Makale
Ebu Leheb Niye Ä°man Edemedi?
Ebu Leheb, hakikati açıkça inkâr etmiÅŸ, risalete karşı çıkarken Mekke müşriklerinin başını çekmiÅŸ ve bu sebeple kâfir olarak hakkında hüküm verilip sure indirilerek ölmeden önce cehennemle müjdelenmiÅŸtir. Bir kimse hakkında ölümünden önce verilmiÅŸ bu karar oldukça sarsıcıdır. O, Peygamber (sav)’i zora sokup (hâşâ) yalancı çıkarmak, bu ÅŸekilde tuzak kurmak, yani hakkında inen sureyi iptal etmek amacıyla dahi iman ettiÄŸini söyleyemeyecek kadar aciz kalmıştır. O’nun iman edememesinin ya da yalancıktan da olsa iman ettiÄŸini ilan edememesinin meselenin mucize tarafını oluÅŸturduÄŸu söylenir.
Bazıları Peygamber (sav)’in, böyle bir riski üstlenemeyeceÄŸinden yola çıkarak Allah’ın Ebu Leheb’e iman etme imkânı vermemesini vahyin Allah’tan geldiÄŸine delil saymıştır. Oysa Kur’an’ın evrensel özellik taşıyan ilkeleri bu ÅŸekilde savunmaya ihtiyaç hissettirmez. Ãœstelik Allah’ın durduk yerde bir kiÅŸiye iman etme imkânı vermemesi de düşünülemez. Ebu Leheb’in iman etmemesi bütünüyle kendi kazancıdır. Burada sonuç itibariyle Allah’ın hayata koyduÄŸu bir ölçü iÅŸlemiÅŸtir. Buna göre bir kimse uzun süre kötülük yapar ve bundan vazgeçmezse bir süre sonra geri dönemez hâle gelebilmektedir. Zaten uyarı ya da öğüt sayılması gereken de kiÅŸiye bunu hatırlatmaktır.
Artık vahiy kesildiğine göre bir kimsenin bu şekilde damgalanmasına ve iman edemeyecek şekilde tanımlanmasına, yani mucizenin tekrar etmesine de imkân yoktur. Dolayısıyla eğer mesele bu şekilde ele alınacaksa, surede yer verilen mesaj atıl kalmaktadır.
BilindiÄŸi gibi mucize son Resul olan Peygamber (sav) ile birlikte vakıanın dışında gerçekleÅŸen olaÄŸanüstü hâl beklentisinden vakıanın içine alınmıştır. Buna göre tabiatta yer alan pek çok ÅŸey; yaratılışı ve sahip olduÄŸu özellikleri itibariyle insanı aciz bırakır. Hakikati arayan bir göz için imana konu yapılabilecek binlerce konu ve insanın yaÅŸamında düşünüp akledebileceÄŸi, aciz kalıp ibret alabileceÄŸi yeterince mucize vardır. Her an tekrarlanan yaratılış örnekleri mucizenin ta kendisidir ve bu durumda dürüst davranmak, yalandan kaçınmak ve vahyin rehberliÄŸini kabul etmek için hayatta bulunan ölçülü hâlin dışına çıkılmasına, yani olaÄŸanüstü güç gösterilerine ihtiyaç yoktur. Kur’an ile beraber buna ihtiyaç kalmamıştır.[1]
