Makale
Mümtehine Suresi Bağlamında Fitneden Kurtulmak
Sure, doksan birinci sırada nazil olmuÅŸ, Medenî bir suredir. Mekke’nin fethine hazırlık aÅŸamasında indiÄŸinden ÅŸüphe yoktur. Zira Hudeybiye anlaÅŸmasından doÄŸan hukuki sürecin kadınlar lehine yorumlanarak onların imtihan edilmesinden bahsedilir. Ancak surede bütün diÄŸer konuların etrafında örüldüÄŸü asıl tema; kiÅŸinin, imanı ile müÅŸrik coÄŸrafyada ikamet eden yakınları arasında birini diÄŸerine feda edecek ÅŸekilde fitneye düÅŸmesidir.
1. Siz ey imana ermiÅŸ olanlar! Size gelmiÅŸ olan bütün hakikatleri inkâr eden ve [yalnızca] Rabbiniz Allah’a inandığınız için Elçi’yi ve sizi (yurtlarınızdan) süren düÅŸmanlarımı -ki onlar aynı zamanda sizin de düÅŸmanlarınızdır- ÅŸefkat göstererek dost edinmeyin! EÄŸer Benim yolumda cehd göstermek için ve Benim rızamı kazanmak arzusuyla [evlerinizden] çıkıp gitti[ÄŸi]niz [doÄŸru] ise, onlara gizli bir ÅŸefkatle yaklaÅŸ[arak dostluk yap]mayın: çünkü hem açıktan yaptığınız hem de gizlemiÅŸ olduÄŸunuz her ÅŸeyden tamamıyla haberdarım. Ve içinizden bunu her kim yaparsa doÄŸru yoldan sapmış olur. (1)
Ayette geçen “düÅŸmanlarımı” tabiri, konunun vahametini ortaya koyar. Müminlerden istenen Allah’ın düÅŸman addettiÄŸini onların da aynen kabul etmeleridir. Zira gerçeÄŸe düÅŸman olanlar, buna kıymet verip taşımak isteyenler için de tehlikelidirler. Ayet, aynı zamanda bir tenezzül kokar. Allah’ın gücü düÅŸünüldüÄŸünde onun için bir düÅŸman vehmetmek olasılık dışıdır. Buna raÄŸmen O, aynı pasaj içinde insanların düÅŸmanlarını, kendi düÅŸmanları olarak da isimlendirir. Böylece düÅŸmanlarına karşı inananlara destek verir. (2)
2. Onlar eÄŸer size üstün gelselerdi [yine] düÅŸmanınız olarak kalırlardı ve size karşı kötü niyetle el kaldırır, dil uzatırlardı: çünkü sizin [de] hakikati inkâr etmenizi isterlerdi.
Onların gerçek düÅŸman olduklarına dair verilen bu bilgi, müminlerin kâfir ve müÅŸrik yakınlarıyla iliÅŸkilerini gözden geçirmeleri açısından oldukça önem taşır.
3. Ama [unutmayın ki] ne akrabalarınız ne de [hatta] kendi çocuklarınız Kıyamet Günü size bir fayda saÄŸlar, [çünkü o Gün] Allah aranızda [yalnızca erdemli davranıp davranmadığınıza göre] karar verecektir: ve Allah bütün yaptıklarınızı görür.
KiÅŸinin kendi çocukları veya akrabaları da olsa iman ölçüsünü taşıyıp taşımadıklarına dikkat etmesi gerekir. Ayet, insanın tek başına bir hesap yapmasını ve bu hesabın baÅŸkaları sebebiyle günaha batmaktan kaçınmayı öÄŸütlediÄŸini belirtir.
