınca, onların Rablerini, “Allah, kimseye gücünün üstünde bir ÅŸey teklif etmez.” diye tavsif ettiklerini nakletmiÅŸtir. Bu ifadenin müminlerin sözü olduÄŸu kabul edildiÄŸinde ayetin öncesiyle irtibatının şöyle olacağı bildirilir: “Onlar ‘Ä°ÅŸittik, itaat ettik!’ dediklerinde, sanki ‘Biz nasıl dinleyip, itaat etmeyiz ki, O Allah, bizi sadece gücümüz ve takatimizin yeteceÄŸi ÅŸeyle mükellef tutmuÅŸtur. O, rahmetinin gereÄŸi olarak, bizden ancak kolay ÅŸeyleri talep edince, bizim de kulluÄŸumuzun gereÄŸi olarak, O’nu dinleyip, O’na itaat etmemiz gerekir.’ ” Fakat eÄŸer burada söz Allah’a ait kılınırsa münasebet ÅŸu ÅŸekilde olacaktır: Onlar, “Ä°ÅŸittik, itaat ettik!” deyip, daha sonra da ‘Rabbimiz maÄŸfiretini (isteriz.)…’ Onların ‘MaÄŸfiretini (isteriz).’ demeleri, bu tür günahlarının bağışlanması hususunda bir talep olunca, şüphesiz Allah bu hususu onlar için hafifleterek “Allah, kimseye gücünün üstünde bir ÅŸey teklif etmez.”buyurmuÅŸtur. Buna göre mana, ‘Siz dinleyip, itaat ettiÄŸiniz ve kasten günah iÅŸlemediÄŸiniz zaman, sizden gaflet ve yanılma neticesi sudur edecek günahlardan ötürü korkuya kapılmayın. Çünkü “Allah, kimseye gücünün üstünde bir ÅŸey teklif etmez.” ÅŸeklinde olur. Netice olarak bunun, ‘Ya Rabbena maÄŸfiretini (isteriz).’ ÅŸeklindeki dualarının kabul edildiÄŸini göstereceÄŸi üzerinde de durulmuÅŸtur. (Râzî, Mefâtihu’l-Gayb, c. 6, s. 96, 97.)
5. Nitekim bu anlamda Ehl-i Kitab’ın en önemli sorunlarından biri, insanın sorumluluk sahasını Allah ile kul arasında olması gerektiÄŸi ÅŸekliyle doÄŸru tespit edememesidir.
6. “Vus’a” insanın gücünün yettiÄŸi, zorlanmadığı ÅŸeye denilmiÅŸtir. Aynı ÅŸekilde kelimenin güçlük bakımından mechûdun (zorlanılan ÅŸeyin) altında olan, yani insanın gücü dâhilinde bulunan ÅŸeye denildiÄŸi açıklanmıştır. (Râzî, Mefâtihu’l-Gayb, c. 6, s. 97.); Bu kelimenin geçtiÄŸi ayetle müslümanların içlerinden geçen duygularla kanaatlerinden dolayı içine düşebilecekleri bir sıkıntıdan kurtuldukları açıklanır. Zira bu ayetin öncesinde (284. ayet) böyle bir konu vardır. Artık bu ayetle birlikte mükellefin idraki, bünyesi ve gücü çerçevesinde amellerden sorumlu tutulabileceÄŸinin nassa baÄŸlandığı belirtilir. (Kurtubî, El-Câmi’u Li-Ahkâmi’l-Kur’an, c. 4, s. 78.)
7. Ayette takat getiremeyeceÄŸimiz ÅŸey, yapılması çok zor olan ÅŸey olarak açıklanmıştır. Bu bir insanın ağırlığından dolayı “Falancaya bakmaya gücüm yetmez.” demesine benzetilmiÅŸtir. Ayrıca Allah “Takat getiremeyeceÄŸimiz ÅŸeyi bize teklif etme.” dememiÅŸ, “Takat getiremeyeceÄŸimiz ÅŸeyi bize yükleme.” buyurmuÅŸtur. Buna göre bir ÅŸeyi “tahmil” etmek, yüklemek, kiÅŸinin yüklenmeye takat getiremeyeceÄŸi ÅŸeyi onun üzerine koymak ÅŸeklinde açıklanır. O hâlde bundan kasıt “azap” tır denilmiÅŸtir ki bu durumda mana “Bize, taşımaya katlanamayacağımız azabını yükleme.” ÅŸeklinde olur. EÄŸer “Takat getiremeyeceÄŸimiz ÅŸeyi bize yükleme.” sözü, “Onlara olan teklifleri zorlaÅŸtırmama.” anlamına hamledilirse, bu takdirde bu ayetin manası bundan önceki ayetin ifadesinin aynısı olur. Bu ise, sırf ‘tekrar’dır ve caiz deÄŸildir. Tahammül etmek, yüklenmek kelimesinin Kur’an dilinde, (Ahzab suresinin 72. ayetinde olduÄŸu gibi) “teklif” manasına da tahsis edildiÄŸi ancak buna raÄŸmen kelimenin zahirinin tercih edilmesi gerektiÄŸi üzerinde durulmuÅŸtur. Zira bir hüccet olmadan tahsis etmek caiz görülmemiÅŸtir. (Râzî, Mefâtihu’l-Gayb, c. 6, s. 110-112.)
