Sosyal Medya

Makale

Ganimet Peşinde Koşmanın Hükmü

KuÅŸkusuz herhangi bir surenin kendi iç bütünlüğü ve bunu ortaya çıkaran baÄŸlamı bilinmeden, surede yer verilen herhangi bir kavram veya konu ile o kavram ve konunun Kur’an’da geçtiÄŸi diÄŸer yerler (yani, Kur’an bütünü) arasında kurulacak iliÅŸkiler akim kalır. O hâlde kelime ve kavramların birbirleriyle iliÅŸkilendirilmelerinden daha önce kendi bulundukları yerde ifade ettikleri anlam, doÄŸru bir ÅŸekilde ortaya çıkarılmalıdır. (1) Bu anlamda bir kavramın içeriÄŸi geniÅŸleyip daralabilir, tedricen bir aÅŸamadan öbürüne sıçrayabilir veya bir açıdan diÄŸerine indirgenebilir. Bütün bunları bilebilmek için önce surenin baÄŸlamından yararlanmak sonra Kur’an bütününden faydalanmak ama her safhada kendi içinde çeliÅŸmezlik, tenzih çerçevesine sadakat ve akli ilkelerle uyum içinde olmak gibi Kur’an te’vilinde muhafaza edilmesi gereken genel kaidelere baÄŸlı kalmak bir zarurettir. Sonuç itibariyle Kur’an bütünlüğüne ters düşmemeye çalışmak ve bu anlamda bir uyum ve ahenk içinde bulunmak, baÄŸlamda gözetilmesi gereken son merhaledir.

Önce sure sonra Kur’an bütünlüğünü korumak ve bunların birbirini desteklemesi açısından verilebilecek örneklerden biri ÅŸu ayettir:

“Yeryüzünde ağır basıncaya (küfrün belini kırıncaya) kadar, hiçbir peygambere esirleri bulunması yaraÅŸmaz. Siz geçici dünya malını istiyorsunuz, hâlbuki Allah (sizin için) ahireti istiyor. Allah güçlüdür, hikmet sahibidir.” (2)

Ayetten ilk bakışta -düşmanlarına tam anlamıyla üstün gelmeden- Peygamber (sav)’in esir edinip bunları fidye karşılığı serbest bırakmasının doÄŸru olmadığı anlaşılır. Arkasından gelen ayette ise “Allah tarafından önceden verilmiÅŸ bir hüküm olmasaydı, aldığınız fidyeden ötürü size mutlaka büyük bir azap dokunurdu.” (3) denilerek yapılan iÅŸin sonunda azabı hak ettiren ciddi bir hata bulunduÄŸu vurgulanır.

Dikkat edilirse peş peşe gelen ayetlere verilen anlamda esir edinme yasağı, doğal olarak fidye alma suçu ile devam eder. Her iki ayetten de genellikle anlaşılan, dünya menfaati adına fidye alabilmek için esir edinmenin yanlış olduğudur. Nihayet bu yaklaşıma göre yeryüzünde kesin bir zafer kazanıncaya kadar esir almak doğru değildir. (4)

Ayette aslen Nebi (sav)’nin esir alması kınanır. Bunu yeryüzünde ağır basmak ile dünyayı istemek anlamları takip eder. Buna göre Bedir savaşı sonrası esir almak ve devamında bunları serbest bırakmak için fidye istemek kınanmıştır. (5) O hâlde Peygamber (sav)’den istenen ya herkesi öldürmesi ya da esirleri fidye almaksızın serbest bırakmasıdır. (6) Fakat fidye almaksızın serbest bırakmak, ayetin başında sözü edilen “dünyada zafer kazanıp küfrü zelil kılmadıkça”, yani “yeryüzünde hâkim duruma gelmedikçe” ifadesiyle baÄŸdaÅŸmaz. Bu durumda ondan, yeryüzünde tam bir zafer kazanıncaya kadar kendisiyle savaÅŸan herkesi öldürmesi istenmektedir. (7) Bizzat kendisi teslim olanlar dikkate alınırsa savaÅŸ sırasında esir almamak mümkün olamadığına göre bu yaklaşımın sonucu, (hiç deÄŸilse) savaÅŸ sonrasında bütün esirlerin öldürülmesinin gerektiÄŸidir. (8) EÄŸer bu doÄŸruysa ayette esir alınmamasını öneren ya da alındığında dahi öldürülmesini ifade eden bir savaÅŸ tarzı gündeme oturmaktadır.

Klasik yaklaşıma göre Enfal suresindeki ayet köle edinmeyi yasaklar. Buna karşılık Muhammed suresinin 4. ayeti ise ister fidyeli ister fidyesiz esirleri serbest bırakmaktan bahseder. Bu durumda Kur’an bütününde aÅŸama kaydeden (tedriç) bir bakış açısıyla ÅŸu rivayetin konuya açıklık kazandırdığı üzerinde durulur:

Ä°bn Abbas (ra)’ın şöyle dediÄŸi nakledilmiÅŸtir: “Bu hüküm ancak Bedir Günü olmuÅŸtur. Çünkü o gün müslümanların sayısı azdı. Bundan dolayı, müslümanların sayısı çoÄŸalıp, hükümranlıkları güç kuvvet bulunca, Allah Teâlâ esirler hakkında, “…Artık bundan sonra (esirleri) ya karşılıksız ya da fidye karşılığı salıverin…” (9) ayetini indirmiÅŸtir. (10) Öyleyse fidye elde etmek amacıyla esir almak, ilk ayete göre dünyaya meyletmek anlamında ‘ÅŸimdilik’ kaydıyla kınanıyor olmalıdır. (11) Esirlerden alınan fidyelerin Enfal suresinin 69. ayetinde helâl kılındığına bakılırsa burada azaba konu olan tek ÅŸey, esir edinmektir. Her ÅŸeye raÄŸmen, çözümü bu derece yakın ve kolay gözüken hatta bir süre sonra tedricen serbest bırakılacak bu durumun, yani esir edinmenin ve bunun karşılığında fidye talep etmenin niçin büyük bir azabı gerektirdiÄŸi hususu tam olarak anlaşılamamaktadır. (12)

Rivayetlerin Götürdüğü Yer

Bazı eserlerde Muhammed (sav)’den önce ganimetlerin peygamberlere ve müminlere haram kılındığı, hatta bu yüzden son elçiye gelinceye kadar her seferinde toplanan ganimetlerin bir araya getirilip yakıldığı aktarılır. (13) Bu doÄŸrudur. Zira Peygamberlerin ganimet için savaÅŸmadıkları ve sonunda kendi adlarına böyle bir kazanç da saÄŸlamadıkları bilinir. Fakat hem surenin başında “…De ki; ganimetler (hakkında hüküm verme yetkisi) (14) Allah’a ve onun elçisine aittir…” (1) denilerek hem de ortalarında daha azap gündeme getirilmeden önce “Bilin ki, ganimet olarak aldığınız herhangi bir ÅŸeyin beÅŸte biri mutlaka Allah’a, Peygamber’e, onun yakınlarına, yetimlere, yoksullara ve yolculara aittir…”(41) ÅŸeklindeki ifadeyle ganimet almak, artık serbest bırakılır. Ve ait oldukları yerler dahi belirtilir. (15) Ä°lk ayet, dağıtımda bütün yetkiyi elçiye verir, ikincisi bunun beÅŸte birini bütünden tamamen ayırır ki bu ayrımda Allah’a ait olan kamuya dâhildir ve özellikle de ihtiyaç içinde olanları ilgilendirir.

Rivayetler, genellikle Bedir’de esir alınan kiÅŸilere ne yapıldığı/yapılacağı ile ilgilidir. (16) Ve umumiyetle Ömer (ra)’in “öldürelim” görüşünü destekler. Buna göre esirlerin öldürülmeleri gerekirken öldürülmemiÅŸ ve onlardan serbest kalmaları karşılığında fidye istenmiÅŸ olması hata olarak sunulur. Buna raÄŸmen fidyelerin geri verilmemiÅŸ olması devam eden ayette ganimetlerin helâl kılınmasıyla iliÅŸkilendirilir. (17) Ancak burada büyük azabı def eden asıl ÅŸeyin esirlerin serbest kalması olduÄŸu üzerinde durulmaz. Burada kınamaya konu olan tasarruf, esir alıp onları fidyeye mahkûm etmektir. Zira sonu köleliÄŸe kapı aralayan bir teÅŸebbüstür bu. BilindiÄŸi gibi fidyeleri ödenmeyen esirler köle olurlar. Ama çok şükür ki buna mahal kalmamış, fidyeler ödenmiÅŸ ve bütün köleler serbest kalmıştır. Ä°ÅŸte azabı def eden durum budur. Esir alınması kınanmış ama onlar serbest kalınca iÅŸ düzelmiÅŸtir. (18) Yani kimse öldürülmemiÅŸ ve öldürülmedi diye de kınanmamıştır. Nitekim Peygamber (sav)’in girdiÄŸi hiçbir savaÅŸta insanların esir alınıp köle yapılması katiyen söz konusu edilmemiÅŸtir. Bu sonuç, sure baÄŸlamının yanısıra Kur’an bütünlüğünün bize sunduÄŸu bir ikramdır.

Bağlamı Dikkate Almak

Şimdi bağlamı önemseyen bir yaklaşımın gereği olarak sure içerisinde bizi ilgilendiren bir anlamı kaçırmadığımızı görmek için kısaca ama konu akışını ihmal etmeden Enfal suresinin bütünü üzerinde durmak yerinde olacaktır.

Enfal suresi, “Sana savaÅŸ ganimetleri(nin bölüşümü) hakkında soru soruyorlar. De ki; ganimetler (hakkında hüküm verme yetkisi) Allah’a ve onun elçisine aittir. Buna göre eÄŸer mümin iseniz, Allah’tan korkun ve aranızda (çekiÅŸmeyip) barışı hâkim kılın, Allah’a ve Resulüne itaat edin.”ayetiyle baÅŸlar [1. ayet]. (19) Böylece savaÅŸ ganimetleri, devletin ortak gelir grubuna sokularak müminler arasında sorun olması engellenmeye çalışılır (2-6). (Konu Bedir savaşı çerçevesinde ve bu muharebenin öncesi ve sonrası üzerinden ilerler.) Burada Allah’ın amacı, sözleriyle hakkı gerçekleÅŸtirmek ve KureyÅŸ’in kâfir ordusunu yok ederek kâfirlerin ardını kesmektir [7. ve 8. ayetler]. Müminler, yardım isterler ve Allah da bunu kabul eder [9-12. ayetler]. Kâfirler için ise azap söz konusudur [13. ayet]. Müminlere karşılarında kâfirlerin bulunduÄŸu, bu nedenle asla arkalarını dönmemeleri ve bunun kendileri için bir imtihan sebebi olduÄŸu söylenir [14-18. ayetler]. Allah inananlarla beraberdir. Ve onlar Allah’ın mesajlarına karşı duyarsız deÄŸillerdir [19-21. ayetler]. Ä°ÅŸitmek ve itaat etmek, iyi niyet gerektirir. Ama kâfirlerin çoÄŸu bu yaklaşımdan yoksundur ve yüz çevirmektedir [22, 23. ayetler]. Oysa iman edenler, kendilerine hayat verecek ÅŸeye icabet eder, zulme asla razı olmaz ve sessiz kalmazlar [24, 25. ayetler]. Daha önce müminler zayıf ve çaresizken Rableri onları korumuÅŸ ve kollamıştır. Bu durumda onların da kendilerine emanet edilen mal ve çocukları hususunda dikkatli olmaları ve bunların kendileri için bir imtihan konusu olduÄŸunu bilmeleri gerekir. Zira Allah, kullarına cömert davranmış ve kendisinden sakınan herkese hak ile batılı ayırt edebilecekleri bir ölçü vermiÅŸtir [26-29. ayetler]. Daha önce elçiyi tebliÄŸden vaz geçirmek, öldürmek veya hicrete zorlamak hususunda tuzak üstüne tuzak kuranların, ayetlere eskilerin masalları diyenlerin, anında cezalandırılmamayı güya haklılıklarına delil getirenlerin bütün tertipleri boÅŸa çıkarılmıştır [30-32. ayetler]. Nitekim elçi aralarında bulunduÄŸundan ve onlar için hâlâ affedilme imkânı varken cezalandırılmamışlardır [33. ayet]. Fakat ÅŸimdi Mescid-i Haram’dan inananları alıkoymaları, bu uÄŸurda mallarını harcamaları, ıslık çalma ve el çırpmaktan ibaret namazları ve hakkı inkâr etmeleri yüzünden bunu hak etmektedirler [34-36. ayetler]. Artık temiz ile pis olanın ayrılmasının vakti gelmiÅŸtir [37. ayet]. GeçmiÅŸte kendileri gibi olanların baÅŸlarına gelenler son bir defa daha anlatılmalıdır. [38. ayet]. Baskı ve zulüm ortadan kalkıncaya kadar onlarla savaÅŸ göze alınmalı ve onların haktan yüz çevirmesinden korkulmamalıdır. Allah’ın müminlerin dost ve yardımcısı olduÄŸu asla unutulmamalıdır [39, 40. ayetler].