4. Gerçekten Ä°brahim’de ve ona uyanlarda sizin için güzel bir örnek vardı: onlar kendi [putperest] toplumlarına ÅŸöyle seslenmiÅŸlerdi: “Kesinlikle biz sizden de Allah’tan baÅŸka bütün o taptıklarınızdan da uzağız; sizin inandığınız her ÅŸeyi inkâr ediyoruz; sizinle bizim aramızda, Tek Allah’a inanacağınız zamana kadar sürecek bir düÅŸmanlık ve nefret vardır!” Tek istisna, Ä°brahim’in, babasına: “Senin için [Allah’tan] bağışlama dileyeceÄŸim, ama senin adına Allah’tan herhangi bir ÅŸey elde etmek benim elimde deÄŸil” demesiydi. [Ve Ä°brahim ile ona uyanlar,] “Ey Rabbimiz!” diye yalvardılar, “Sana güveniyor ve Sana yöneliyoruz: çünkü bütün yolların varışı Sanadır.” (3)
Müminler, muhatapları tek olan Allah’a inanıncaya kadar onlarla dostluk kuramazlar. Ä°brahim (as)’in kendi kavmi ile arasında söz konusu edilen diyalog bu hususta çok önemli bir örnektir.
5. “Ey Rabbimiz! Bizi hakikati inkâr edenler için bir oyun ve eÄŸlence aracı yapma! Ve günahlarımızı bağışla, ey Rabbimiz: çünkü Sensin tek kudret ve hikmet sahibi!” (4)
“Rabbimiz bizi inkâr edenler için fitne konusu kılma!” demek, “düÅŸmanımıza bize karşı üstünlük verme! O vakit onlar kendilerinin hak üzere olduklarını sanacaklar ve imanı hâkir görerek küfre baÄŸlılıkları artıp fitneye düÅŸecekler.” ya da “Onları bize musallat kılma, böylelikle onlar bizi fitneye düÅŸürecek (dinimizden çevirmek isteyecek), bize azap ve iÅŸkence edecekler.” veya “Müslümanların cahiliye insanlarında görüldüÄŸü gibi ahlaki zaaf içine düÅŸmelerine izin verme ki ÅŸeref kâfirlere ait olmasın.” ÅŸeklinde anlaşılmıştır. Bütün bunlar, kâfirlere galibiyet müslümanlara da maÄŸlubiyet tattırma anlamına gelir.
Hâlbuki burada asıl konu, müminlerin kâfir ve müÅŸriklerle dostluk üzere iliÅŸki kurmasıdır. Ayetin arka planında Hâtıb b. Ebi Beltaa’nın başına gelen fitne, imanı ile ailesinin sevgisi arasında kalmasıdır. Sure başından itibaren müminlerin kâfir olan akraba ve yakınlarına karşı sevgi beslediklerini, fakat bu sevginin yerini bulmadığı için doÄŸru olmadığını anlatır. Kâfir olan yakınlarının onları yurtlarından çıkmak zorunda bıraktıklarını ve fırsat bulsalar daha da kötü davranacaklarını hatırlatır. Akraba da olsalar bu kötü insanların, inananların inkâr etmesini arzuladıkları ve en yakınları da olsa kimsenin kimseye ahirette bir faydası bulunmayacağı vurgulanır. Bundan sonra Ä°brahim (as) örnek gösterilerek müminleri yakınları dahi olsalar inkâr edenlerle iliÅŸkilerinde tutarlı ve ilkeli olmaya çağırır. Ancak müminlere düÅŸmanlık etmeyen ve onlarla savaÅŸmayanlara karşı iyilik yapmaktan veya adil davranmaktan kaçınılmayabileceÄŸi belirtilir.
Buna göre “Ey Rabbimiz! Bizi, inkâr edenler için fitne kılma.” cümlesi, “Ey Rabbimiz! Akrabalarımız ve yakınlarımız konusunda bizi onları sevmek ile sana iman etmek arasında bırakma. Bu konuda bizi imtihan etme, fitneye düÅŸmemize izin verme, bize yardım et.” anlamına gelir. Yani burada “Bizi kâfirlere karşı fitneye düÅŸürme” demek, “Bizim onları (hakikat düÅŸmanlarını) severek imandan uzaklaÅŸmamıza müsaade etme.” demektir. Duada söz konusu edilen ÅŸey, baÄŸlam açısından surede bir müminden beklenen ÅŸeyin ta kendisidir. Burada inananların Ä°brahim (as)’in aÄŸzından ifade edilen talepleri/duaları, inançlarının gerektireceÄŸi teslimiyet dışında bir eylem içinde olmamalarıdır. Ayette inananlar, imanlarına zarar verecek sevgiyi fitne olarak isimlendirir ve bu anlamda ayaklarının kaymasını istemezler.