Leheb ya da Tebbet suresinin asıl mesajı, sermaye (mal) ve bununla elde edilen gücün insanlara zarar vermesini önlemektir. Sureden elde edilen mesaj müminlerde bu bilinci uyanık ve canlı tutmaya yarar. Servetini ve bununla saÄŸladığı gücünü (iktidar vs.) kötüye kullananlar için “kahrolsun” demeyi önerir. Böylece kiÅŸinin sahip olduklarıyla baÅŸkalarına zulmetmesine engel olunmaya çalışılır. Bu anlamda Ebu Leheb de ölmüş ama söz konusu tutumu sebebiyle bir sembole dönüşmüştür. O, kazancı ve bununla elde ettiÄŸi iktidarını korumak maksadıyla putlar üreten ve hakikatin ortaya çıkmasına engel olan haris, kötü niyetli bir insan tipolojisi oluÅŸturur. Dolayısıyla bizzat burada önemli olan bu ÅŸekilde davranmaktır. Yani evrensel olan onun ÅŸahsı deÄŸil serveti ve onunla elde ettiÄŸi gücü sadece kendi çıkarları için kullanan herkestir. Karısının kendisine verdiÄŸi destek de kötülüğe katkıda bulunan, arka çıkan herkesi mahkûm etmeye yarar. Nihayet Tebbet suresinden sonra müşrikler kendi adlarının da Ebu Leheb gibi söz konusu edileceÄŸinden sakınarak baÅŸka bir taktik ve tuzaÄŸa yönelmiÅŸlerdir. Hemen arkasından indirilen Tekvir suresi bunun açık bir örneÄŸini verir. Oysa Tebbet suresi sembolik yaklaşımıyla, Ebu Leheb’in ÅŸahsında onun gibi davranan Velid b. Muğîre, As b. Vâil, Ebu Cehil gibi onlarca müşriÄŸi de iÅŸin içine katmıştır. Ancak müşrikler bunu da anlayamamışlardır. Ayrıca nüzul sırası dikkate alınırsa Tebbet suresine gelinceye kadar kâfir ve müşriklerin çok ağır ifadelerle eleÅŸtirildiÄŸi görülecektir. Fakat bu eleÅŸtiriler her seferinde isim vermeden vasıf ve sözler üzerinden yapılmıştır. Onlara göre Peygamber (sav) bunları (hâşâ) kendi uyduruyordu. Buna karşılık onlar, Peygamber (sav)’in korkacağı düşüncesiyle onu tehdit ederek âdeta “Ortaya konuÅŸma isim ver.” tavrını sergilemiÅŸ olmalıdırlar. Allah da Mekke’nin en güçlü liderini ve en zenginini seçerek isim vermiÅŸ, bu ÅŸekilde elçisine ve ona güvenen arkadaÅŸlarına onlardan korkmaması gerektiÄŸini öğretmiÅŸtir. Bu anlamda sure elçiye destek vererek, kâfirlerin bir ÅŸey yapamamış, karşılık verememiÅŸ olmalarından hareketle vahyin sahada ne kadar canlı müdahale/ mücadele ettiÄŸini de kanıtlamıştır.[2]
Ebu Leheb’in iman edememesinin nedeni uzun süre kötü davranması hasebiyle geri dönemeyecek kadar çok kötülük yapmasıdır. Haksız kazanç ve sömürü onun ahlakı olmuÅŸtur. Bir insanın vaz geçemeyeceÄŸi derecede uzun soluklu bir tavrın içine girmesinin onu içinde bulunduÄŸu çerçeveye hapsedeceÄŸini herkes bilir. Kur’an’da buna kalp mühürlenmesi denilir.[3] Buna göre Ebu Leheb iman etmemiÅŸ deÄŸil, kendi, kesbi doÄŸrultusunda edememiÅŸtir ki bu, batıl yolda uzun süre kalan bir kiÅŸinin varacağı yeri göstermesi açısından da etkili bir örnektir.