SavaÅŸta ganimet olarak her ne ele geçirildiyse bunun beÅŸte biri Allah’a ve Resulüne, yani yakın akrabaya, yetimlere, ihtiyaç içinde olanlara ve yolda kalmışlara aittir. Ä°ki topluluÄŸun savaÅŸta karşı karşıya geldiÄŸi gün Allah’ın kuluna indirdiÄŸine inananlar için gözetilmesi gereken ölçü budur [41. ayet]. Müminlerin vadinin bir ucunda, kâfirlerin de öteki ucunda olduÄŸu o gün hatırlanmalıdır. SözleÅŸilse dahi, doÄŸru vakitte böyle bir buluÅŸma nerdeyse imkânsızdır. Fakat Allah, yapılması gereken bir iÅŸi yerine getirmek, yani helâk olan, açık delille helâk olsun, yaÅŸayan da açık delille yaÅŸasın diye iki tarafı bu ÅŸekilde buluÅŸturmuÅŸtur (42. ayet). Allah, onların sayısını rüyasında elçisine az göstermiÅŸ ve böylece inananların korkup savaÅŸmak hususunda ihtilafa düşmelerini engellemiÅŸtir. Nitekim kalplerde olanı bütünüyle bilen Allah’tır. Allah takdir ettiÄŸi iÅŸ yerine gelsin diye müminlere onları az göstermiÅŸ, müminleri de onlara az göstermiÅŸtir. Nihayet bütün iÅŸler Allah’a varır [43. ve 44. ayetler]. O hâlde iman edenler savaÅŸ meydanında bir toplulukla karşı karşıya geldiÄŸinde sıkı durmalı ve Allah’ı çok anıp kurtuluÅŸa ermelidir. Allah’a ve onun elçisine baÄŸlılık göstermeli, savaÅŸ gibi önemli konularda birbirleriyle çekiÅŸmeye girip ihtilaf etmemelidir. Yoksa korku hâkim olur, cesaret sönüverir. Zor durumlarda sabır gösterilmelidir; çünkü Allah, gerçekten, zorluÄŸa göğüs gerenlerle beraberdir. Memleketlerinden çalım satarak, halka gösteriÅŸ yaparak savaÅŸa çıkan ve Allah yolundan insanları uzaklaÅŸtıranlar gibi olunmamalıdır. Allah onların bütün yaptıklarını çepeçevre kuÅŸatmıştır [45-47. ayetler]. O zaman ÅŸeytan onlara yaptıkları iÅŸi süslemiÅŸ ‘Bugün insanlardan sizi yenecek kimse yoktur, korkmayın, ben sizin yanınızdayım!’ demiÅŸ, ama iki topluluk birbirini görünce iki ökçesi üzerine geriye dönüp ‘Ben sizden uzağım, ben sizin görmediÄŸinizi görüyorum, ben Allah’tan korkarım, zira Allah’ın cezası çetindir!’ diyerek kaçmıştır. Münafıklar ve kalplerinde hastalık bulunanlar da ‘Bunları dinleri aldatmış.’ demiÅŸlerdir. Oysa kim Allah’a dayanırsa elbette Allah, daima galip, hüküm ve hikmet sâhibidir [48. ve 49. ayetler]. Melekler o kâfirlerin canlarını alırken yüzlerine ve arkalarına vurarak, ‘Tadın bakalım cayır cayır yanmanın acısını! Kendi ellerinizle iÅŸlediÄŸinizin karşılığıdır bu, yoksa Allah asla kullarına haksızlık yapmaz!’ derler. [50. ve 51. ayetler]. Bu kâfirlerin durumu tıpkı Firavun’un yandaÅŸlarının ve ondan da önceki kâfirlerin durumu gibidir. Onlar Allah’ın ayetlerini inkâr etmiÅŸ Allah da günahları yüzünden yakalarına yapışmıştır. Hiç şüphesiz Allah güçlüdür ve azabı ağırdır. Bu böyledir, çünkü Allah, bir topluma bahÅŸettiÄŸi nimeti ve esenliÄŸi, o toplum kendi gidiÅŸini deÄŸiÅŸtirmedikçe asla deÄŸiÅŸtirmez ve Allah, her ÅŸeyi iÅŸiten, her ÅŸeyi bilendir. Firavun, yandaÅŸlarının ve onlardan önce yaÅŸayıp gidenlerin baÅŸlarına ne geldiyse bunların da başına benzeri gelecektir. Onlar Rablerinin ayetlerini yalanlamışlar ve bu yüzden, günahlarına karşılık helak edilmiÅŸ; boÄŸulmuÅŸlardır. Çünkü hepsi zalim kimselerdir [52-54. ayetler]. Allah katında, canlıların en kötüsü kâfirlerdir. Çünkü onlar iman etmezler. Her defasında hiç çekinmeden antlaÅŸmalarını bozarlar. Bu nedenle savaÅŸta geride kalanlara ibret olacak biçimde bozguna uÄŸratılmalıdırlar [55-57. ayetler]. Yine eÄŸer anlaÅŸma yapılan bir millette sözleÅŸmeye aykırı bir hainlik alameti tespit edilirse, savaÅŸ açmadan önce anlaÅŸmanın artık geçersiz kaldığı ilan edilmelidir ki bunu bilme hususunda iki taraf da eÅŸit olsun. Çünkü Allah hainleri asla sevmez. Ä°nkâr edenler yakayı kurtardıklarını sanmamalıdır. Çünkü onlar Allah’ı asla âciz bırakamazlar. O hâlde onlara karşı müminlerin gücü yettiÄŸi kadar kuvvet ve cihat için baÄŸlanıp beslenen atlar hazırlaması gerekir. Bununla hem Allah’ın hem de inananların düşmanları ve onlardan baÅŸka kimsenin bilmediÄŸi, Allah’ın bildiÄŸi baÅŸka kimseleri de korkutabilmek amaçlanmalıdır. Allah yolunda ne harcanırsa tam olarak ödenir, kimse hiçbir haksızlığa uÄŸratılmaz. Ama eÄŸer onlar barıştan yana eÄŸilim gösterirlerse, müminler de barıştan yana olmalı ve Allah’a güvenmelidirler. Çünkü O, gerçekten her ÅŸeyi iÅŸiten, her ÅŸeyin aslını bilendir! Onların hile yapma/tuzak kurma ihtimaline karşı korkup barış teklifinden uzaklaşılmamalıdır. Her hâlükârda Allah müminlere yeter. O ki yardımıyla elçisini ve müminleri desteklemiÅŸtir. Elçi yeryüzünde bulunan her ÅŸeyi verseydi, yine de onların kalplerinin arasını uzlaÅŸtıramazdı; fakat Allah, onların kalplerinin arasını uzlaÅŸtırmıştır. Çünkü O, daima üstündür, hüküm ve hikmet sâhibidir [58-63. ayetler] Allah, Resulüne de ona tabi olan müminlere de yeter. Öyleyse peygamber inananları, ölüm korkusunu alt etmeleri yönünde ‘Sizden zor durumlara göğüs germesini bilen yirmi kiÅŸi çıkarsa, bunlar iki yüz kiÅŸiyi tepeleyebilmelidir; sizden böyle yüz kiÅŸi çıkarsa, hakkı inkâra kalkışanlardan bin kiÅŸiyi tepeleyebilmelidir; çünkü onlar bunu kavrayamayan bir güruhturlar.’ diyerek teÅŸvik edip yüreklendirmelidir. Allah, zayıf olduklarını bildiÄŸi için ÅŸimdilik yüklerini hafifletmiÅŸtir. Buna göre onlardan eÄŸer zor durumlarda sabretmesini bilen yüz kiÅŸi çıkarsa, bunlar iki yüz kiÅŸiyi tepeleyebilecektir ve yine onlardan böyle bin kiÅŸi çıkarsa, Allah’ın izniyle iki bin kiÅŸiyi tepeleyebilecektir. Elbette Allah zor durumlara göğüs germesini bilenlerle beraberdir [64-66. ayetler].
[Buraya kadar savaş öncesi, nasihatler birbiriyle gayet uyumlu bir anlam akışı içinde devam edip gider. 67. ve sonrasında gelecek ayetler için âdeta bir arka plan oluşturan bu ayetler, gerekçesiyle beraber müminleri savaşa hazırlar.
67. ayete girmeden önce konuyu bir daha ama toplu bir şekilde özetlemek gerekirse;]

Ganimetler (hakkında hüküm verme yetkisi) Allah’a ve onun elçisine aittir.
O hâlde bu hususta artık çekişmeye mahal yoktur.
Allah, hakkı gerçekleÅŸtirmek ve kâfirlerin ardını kesmek ister ve bunun yolu savaÅŸmaktır. SavaÅŸta Allah’ın yardımıyla inananlar kazanır. Bu nedenle imtihan oldukları bilinciyle çoluk çocuklarını bahane etmemelidirler. Arkalarını asla dönmeden savaÅŸmalıdırlar. Nitekim hakikati iÅŸitmeyen ve görmeyen kâfirler iyi niyetli deÄŸillerdir ve baskı yapıp zulmettikleri için yenilmelidirler. Baskı ve zulüm ortadan kalkıncaya kadar savaşılmalıdır. Zulme nasıl sessiz kalınabilir ki? Müminlerin hak ile batılı ayırt edebilecekleri bir ölçüsü vardır. Elçi daha önce onların aralarındayken bu zalimlerin cezalandırılmaları ertelenmiÅŸti. Fakat artık temiz ile pis olanın ayrılmasının vakti gelmiÅŸtir. O hâlde ÅŸimdi hakikati inkâr etme hususundaki ısrarları yüzünden onlarla savaşılmalıdır. (20)

Kâfirlere geçmiÅŸte kendileri gibi olanların başına gelenler son bir defa daha anlatılmalıdır. Ve artık baskı ve zulüm ortadan kalkıncaya kadar onlarla savaÅŸmak gerekir. Onların haktan yüz çevirmesinden korkulmamalı Allah’ın dost ve yardımcı olduÄŸu unutulmamalıdır. [40. ayet]
[Kâfirlerin arkasının kesilmesi için savaşmak bir sorumluluktur.]

Ganimetin beÅŸte biri Allah’a ve Resulüne aittir. Yani yakın akrabaya, yetimlere, ihtiyaç içinde olanlara ve yolda kalmışlara verilir. Gözetilmesi gereken ölçü budur. Bu ÅŸekilde tarafları birbirilerine az gösterip buluÅŸturan ve müminleri galip getiren Allah’tır.
[Burada ganimetlerin dağıtılacağı yerler, yani sonuçta savaştan kimlerin kârlı çıkacağı açıklanır. Ganimetin dağıtılacağı yerler toplumun en güçsüz kesimleridir.]

SavaÅŸ durumunda sıkı durulmalı, Allah çok anılmalı ve zorluklara göğüs gerilmelidir. Allah’a ve onun elçisine baÄŸlılık gösterilmeli ve asla çekiÅŸmeye girilmemelidir. Yoksa korku hâkim olur, cesaret sönüverir. Memleketlerinden çalım satarak, halka gösteriÅŸ yaparak savaÅŸa çıkan ve Allah yolundan insanları uzaklaÅŸtıranlar gibi olunmamalıdır.
[Burada cesaretin kaynağı dile getirilir. Güç, birlik olmaktadır.]

Åžeytan onlara yaptıkları iÅŸi süslemiÅŸtir; ama o zor zamanda terk eder ve aldatır. ‘Bunları dinleri aldatmış.’ diyenler de kaybetmiÅŸtir. Oysa kim Allah’a dayanırsa elbette O daima galip, hüküm ve hikmet sâhibidir (51). Bu kâfirlerin durumu tıpkı Firavun gibi, yani önceki kâfirlerin durumu gibidir. Onlar da Allah’ın ayetlerini inkâr etmiÅŸler; ama zalimler cezasız bırakılmamışlardır. Allah, bir toplum kendini deÄŸiÅŸtirmedikçe onları asla deÄŸiÅŸtirmez [54. ayet].
[Burada tarihten bir örnek seçilerek Allah’ın yardımı delillendirilir. Sonuç her zaman muttakilerindir.]

Allah katında canlıların en kötüsü kâfir olanlarıdır. Onlar, antlaşmalarını bozan kimselerdir. Geride kalanlara ibret olacak biçimde cezalandırılmalıdırlar. Hainlik etmelerinden korkulursa onlarla yapılan anlaşmalar bozulmalı ve bu onlara bildirilmelidir. Çünkü Allah hainleri asla sevmez. Onlara karşı güç yettiği ölçüde kuvvet hazırlayıp korkmaları sağlanmalıdır. Haksızlığa uğramaktan çekinilmemelidir. Barış isterlerse barışılmalı ve onların tuzaklarından endişe edilmemelidir. Müminlerin kalplerini uzlaştıran Allah, onları yine destekleyecektir [63. ayet] Allah hepsine yeter. Öyleyse cesur olmak ve ölüm korkusuna kapılmamak gerekir. Müminlerden az sayıda kişi, onların çoğuna bedeldir. Allah, zor durumlara göğüs gerenlerle beraberdir [66. ayet].
[İşte tam burada ele alınan konular açısından savaş olur ve biter. Savaş-barış şartlarında dikkatli olmak kaydıyla barıştan yana ve cesaretli olmak öğütlenir. Bundan sonraki ayetler surenin başında sorulan soruya cevap verir. Dolayısıyla buraya kadar bu soruya verilecek cevabın âdeta altı doldurulur. Niçin, kimin için savaşılacağı ve elde edilen ganimetlerin nereye harcanacağı bir temele oturtulur. (21) Okuyucu, ganimetler hakkındaki soruya verilen cevabın önünde yer alan bu uzun girişi dikkate alırsa bundan sonraki ayetleri daha iyi anlayacaktır.
Şimdi üzerinde durduğumuz ayet sadedinde ganimetler konusu gündeme gelecektir.]

Fidye almak ve yeryüzünde güçlü bir duruma gelmek maksadıyla esir alınmamalıdır. (67)
[Güçlü olmanın yolu biraz önce açıklanmıştır. Esirleri fidye karşılığında serbest bırakmak düşüncesi, gerektiğinde onları köle edinmek gibi bir kapı aralar. Bu ise insanları özgürleştirmek adına yapılan bu cihadın amacına gölge düşürür.]

Allah, doÄŸru hüküm ve hikmetle edip eyleyen en yüce iktidar sahibi biri olarak sizin için sonraki hayatın (ahiretin) da güzel/iyi olmasını ister. Ä°ÅŸte bu ÅŸekilde O’nun tarafından önceden buyrulmuÅŸ böyle bir ilke olmasaydı alınan bu (tutsaklar) yüzünden mutlaka büyük bir azabın çökeceÄŸi belirtilir. [68. ayet] . (22)
[Amaç insanları her ÅŸekilde kula kulluktan kurtarmaktır. Ganimet elde etmek için savaÅŸmak bir Arap âdeti olarak geride kalmalıdır. Nitekim Mekke’de çekilen bunca sıkıntı ve hemen her ÅŸeylerini terk ederek hicret etmek zorunda kalan müminlerin çektiÄŸi acılar, niçin savaÅŸacağı konusunda kiÅŸiye yeterince ışık tutmaktadır.]

Artık alınan ganimetler helâl ve hoÅŸ olarak yenilebilir. Allah’a karşı gelmekten sakınılmalıdır. Gerçekten Allah gafurdur, rahîmdir [69. ayet]. (23) Peygamber, elindeki esirlere ‘Allah yüreklerinizde bir güzellik bulursa, sizden alınan fidyeden daha güzelini size bahÅŸedecektir.’ der. Nitekim Allah, çok esirgeyen gerçek bağışlayıcıdır [70. ayet]. Fakat ihanet etmeye yeltenirlerse (unutmasınlar ki) önceki gibi Allah (inananları) onlara üstün getirecektir. Çünkü Allah, doÄŸru hüküm ve hikmetle edip eyleyen mutlak ve sınırsız bilgi sahibidir [71. ayet].
[Barışa/barışmaya yapılan bu atıfla asıl olanın savaşmak olmadığı bir kez daha ortaya serilir.]

Ä°man edip hicret edenler, Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla cihat edenler ve (muhacirleri) barındırıp yardım edenler var ya, iÅŸte onların bir kısmı diÄŸer bir kısmının dostlarıdır. Ä°man edip de hicret etmeyenlere gelince, onlar hicret edinceye kadar size onların mirasından hiçbir pay yoktur. EÄŸer onlar din hususunda sizden yardım isterlerse, sizinle aralarında sözleÅŸme bulunan bir kavim aleyhine olmaksızın (o müslümanlara) yardım etmek üzerinize borçtur. Allah yapacaklarınızı hakkıyla görmektedir [72. ayet]. Bütün bunlarla birlikte, dini inkâr edenler birbirlerine sahip çıkarlar. EÄŸer müminler birbirlerine yardımcı olmazsa, dünyada fitne kopar, müthiÅŸ bir fitne ve kargaÅŸa ortaya çıkar [73. ayet]. Ä°man edip hicret eden ve Allah yolunda cihat edenlerle (Muhacir) onlara kucak açıp yardım edenler (Ensar) var ya, iÅŸte gerçek müminler bunlardır. Bunlara bir maÄŸfiret, pek deÄŸerli bir nasip vardır [74. ayet]. Ve bundan sonra inanıp da zulmün egemen olduÄŸu diyardan göç edecek ve (Allah) yolunda sizinle birlikte çaba sarf edecek olanlara gelince, bunlar da inananlara dâhildir; (24) (iÅŸte böyle) sıkıca birbirine baÄŸlanıp yakınlık kazananlar, Allah’ın koyduÄŸu düstura göre birbirleri üzerinde temelden hak (sorumluluk) sahibidirler. Gerçek ÅŸu ki, Allah her ÅŸeyin aslını bilir [75. ayet].
[İşte asıl gücün kaynağı kardeşlik içeren bu ilişkilerde aranmalıdır.]

Sonuçta:
Güçlenmek için esir//fidye alınmaz. Ayrıca esaret, köleleştirmenin yolunu açar. (25)
Bu özgürlük için yapılan cihadın amacına gölge düşürür [67. ayet].
Allah, ahiretin kazanılmasını ister. Öyleyse insanları köleleştirmek ve sırf ganimet dürtüsüyle hareket etmek amaçlanmamalıdır. Yoksa bu tablo büyük bir azabı gerektirir.
Artık bütün esirler serbest kaldığına göre alınan ganimetler helâl ve hoÅŸ olarak yenilebilir. Allah’ın affedici olduÄŸu da unutulmamalıdır. [69. ayet].
[Burada baskı ve zulmü ortadan kaldırmak için yapılan savaşın sonuçları değerlendirilir.]

Esirlere onlardan fidye almaktaki amacın köleleştirme olmadığı bildirilir.
Söz konusu para ise bundan daha iyisinin onlara bağışlanacağı ama eğer kalpleri doğru bir çizgideyse bunun haklarında daha hayırlı olacağı açıklanır.
Nitekim hainlik etmenin daha öncekiler gibi onlara da bir faydası olmayacaktır [71. ayet].
[Bu bölümde esirlere, yapılan savaşın maddi bir beklentiden veya dünyaya ait bir çıkardan kaynaklanmadığı izah edilir ki bu açıklama herkes için açık bir öğüttür.]

İman edip de hicret edenler, Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla cihat eden Muhacir ve Ensar, ganimet için kavga etmeyecek derecede sıkı dostturlar. İman edip de hicret etmeyenlere gelince, onlara hayırdan hiçbir pay yoktur. Onlara anlaşmaların izin verdiği ölçüde yardım edilir.

İnkâr edenler birbirlerine sahip çıkarlar. Eğer müminler birbirine yardımcı olmazsa dünyada fitne kopup kargaşa çıkar.

Gerçek müminler, Muhacir ve Ensar’dır. Onlara maÄŸfiret, pek deÄŸerli bir nasip vardır ve ancak onlar gibi hicret edip çaba sarf edenler sizdendir.

Ä°ÅŸte böyle iman kardeÅŸliÄŸiyle sıkıca birbirine baÄŸlanıp yakınlık kazananlar, Allah’ın koyduÄŸu düstura göre birbirleri üzerinde tam bir sorumluluk sahibidirler ki bunlar asla ganimet peÅŸinde koÅŸup birbirlerine düşman olmazlar [75. ayet].
[Burada ganimetin kardeşliğe hâlel getirmemesi gerektiği vurgulanarak son nokta konulur.]