8. BaÅŸta eÄŸer söz Allah’a ait kılınacaksa burada o yüklemez buyurduÄŸu hâlde sonunda kulun yükleme demesi, fazlalık ya da çeliÅŸme gibi gözüken bir anlam kargaÅŸasına yol açar. Yok, eÄŸer sözün tamamı kula aitse ki öyle olmalıdır, kelimelere aynı anlam verildiÄŸi takdirde yine aynı çeliÅŸme durumu devam edecektir.
9. Nitekim baÅŸka ayetlerde aynı ifade, Allah’ın sözü olarak zaten geçmektedir. (Bknz: En’am suresi, 152. ayet; Talak suresi, 7. ayet.)
10. Ä°Ã§inde vus’a geçen ilk cümle Rabb’in kuluna olan merhametinin geniÅŸliÄŸini anlatır. Bu geniÅŸlik kulun asla ağırlık yüklenmesine müsaade etmez. Kul O’nun emir ve yasaklarını izlediÄŸi sürece bu böyledir, deÄŸiÅŸmez. Fakat günahlar, çoÄŸu zaman bu insicamı bozar. Âlemi fesada boÄŸar. Ä°ÅŸte bu durumda da içinde ta’kat geçen cümle devreye girer ki bu kulun Rabb’inden bir ricasıdır. Sen yüklemezsin, ama olur ki ben yüklenirim anlamında bir yardım çaÄŸrısıdır. Zaten hemen arkasından “Bizi affet, bizi bağışla, bize acı!” denilmesi kulun iÅŸlediÄŸinde de günahta ısrar etmeyeceÄŸini gösterir.
11. Bakara suresi 81. ayet; Mutaffifin suresi, 14. ayet.
12. Ahitlerin ağırlığı konusunda Âl-i Ä°mran suresinin 81. ayeti hatırlanmalıdır. Şöyle ki: “Allah, peygamberlerden şöyle söz almıştı: ‘Bakın, size Kitap ve hikmet verdim; imdi yanınızda bulunan (Kitap)ı doÄŸrulayıcı bir peygamber geldiÄŸinde, ona mutlaka inanacak ve ona mutlaka yardım edeceksiniz! Bunu kabul ettiniz mi? Ve bu hususta ağır ahdimi üzerinize aldınız mı?’ demiÅŸti. ‘Kabul ettik!’ dediler. ‘O hâlde tanık olun, ben de sizinle beraber tanık olanlardanım.’ dedi.” (S. AteÅŸ Meali)