O hâlde ayetin meali ÅŸu ÅŸekilde verilmelidir:
“Rabbimiz! Bizi, yakınlarımızdan inkâr edenlerle (seni kızdıracağımız ve onların kazanacağı ÅŸekilde) imtihan etme ve bizi (düÅŸmemiz muhtemel hata ve günahlarımız için ÅŸimdiden) bağışla. Rabbimiz! Zira (her ÅŸekilde) galip ve (bütün emirleriyle hüküm ve) hikmet sahibi olan ancak sensin.”
Fitne, sözlük anlamından hareketle altının ateÅŸte eritilerek, karışımında bulunan diÄŸer deÄŸersiz madenlerin ondan ayrılmasına ve böylece saf altının elde edilmesine benzetilmiÅŸtir. Buna göre ayetteki söz konusu ifade, kiÅŸinin bu zor imtihana tabi tutulmak istemediÄŸini ve eÄŸer tutulacaksa da imanın gerektirdiÄŸi tercihi yapmayı Allah’tan nasip etmesini anlatır.
6. Onlarda, Allah’ı ve Ahiret Günü’nü [ümit ve korku ile] bekleyen herkes için güzel bir örnek bulursunuz. EÄŸer biriniz yüz çevirirse, [bilsin ki] Allah hiç kimseye muhtaç deÄŸildir, bütün övgülere tek layık olandır.
Ä°brahim (as)’ın kavmiyle arasında cereyan eden iliÅŸki biçimi, bütün müminler için bir örnektir. Allah’ı ve ahireti bekleyen kiÅŸi adalet ve merhamet isteyen müminlerdir. Onların bu ihtiyacı Ä°brahim (as) gibi imanı öncelemek suretiyle giderilebilecektir.
7. [Ama] belki Allah, [ey müminler,] [ÅŸimdi] düÅŸman olarak gördüÄŸünüz kimseler ile sizin aranızda [karşılıklı] bir yakınlık oluÅŸturabilir: çünkü Allah her ÅŸeye kâdirdir ve çok bağışlayıcıdır, rahmet kaynağıdır.
BilindiÄŸi gibi Mekke fethi gerçekleÅŸmiÅŸ ve önce düÅŸman olanlar bu zaferle birlikte müslüman olmuÅŸlardır. Dolayısıyla fetih öncesi müminleri tehlikeye atacak ÅŸekilde müÅŸrik yakınlara sevgi beslemenin ne kadar anlamsız olduÄŸu bir kere daha anlaşılmıştır.
8. Ä°nanc[ınız]dan dolayı size karşı savaÅŸmayan ve sizi yurtlarınızdan sürmeyen [inkarcılara] gelince, Allah onlara nezaketle ve adaletle davranmanızı yasaklamaz: çünkü Allah adil davrananları sever.
Allah savaÅŸ zamanında düÅŸmanlık yapmayan ve kılıç çekmeyen kiÅŸilere karşı adil davranmayı ve iyilik yapmayı da hiçbir zaman yasaklamamıştır.
9. Allah, yalnızca, inanc[ınız]dan dolayı size karşı savaÅŸan ve sizi anayurdunuzdan süren veya [baÅŸkalarının] sizi sürmesine yardım edenlere dostlukla yaklaÅŸmanızı yasaklar; ve [içinizden] onlara dostluk gösterenlere gelince, gerçek zalimler iÅŸte onlardır!