Ganimet Anlayışı

Düşman ve onun dışındakilerden ele geçirilen her ÅŸeye ganimet denilmiÅŸtir. (26) Ganimet, gerekçeleri meÅŸru ve haklı bir savaşın sonunda elde edilen nimetler anlamında, savaÅŸanlar için teÅŸvik konusu da olabilir. (27) Fakat Ä°slam’ın ona kazandırdığı anlamdan sıyrıldığında hevânın açgözlü taleplerini resmeder ve acımasız bir talana da dönüşebilir. BilindiÄŸi gibi Arap cahiliyesinde toplum içinde hâkim ve merkezi rol oynayan pek çok kavram, Ä°slam dini içinde terbiye olup meÅŸru ve doÄŸru bir kapsam/içerik kazanmıştır. Buna göre müslümanlar baskı ve zulmün ortadan kalkması için savaşırlar. Bu savaÅŸ sonrasında ele geçirilen ganimetin beÅŸte birinin hassaten ihtiyaç sahiplerine ayrıldığını bilirler. DiÄŸerlerinin ise yine ihtiyaca göre dağıtılacağını öngörürler. Hiçbir maddi getirinin kardeÅŸliklerine zarar vermesine müsaade etmezler. Ä°nen surelerin müminlerin zihninde meydana getirdiÄŸi ÅŸuur, haksızlığa karşı savaÅŸmaktan kaçınmamak ve ganimeti zengin olmanın yolları arasından çıkarmaktır. (28) Buna göre birtakım haksız gerekçeler uydurarak baÅŸkalarının mallarını gasp etmek inananların yapabileceÄŸi bir ÅŸey deÄŸildir.

Arap olsun Acem olsun insanın fıskı fücur iÅŸlemek konusundaki kabiliyetinin yanısıra dünyanın cazibesine kapılma hususundaki zaafı, ilk dönemde söz konusu sureler marifetiyle verilen mesajların taşıdığı ana fikirlerin kaybedilmesine yol açmıştır. Câbirî; kabile, ganimet ve akidenin Arap siyasi tarihini kendileri aracılığı ile okunması gereken üç ‘anahtar’ kavram olduÄŸunu ifade eder. Bunlar, aynı zamanda Arap siyasi aklının da belirleyicileridir. Ona göre Arap siyasi aklı, cahiliye döneminde kabile ve ganimetle, Peygamber (sav) döneminde ise öncelikle inançla sınırlanmıştır. Bu aklın Emeviler döneminde kabile, ilk Abbasiler döneminde ise akide rolü ile öne çıktığını söyler. Ona göre fetihler döneminde bu üç belirleyici birbiriyle iç içedir. Bu belirleyicilerin önemi, davet ya da devlet aÅŸamasında deÄŸiÅŸir. Davet aÅŸamasında -ister Muhammedî davet isterse ondan esinlenen Arap tarihinin çokça tanık olduÄŸu öteki ıslah davetleri olsun- esas rolü akide üstlenir. Devletin doÄŸuÅŸ aÅŸamasında ise temel rolü kabile oynar. Bu doÄŸuÅŸ aÅŸamasından hemen sonraki dönemlerde ise temel itici güç, ganimettir. (29)

Câbirî, cahiliye devrinde putların, ‘kutsal ÅŸey’ler, ya da ‘milli mabudlar’ kabul edilmediÄŸini bilakis onların ekonominin temeli sayılabilecek ÅŸekilde ‘servet kaynağı’ olduklarını belirtir. Zira kendisine tapınılan ve adak sunulan her putun çevresinde pazarların kurulduÄŸu ve Mekke özelinde bu mekânın milletlerarası ticari bir istasyon kabul edildiÄŸi üzerinde durur. Nitekim putlara hücum etmek, bu hac gelirlerine ve dolayısıyla mahalli olan-olmayan ticari kazançlara saldırmak anlamına gelir. Câbirî, KureyÅŸ liderlerinin Muhammed (sav)’in davetine karşı çıkmalarının bu ganimeti kaybetme korkusundan kaynaklandığını ve onların Muhammed (sav)’e uydukları takdirde bu siyasi ve ticari ayrıcalıklarını kaybedeceklerini düşündüklerini ifade eder. Bir ayette bu açıkça “Onlar, ‘Sizinle beraber doÄŸru yolu tutarsak, kendi yurdumuzdan koparılıp çıkarılırız.’ dediler. Biz onları tarafımızdan bir rızık olarak, her türlü meyve ve mahsullerin kendisinde toplandığı, saygın ve güvenlikli bir yere yerleÅŸtirmedik mi? Fakat onların çoÄŸu bilmezler.” (30) ÅŸeklinde dile getirilir.

Câbirî, putların arkasında yer alan menfaatlerden, fil olayının gerçekleÅŸmesinin etkilerine, hılfu’l-fudul’un kurulmasından, hac menasiklerinden elde edilen gelirlerinin korunmasına kadar pek çok faaliyeti ticari faaliyetlerin kaybedilme korkusuna baÄŸlar. Çünkü KureyÅŸ’in tek amacı sahip olduÄŸu ‘ganimet’i ve buradan hareketle elde ettiÄŸi imtiyazları korumaktır. (31) Bu yaklaşım, Arap siyasi aklının tarifi ve tarihte yaÅŸanan bir kısım örnekleri açısından doÄŸru kabul edilip hiçbir ahlaki kalıba sığmayan cahiliye devri insanının açgözlü tutumlarını izah etmek için geçerli olabilir. Yani Ä°slam’ın öğrettiÄŸi hakikati kavrayamayan, cahiliye ve asabiyetin kötü yönlendirmelerinden kurtulamayanlar için bu tez doÄŸrudur. Hatta ‘ganimet’ ifadesi bu anlamda insanın dilediÄŸince kazanma ve hesap vermeyi düşünmeden harcama beklentisini karşılar ki bu dürtü sadece Araplarda deÄŸil yeryüzündeki bütün insan ırklarında görülebilecek türden bir temayüldür. (32) Fakat Câbirî, Arap siyasi aklının oluÅŸumunda ‘ganimet’in belirleyici etkisinin Peygamber (sav)’in Medine’ye hicretinden sonra da devam ettiÄŸini, yani O’nun korkudan ve kaçmak için deÄŸil bilakis davetini baÅŸka araçlarla sürdürebilmek adına hicret ettiÄŸini dile getirir. KureyÅŸ ticari kervanlarını engellemek için seriyeler (akınlar) yapmak Mekke’nin siyasi teslimiyetini saÄŸlamak adına öngörülen bir ekonomik kuÅŸatmadır. Câbirî, bu ÅŸekilde ‘ganimet’in davetin yeni döneminde ortaya çıkmasını kaçınılmaz olarak görür. (33) Hâlbuki Peygamber (sav)’in öldürülme kararı alındığı için Mekke’de yapabileceÄŸi bir ÅŸey kalmamıştır. Böylesine bir kararla yaÅŸama hakkı elinden alınan biri için baÅŸka bir hicret etme gerekçesi aramaya mahal yoktur. Medine’de baÅŸlayan yeni dönem itibariyle Enfal suresinin uyarıları ışığında Arap geleneÄŸinde var olan ve uzun süreli savaÅŸlarında kendini gasp kültürü içinde belli eden ganimet anlayışından Peygamber (sav)’in ve Bedir Ehli (ra)’nin tenzih edilmesi gerekir. (34)

Yani, Enfal suresi, başlangıçta şu bilgileri verir:
“(Onların bu hâli,) müminlerden bir gurup kesinlikle istemediÄŸi halde, Rabbinin seni evinden hak uÄŸruna çıkardığı (zamanki halleri) gibidir. Hak ortaya çıktıktan sonra sanki gözleri göre göre ölüme sürükleniyorlarmış gibi (cihad hususunda) seninle tartışıyorlardı. Hatırlayın ki, Allah size, iki taifeden (kervan veya KureyÅŸ ordusundan) birinin sizin olduÄŸunu vadediyordu; siz de kuvvetsiz olanın (kervanın) sizin olmasını istiyordunuz. Oysa Allah, sözleriyle hakkı gerçekleÅŸtirmek ve (KureyÅŸ ordusunu yok ederek) kâfirlerin ardını kesmek istiyordu. (Bunlar,) günahkârlar istemese de hakkı gerçekleÅŸtirmek ve bâtılı ortadan kaldırmak içindi.” (35)

Ä°lk aÅŸamada orduyla deÄŸil de kervanla karşılaÅŸmak istemek, hem savaşın bilinmez sonuçlarından korunmak hem de ‘ganimet’ (kâr) elde etmek adına o durumda bulunan, yani sahip olduÄŸu her ÅŸeyi geride bırakıp gelen herkesin tercih edeceÄŸi bir yöneliÅŸtir. Nihayet savaÅŸmak için yeterince sebep varsa bunun sonucunda ganimet istemek tek başına kötü bir ÅŸey de sayılmayabilir. Bu anlamda Enfal suresinin savaÅŸ ganimetlerinin dağıtım biçimini belirlemek üzere indiÄŸi ve Müslümanlara uymaları gereken yöntemi açıkladığı da doÄŸrudur. (36) Ancak daha doÄŸrusu, surenin diÄŸer ayetlerinde de açıkça belirttiÄŸi gibi müminlerin sadece ‘ganimet’ istemek yaklaşımından kurtarılması, esirler dâhil olmak üzere ganimetin bir bölümünün harcanacağı yerleri tahsis edip tamamı hakkındaki tasarruf yetkisini elçiye vererek cihadın daha anlamlı ve ilkeli hâle getirilmesi ve bu ÅŸekilde ne için savaşılacağı hususunda müslümanların terbiye edilmiÅŸ olmasıdır. Nitekim tarih, sahip oldukları hemen her ÅŸeyi geride bırakıp gelenlerle (Muhacir), varlıklarını onlarla paylaÅŸanların (Ensar), ilkeli duruÅŸlarına defalarca ÅŸahittir. Onlar baÅŸlangıçta insani dürtülerle savaÅŸmadan sadece ganimet elde etmek istemiÅŸ ama hemen akabinde baÅŸlarında bulunan elçiye ve vahyin yönlendirmelerine teslim olmuÅŸlardır. Bedir Ehli’nin Medine de baÅŸlangıç yılları itibariyle gösterdiÄŸi bu samimi teslimiyet pek çok açıdan örnek teÅŸkil etmiÅŸtir. Şüphesiz Ä°slam tarihinin özellikle son fetih hareketleri aÅŸamasında siyasi ve savaşçı müslüman olmayı akide ve imana dayalı müslüman oluÅŸa yükseltecek yeterli zamanın bulunmadığı bazı zaaf yüklü anlar olmuÅŸtur. (37) Buna göre ilerleyen zaman içerisinde fetih hareketleriyle birlikte sadece görünüşte artan müslümanlığın olumsuz etkileriyle zaman zaman ganimet dürtüsüyle hareket edildiÄŸi de dile getirilebilir. (38) Elbette ganimet dürtüsüyle hareket etmek insanın çıkarcı yapısının bir uzantısı ÅŸeklinde Peygamber (sav) döneminde dahi fiili ve baÅŸat bir durum olarak mevcuttur. Fakat bu anlar, Asr-ı Saadet döneminde Ä°slam dininin insanlara kazandırdığı erdem ve olgunluk örnekleriyle baÅŸ edemeyecek kadar sınırlı ve azdır. Elçinin örnek davranışları ve güzel ahlakının yanısıra ısrarla sürdürmeye çalıştığı terbiye çabaları, vahyin rehberliÄŸinde ganimetin çekiciliÄŸinin, Kur’an mesajlarının önüne geçmesine müsaade etmemiÅŸtir.

Ä°niÅŸ Sebebi

Ganimetler, daha önceki ümmetlere helâl deÄŸildir. Bu, hiçbir peygamberin ganimet peÅŸinde koÅŸmadığının delilidir. Muhammed (sav)’e ve ümmetine helâl kılınması da bazı ÅŸartlara baÄŸlanmış konu dünya metaı peÅŸinde koÅŸmaktan olabildiÄŸince uzaklaÅŸtırılmıştır. Önce “ahireti istemek” fikri bu ganimet beklentisinin önüne konulmuÅŸtur. (39) Sonra beÅŸte biri tamamen ihtiyaç sahiplerine ait kılınarak bu fikir biraz daha güçlendirilmiÅŸtir. (40) BeÅŸte dördü de yine ihtiyaca göre dağıtması için liderin tasarrufuna bırakılmıştır. Esirler hususunda alınan fidye için de azap söz konusu edildiÄŸinde artık kimsenin ganimet isteyesi kalmamış böylece ahiret ve imanla çevrelenip terbiye edilmiÅŸ helâl bir metaa dönüşmüştür. (41)

Ayette قُلِ الْاَنْفَالُ لِلّٰهِ وَالرَّسُولِ “…De ki: “Ganimetler, Allah’a ve Resul’üne aittir…”denilerek taksim kararının bütünüyle Allah ve elçisine ait olduÄŸu belirtilir. Hâl böyle olunca bütün insiyatif/üstünlük Peygamber (sav)’e bırakılır. (42) Ä°ÅŸte ganimeti daha önceki geleneksel uygulamadan ayıran en önemli yönlerden biri de budur. Çünkü bu durumda hiç kimse eline neyin geçeceÄŸini hesaplayıp onun için savaÅŸmayı göze alamaz. Yani insanlar hak, adalet, özgürlük gibi cihat ettiÄŸi deÄŸerlerin yerine baÅŸka bir ÅŸey koyamasın diye insiyatifin bütünüyle elçiye (devlet baÅŸkanına) devredilmesi -elçinin insanları günaha sevk edecek ÅŸartları def edeceÄŸi düşünüldüğünden- savaşın ilkeli bir cihada dönüşmesine yardımcı olmuÅŸtur.

Risâletin son yıllarında ve özellikle Mekke fethi sonrasında pek çok kabilenin vahyin içeriÄŸini ve amaçlarını bütünüyle anlamadıkları hâlde sadece siyasi açıdan baÄŸlılık akdinde bulundukları ve yine bu kabilelerin Peygamber (sav)’in vefatının ardından dinden döndükleri (ridde hareketleri) nakledilir. Kabilelerin bir kısmı zekâttan muaf tutulmak ister. Çünkü verdikleri zekât onlara göre kendilerini Rasulullah (sav)’a baÄŸlayan ÅŸahsi bir baÄŸ gibidir. O ölünce, bu bağın koptuÄŸunu düşündükleri için vermek istemezler. Bu ÅŸekilde namaz kılma karşılığında zekâttan muaf tutulma gibi taleplerinin hepsi o gün için birer nabız yoklamadır ve bilindiÄŸi gibi Ebu Bekir (ra), bu kabilelerden gelen bütün bu ‘ortalama çözüm’ önerilerini ÅŸiddetli bir ÅŸekilde reddetmiÅŸtir. Zira zekâttan vaz geçmek, hâkimiyetini kaybedip vatan topraklarından bir kısmını kaybetmek anlamına gelir. (43) Arap düşüncesinin kurucusu hükmünde bulunan Bedevî düşüncesinde zekât ile ganimet arasında fark yoktur. Oysa onlar arasındaki ayrım vahiyle beÅŸeri zihnin çıkarımları arasındaki fark gibidir. Ganimet, güçlü olanın aldığı bir metadır. Oysa zekât özellikle ve öncelikle güçsüzlere dağıtılır. Yani güçlü olanın verdiÄŸi bir metadır. (44)

Surenin يَسْپَلُونَكَ عَنِ الْاَنْفَالِ “Sana ganimetler hakkında soruyorlar.” diye baÅŸlaması, arka planda bir tartışmanın ve geleneksel kabullerle Ä°slam’ın bakış açısı arasında bir iliÅŸkinin yaÅŸandığı intibaını verir. Nitekim “Allah ve Resulünündür.” ÅŸeklinde verilen cevabın bu münakaÅŸanın hasımlaÅŸmaya dönüşmemesine matuf olabileceÄŸi üzerinde de durulur. Buna göre Peygamber (sav) Bedir günü elde ettikleri ganimetleri, hem Bedir Savaşı’na katılmış olanlara, hem de katılmamış olan müslümanlara bölüştürür. Bedir savaşında bulunmadığı hâlde bu ganimetten istifade edenlerin üçü Muhacir’lerden, beÅŸi de Ensar’dandır. DiÄŸer müslümanlar arasında bu hususun dedikoduya sebep olduÄŸu ve ayetin bunun üzerine indiÄŸi rivayet edilir. Yine rivayet olunduÄŸuna göre, Bedir günü ön safta savaÅŸan gençlerle geride bekleyen yaÅŸlılar arasında ganimetlere kimin daha hak sahibi olduÄŸu konusunda bir çekiÅŸme meydana gelir ve ayet bunun üzerine nazil olur. (45) EÄŸer arka planda bir tartışma var ise ileri sürülen sebepler bunlardır. Birbirine kucak açmış ve bu anlamda Muhacir ve Ensar diye adlandırılmış kiÅŸilerin üç beÅŸ kiÅŸiye fazladan pay verilmesini sorun yapmış olacaklarını düşünmek uzak bir ihtimaldir. Burada aynı ordu içerisinde genç-ihtiyar, savaÅŸan-savaÅŸmayan ayrımı yapmış olmaları da yeterince tatmin edici bir gerekçe oluÅŸturmaz.