13. Râzî, Mefâtihu’l-Gayb, c. 6, s. 108.
14. “…Rabbimiz, bize, bizden öncekilere yüklediÄŸin gibi ağır yük yükleme!..” ayeti hakkında bazı müfessirler Yahudilere elli vakit namaz farz kılındığından, mallarının dörtte birini zekat olarak vermeleri ve elbiselerine pislik bulaÅŸtığında o kısmı kesmelerinin emredildiÄŸinden bahseder. Yine Yahudiler bir ÅŸeyi unutup yapmadıklarında, daha dünyada iken hemen cezalandırılmışlar, bir hata iÅŸlediklerinde daha önce kendilerine helâl olan yiyeceklerin bir kısmı onlara haram kılınmıştır. Allah, “Yahudilerin yaptıkları zulümlerden, çok kimseyi Allah yolundan çevirmelerinden dolayı kendilerine helâl kılınmış temiz ve hoÅŸ ÅŸeyleri onlara yasakladık.” (Nisa suresi, 160. ayet. S. AteÅŸ Meali) ve “EÄŸer onlara: ‘Kendinizi öldürün, ya da yurtlarınızdan çıkın!’ diye yazmış olsaydık, içlerinden pek azı hariç, bunu yapmazlardı. Ama kendilerine öğütleneni yapsalardı, elbette kendileri için daha iyi ve daha saÄŸlam olurdu.” (Nisa suresi, 66. ayet. S. AteÅŸ Meali) buyurmuÅŸtur. Tâlut’un kavminden yolcu olanlara, nehirden su içmeleri haram kılınmış ve onlar bu dünyada hemen cezalandırılmışlardır. Ayette “Ey Kitap verilenler, biz bazı yüzleri, silip arkalarına döndürmeden, ya da Cumartesi adamlarını la’netlediÄŸimiz gibi onları da la’netlemeden önce, yanınızdakini doÄŸrulayıcı olarak indirdiÄŸimiz (Kur’an)a inanın. Allah’ın buyruÄŸu yapılır.” (Nisa suresi, 47. ayet. S. AteÅŸ Meali) buyurmuÅŸtur. Onlar, domuzlara ve maymunlara çevrilmiÅŸlerdir. Bu sebeple müminler, ilâhî azaba dayanacak takatleri olmadığı için Allah’tan tekliflerini hafifletmesini ve bu gibi ahitlerden kendilerini korumasını istemiÅŸlerdir. Allah, bu ümmetin vasfıyla ilgili olarak, “…O (Peygamber) ki, kendilerine iyiliÄŸi emreder, kendilerini kötülükten meneder; onlara güzel ÅŸeyleri helâl, çirkin ÅŸeyleri haram kılar, üzerlerindeki ağırlıkları, sırtlarındaki zincirleri kaldırıp atar…”(A’raf suresi, 157. ayet. S. AteÅŸ Meali) ve “Oysa sen onların içinde bulundukça Allah, onlara azab edecek deÄŸildi ve onlar istiÄŸfar ederlerken (içlerinde istiÄŸfar edenler var iken) de Allah, onlara azab edecek deÄŸildi.” (Enfal suresi, 33. ayet. S. AteÅŸ Meali) buyurmuÅŸtur. (Râzî, Mefâtihu’l-Gayb, c. 6, s. 108, 109.); Yahudilerle ilgili tekliflerin ağırlığının, yine kendi elleriyle iÅŸledikleri suçlardan ve bu konudaki ısrarlarından kaynaklandığı unutulmamalıdır.
15. “De ki: ‘Allah katında yeri bundan daha kötü olanı size söyleyeyim mi? Allah kim(ler)e la’net ve gazab etmiÅŸ, kimlerden maymunlar, domuzlar ve ÅŸeytana tapanlar yapmışsa, iÅŸte onların yeri daha kötüdür ve onlar düz yoldan daha çok sapmışlardır.” (Mâide suresi, 60. ayet. S. AteÅŸ Meali); “Yahudilere bütün tırnaklı(hayvan)ları haram ettik. Sığır ve koyunun da, yaÄŸlarını onlara haram kıldık, yalnız (hayvanların) sırtlarının yahut bağırsaklarının taşıdığı, ya da kemiÄŸe karışan yaÄŸlarını haram etmedik. Aşırılıkları yüzünden onları böyle cezalandırdık. Biz elbette doÄŸru söyleyenleriz.” (En’am suresi, 146. ayet. S. AteÅŸ Meali)
16. GeçmiÅŸ ümmetlerin başına gelenlerden ders almayı amaçlayan bu yaklaşım, insanlık tarihini üst üste koyan olaÄŸanüstü bir ibret ifadesi ÅŸeklinde karşılanmalıdır.
17. Bir kulun çıkarması gereken dersler bu duada belirtilmiÅŸtir. Ä°ÅŸin aslı, olup biten ÅŸeylerde Allah’ı tenzih etmektir. Ä°nsanların baÅŸlarına gelen ÅŸeyler, kendi elleriyle kazandıkları sebebiyledir. Yanlış yaptığı ÅŸeyleri sorgulayan, unuttuÄŸu ve ihmal ettiÄŸi ÅŸeyler bulunduÄŸunu kabul eden bir insan, olup bitenlerden öğüt almalı ve yaptığı yanlışlardan vazgeçmelidir. Tarihten ders çıkararak daha öncekilerin aşırılıkları yüzünden düştükleri hendeklere düşmemeye çalışmalıdır. Allah’a karşı her isyanın ve iÅŸlediÄŸi her günahın bir bedeli olduÄŸunun farkına varmalıdır. Ama en önemlisi, talep edilen yardımın yapılan mücadele ile anlam kazanmasıdır.

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.