Müminler kendileriyle inançlarından dolayı savaÅŸanları asla dost edinmemelidirler. Çünkü onlar zalimdirler.
10. SÄ°Z EY imana ermiÅŸ olanlar! Mümin kadınlar her ne zaman zulüm ve kötülük diyarını terk ederek size gelirlerse, Allah onların inancından tam haberdar [olduÄŸu halde] siz yine de onları sınayın; eÄŸer mümin olduklarına tam emin olursanız, onları inkârcılara geri göndermeyin, [çünkü] onlar [artık] eski kocalarına helal [deÄŸiller], ve ötekiler de bunlara helal [deÄŸiller]. Ayrıca, onlar [hanımlarına mehir olarak] ne verdilerse hepsini iade edin. Ve [ey müminler,] siz bu kadınlarla mehirlerini verdikten sonra evlenirseniz bir günah iÅŸlemiÅŸ olmazsınız. DiÄŸer taraftan, hakikati inkâr [etmeye devam] eden kadınlarla evlilik bağınızı sürdürmeyin ve onlara [mehir olarak] ne verdiyseniz [iade etmelerini] isteyin, aynı ÅŸekilde ötekiler, [hanımları size gelmiÅŸ olanlar da,] harcadıkları her ÅŸeyi[n iadesini] talep etme hakkına sahiptirler. Bu, Allah’ın hükmüdür: O, sizin aranızda [adaletle] hükmeder; çünkü Allah, her ÅŸeyi bilendir, hikmet sahibidir.
Allah mümin olduklarını söyleyen kadınların imtihan edilmesini istemiÅŸtir. EÄŸer iman iddiaları doÄŸru onların kâfirlere geri gönderilmemeleri esastır. Zira onlar artık kâfir kocalarına helal deÄŸildir. Elbette bütün bunlar kadınların özgür iradeleriyle yaptıkları seçimlere dayanır. Aynı ÅŸekilde mehirlerini verdikten sonra onlarla evlenmenin günah olmayacağı belirtilir. Burada belirleyici olan imandır. Fakat bu durumda dahi onların mehirlerini kocalarına ödemek, dinini adalete verdiÄŸi deÄŸeri gösterir.
Söz konusu imtihanın; kadının Allah’tan baÅŸka hiçbir ilâh olmadığına, Muhammed’in Allah’ın Resulü olduÄŸuna ÅŸahitlik etmeleri ya da “Kocalarına olan nefret yahut baÅŸka bir ülkeye gitme arzuları sebebiyle veya dünyevî bazı menfaatler saÄŸlama ümidiyle ayrılmadıklarına; Allah’a ve Elçisine duydukları sevgiden baÅŸka bir sebeple gelmediklerine Allah’ın huzurunda yemin etmeleri.” Åžeklinde gerçekleÅŸtiÄŸi bildirilmiÅŸtir.
11. EÄŸer hanımlarınızdan biri (sizi bırakıp) hakikati inkâr edenlere giderse ve siz de buna üzülürseniz o zaman hanımları bırakıp giden (koca)lara [hanımlarına mehir olarak] harcadıklarına eÅŸit bir ÅŸey verin ve inandığınız Allah’a karşı sorumluluÄŸunuzun bilincinde olun! (5)
Bu ödemeler, beytülmalden karşılanmaktaydı.
12. Ey Peygamber! Mümin kadınlar ne zaman sana gelip [bundan böyle] Allah’tan baÅŸka hiçbir ÅŸeye ilahlık yakıştırmayacaklarını, hırsızlık yapmayacaklarını, zina etmeyeceklerini, çocuklarını öldürmeyeceklerini, hiç yoktan yalan uydurarak iftira atmayacaklarını ve [bildireceÄŸin] hiçbir hakikate karşı çıkmayacaklarını [taahhüt ederek] sana baÄŸlılıklarını bildirirlerse, onların baÄŸlılık taahhütlerini kabul et ve Allah’tan onların [geçmiÅŸ] günahlarını affetmesini dile: çünkü Allah çok bağışlayıcıdır, rahmet kaynağıdır.