Bu meselede Zeccâc’ın şöyle dediÄŸi nakledilir: “Ayetteki ‘enfal’ kelimesi ile ‘ganimetler’ kastedilir. Müslümanlar kendilerinden önceki ümmetlere ganimet almak haram olduÄŸu için, bunun hükmünü sorarlar.” (46) Arka planda meydana gelmiÅŸ olması muhtemel tartışmanın ağırlıkla bu minval üzere yapıldığını düşünmek daha elveriÅŸlidir. Kimin ne kadar ganimet alacağı da tartışma konusu olabilir. Ancak Mekke dönemini iÅŸkence ve baskı altında geçirmiÅŸ, imanını pek çok sınavdan baÅŸarıyla geçirip kurtarmış ve bunu hicret ederek yani sahip olduÄŸu her ÅŸeyi geride bırakarak taçlandırmış kiÅŸilerin asıl tartışma konusu böyle bir durumda müminlerin ne yapması gerektiÄŸine dair olmalıdır. Akrabaları ile savaÅŸmayı göze alan insanlar için onları diÄŸerlerinden ayıran en önemli fark, sahip oldukları akide ve bilinç düzeyidir. Daha önce ganimetlerin haram kılındığını bilmeleri de bunu tetikler. Nitekim azap tehdidi bile bu zemin üzerinde anlamlı hâle gelir. (47)

Sonuç olarak vahyin mesajı, bütün dünyaya ‘Tevhid’i yani sadece Allah önünde boyun eÄŸilmesi gerektiÄŸini bildirmek ve böylece herkesin özgürleÅŸmesine imkân tanımaktır. Ä°nsanı tutsak eden ÅŸeyler yalnızca zecri baskılar deÄŸil bilakis maddi yoksulluklardan daha çok hevânın kendisini ilah ilan edinmesine varıncaya kadar önü alınamayan istekleridir. Bu nedenle ayetlerin verdiÄŸi mesaj, kendi baÄŸlamı içerisinde dikkatle hatırda tutulmalıdır. (48) Önemli olan vahyin uyarılarını göz önünden ayırmamak ve ilkeli duruÅŸu hiçbir zaman ve zeminde ganimetin olumsuz anlamda getirilerine feda etmemektir. (49) Yeryüzünde zafer kazanmak adına hiçbir peygambere esir edinmek ve bu ÅŸekilde gelir ve güç elde etmeyi düşünmek yakışmaz. Bu tavır, peygamberleri örnek alan müslümanlara da yakışmaz. Yani müslümanların giriÅŸtikleri hiçbir çabanın sonucunda insanların köleleÅŸtirilmesi gibi bir sonuç çıkmaz ve çıkmamalıdır. Güç, Bedir Ehli’nin yapmayı baÅŸardığı gibi aralarındaki kardeÅŸlik hukukunu canlı tutarak hakikati savunmak, özgür olmak ve özgürlüğü savunmaktır. Ä°nsanları putlardan kurtarmak için savaÅŸmaktır. (50)

Tutarlı Olmak

Kur’an bütünü denildiÄŸinde kastedilen genellikle ayetlerden veya surelerden çıkarılan anlamların birbiri arasında çeliÅŸki oluÅŸmayacak ÅŸekilde bir insicam/uyum içinde bulunmasıdır. Bu uyum ve insicamın en önemli parçalarından biri de Allah veya elçisi hakkında herkesin kabul edebileceÄŸi doÄŸru tasavvurlarda bulunmaktır.

Sure içerisinde 57. ayette belirtildiÄŸi gibi savaÅŸ sırasında karşı tarafı bir daha savaÅŸmayı göze alamayacak ÅŸekilde mahvetmekle savaÅŸ sonrası esirlere yapılacak muamele birbirine karıştırılmamalıdır. Bütün esirlerin öldürülmesiyle ilgili yorum, ne Allah’a ne de Peygamber (sav)’e yakışmayan bir iddiadır. Nitekim Ä°slam tarihinde bu anlamı haklı çıkaracak bir uygulama da yoktur.

Surenin 61. ayeti, düşmanları barışa yanaÅŸtıkları takdirde “EÄŸer onlar barışa yanaşırlarsa, sen de ona yanaÅŸ ve Allah’a tevekkül et. Çünkü O, hakkıyla iÅŸitendir, hakkıyla bilendir.” diyerek müminlerin de barıştan yana tavır almalarını tembih eder. Hatta muhatapların barış talebinin aldatmak maksadıyla yapılmış olabileceÄŸi ihtimaline raÄŸmen yine de müminlerden söz konusu barışa katılmaları istenir. EÄŸer bu bir hile teÅŸebbüsi ise müminleri bir araya getiren Allah’ın yardımının onlara yeteceÄŸi dile getirilir. Sonra Peygamber (sav)’in inananları savaÅŸa teÅŸvik etmesi istenir. Kâfirlerin doÄŸru deÄŸerlendirme/muhakeme yapamayan bir topluluk olmaları hasebiyle önce bire on sonra bire iki oranında bir güçle her zaman inananların onlara galip gelecekleri ifade edilir. Ayette dile getirilen fark, صَابِرُونَ‘sabreden’ müminler ile لَا يَفْقَهُونَ ‘hiçbir ÅŸey anlamayan’ kâfirler arasındadır. Bu fark müminlere ölüm korkusunu yenmeleri hususunda üstünlük saÄŸlar. Sonuçta ayet, وَاللّٰهُ مَعَ الصَّابِرٖينَ “Allah sabredenlerle beraberdir.” [66. ayet] diyerek zor durumlarda sabırlı davranmayı tavsiye eder. Burada asıl olan kiÅŸilerin تُرٖيدُونَ عَرَضَ الدُّنْيَا dünyaya meyletmesiyle Allah’ın وَاللّٰهُ يُرٖيدُ الْاٰخِرَةَ mümin kulları için ahireti istemesidir. (51) Ahireti isteyenler güçlüdür. Bununla baÄŸlantılı bir ÅŸekilde yukarıdaki verilen bire on veya bire iki oranları da lafzî ya da gaybî birer veri olmaktan ziyade müminleri cesaretlendirmeye yönelik bir teÅŸvik kabul edilmelidir. (52) Dolayısıyla sure, esir alarak güçlü olmayı, yani dünyaya ait bir kazanç saÄŸlayarak kuvvet edinmeyi deÄŸil, ahireti düşünerek ölümden korkmamayı gündeme getirir. Buradan da anlaşılacağı gibi ayette sözü edilen esir edinmekten kasıt, onları fidye karşılığında serbest bırakmak, fidye ödenmediÄŸi takdirde de köleleÅŸtirerek dünya metaı/kazancı/ganimeti hâline getirmektir. (53) Ä°ÅŸte kınanan ÅŸey budur; yoksa onları öldürmemek deÄŸil. (54)

“Yeryüzünde ağır basıp kesin bir zafer kazanıncaya kadar” ifadesinden hareketle esir almanın hâkimiyet ÅŸartına baÄŸlı olarak meÅŸru olduÄŸu belirtilir. (55) Yani ibare bu ÅŸekilde kabul edilse bile burada kınanan esir almak deÄŸildir. Mesele ne tek başına esir almak ne de fidye almaktır. Zira ayette hemen akabinde fidye almaya da izin verilir. O hâlde azaba sebep teÅŸkil edecek derecede ağır addedilen suç, fidye almak kastıyla esir edinmektir. (56) Burada fidye almanın tek ÅŸart olması, azabı gerektirecek derecede ciddi bir hatadır. Çünkü bu ÅŸart fidye ödenmediÄŸi takdirde esirleri köleleÅŸtirmenin kapısını açar. Yani cihadın maksadına gölge düşüren ve ahirete raÄŸmen sadece dünyayı istemeyi gündeme taşıyan bu tutumdur. (57)

Peygamber (sav)’in
“Yeryüzünde ağır basıp kesin bir zafer kazanmak için”
“Yeryüzünde üstünlüğünü perçinleyip küfrün belini kırmadıkça”
“Yeryüzünde düşmanı tamamıyla sindirip hâkim duruma gelmek için” tam bir hâkimiyet kurmak adına esirler alması doÄŸru bulunmamıştır. (58) Buna göre doÄŸru anlam, birbirini takip eden ayet sırasıyla şöyle olmalıdır;
“Yeryüzünde ağır basıp kesin bir zafer kazanmak için hiçbir peygambere esir almak (ve bu yolla fidye elde edip üstünlük saÄŸlamaya çalışmak) yakışmaz. Siz (bu ÅŸekilde davranarak) geçici dünya menfaatini istiyorsunuz. Hâlbuki Allah ahireti (düşünmenizi ve onu bu yolla kazanmanızı) istiyor. Allah, mutlak güç, hüküm ve hikmet sahibidir. (59) EÄŸer Allah’ın daha önce verilmiÅŸ bir hükmü olmasaydı, aldığınız esirler(i köleleÅŸtirme ihtimalin)den dolayı size büyük bir azap dokunurdu.”

Bununla beraber ayetin مَا كَانَ لِنَبِىٍّ “Hiçbir peygamber için olmaz/düşünülemez”ÅŸeklinde bir ifade ile baÅŸlaması, bundan sonra ele alınacak meselenin alelâde bir konu olmadığı intibaını uyandırır. (60) Zira Peygamber (sav)’e yakışan tutumlar, içinde saygı, ÅŸeref, adalet ve merhamet barındıran ve ancak doÄŸru tanımlarla ifade edilebilen ÅŸeylerdir. Burada Peygamber (sav)’e yakıştırılmayan ve hata kabul edilen durum, esir almak suretiyle yeryüzünde hâkim olmayı düşünmektir. (61) Esir edinmek, onların kurtulmak adına verecekleri fidyeleri talep etmektir. Sadece zenginlerin köleleri olduÄŸu düşünülürse fidye ödeyemeseler dahi esirler, köle olarak da iyi bir sermaye kabul edilebilir. Ayette “Siz dünyanın geçici yararını istiyorsunuz.” ifadesinden hareketle sözü edilen dünya menfaati, esirler karşılığında alınacak fidye ve bu ÅŸekilde elde edilecek kazançtır. (62) Ama elçiden beklenen bu deÄŸildir. (63) Hayatı ve amacı insanları özgürleÅŸtirmek olan bir Peygamber (sav)’in savaÅŸ sonucunda bile olsa insanları bu konuma düşürmesi ihtimali doÄŸru bulunmamıştır. Esir edinmek, dünya menfaatidir. Oysa onları serbest bırakmak tevhid (özgürlük/eÅŸitlik/adalet) mücadelesinin gereÄŸi olarak müslümanların sadece Allah’ın rızasını gözettiklerinin ve ahireti istediklerinin bir iÅŸareti sayılır. Fidye alarak veya almayarak (47/4) her halükârda savaÅŸta esir olanlar serbest kalır ama asla esir olarak bırakılmazlar. Çünkü esirler, serbest bırakılmadığı durumlarda bir adım sonra köle edinilirler. (64) Bu savaşın sonunda yapılan tartışmalarda onların köleleÅŸtirilmesi ihtimalini gündeme getirmek ve konuÅŸmak dahi yanlış bulunmuÅŸtur.

Surenin 68. ayeti, “Allah tarafından önceden buyrulmuÅŸ böyle bir ilke olmasaydı aldığınız bütün bu (esirler) yüzünden başınıza mutlaka büyük bir azap çökerdi.” diyerek durumun vahametini dile getirir. Ardından “O hâlde, savaÅŸta ele geçirdiÄŸiniz ganimetleri helâl olarak yiyin ve Allah’a karşı gelmekten sakının. Gerçekten Allah çok esirgeyici, çok bağışlayıcıdır.”denilir. Bu ifade, baÅŸa geleceÄŸi düşünülen azaba gerekçe olan ÅŸeyin fidye almak olmadığını gösterir. (65) Nihayet Allah’ın elçisinin güçlenmeyi amaçlayarak esirlerin öldürülmesini istediÄŸi doÄŸru deÄŸildir. EÄŸer bu doÄŸru olsaydı, esirler için alınan fidyelerin geri ödenmesi ya da beytülmale hibe edilmesi veya karşılığında sevap beklemeksizin bir ÅŸekilde acilen infak edilmesi gerekirdi. Oysa devam eden ayetlerde alınan fidyelerin helal olarak yenilmesi önerilmektedir. Konu burada “Olan oldu artık yiyin gitsin.” ÅŸeklinde de ele alınamaz. Gökleri çatlatacak derecede önemli bir suçun anında tövbesi ve geri dönüşümü saÄŸlanmalıdır. Buradan da anlaşılacağı gibi suç, fidye almak deÄŸil, bunu tek alternatif sayarak, sözde bile olsa insanların köleleÅŸtirilmesine kapı aralamaktır ki bu tarihten sonra bir daha savaÅŸ sonrası esirler hakkında köleliÄŸi doÄŸuracak bir uygulamaya asla fırsat verilmemiÅŸtir. Yapılan hata anlaşılıp piÅŸmanlık duyulduktan sonra alınan fidyelerin yenilmesinde bir beis olmadığı açıklanmıştır. Buradan da anlaşılacağı gibi Allah, müminlerin ganimetten pay almalarına ve dünyalık elde etmelerine deÄŸil, süfli sebeplerle dünyaya yönelip ahireti unutmalarına kızmaktadır. Çünkü burada önemli olan müslümanların elde ettikleri bu ilk ve çok önemli baÅŸarının bütün dünyaya niçin savaşıldığıyla ilgili örnek olmasıdır.

Surenin 70. ayeti esirlere hitap eder. Hitap, “Ey peygamber, elinizde bulunan esirlere deki: ‘EÄŸer Allah, sizin kalplerinizde bir hayır bulursa, size, sizden alınan ÅŸeylerden daha hayırlısını verir ve sizi bağışlar. Allah çok affedicidir, çok merhametlidir.’ ” ifadesiyle onların dikkatini kaybettiklerinden daha hayırlı bir sonuca çeker. Bu kayıp sadece onlardan alınan fidyeyi deÄŸil, aynı zamanda savaÅŸta yenilmeleri, yakınlarının öldürülmesi gibi kiÅŸinin dünyada kaybedebileceÄŸi her türlü zararı ifade eder. Buna karşılık daha hayırlı olan ‘iman’dır ki ancak böyle bir kazanç, her türlü zararı tazmin edebilir. Devam eden ayet, onların hainlik etmeleri durumundan bahseder. Serbest bırakılmalarının ardından tekrar savaÅŸmak için yol aramamaları tavsiye edilir. Böylece yine asıl meselenin onların serbest bırakılması olduÄŸu ortaya çıkar. Ä°slam’ın farkı da budur. Nitekim bu ayetler de onlar için bir tebliÄŸdir. Böylece Rablerinin kendilerini köleleÅŸtirme ihtimaline ne kadar kızdığını bu ÅŸekilde görmeleri istenir. Onların Arapların âdeti olduÄŸu üzere fidye alınarak serbest bırakılmaları bir lütuftur ve bunun dışında baÅŸka bir yol da yoktur.

Kur’an Bütünlüğünden Faydalanmak

Enfal suresinde esirlere karşılık fidye alınması, önce dünyayı istemek anlamında niyet olarak “kınanmış” ama sonra serbest bırakılmıştır. Buradaki, azap tehdidinin fidye almayı tek ÅŸarta indirgemekten kaynaklandığı açıktır. Zira vakıa olarak fidye zaten alınmış ve ayetler bunun üzerine inmiÅŸtir. Muhammed suresinde ise fidyeli veya fidyesiz salıverme gündeme gelir. (66) Burada da fidye alınabileceÄŸi söylendiÄŸine göre her iki sure arasında geçen zaman zarfında öncesinde yasaklanan sonrasında serbest bırakılan bir iÅŸlem yoktur. Ãœstelik pratikte Enfal suresinde yaÅŸanan ile teoride Muhammed suresinde anlatılan aynı ÅŸeydir. Yani öncekinde serbest bırakılan esirler, Muhammed suresinde her hâlükârda serbest bırakılmayı hak eder duruma gelmiÅŸlerdir. Uygulama olarak her iki surede de esirlere yapılan muamele aynıdır. Ama Muhammed suresinin savaÅŸ esirlerini her ÅŸart altında serbest bırakan emri olmasaydı, Enfal suresinde azap tehdidinin sadece fidye istemekten kaynaklandığı ve sonra bunun da tedricen serbest bırakıldığı düşünülebilir, yani bu tehdit sadece fidye alarak üstünlük elde etmeyi tasarlamakla gerekçelendirilebilirdi. Sonuç olarak; Muhammed suresiyle birlikte Allah’ın köle edinmek hususunda rızasının asla bulunmadığını ve buradan hareketle daha önce inen Enfal suresinde de bu anlayışın hâkim olması gerektiÄŸi düşünülmeli ve te’vil çabaları bu istikamette sürdürülmelidir. (67)

Muhammed suresinde dile getirildiÄŸi ÅŸekliyle mesele, fidye alınsın ya da alınmasın esirlerin serbest bırakılmasıyla sonuçlanmak zorundadır. Son Kitab’ın takipçileri açısından bundan baÅŸka tefsir ve te’vil edilebilecek bir yol yoktur. Bu yaklaşım, alınacak muhtemel fidyeyi sembolik hâle getirir. Zira ayetin emri gereÄŸince sonuçta mutlaka serbest bırakılması gereken birine fazla para veren kimse bulunmaz. Bu durum, esirlerin köleleÅŸtirilmesini yani köleliÄŸin bilinen en kadim kaynağını kurutmaya yönelik çok önemli bir adımdır. (68) Zira savaÅŸ, o dönemde köleliÄŸin en önemli kaynağıdır. Benzer bir yaklaşımın Bedir esirleri içinde beklendiÄŸi Enfal suresinin giriÅŸinden anlaşılabilir. Fakat orada ortaya çıkan teklifler ve uygulama, fidye ödeterek serbest bırakma ÅŸeklinde tek şıkta hapsolmuÅŸtur. Böyle olunca konu, ödenen bedeller eÅŸliÄŸinde para kazanmaya dönüşmüştür. Fidye ödeme şıkkının tek alternatif olarak gündeme gelmesi, muhataplar nezdinde gerekirse köle edinmeye kapı aralamaktadır. Ä°ÅŸte esirlerin fidyesini arttırmaya yönelik bu köleleÅŸtirme ihtimali, göklerin çatlamasına yol açacak en kötü tekliftir. Ä°nsanları özgürleÅŸtirme iddiasıyla gündeme oturmaya çalışan bir dinin mensuplarının bu ihtimalin hilafına hareket etmeleri, büyük bir azaba yol açacak ÅŸekilde facia olarak nitelendirilmiÅŸtir.