Ebu Leheb, ölünceye kadar Peygamber (sav)’i yeneceÄŸini düşünmüş ve menfaatlerini terk etmeyi yalandan da olsa düşünmemiÅŸtir. Nihayet Rasulullah’ın Mekke’den hicret etmek zorunda kaldığı düşünülürse, iman etmiÅŸ mek gibi bir tuzaÄŸa da gerek duymamış, Bedir savaşından sonra da bir tuzak kurmaya fırsat bulamadan ölmüştür. Nitekim O’nun yalandan ve Rasulullah (sav)’ı zor durumda bırakmak kastıyla iman etmesi hâlinde de durum deÄŸiÅŸmezdi. EÄŸer böyle olsaydı, kısa sure sonra küfrü yeniden ortaya çıkardı. Çünkü O, iman etmesi durumunda adalete teslim olması gerektiÄŸini, yani haksız kazançlarından vaz geçip servetini baÅŸkalarıyla paylaÅŸmak zorunda kalacağını biliyordu. Namaz kılacak, oruç tutacak, infak edecek, zina edemeyecek, kumar oynayamayacaktı. Ãœstelik Muhammed (sav)’den emir alacak, köle ve deÄŸersiz olarak gördüğü Bilal-i HabeÅŸi ile eÅŸit sayılacaktı. Gururu ve yaÅŸam biçimi, buna elvermedi. Özellikle Mekke döneminde samimi bir ÅŸekilde iman etmenin açılımı bunlardı. Yani bu günkü gibi sadece Cuma namazına gidip kurban kesmekle –ki onun yaÅŸadığı dönemde Cuma namazı ve kurban yoktu- yetinemezdi. Ä°man etmek, her ÅŸeyini Allah yolunda yetim ve yoksullarla paylaÅŸmak, servet biriktirmemek, çıkarları doÄŸrultusunda iktidara yapışmamak, zulme seyirci kalmamak ve hoÅŸuna da gitse içki, kumar gibi baÅŸkalarına zarar veren kötülüklerden uzak durmayı gerektiriyordu.[4] Bunları yapmadığı sürece kimse onun iman ettiÄŸine inanmaz ve komik bir duruma düşerdi. Yalandan da olsa bunları yaparak iman etmesi hâlinde de samimiyetini uzun süre devam ettirebilmesine imkân yoktu. Çünkü ödeyeceÄŸi bedeller çoktu. Bütün bunları göz ardı ederek meselenin mucize ile yorumlanması sureden çıkarılacak sonuçları buharlaÅŸtırmaktadır.
Kendisine hiçbir ÅŸey gizli kalmayan Allah, O’nun geri dönemeyecek kadar çok günah iÅŸlediÄŸini biliyordu. Gerçekten iman edemezdi, zira geri dönemez durumdaydı. Yalancıktan da iman edemedi. Çünkü sorumluluklarını üstlenemezdi. Bugün de onun gibi servetini ve onunla elde ettiÄŸi gücü sadece kendi menfaatleri için kullanan, bunu muhafaza edebileceÄŸi her türlü vasıtayı meÅŸru gören ve bu ÅŸekilde insanlara zarar vermekten kaçınmayan pek çok insan, kurum veya devlet vardır. Önemli olan onların bu tutumuna aldanmamaktır. Leheb suresinin indiriliÅŸ amacı, insanları mucize beklentisine sokmak deÄŸil, emeÄŸin sömürülmesine karşı canlı ve uyanık tutmaktır. Bu nedenle Allah sure baÄŸlamında herkesi şöyle demeye davet etmektedir:
“Servetini ve onunla elde ettiÄŸi gücü baÅŸkalarına zarar vermek için kullanan herkes kahrolsun.”
[1] Burada sözü edilen mucize, özellikle inanmak için ÅŸart koÅŸmanın arkasından gelen olaÄŸanüstü hâl beklentisidir. Yoksa kiÅŸinin elinden geleni yaptığı ve buna raÄŸmen aciz kaldığı zor anlarında Allah’ın bir ÅŸekilde yardım edeceÄŸi ümidi elbette saklı tutulmalıdır.
[2] Ebu Leheb bir “lakab”dır. Elbette Abdullah b. Uzza denilen ÅŸahsa aittir. Ama yine de sadece bir lakaptır. Ve konu lakap üzerinden anlatılır. Fakat surenin hem lakabını hem de eÅŸini söz konusu etmesi hasebiyle ilgili ÅŸahsın o kiÅŸi olduÄŸunu herkes anlar, bilir. Çünkü serveti ve onunla elde ettiÄŸi gücü kötüye kullananların başını çeken odur. Onun gibiler de bundan nasibini alır. Yine söylemek gerekirse bu durumda kınanan ÅŸey, ortaya konan tavırdır.
[3] Bakara suresi, 2. ayet; Nisa suresi, 155-158. ayetler; En’am suresi, 46. ayet; A’raf suresi, 100, 101. ayetler, vb.
[4] Onun kadar olmasa da zengin sayılan ama bütün malını doÄŸru yolda harcayan Ebu Bekir (ra)’in tutumu burada hatırlanmalıdır.
Henüz yorum yapılmamış.