Anlam Akışı ve Kendi Kendisini Tefsir Eden Sıralama

Muhammed suresinin fidyeli ya da fidyesiz her hâlükârda esirleri serbest bırakmayı tek seçenek hâline getiren bildirisinin Enfal suresinin ilgili ayetini doÄŸru anlamayı kolaylaÅŸtırdığı bir vakıadır. Muhammed suresindeki ifade tartışmaya mahal bırakmayacak ÅŸekilde açıktır ve bu anlam, genel bir bakış açısı ve düstur oluÅŸturur ve kölelikle ilgili bütün ayetlere damgasını vurur. Burada ayetlerin nüzul tarihi, açısından birbirlerine öncelik veya sonralıkları, sadece tedriç ifade eder. Yoksa kölelik gibi ağır bir konu hakkında birbirini nakzeden veya nesheden iki farklı yaklaşımdan söz edilemez ve edilmemelidir de. Buna göre diÄŸerine nispetle sonra nazil olan Enfal suresinin ayetinde de azabı gerektiren sebep, esirleri köle edinme ihtimalinin ortaya çıkmasıdır. Bu çıkarım, Kur’an bütününün okuyucuya sunduÄŸu bir lütuftur. Fakat surenin anlam akışı içinde kendi kendisini tefsir eden sıralaması, çoÄŸu kez harici bir yardıma ihtiyaç duymadan doÄŸru anlamı belirlemeye imkân verir.

Nüzul sebeplerinin doğru tespit edilmesinin ayetlerin anlaşılmasına katkı sağladığı bilinir. Fakat bu konudaki rivayetlerin yüklendiği sorunlar açısından her zaman doğru sonuçlar vermediği de bir vakıadır. İlk aşamada asıl olan, surelerin kendi içinde birbiriyle uyumlu bir anlam bütünü taşıdığını düşünmek ve buna göre hareket etmektir. İlk muhatapları açısından Enfal suresinin verdiği mesaja şahit olanların, sureyi doğru anlamak için Muhammed suresinin indirilmesini beklemiş olamayacakları ve bu anlamda Enfal suresinin bağlamının pek çok soruyu kendi içinde cevaplayabileceği de ifade edilebilir. Başka bir ifade ile Enfal suresinin bağlamından ve yaşanan pratiğinden çıkarılacak sonuç Muhammed suresinde resmi hâle gelir.

Åžimdi ilgili ayet sadedinde;
Anlaşılan odur ki,
Önce esir almak bir peygambere yakışmaz.
Çünkü bu yaklaşım dünyanın geçici kazançlarına talip olmaktır.
Oysa Allah, kullarının ahireti kazanmalarını ister.
Alınan bu esirler yüzünden neredeyse başa büyük bir azap geleceği dile getirilir.
Buraya kadar sorun, dünya menfaati elde etmek için esir edinmektir.
O hâlde bu esirlerden elde edilecek kâr meşru değildir.
Fakat bu eylem, devam eden ayetle meşrulaştırılır.
Savaşta ele geçirdiğiniz şeyleri helal-i hoş olarak yiyin, denilir. (69)
Sonra esirlere, “Allah kalplerinizde bir güzellik bulursa, sizden alınan ÅŸeylerden daha güzelini size verecektir.” denilir.

Yani,
Bu anlamda hem esir hem de fidye almak meşru hâle gelir.
Böylece kınama konusunun esirleri öldürmekle alâkası olmadığı anlaşılır.
Bu arada büyük bir azabı gerektiren şeyin ne olduğu kendiliğinden ortaya çıkar.
Azabı gerektiren şey, esirlerin sadece fidye karşılığında serbest bırakılmasıdır. (70)
Başka bir ifade ile söylemek gerekirse;
Bütün meselenin odağında yer alan şu iki cümleye dikkat edilmelidir:
“Güç kazanmak adına esir almak bir peygambere yakışmaz.”
“Alınan fidyeden dolayı başınıza büyük bir azap gelebilirdi.”
Buradan çıkan sonuç, fidye almak kastıyla esir edinmenin doğru olmadığıdır.
Fakat daha sonra fidye almak da serbest bırakıldığına göre;
Büyük azabı gerektiren asıl büyük suç, esir edinmektir.
Esir edinmek bir savaşın kaçınılmaz sonucu olduğuna göre;
Burada söz konusu edilen bu esirlerden fidye istemeyi tek alternatif edinmek; fidyeleri ödenmediği takdirde esirlerin köleleştirilme ihtimalini gündeme almaktır.

Yani ayette bir peygambere esir edinmesi yakışmaz derken kastedilen mana, peygamberin köle edinmesinin asla mümkün bulunmadığıdır.

Artık
Onu örnek alan ümmetinin de bundan başka bir seçeneği kalmamaktadır. (71)

Evrensel Olanı Yakalamak

Enfal suresi, ganimetlere karşı müminlerin tavrının ne olması gerektiğini anlatır. Çünkü bilinçli/ilkeli bir çerçeve içine girmeyen, sadece ganimet elde etmeye odaklanan yaklaşım, sömürge yaklaşımıdır ve insanları köleleştirir. Mesela petrol ve enerji savaşları, bir nevi ganimet elde etme mücadelesidir. Hiçbir peygamber ve onların şahsında hiçbir mümin, dünyayı talan etmek, yeryüzü ve yer altı zenginliklerini ele geçirmek ya da insanların haklarını gasp edip sömürmek için asla savaşamaz. Ganimet elde etmek niyetiyle başlayan her menfaat mücadelesi, insanlara zarar verir ve onları bir şeyler karşılığında esir alır. Köleleştirir. Değerli olanı değersiz kılar. Kâfirler, bu tür savaşları yaparlar. Çünkü onlar, kendi çıkarlarından başkasını düşünmezler ve iyi niyetli değildirler.

Sure, ganimet yaklaşımıyla cihat edilemeyeceÄŸini, hiçbir peygambere bunun yakışmayacağını bildirir. Zira ganimetle güç elde etmek doÄŸru deÄŸildir. Dolayısıyla güçlü olmak için esirleri fidye karşılığında serbest bırakma yaklaşımı kınanır. Zira bu yaklaşım, inÅŸaları köleleÅŸtirmek ihtimalini de saklı tutar. Cihat, yeryüzünden zulüm kalksın diye yapılır. Bir mümini diÄŸerlerinden ayıran ölçü budur. Ne yazık ki müminler Bedir’de bu yüzden azar iÅŸitmiÅŸ, Uhud’da bu sebeple yenilmiÅŸ, Peygamber (sav)’in vefatından sonra Müslümanların rüzgârı bu nedenle baÅŸka yönlere esmeye baÅŸlamış ve “Yeryüzünde ağır basıp kesin bir zafer kazanmak için” farklı yollar denemiÅŸ, fakat gücün asıl kaynağı her seferinde ihmal edilmiÅŸtir. (72)

Bugün emperyalist ülkelerin yeryüzünün enerji kaynakları hususundaki tutumları sömürgecidir. Bunun sonucunda kendi topraklarında çıkan kaynakları kullanamayan, kendi, insanının faydasına sunamayan pek çok zayıf ülke/toplum vardır. (73) Bu ganimet elde etme yarışının bir sonucudur. Buyurgan bir tavırla yeryüzünü bir pasta gibi gören ve hiçbir deÄŸer ve sınır tanımaksızın nereden ısıracağına kendisi karar veren bu baskın sömürgeci güçlere karşı dikkat edilmelidir. Bu dikkat müminlere, hayatın merkezine oturtulmaya deÄŸer asıl gücün sermaye, madde, sınıf veya ırklar olmadığını telkin eder. Asıl güç, Allah’ın koyduÄŸu ölçüye göre birbirleri üzerinde hak sahibi olan kiÅŸilerin iman temeli üzerinde kurdukları kardeÅŸlikleridir. (74) Sorumluluk doÄŸuran kardeÅŸlikleri…

Enfal suresi, Peygamber (sav)’e ve onun ÅŸahsında tüm inananlara giriÅŸtikleri bu ilk savaÅŸta nasıl davranmaları gerektiÄŸini öğretir. Sure, ona yakışmadığı dile getirilen tavır, merkeze alınarak okunmalıdır. Buna göre inananlara ganimet kültürüyle hareket etmemeleri salık verilir. Ganimet paylaÅŸacağım diye birbirine giren bir topluluk zayıftır. Sure, insanı ganimet elde etmek için savaÅŸmaktan veya zengin olma hayali içinde en yakınlarıyla rekabet etmekten alır, bazı deÄŸerlerin korunması uÄŸrunda bedel ödemeye götürür. Zihinleri dünyayı talan etmekten uzaklaÅŸtırıp insanın hayatına anlam katar. Zengin olmak, baÅŸkalarının hakkı olan ÅŸeyleri ele geçirmek ya da o dönemde Arap âdetinde olduÄŸu gibi kahramanlık ve ün kazanmak için savaşılmaz. Allah için savaşılır. Allah için savaÅŸmanın; zulmün ortadan kalkması, adaletin saÄŸlanması gibi mutlaka haklı bir sebebi olur. Bu yüzden Bedir günü kervanın peÅŸine düşmek, ganimet elde etmek, yani dünyayı istemek olarak görülmüştür ki bu doÄŸru bulunmamıştır. Allah onları, zulmü taşıyan kiÅŸilerle, yani küfrün ordusuyla karşılaÅŸtırmıştır ki bu da ahireti istemektir. Ahireti istemek, yüksek deÄŸerler uÄŸrunda savaÅŸmakla olur. Bu yolda kiÅŸi, hesabını verebileceÄŸi tavırlar içine girmelidir. Müminlerin, ganimet peÅŸinde koÅŸmakla ahireti gözetmek arasındaki farkı öğrendikleri savaÅŸ Bedir’dir. Bedir’i büyük yapan ve ona katılanları yücelten en önemli sebeplerden biri de budur. Nihayet elde edilen ganimetler, birilerini zengin yapmak veya zenginliÄŸini arttırmak için paylaşılmaz. Ganimetler, sadece ihtiyaç sahiplerine verilir. Böylece ganimet için savaÅŸmakla fakirler, mazlumlar, ihtiyaç içinde olanlar için, yani adalet için savaÅŸmak birleÅŸir, bütünleÅŸir ve ganimetten faydalanmak bu ÅŸekilde meÅŸru hâle gelir. Bu durumda ganimet elde etmekle servet edinmek aynı anlama gelmemelidir. O hâlde bütün yer altı ve yeryüzü kaynakları sadece birilerinin tekelinde bulunmamalı, dünyada ganimet namına ne varsa bunlar öncelikle ihtiyacı olanlara dağıtılmalıdır. Zira sömürü/yaÄŸmalama kültürü sadece açgözlü insanların kârıdır. SavaÅŸ, ezilen, hor görülen kimsesiz, zayıf ve fakir insanlar için yapıldığında bunun Ä°slamî literatürdeki adı ‘cihad’dır.

Surenin ganimetlerin beşte birini hassaten yetim ve yoksullara diğer kısmını da yine ihtiyaç sahiplerine dağıtmasının sebebi, bu malların onlardan gasp edilmiş olmasıdır. Cihad yoluyla onlardan çalınanlar yine onlara iade edilir.

Bugünkü dünyanın ganimet için savaşanların zulmünden ve onların elinde esir olup köle gibi yaşayanların sorunlarından kurtulması için müslümanların bu ve benzeri değerlerinden haberleri olması gerekir. Çünkü onların teslim olduğu ölçüler, saygı ve merhamet kokan yüksek değerlerdir.

Not: Bu makale “Sözün BaÄŸlamı” adlı eserden iktibas edilerek hazırlanmıştır.

Dipnotlar:

1. Bulundukları yerde ifade ettikleri anlam ve kapsamları açısından bağlamdan onay almayan kavramların kendi aralarında bir konu bütünü oluşturma çabası hata payını artıracaktır.
2. Enfal suresi, 67. ayet. (Diyânet Vakfı Meali)
3. Enfal suresi, 68. ayet. (Diyânet Vakfı Meali); Bu mealde Levh-i Mahfuz ÅŸeklinde çevrilen كِتَابٌ مِنَ اللّٰهِ ifadesi farklı meallerde ÅŸu ÅŸekildedir: “Allah tarafından önceden buyrulmuÅŸ böyle bir ilke olmasaydı aldığınız bütün bu (tutsaklar) yüzünden başınıza mutlaka büyük bir azap çökerdi.” (M. Esed Meali); “EÄŸer Allah’tan, (yanılma ile verilen hükümlerden ötürü azâbetmemek hakkında) bir yazı geçmemiÅŸ olsaydı, aldığınız fidyeden dolayı size mutlaka büyük bir azâb dokunurdu.” (S. AteÅŸ Meali); “EÄŸer Allah’ın geçmiÅŸ bir yazısı olmasaydı aldığınız (fidye) de size her hâlde büyük bir azâb dokunurdu.” (H. B. Çantay Meali); “Allah tarafından önceden verilmiÅŸ bir hüküm olmasaydı, aldığınız fidyeden ötürü size mutlaka büyük bir azap dokunurdu.” (Diyânet Vakfı Meali).
4. “Hiçbir peygamberin yeryüzünde ağır basıp (harp edip) zaferler kazanıncaya kadar (muharip düşmandan) esirler alması (vaki) olmamıştır. Siz geçici dünya malını arzu ediyorsunuz. Hâlbuki Allah ahireti (daha çok ahiret sevabını kazanmanızı, ahireti düşünmenizi) ister. Allah azizdir (dostlarını düşmanları üzerine galip kılandır), hâkimdir (her hâle lâyık olanı hakkıyla ve hikmetiyle bilendir).” (Enfal suresi, 67. ayet. H. B. Çantay Meali); “Kıyasıya girdiÄŸi zorlu bir meydan savaşı sonucu deÄŸilse, esir almak bir peygamber için yakışık almaz. Siz bu dünyanın geçici kazançlarına talip olabiliyorsunuz, ama Allah (sizin için) sonraki hayatın (güzel/iyi olmasını) murad ediyor: çünkü Allah doÄŸru hüküm ve hikmetle edip eyleyen en yüce iktidar sahibidir.” (M. Esed Meali); Burada esir almamanın gerekçesi olarak meallerde garip bir karşılık oluÅŸturulmuÅŸ ve zorlu bir meydan savaşı olursa ya da kesin bir zafere ulaşılırsa ancak esir alınabileceÄŸi gibi tam olarak anlaşılmayan bir mana ortaya çıkarılmıştır. M. Esed’in bu ayet hakkında yaptığı açıklama şöyledir: “Yani, haklı bir sebebe dayanılarak girilen savaşın sonucu, ürünü olmadıkça. Kur’an’da hemen her zaman olduÄŸu gibi burada da, Hz. Peygamber’e yöneltilen buyruk, zımnen onun takipçilerini de baÄŸlamaktadır. Sonuç olarak yukarıdaki ayet yasa koyucu üslupla bildirmektedir ki, cihad sırasında -yani Din’in ya da (2. sure, 167. notta açıklandığı üzere) özgürlüklerin savunulması için Allah yolunda giriÅŸilen savaÅŸ esnasında olmadıkça- kimse esir edilemez; bu amaçla tutuklanıp az ya da çok mahsur tutulamaz. Ve dolayısıyla, barış ÅŸartlarında, ‘barışçı’ yöntemlerle birini esir almak ve bu yolla ele geçirilen esiri tutmak, alıkoymak bütünüyle hukuk dışı, bütünüyle haramdır. Bu da hangi amaçla olursa olsun, ‘toplumsal bir kurum’ olarak köleliÄŸin, köleciliÄŸin yasaklanması demektir. Kaldı ki, savaÅŸta alınan esirler konusunda bile Kur’an (47:4’de), onların savaÅŸ bittikten sonra salıverilmelerini öngörmektedir.” (M. Esed, Kur’an Mesajı, Enfal suresi, 67. ayet, dipnot; 72.) BilindiÄŸi gibi o dönemde köleliÄŸin en önemli kaynağı savaÅŸtır. Özgürlük için savaşıp insanları bundan yoksun bırakmak Peygamber (sav)’e verilen (47/4. ayette görüleceÄŸi üzere) direktifle ortadan kaldırılmıştır. Bir savaşı Allah yolunda cihada dönüştüren saiklerden biri de bu kabul edilmelidir. Esed’in açıklaması, Peygamber (sav)’in esir alamamasıyla yine onun tarafından esirlerin köleleÅŸtirilemeyeceÄŸi arasında doÄŸru bir açı yakalamakla beraber Bedir savaşı sonunda indiÄŸi bilinen ayeti baÅŸlangıçta “Kıyasıya girdiÄŸi zorlu bir meydan savaşı sonucu deÄŸilse” diyerek anlaşılamayan bir ÅŸekle sokmuÅŸtur. Ayrıca Esed, şöyle diyerek azap tehdidini esirlerin öldürülmesi teklifiyle iliÅŸkilendirir: “Görünüşe bakılırsa bu ayet Bedir’de Müslümanlar tarafından ele geçirilen esirler ve onlara ne yapılacağı hakkında Hz. Peygamber’in ashabı arasında geçen tartışmalarla ilgilidir. Ömer b. Hattâb, geçmiÅŸteki kötü davranışlarından ve özellikle hicretten önce Müslümanlara reva gördükleri zulüm ve baskıdan ötürü onların öldürülmeleri gerektiÄŸini ileri sürüyordu; Ebû Bekir ise bunların affedilip fidye karşılığı bırakılmasının iyi olacağını savunuyor ve fikrini, böyle bir hareketin onlardan bazılarının da belki Ä°slam’ın gerçekliÄŸini, üstünlüğünü anlamalarına vesile olabileceÄŸi teziyle de pekiÅŸtiriyordu. Hz. Peygamber, Ebu Bekir’in savunduÄŸu hareket tarzını benimsedi ve esirleri serbest bıraktı. (ÇoÄŸu müfessir, özellikle de -tüm rivayet zincirini vererek- Taberî ve Ä°bni Kesîr konuyla ilgili hadisler kaydetmektedirler.) Ayette, ‘Allah tarafından önceden irade edilmiÅŸ (böyle) bir ilke (kitap) olmasaydı Müslümanların başına geleceÄŸi’ bildirilen ‘büyük azap’ da açıkça göstermektedir ki esirlerin öldürülmesi gerçekten büyük, ürkütücü bir günah olacaktı.” (M. Esed, Kur’an Mesajı, Enfal suresi, 68. ayet, dipnot; 73.).
5. Sure içinde yer alan ÅŸu ayetler, ilk bakışta esirlerin serbest bırakılmasının doÄŸru olmadığına iÅŸaret ediyor gibidir: “Allah size, iki topluluktan birinin sizin olduÄŸunu vadediyordu; siz de kuvvetsiz olanın sizin olmasını istiyordunuz. Oysa Allah, sözleriyle hakkı gerçekleÅŸtirmek ve (kuvvetli olan takımı yok ederek) kâfirlerin ardını kesmek istiyordu.” (7) “EÄŸer savaÅŸta, onları ele geçirirsen, onları geride kalanlara ibret olacak biçimde cezalandır.” (57) Fakat kâfirlerin ardının kesilmesi talebi, daha ziyade müminleri savaÅŸa teÅŸvik etmek içindir ve bu nedenle esirlerle iliÅŸkisi çok dolaylıdır. Geride kalanlara ibret olacak ÅŸekilde cezalandırmak ise savaÅŸ durumunda/anında geçerli sert bir tutum olabilir. Ama savaÅŸ bittikten sonra geride kalanlarla ilgili bir uygulama deÄŸildir. BaÅŸka bir ifade ile savaşırken kiÅŸi, fidye almayı düşünmeden düşmanı öldürebildiÄŸi kadar öldürmelidir. SavaÅŸ sırasında fidye almak düşüncesi, doÄŸru dürüst savaÅŸmayı ve düşmanın/küfrün belinin kırılmasını önler. Ama savaÅŸ bitip esir aldıktan sonra öldürmek ya da köleleÅŸtirmek artık söz konusu edilmemelidir.
6. Ä°lgili rivayetlerde bir azabın inmesi durumunda sadece bundan Ömer (ra)’in kurtulacağı ile ilgili açıklamalar da onun görüşü istikametinde esirlerin öldürülmesi gerektiÄŸine dairdir.
7. Allah, onları öldürün dediÄŸi hâlde (Enfal suresi, 12. ayet), bu husustaki rivayetler, Peygamber (sav)’in o kâfirleri öldürmeyip aksine onları esir edindiÄŸine delâlet eder. Binâenaleyh, iÅŸte bu bakımdan, Peygamber (sav) için bir günah söz konusu edilmiÅŸtir. EÄŸer mesele ‘yeryüzünde hâkim oluncaya kadar’ ÅŸeklinde anlaşılacaksa Râzî, haklı olarak ayetin yeryüzünde hâkimiyet kurduktan sonra da esir almanın caiz olduÄŸuna delâlet ettiÄŸini belirtir. Bu sebeple esir almanın bir günah ve masiyet olduÄŸu hususunda bu ayete tutunulamayacağını açıklar. (Râzî, Mefâtihu’l-Gayb, c. 11, s. 369-373.).
8. BilindiÄŸi gibi Ömer (ra)’in görüşü de esirlerin öldürülmesi noktasındadır ki bu hususta Allah’ın isteÄŸine en uygun ve hikmet açısından en isabetli olanın [(Ä°bn Kayyim (Ä°’lâmu’l-Muvakıîn)] bu olduÄŸu ifade edilmektedir. (Abduh, ReÅŸid Rıza, Menâr Tefsiri, c. 11, s. 329.).
9. “(SavaÅŸta) inkâr edenlerle karşılaÅŸtığınız zaman boyunlarını vurun. Nihayet onları çökertip etkisiz hâle getirdiÄŸinizde bağı sıkı baÄŸlayın (saÄŸ kalanlarını esir alın). Artık bundan sonra (esirleri) ya karşılıksız ya da fidye karşılığı salıverin. SavaÅŸ sona erinceye kadar hüküm budur. EÄŸer Allah dileseydi, onlardan öç alırdı. Fakat sizi birbirinizle denemek için böyle yapıyor. Allah yolunda öldürülenlere gelince, Allah onların amellerini asla boÅŸa çıkarmayacaktır.” (Muhammed suresi, 4. ayet, Diyânet Meali).
10. Taberî, Tefsîru’t-Taberî, c. 4, s. 239-241; Râzî bu konuda “Ben derim ki: Bu söz, Hak Teâlâ’nın, ‘Bundan sonra, ya karşılıksız veya fidye karşılığı salıverin.’ ifadesinin, tefsir ettiÄŸimiz ayetin hükmüne ilave yeni bir hüküm getirdiÄŸi zannını uyandırıyor. Hâlbuki durum böyle deÄŸildir. Çünkü her iki ayet de birbirine uygundur. Zira ikisi de, önce yeryüzünde bir hükümranlık saÄŸlanması gerektiÄŸine, esirlere karşı fidye alınmasının daha sonra olacağına delalet etmektedir.” der. (Râzî, Mefâtihu’l-Gayb, c. 11, s. 375.); Ayetin hükmü fidyeli ya da fidyesiz esirlerin serbest bırakılması ile ilgilidir. Dolayısıyla teorik planda fidye karşılığında salıvermenin tek alternatif olmasını yok eder. Yani her anlamda salıvermeyi öngördüğünden köleliÄŸin önünü kapayarak ortadan kaldırmayı amaçlayan ayet budur.
11. Zayıf konudayken fidye alınabilir yaklaşımı, ayetin başı ile uyum içinde değildir. Çünkü burada fidye almak ile yeryüzünde güç kazanmak arasında birbirini besleyen ama eleştiri konusu olan bir ilişki vardır. Ayet, güç kazanmak için fidye almayı kınarken nasıl olurda bu rivayetle zayıflık haklı bir gerekçe oluşturabilir.
12. Burada azabı gerektiren davranışın Peygamber (sav) tarafından deÄŸil, sahabelerce iÅŸlenmiÅŸ olduÄŸuna dair ileri sürülen ve bu ÅŸekilde elçiyi kurtarmaya çalışan yaklaşımlar vardır, ama bunlar ayetin üslubuna aykırıdır. Nitekim “Bir Peygambere… uygun düşmez.” denilerek ifade edilen suç her ne ise bunun herkesi ilgilendirecek derecede kabul gördüğü hatta lider olması hasebiyle özellikle Peygamber (sav)’in sorumluluÄŸu altında gerçekleÅŸtiÄŸi bellidir.
13. (Mukâtil, Tefsîr-i Kebîr, c. 2, s. 117.); Bu anlamda surenin 68. ve 69. ayetlerine verilen mana ÅŸu ÅŸekildedir: “EÄŸer Allah’ın daha önce verilmiÅŸ bir hükmü olmasaydı, aldığınız ÅŸey (fidye)den dolayı size büyük bir azap dokunurdu. Artık elde ettiÄŸiniz ganimetten helâl ve temiz olarak yiyin. Allah’a karşı gelmekten sakının. Şüphesiz Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.” (Diyânet Meali); Ganimete “nafile” denilir. Çünkü ganimet, ÅŸanı yüce Allah’ın daha önceki ümmetlere haram kılındığı hâlde bu ümmete fazladan helal kıldığı ÅŸey¬ler arasında sayılmıştır. Bu hususta Peygamber (sav)’in şöyle buyurduÄŸu rivayet edilmiÅŸtir: “Benden önceki pey¬gamberlere altı husus ile üstün kılındım… (Bunlar arasından birisi de): Ve ganimetler bana helal kılındı.” (Buharî, Teyemmüm, 1; Müslim, Mesâcid, 5; cihad ve siyer, 32.); (Kurtubî, El-Câmi’u Li-Ahkâmi’l-Kur’an, c. 7, s. 577, 578.)
14. Sure içerisinde devam eden ayetler hem ganimetin miktarını hem de sarf yerlerini açıkladığı için bu parantez içi açıklama gereklidir. Aslen, “…De ki: “Bütün ganimetler Allah’a ve O’nun Elçisine aittir…” (Diyânet Meali).
15. Rivayet edildiÄŸine göre Ubâde b. es-Sâmit, der ki: Rasulullah (sav), Bedir’e çıktı. Orada düşmanla karşılaÅŸtılar. Allah düşmanı hezimete uÄŸratınca, müslümanlardan bir gurup peÅŸlerine takılıp onların arasından yakaladıklarını öldürdüler. Bir kesim de Rasulullah (sav)’in etrafını çevirmiÅŸlerdi. Bir baÅŸka kesim ise karar-gâhın etrafını dolanmış ve talana koyulmuÅŸtu. Allah, düşmanı uzaklaÅŸtırıp onları takip edenler döndüklerinde şöyle dediler: ‘Nefel (ganimet) bizimdir. Çünkü düşmanı takip edenler bizler olduk. Allah bizim vasıtamızla onları uzaklaÅŸtırdı ve bozguna uÄŸrattı.’ Rasulullah (sav)’in etrafını çevirenler de şöyle dedi: ‘Bu ganimetteki hak¬kınız bizden fazla deÄŸildir. Bilakis bu ganimet bizimdir. Rasulullah (sav)’a düş¬man ansızın herhangi bir zarar veremesin diye onun etrafını kuÅŸatanlar biz¬ler olduk.’ Bu sefer askerlerin karargâhını arkadan dolananlar ve talanda bulunan¬lar da şöyle dediler: ‘Siz ona bizden daha bir hak sahibi deÄŸilsiniz. O bizimdir. Çünkü onun etrafını kuÅŸatan ve onu ele geçirenler biz olduk.’ Bunun üzerine yüce Allah: “(Ey Muhammed!) Sana ganimetler hakkında soruyorlar…” buyruÄŸunu indirdi. Rasulullah (sav) da aradan bir devenin iki sağımlığı arasındaki süre kadar bir za¬man geçmeden ganimetleri aralarında paylaÅŸtırdı. Muhammed b. Ä°shâk der ki: Bana Abdurrahman b. el-Hâris ile arkadaÅŸ¬larımızdan ondan baÅŸkaları Süleyman b, Musa el-EÅŸdak’dan anlattılar. Süley¬man Mekhul’den, o, Ebu Umame el-Bahilî’den dedi ki: Ben Ubade b. es-Samit’e Enfal’e dair soru sordum, bana şöyle dedi: Biz, Bedir ashabı enfal hakkında anlaÅŸmazlığa düşüp de bu hususta kötü davranınca bu ayet nazil oldu. Allah, onu elimizden aldı ve Resul’ünün eline teslim etti. Rasulullah (sav) da onu eÅŸit bir ÅŸekilde paylaÅŸtırdı. Ä°ÅŸte Allah’tan korkmak (takva) ve Onun Resul’üne itaat etmek ile ‘aramızı düzeltmek’ bu idi. Sahih’de Sa’d b. Ebi Vakkas’dan şöyle dediÄŸi rivayet edilmektedir: Rasu¬lullah (sav)’ın ashabı büyük bir ganimet ele geçirdi. Ganimetler arasında bir kılıç vardı. Onu alıp Peygamber (sav)’a götürerek şöyle dedim: ‘Bu kılıcı ba¬na nefel olarak (paylaÅŸtırılacak ganimetler arasına sokmadan) ver. Ben, durumunu bildiÄŸin kimseyim.’ dedim. Rasulullah (sav), ‘Onu aldığın yere geri götür.’ dedi. Onu aldığım yere alınan ganimetler arasına bırakmak üzere ge¬ri gittim, fakat bu sefer nefsim beni kınadı. Tekrar ona dönüp şöyle dedim. Onu bana ver. Bana karşı sesini yükselterek ‘Onu aldığın yere geri götür.’ dedi. Ben de onu alınan ganimetler arasına geri bırakmak isteÄŸiyle döndüm. Tekrar nefsim beni kınadı, yine ona dönüp bunu bana ver, dedim. Yine ba¬na yüksek bir sesle ‘Onu aldığın yere geri götür.’ dedi. Bunun üzerine yü¬ce Allah, “Sana enfali soruyorlar…” buyruÄŸunu indirdi. (Kurtubî, El-Câmi’u Li-Ahkâmi’l-Kur’an, c. 7, s. 575-577.).
16. Rivayet olunduÄŸuna göre, Peygamber (sav)’in yanına, içlerinde amcası Abbas (ra) ile Akil b. Ebu Talib (ra)’in bulunduÄŸu yetmiÅŸ esir getirildi. Bunun üzerine Peygamber (sav), bu esirler hakkında Ebu Bekir (ra) ile istiÅŸare edince o, ‘Bunlar senin kavmin ve akrabalarındır. Onları hayatta bırak. Belki Allah onlara tövbe nasip eder. Onlardan, ashabına güç ve kuvvet kazandıracak fidye al.’ dedi. Ömer (ra) de bunun üzerine ayaÄŸa kalktı ve ‘Onlar seni yalanladılar ve seni yurdundan çıkardılar. Binâenaleyh onları öne çıkar ve boyunlarını vur. Çünkü onlar küfrün ileri gelenleridir. Ãœstelik Allah seni fidye almaktan müstaÄŸni kılmıştır. Bundan dolayı. Ali’ye Akît’i, Hz. Hamza’ya Abbas’ı, bana da akrabam olan falancayı öldürme müsaadesi ver de, onların boyunlarını vuralım.’ dedi. Peygamber (sav) de ‘Allah birtakım insanların kalplerini yumuÅŸatır ve onların kalpleri sütten daha yumuÅŸak olur. Yine Allah birtakım kimselerin kalplerini sertleÅŸtirir ve onların kalpleri taÅŸtan daha sert olur. Ey Ebu Bekir, sen tıpkı Ä°brahim (as) gibisin. Çünkü O, ‘…Kim bana uyarsa o bendendir, kim bana karşı gelirse (o da senin merhametine kalmıştır), şüphesiz sen bağışlayan, esirgeyensin.’ (Ä°brahim suresi, 36. ayet. S. AteÅŸ Meali) demiÅŸti. Yine sen tıpkı Ä°sa (as) gibisin. Zira O, ‘EÄŸer onlara azâbedersen, onlar senin kullarındır (dilediÄŸini yaparsın); eÄŸer onları bağışlarsan, şüphesiz sen daima üstünsün, hüküm ve hikmet sâhibisin!’ (Mâide suresi, 118. ayet. S. AteÅŸ Meali) demiÅŸti. Ey Ömer, sen de tıpkı Nuh (as) gibisin; zira O şöyle demiÅŸti: ‘Nûh dedi ki: “Rabbim, yeryüzünde kâfirlerden tek kiÅŸi bırakma.’ (Nuh suresi, 26. ayet. S. AteÅŸ Meali) Keza sen, Musa (as) gibisin, çünkü O, ‘…Rabbimiz, onların mallarını yok et, kalplerini sık ki, acı azabı görünceye kadar inanmasınlar!’(Yunus suresi, 88. ayet. S. AteÅŸ Meali) demiÅŸti.’ buyurdu. Neticede, Allah’ın Resulü, Ebu Bekir (ra)’in görüşüne meyletti. Rivayet olunduÄŸuna göre Peygamber (sav), Ömer (ra)’e ‘… (Ona künyesiyle hitap ederek) Sen bana amcam, Abbas’ı öldürtmemi mi teklif ediyorsun?…’ dedi. Bunun üzerine Ömer (ra) ‘Vay Ömer’in hâline, anası ona aÄŸlasın, onu kaybetsin!’ demeye baÅŸladı. Rivayet olunduÄŸuna göre Abdullah b. Revâha (ra) da, o esirlerin, odunu bol bir ateÅŸ üzerinde yakılmalarını teklif etti de, bunun üzerine Abbas (ra) ona: ‘Sen, sıla-i rahmi kestin.’ demiÅŸti. Yine rivayet olunduÄŸuna göre Peygamber (sav) ‘Onlardan fidye almadan veya boyunlarını vurmadan hiçbirini bırakmayın!’ dedi. Ä°bn Mesud (ra) diyor ki: ‘Ben Süheyl Ä°bn Beydâ hariç. Zira ben onu, müslüman olduÄŸunu söylerken duydum…’ dedim. Bunun üzerine Allah’ın Resulü sustu, benim de korkum ÅŸiddetlendi. Daha sonra da Allah’ın Resulü, ‘Süheyl Ä°bn Beydâ hariç!’ dedi…’ Ubeyde es-Selmanî’den de, Allah’ın Resul’ünün, ashabına şöyle dediÄŸi aktarılmıştır: ‘Ä°sterseniz onlardan öldürünüz; isterseniz, onlardan fidye alınız, fakat sizden de onların sayısınca ÅŸehit düşer.’ Bunun üzerine ashab, ‘Hayır, biz fidye alırız.’ dediler. (Böyle diyenler), Uhud’da ÅŸehit oldular. Esirlerin fidyesi yirmi; Abbas’ın fidyesi ise kırk okiyye idi. Muhammed Ä°bn Şîrîn’den, onların fidyelerinin yüz okiyye olduÄŸu rivayet edilmiÅŸtir. Bir okiyye, kırk dirhem (gümüş) veyahut da altı dinar (altın)dır. Rivayet olunduÄŸuna göre ashab fidyeyi alınca, iÅŸte bu ayet-i kerime nazil olmuÅŸtur. Bunun üzerine Ömer (ra), Allah’ın Resulü (sav)’nün yanına girdi; bir de ne görsün, Allah’ın Resulü (sav) ve Ebu Bekir (ra) aÄŸlıyorlar! Ömer (ra), ‘Ya Rasulullah, bana da söyle eÄŸer aÄŸlayabilirsem ben de aÄŸlayayım. Yok, aÄŸlayamazsam, aÄŸlamaya çalışayım…’ dedi Buna karşılık Peygamber (sav): ‘Ben, ashabımın fidye almasından dolayı, onlara aÄŸlıyorum.’ Yakınındaki bir aÄŸacı kastederek, ‘Bana, onların azabı ÅŸu aÄŸaçtan daha yakın olarak gösterildi. Åžayet bir azab inecek olsaydı, Ömer ve Sa’d b. Muâz hariç, hiç kimse kurtulamazdı.’ dedi. Ä°ÅŸte ayetin sebeb-i nüzulü hakkındaki bu rivayetler üzerinde durulmuÅŸtur. (Râzî, Mefâtihu’l-Gayb, c. 11, s. 369, 370; Ä°bn Kesîr, Tefsîru’l Kur’ani’l-Âzîm, c. 4, s. 32, 33; Kurtubî, El-Câmi’u Li-Ahkâmi’l-Kur’an, c. 8, s. 94-98; (Abduh, ReÅŸid Rıza, Menâr Tefsiri, c. 11, s. 306-308.); Yukarıda eÄŸer esirleri öldürürlerse onlar sayısınca ÅŸehit düşeceklerini bildiren haberlerin Peygamber (sav)’i bu hatadan beri kılmak adına bu bahislere sonradan eklendiÄŸini düşündürmektedir.
17. Fidyelerin geri verilmemesi, bütün esirlerin fidye karşılığında serbest kalmasıyla ilgilidir. Yani hepsi serbest kalınca, onların köleleştirilmesi ihtimali yok olmuş böylece azabı gerektirecek bir konu kalmamıştır.
18. Savaşı müteakip bu esirlerin Medine’de bir süre bekletildiÄŸi ve fidye ödemelerinin gecikmesi sebebiyle söz konusu durumun bunlara evlerinde bakan müslümanlara mali külfet yüklediÄŸi de ifade edilmiÅŸtir. (S. AteÅŸ, Yüce Kur’an’ın ÇaÄŸdaÅŸ Tefsiri, c. 3, s. 535.); Bu yaklaşım, sure içerisinde herhangi bir ayetten destek almaz.
19. Aslen, “(Ey Muhammed!) Sana ganimetler hakkında soruyorlar. De ki: ‘Ganimetler, Allah’a ve Resulüne aittir. O hâlde, eÄŸer mü’minler iseniz Allah’a karşı gelmekten sakının, aranızı düzeltin, Allah ve Resulüne itaat edin.’ ” (Diyânet Meali)
20. Bedir savaşının gerekçesini oluÅŸturan bu yaklaşım, olaÄŸanüstü güzeldir. Mekke’de kâfirlerin arasında elçi ve müminler varken cihada izin verilmemiÅŸ, savaÅŸmak üzere yola çıkan kâfirler bir araya geldiÄŸinde buna müsaade edilmiÅŸtir. Bedir savaşı bu yönüyle de örnek bir cihaddır.
21. Dikkat edilirse ganimetlerin taksimi hususu, savaş konusu bitmeden anlatılır. Ayrıca ilk ayette de ganimetlerin taksimi bütünüyle elçiye bırakılmıştır. Surenin bir bütün olarak indiği düşünülürse bu yaklaşım, vakıa olarak değil ama metin içinde ilgili bahsin geçtiği yer açısından niçin ve kimin için savaşılacağı konularında müminleri eğitmek açısından bir hayli, dikkat çekicidir. Buna göre cihad, vakıada gerçekleşmeden önce kişide bu şekilde bir bilinç uyandırmalıdır.
22. Allah’ın önceden hükmünü verip takdir ettiÄŸi ÅŸey, ayette açıklanmaktadır. Dolayısıyla bu hususta baÅŸka açıklamalara gerek duyulmamalıdır.
23. M. Esed, 69. ayet hakkında “O hâlde, savaÅŸta ele geçirdiÄŸiniz ÅŸeyler için (yalnız) helâl olanları kullanın ve Allaha karşı sorumluluk bilinci taşıyın: (hem de ÅŸu gerçeÄŸi hep akılda tutarak) Allah çok esirgeyen gerçek bağışlayıcıdır.” diyerek mealde anlam olarak ganimetin helal olanı farkını gözetmiÅŸtir. Bu yaklaşım, esirler karşılığında alına fidyelerin yenilmemesi düşüncesini doÄŸurur. Fakat Peygamber (sav) ve ashabının bu ÅŸekilde davrandığına dair bir rivayet bilinmemektedir. Ayrıca Muhammed suresi 4. ayette de eÄŸer alındıysa bu tür fidyelerin yenilmesinde bir beis olmadığı açıklanmıştır.
24. Ayet, kişileri imanın kendilerini sorumlu tuttuğu yolda fedakârlık yapanlarla yapmayanlar arasındaki farkı görmeye davet eder. Bu, müminlerin gözünde ganimet elde etmeyi ve onun taksimini değersiz kılan bir farktır.
25. Esir kelimesi, e-s-r kökünden isar anlamında kayış demektir. İsar, bağlamak demektir ve savaşta yakalanan askerlerin kaçmaması için kullanılmıştır. Sonra savaşta ele geçirilen herkes için bu kelime -eli kolu bağlanmasa bile- (esir) kullanılır olmuştur. (Abduh, Reşid Rıza, Menâr Tefsiri, c. 11, s. 301.)
26. Râgıb el-İsfehâni, Müfredat, s. 615.
27. Burada Fetih suresinin 18-21 ayetleri hatırlanmalıdır.
28. Câbirî, Taberî’den naklen Ebu Bekir (ra)’in hilafeti döneminde Halid b. Velid (ra)’in kabilelerden müteÅŸekkil ordunun önünde ganimete bakış açısını resmeden ÅŸu konuÅŸmayı yaptığını bildirir: “Yemekleri görmüyor musunuz ki toprak kadar bol. Yemin olsun ki, eÄŸer Allah yolunda cihat ve yüce Allah’a çağırmamız gerekmeseydi, savaÅŸlar ancak geçinmek için yapıldığı takdirde dahi bu bolluk memleketine sahip olmak, açlık, zorluk ve katlanmakta olduÄŸunuz bu ağır hâli baÅŸkalarına yükletmek ve bu yurda sahip olmak için onlarla savaÅŸmak gerekir.” (Câbirî, Ä°slam’da Siyasal Akıl, s. 334, 335.); Bu ifadeler, bir geçim vasıtası edinilmemesi gerektiÄŸi ile ilgili olarak Ä°slam’ın ganimete yüklediÄŸi farklı anlamın bu aÅŸamada henüz müslümanlar nezdinde kaybolmadığını göstermektedir.
29. Câbirî, Ä°slam’da Siyasal Akıl, s. 97-99.
30. Kasas suresi, 57. ayet. (Diyânet Meali).
31. Câbirî, Ä°slam’da Siyasal Akıl, s. 203-210.
32. Bu anlamda I. ve II. Dünya savaşları, belli bir açıdan ganimet savaşları olarak da adlandırılabilir.
33. Câbirî, Ä°slam’da Siyasal Akıl, s. 194, 195.
34. Câbirî, “Peygamber (sav)’in (hicret sonrası) KureyÅŸ’in ticaret kervanlarını engellemesi ganimet elde etme dürtüsüyle ilgili deÄŸildi. KureyÅŸ’i teslimiyete ve Ä°slam’a girmeye yöneltmek içindi.” der. Hatta elçinin kendisine teklif edilen pek çok maddi ayartmayı reddettiÄŸinden ve onun tamah ve heves deÄŸil, ileti (mesaj) sahibi biri olduÄŸundan bahseder. Bununla beraber beÅŸeri hayatın tabiatının baÅŸarı için bazı araçları zorunlu kıldığı ve bu anlamda ganimetin Medine’de doÄŸan yeni devletinin maddi varlığına ve iktisadî aklına girmesi gereken temel bir parça olduÄŸunu ifade eder. (Câbirî, Ä°slam’da Siyasal Akıl, s. 219, 220.)
35. Enfal suresi, 5-8. ayetler. (Diyânet Vakfı Meali)
36. Câbirî, Ä°slam’da Siyasal Akıl, s. 218, 219.
37. Bu anlamda kılıçla veya kılıç korkusuyla Müslüman olanların gerçek müminlere dönüşmesinin, yani kabile ve ganimet anlayışından inanç ümmetine inkılabın her ÅŸekilde zaman isteyen bir süreç olduÄŸu üzerinde durulmuÅŸtur. (Câbirî, Ä°slam’da Siyasal Akıl, s. 236, 239.)
38. ÇoÄŸunlukla deve ve koyunlardan oluÅŸan kabile gelirlerinden müteÅŸekkil ilk ganimetlerin sonradan büyük fetihler marifetiyle süreç içerisinde sayı ve nitelik açısından çok farklı bir ÅŸekle büründüğünü de hatırlamak gerekir. Köklü uygarlığa sahip büyük devletlerin hazineleri, kentlerin yığınakları, altın ve gümüşlerin yanısıra tarla ve bahçelerin gelirleri ve bütün bunların tetiklediÄŸi göçler, bir zaman sonra bedevilikten (göçebelikten) yerleÅŸik hayata (uygarlığa/hadârîliÄŸe) geçiÅŸi de hızlandırmıştır. (Câbirî, Ä°slam’da Siyasal Akıl, s. 338, 339.).
39. Abdullah b. Mesud (ra)‘un okuyuÅŸuna ve buradan hareketle bir görüşe göre (Ä°krime) buradakiعَنِ an harfi cerriمِنْ min manasındadır. Buna göre ayet “Senden ganimetlerden istiyorlar.” anlamındadır. (Râzî, Mefâtihu’l-Gayb, c. 11, s. 239.)
40. Ganimetin beÅŸte biri Allah’a ve Resul’e; yakın akrabaya, yetimlere, ihtiyaç içinde olanlara ve yolda kalmışlara aittir. Bu sarf yerleri, içtihatla geniÅŸletilebilir. Mesela yolda kalmış olmanın ilim yolunda çaba sarf eden kiÅŸileri de kapsayacağı düşünülebilir. Fakat özellikle Ömer (ra) döneminde Medine’ye gelen miktarlar o kadar artmıştır ki, O’nun Divânu’l Atâ (maaÅŸ divanı) denilen bir liste/divan/sicil/defter tutturmaya baÅŸladığı ve bu listede Peygamber (sav)’e yakınlığı ve Ä°slam’a giriÅŸteki önceliÄŸi (sabıka) dikkate alınarak yer verilen kiÅŸi adlarının tespit edildiÄŸinden bahsedilir. Peygamber (sav) ve Ebu Bekir (ra)’in uygulaması, gelen her ne varsa hemen hepsinin dağıtılmasıdır. O dönemlerde toplanan mallar, ihtiyaç sahiplerine dağıtılıp bitirilirdi. Nitekim ganimet mallarının bekletilmeden hemen dağıtılması ile ilgili olarak Ali (ra)’nin Ömer (ra)’e aynı tavsiyede bulunduÄŸu nakledilir. (Câbirî, Ä°slam’da Siyasal Akıl, s. 346-353.); Anlaşılan odur ki hemen herkes bu Medine’ye gelen/gönderilen ganimet mallarından istifade etmiÅŸ/ettirilmiÅŸtir.
41. Peygamber (sav)’in yaÅŸadığı dönemde ganimet hususunda hâkim olan anlayış Enfal suresi baÄŸlamında budur. Onun vefatından sonraki geliÅŸmeler de yine buradan hareketle deÄŸerlendirilmek durumundadır.
42. Burada 1/5 dışında geri kalan ganimetin taksiminin de yine elçinin inhisarında olduğu hatırlanmalıdır. Hatta Ömer (ra) döneminde fetih hareketleri sırasında ele geçirilen pek çok yerin dağıtımında da yine devlet başkanının veya onun belirleyeceği bir komisyonun insiyatif kullanmasının gereği ve önemi bu ilke çerçevesinde gündeme gelecektir.
43. Câbirî, Ä°slam’da Siyasal Akıl, s. 331-333.
44. Ne yazık ki bilgi edinmenin kitaba dayalı olduğu dönemlerde dahi bu farkın anlaşılması yeterince hızlı ve açık bir şekilde gerçekleşmemektedir.
45. Râzî, Mefâtihu’l-Gayb, c. 11, s. 239, 240.
46. Bunun üzerine ayet iner. Fakat bu görüş, müslümanlar arasında meydana gelen münakaÅŸa ve çekiÅŸmeyi yok saydığı için zayıf görülmüştür. (Râzî, Mefâtihu’l-Gayb, c. 11, s. 240.)
47. Normal ÅŸartlarda müminlerin tehdit edilmesi, anlamlı deÄŸildir. Büyük azap büyük suça aittir ve burada olayı büyüten Mekke’de geçen 13 seneden sonra müminlerin ganimetle güçlenecekleri ihtimalini düşünmeleri olmalıdır. Çünkü bu yaklaşım ahiretle dünya arasındaki dengeyi dünya lehine bozar. Bu denge dünya lehine bozulduÄŸunda uÄŸrunda savaşılan bütün deÄŸerler tuz-buz olur.
48. Ebu Bekir (ra), gelen ganimetleri hiç bekletmeden ihtiyaç sahiplerine dağıtmıştır. Öldüğünde beytülmali güvenilir bir heyetle birlikte açan Ömer (ra)’in ganimet namına yanlışlıkla yere düşmüş tek bir dinar bulduÄŸu aktarılır (Ä°bnu’l-Esîr). Ä°ki yıl dört ay gibi az bir dönem halifelik yapan Ebu Bekir (ra) dönemi, Peygamber (sav)’in bıraktığından çok farklı deÄŸildir. Ömer b. Hattab (ra) döneminde fetihler sonrasında Irak, Ä°ran, Suriye, Mısır ve Afrika ganimetlerinin merkeze, yani Medine’ye gönderilen payı, ayette belirlendiÄŸi ÅŸekliyle yine beÅŸte birdir. Ancak Câbirî’nin Yakubî Tarihi’nden naklettiÄŸine göre sadece Kadisiye savaşı ganimetlerinde piyade payı yedi bin yüz, atlının ki ise bunun iki katıdır. Yeni tarihçilere göre savaÅŸa katılanların sayısı sekiz bindir. Merkezin payının en az on milyon, en fazla ise altmış milyon dirhemi bulduÄŸu belirtilir. Bu tek bir savaşın getirisidir. Buna savaşçı ve komutan olarak savaÅŸa katılan Medinelilerin aldıkları payları da eklemek gerekir. Rasulullah (sav)’ın ashabından Kadisiye’ye katılan Bedir ehlinden yetmiÅŸ, Rıdvan (Hudeybiye) bey’atine ve Mekke’nin fethine katılan yüz yirmi ve bunlar dışında diÄŸer yüz kiÅŸiden daha bahsedilir. Bunun yanısıra Sevad’a (Dicle ile Fırat arası) konulan haraç ilk yılında seksen milyon dirhem, Kâbil haracı yüz yirmi milyon, Amr b. As’ın komutasında fethedilen Mısır’dan yapılan tahsilat on dört milyon dinar (yüz kırk milyon dirhem)dı. Bu anlamda Ebu Bekir (ra) ile Ömer (ra) dönemleri arasındaki fark mukayese edilebilir gibi deÄŸildir. Hatta Câbirî, Makrizî’den naklen verdiÄŸi örneklerle de Ömer (ra) döneminde merkeze getirilen/gönderilen ganimet paylarının o güne kadar karşılaşılmayan derecede yüksek olduÄŸu ve ÅŸaÅŸkınlık oluÅŸturduÄŸunu belirtir. Bu miktarlar o dönemdeki Bizans ve Ä°ran gibi büyük devletlerin bütçeleri açısından kayda deÄŸer kabul edilmeyebilir. Ama burada bütün ihtiyaçlarını kendisi görüp sadece ganimetten pay almayı bekleyen ve kabilelerden oluÅŸan bir ordu, ödeme yapacağı memurları olmayan bir devlet ve harcama yapılacak zirai, vs. herhangi bir projesi bulunmayan bir yapı söz konusudur. Şüphesiz bütün müslümanlar nezdinde Hulefa-i Râşid’in dönemi, pek çok açıdan “erdemli devlet” örneklerinin bulunduÄŸu önemli bir evredir. Ne var ki bütün bu anlatılanlar, ganimetin iktisadi bir etken olarak gitgide müslümanlar üzerinde oynadığı ve oynayacağı rolü anlamaya yardım edecek bilgiler olarak görülmelidir. (Câbirî, Ä°slam’da Siyasal Akıl, s. 340-346.).
49. Ganimet gelirlerinin, fey ile birlikte devletin vaz geçilmez gelir kaynakları arasına girmesinin ve ardından dağıtılmaya baÅŸlayan maaşın sürekliliÄŸini saÄŸlayan vazgeçilmez bir unsura dönüşmesinin Ömer (ra)’den sonra baÅŸladığı ifade edilir. Ayrıca verilen atâların Peygamber (sav)’e yakınlık ve Ä°slam’a giriÅŸ önceliÄŸine göre sıralanmasının zaman içerisinde servetin belli ellerde toplanmasına yol açtığı üzerinde durulur. Ömer (ra)’in ömrünün sonlarına doÄŸru bu tehlikeyi gördüğü ve eÄŸer imkân bulursa herkese eÅŸit dağıtılacak belli bir miktar atâdan bahsettiÄŸi nakledilir. Onun KureyÅŸlilerin Medine dışına çıkmasına izin vermemesinin veya valilerin tayin olduktan sonra artış gösteren mallarının yarısına el koymasının bir sebebinin de bu tehlike olduÄŸuna iÅŸaret edilir. Bu tedbirlerin ganimetle gelen lüks hayat tarzına bir müdahale olduÄŸunda şüphe yoktur. Ama bütün bu tedbirlerin, ortaya çıkan sorunları yeterince çözdüğü de söylenememiÅŸtir. (Câbirî, Ä°slam’da Siyasal Akıl, s. 356-360.); Câbirî’nin çeÅŸitli kaynaklardan aktardığı bilgilere göre Osman (ra) zamanında zenginlik ve lüks had safhaya varmıştır. Zübeyr b. Avvam (ra), Talha b. Ubeydullah (ra)’ın Sa’d B. Ebi Vakkas (ra), Zeyd b. Sâbit (ra), Abdullah b. Mesud (ra), Habbab b. Irs (ra), Mikda b. Esved (ra) gibi sahabelerin –ki bunların bir kısmı cennetle müjdelenen ÅŸura ehli kiÅŸiler arasındadır– geriye bıraktıkları çok fazla para ve maldan bahsedilir. (Câbirî, Ä°slam’da Siyasal Akıl, s. 367-368.)
50. Yani asıl güç, onları kardeş ve birbirlerine karşı sorumlu kılan imandadır. Burada birbirleriyle hakkı savunmak hususunda anlaşmış insanlardan müteşekkil bu güç vurgusu, akrabalık ilişiklerinin sağladığı avantaja feda edilmemelidir. Nitekim yakın akraba ilişkilerinin ciddiye alındığı başka pek çok sure içeriği mevcuttur. Ancak cihat ortamında gerekli olan yakınlığın akrabalıktan çok daha fazlasını gerektirdiği de unutulmamalıdır.
51. “…Siz bu dünyanın geçici kazançlarına talip olabiliyorsunuz, ama Allah (sizin için) sonraki hayatın (güzel/iyi olmasını) murad ediyor…” (Enfal suresi, 67. ayet. M. Esed Meali)
52. M. Esed, Kur’an Mesajı, Enfal suresi, 66. ayet, dipnot; 71.
53. Esirlerle ilgili olarak Ebu Bekir (ra)’in güç kuvvet kazanmak kastıyla fidye alınmasını önerdiÄŸi bildirilir. (Râzî, Mefâtihu’l-Gayb, c. 11, s. 373.); Şüphesiz onun fidye ödenmediÄŸi takdirde esirlerin köleleÅŸtirmesinden yana olduÄŸu da söylenemez. Ancak bu ÅŸartın sonuç itibariyle fidyesi ödenmeyen kimsenin köle edinilmesini doÄŸuracağı da o dönem açısından bir vakıadır.
54. Enfal suresi, kardeÅŸlik baÄŸlarının zedelenmesine izin verilmemesi gerektiÄŸini ısrarla vurgular. Ganimet elde etmenin ve hayata bu gözle bakmanın bir süre sonra bu baÄŸları zayıflatıp ihtilafları çoÄŸaltacağı bellidir. Öyle de olmuÅŸtur. Yani bu surenin uyarıları, fetihleri takip eden zenginlik yıllarında unutulmuÅŸtur. Zira ganimet peÅŸinde koÅŸmak paylaÅŸmayı azaltır, Bencillik kardeÅŸliÄŸi öldürür, hayatın cazibesi ölüm korkusunu artırır. Fedakârlık yok olur. Bu durumda Allah’tan söz edildiÄŸinde kalplerin titremesi, yani adalet ve özgürlük konularında hassasiyet gösterilmesi beklenemez. Aç ve açıkta kalma korkuları çoÄŸalır. Ä°nfak azalır. Allah’a güven kalmaz. Allah’a güvenin sarsıldığı yerde insanlar çalmaya ve çırpmaya baÅŸlarlar. Böylece hakkın ve adaletin rüzgârı gider, zayıflık baÅŸ gösterir. Bütün bunların sorumlusu hayata ilkeli yaklaÅŸmayı terk etmektir. Bir peygambere güçlü olmak için esir edinip fidye almak yakışmaz. Çünkü peygamberler insanları özgürleÅŸtirmekle görevlidirler. Müminlere de güçlü olmak için esir edinip fidye almak yakışmaz. Güç, Muhacir ve Ensar arasındaki sıkı kardeÅŸliktedir. Bu kardeÅŸliÄŸi saÄŸlayan iman, onlara kendilerinden çok daha güçlü ama kötü insanlarla baÅŸ edebilmeyi mümkün kılmaktadır.
55. Râzî, Mefâtihu’l-Gayb, c. 11, s. 371.
56. Râzî, Mefâtihu’l-Gayb, c. 11, s. 373.
57. Ayrıca ayette vurgulanan üstünlük gerekçesi de Allah’ın başından beri kullarından istediÄŸi ilkeli duruÅŸa terstir. Müminlerin üstünlüğü, imanlarında ve buradan hareketle Allah’a itaatte, yani onun ilkeleri doÄŸrultusunda ortaya koyacakları bir sorumluluk/kardeÅŸlik düşüncesinde aranmalıdır.
58. Yeryüzünde ağır basmaktan kasıt, yeryüzünde şânı yücelene, kuvvet ve egemenliğini gerçekleştirmek suretiyle ağır basıncaya kadar şeklinde anlaşılmıştır. (Abduh, Reşid Rıza, Menâr Tefsiri, c. 11, s. 301.)
59. وَاللّٰهُ عَزٖيزٌ حَكٖيمٌ “Allah, mutlak güç, hüküm ve hikmet sahibidir.” ayeti, haklı olarak “EÄŸer siz ahireti isterseniz düşmanlarınız size galip gelemez.” anlamında ele alınmıştır. (Râzî, Mefâtihu’l-Gayb, c. 11, s. 375.).
60. Cahiliye devrinden itibaren Arap örfünde cari olan uygulamaya göre ordu kuman¬danının elde edilen ganimetin dörtte biri¬ni kendine ayırdığı, umumi yaÄŸma¬dan önce ele geçirilen ÅŸeyler ve bölün¬mesi mümkün olmayan malların da ona ait sayıldığı belirtilir. (Ä°slam Ansiklopedisi, “Ganimet” mad., c. XIII., s. 351-354.); Kur’an’da ganimetlerin Allah’a ve Elçisine ait olduÄŸu ifade edildikten hemen sonra aynı ayet içinde “Siz, (gerçekten) inananlar iseniz, Allah’tan korkun (sorumluluklarınızı unutmayın), aranızı (kardeÅŸlik baÄŸlarınızı/iliÅŸkilerinizi) düzeltin, Allah’a ve Elçisine itaat edin!” (1) denilir. Devam eden ayetteki ÅŸu baÅŸlangıç ifadesi de مَا كَانَ لِنَبِىٍّ “Bir Nebi için olmaz, düşünülemez, yakışık almaz, uygun düşmez” (67) ganimetlerle ilgili bir tavra iÅŸaret eder. Burada ganimetler, ihtiyaç içinde olanlara tahsis edilerek kiÅŸisel mülk olmaktan çıkarılmış ve bu yolla zengin olmayı düşünmek ya da bu zengin olma amacıyla haksız gerekçeler üreterek baÅŸkalarına zarar vermeye çalışmak da kınanmıştır.
61. Siret kitaplarında konu hakkında verilen bilgilerden hareketle Peygamber (sav)’in Bedir’den Medine’ye beraberinde esirlerle geldiÄŸi anlatılır. (Ä°bn HiÅŸam, Siret, c. 2, s. 382-392.); Bu bilgiler ışığında ilgili ayetlerin ÅŸehirde ganimet taksimi yapıldıktan sonra indiÄŸi düşünüldüğünde dünya menfaatine iliÅŸkin kınama konusunun esirler karşılığında elde edilecek kazançla alakalı olduÄŸu ortaya çıkmaktadır.
62. “Siz geçici dünya malını arzu ediyorsunuz.” ifadesinde yer verilen ‘dünya malı’ndan maksadın esirlere karşı alınan fidyeler olduÄŸu açıklanmıştır. Dünya mal ve menfaatinin عَرَضَ الدُّنْيَا ÅŸeklinde “araz” kelimesiyle ifade edilmesi de çok manidar bulunmuÅŸ ve buna göre dünya malının sebatlı ve devamlı olmadığı üzerinde durulmuÅŸtur. Arazlar, maddelere arız olup o maddeler devam ettikleri hâlde, onlar o maddeden silinip kayboldukları için dünya malının da bu ÅŸekilde sanki önce ortaya çıkıp, sonra da ortadan kaybolan arızî bir ÅŸeymiÅŸ gibi düşünüldüğü açıklanmıştır. (Râzî, Mefâtihu’l-Gayb, c. 11, s. 375.)
63. Eğer Bedir esirleri köleleştirilip satılsa ve buradan maddi kazanç elde edilseydi, tarih insanları köleleştiren bir elçiden bahsedecek ve bu durumda onlara büyük bir azap dokunacaktı. Çok şükür ki buna mahal kalmamıştır.
64. Burada sahabelerin öldürmeyip esir almalarının kınanmış olabileceği düşünülse bile, sonuçta engellenmeye çalışılan, yani büyük azaba konu olan şey, esirlerin köleleştirilmesi ihtimalidir.
65. Rivayet olunduÄŸuna göre Ashab, ganimetlerden uzak durup, onlara el uzatmayınca bu ayet nazil olmuÅŸtur. (Râzî, Mefâtihu’l-Gayb, c. 11, s. 376, 377.); Ashabın azap uyarısını dikkate alarak ganimetlerden uzak durması, cihadın amacı ve ganimet elde etmek konusunda yeterince ÅŸuurlu davrandığını ve esirlerden elde edilen fidye de dâhil olmak üzere bütünüyle ganimetten el çekmeleri üzerine bu ayet indirilmiÅŸtir. Bu da gösterir ki amaç ganimetin yenmesini engellemek deÄŸil, müminlerin niyet ve bilincini saÄŸlam tutmaktır. Nitekim daha önce onlar açısından fidyenin haram kılındığına dair ÅŸeri bir hükmün varlığı da bilinmemektedir.
66. Allah’ın bu durumda esirlerin katledilmesine izin vermediÄŸi de belirtilmiÅŸtir. (Abduh, ReÅŸid Rıza, Menâr Tefsiri, c. 11, s. 303.)
67. Enfal suresindeki ayetin Nebi (sav)’ye esir almayı yasakladığı hatta bu anlamda 67. ayetin “Hiçbir peygamber esir almamalıdır.” ÅŸeklinde genel bir prensip vazettiÄŸi dile getirilir. (M. Okuyan, Kısa Surelerin Tefsiri, c. I, s. 225.)
68. Eğer yeterince doğru anlaşılsaydı normal şatlarda Muhammed suresinin 4. ayetinin köleliğin kaynağını kuruttuğu dile getirilmeliydi. Fakat Enfal suresinin 67. ayetinde ifadesini bulan azap sebebi dikkate alınırsa bu yasağın Muhammed suresinden daha önce dile getirildiği anlaşılır. Bilindiği gibi köleliğin asıl önemli kaynağı savaştır. Peygamber (sav), girdiği hiçbir savaşın sonunda bu köleleştirme uygulamasına başvurmamıştır. Fidye alarak veya almayarak bütün esirler serbest bırakılmıştır. Dolayısıyla kaynak bir daha canlanamayacak şekilde kurutulmuştur. Kölelerin ahlaken ve hukuken korunduğu ve köleliğin; kefaret, mukâtebe ve infak gibi yollarla yok edilmesinin amaçlandığı ancak bunun nedense bir türlü gerçekleştirilemediği de bir vakıadır.
69. M. Esed, ayete ÅŸu anlamı vermiÅŸtir: “O hâlde, savaÅŸta ele geçirdiÄŸiniz ÅŸeyler için (yalnız) helal olanları kullanın ve Allah’a karşı sorumluluk bilinci taşıyın: (hem de ÅŸu gerçeÄŸi hep akılda tutarak) Allah çok esirgeyen gerçek bağışlayıcıdır.” Bu mana, “Esirlerden aldığınız fidyeleri bırakın, ganimetten arta kalanları, yani sadece size helâl kıldıklarımızı yiyin.” ÅŸeklinde anlaşılmaktadır. Hâlbuki devam eden ayet esirlere “…o sizden alınan ÅŸeylerden daha güzelini bahÅŸedecektir size…” denilir ki buradan serbest bırakılanlardan alınan fidyelerin geri verilmediÄŸi anlaşılır. Zaten azap tehdidi sonrasında sahabelerin duraksamalarına raÄŸmen helâl açıklaması sonrasında rahatladıkları bilinir. Nitekim onların aldıkları fidyeleri geri verdiklerine dair bir bilgi de yoktur. Buna göre ayetin anlamı, “Artık aldığınız ganimeti helâl olarak afiyetle yiyin…” ÅŸeklinde verilmelidir.
70. Tam burada Muhammed suresinin ilgili ayeti de hatırlanırsa maksat daha da iyi anlaşılacaktır. Muhammed suresi, esirleri fidye alarak veya almayarak serbest bırakmayı tek yol olarak gösterir. Oysa Enfal suresinde fidye ödenmediği takdirde kişi esir olarak kalır. Esir olarak kalmanın adı, bir açıdan da o kimsenin satılması, yani köleliktir. Bu ihtimal, insanları özgürleştirmeyi amaçlayan bir dinin uygulaması olamaz. İşte azap tehdidinin sebebi budur. Bu anlamda insanları yaşatmak için seferber olan bir dinin, müntesipleri elinde tam tersine kişileri öldürmek adına yapılan yorumlama çabalarına şaşırmamak elde değildir. Azap tehdidinin köleleştirmeyle bu derece sıkı bir ilişki içinde olduğu yeterince doğru anlaşılsaydı, köleliğin kökünün çok daha önce müslümanlar tarafından kazınması mukadder olabilirdi. O dönemde esir edinmek köleliğe giden yolun başlangıcıydı. Dolayısıyla esir edinmemek yani, onları ne olursa olsun serbest bırakmak gerekiyordu.
71. Ümmetin buradaki sorumluluğu cihat sonrası alınan esirlerin artık asla köleleştirilemeyeceğidir.
72. Bu nedenle Enfal suresinin anlamının müslümanların gündeminden hiç düşmemesi gerekir.
73. Bu ülkelerin bir kısmının sömürge valileri tarafından yönetildiği de gözden uzak tutulmamalıdır.
74. Bu nedenle sömürgeci güçler, önce bu kardeşliği yok etmeye çalışırlar.

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.