Kadılardan alınan bu bey’at, onların hükmü ÅŸahsiyetini kabul anlamına gelir. Bu o zaman aralığında kadınların lehine gerçekleÅŸen bir devrim niteliÄŸindedir.
13. SÄ°Z EY imana ermiÅŸ olanlar! Allah’ın gazabına uÄŸrayan toplum ile dost olmayın! Onlar[ı dost edinenlerin] öteki dünya ile ilgili hiçbir ümitleri kalmamıştır; tıpkı bu hakikat inkârcılarının, [ÅŸimdi] mezarlarında yatanları [tekrar görme] ümitlerini kaybetmiÅŸ bulunmaları gibi.
Allah’ın gazablandığı bir toplumu dost edinmek, tabi oldukları küfür ve ÅŸirki kabul etmek ve ardından günah sarmalı içinde yaÅŸadıkları hayat tarzını benimsemek anlamına gelir. Ancak ahirette hesap vermeyeceÄŸine inanmayanlar böyle yapabilir. Onlar, öldükten sonra tekrar dirilmeye inanmadıkları için hiçbir sorumluluk üstlenmezler. Böyle olunca bir dosta gösterilmesi gereken güvene de layık deÄŸildirler.
Sonuç
Mümtehine suresi, müminlerin imanı ile ailesi ya da yaÅŸadıkları coÄŸrafyada hüküm süren küfür söylemi arasında sıkıştıklarında imanı tercih etmeleri gerektiÄŸini dile getirir. Elbette bu sadece inananlara karşı aktif ÅŸekilde düÅŸmanlık yapanları kapsar. Buna karşılık Sad suresi ise kırk altıncı ayetinde “Biz onları yaÅŸadıkları bölge halklarını düÅŸünen, ihlaslı (Tevhid Ehli) kimseler yaptık.” denilerek her peygambere tevhid fikri çerçevesinde yaÅŸadığı coÄŸrafyayı dikkate alıp ora halkını öncelikle düÅŸünmeyi sâlık verir. Bu bir dengedir. Buna göre inanan biri, açıkça düÅŸmanlık yapanlar dışında hem imanını hem de birlikte yaÅŸadığı toprakları, içindeki insanlarla birlikte düÅŸünmek ve korumakla mükelleftir.
Peygamber (sav)’in diÄŸer bütün elçiler gibi öncelikle akrabalarını ve yaÅŸadığı toplumu uyarmaya çalıştığı bundan sonra tebliÄŸini çevre kabilelere yönelttiÄŸi bilinmektedir. DoÄŸal olan da budur. Verilen mücadele, kiÅŸinin yaÅŸadığı coÄŸrafyayı ve mümkünse buradan ilerleyerek dünyayı Tevhid bilinciyle buluÅŸturmakla ilgilidir.
Ä°manın gerektirdiÄŸi sorumluluklar, insan açısından en öncelikli ölçüdür. Fakat bunun hemen altında kiÅŸinin yaÅŸadığı toprakları ve beraber yaÅŸadığı insanları sevmek ve onlara merhamet göstermek gelir. Ä°nsanın imanı ile ailesi veya halkı arasında sıkışması, büyük bir imtihandır ve ağırlığı/zorluÄŸu sebebiyle ve fitne olarak isimlendirilir. Bu fitne, hakikati inatla reddeden hemÅŸeriler sayesinde doÄŸar ve geliÅŸir. O hâlde imanı tercih etmek, kiÅŸinin yaÅŸadığı kültüre, coÄŸrafyaya ve bunu temsil eden halklara küsmesini gerektirmemelidir. Çünkü bunların hiç biri topyekûn kâfir olup ÅŸirk koÅŸmaz. Bu nedenle inatla ve küstahça gerçeÄŸin üstünü örtenleri dışarıda tutan ve onlarla dostluk kurmamaya gayret eden bir bilinç taşımak, önemini hâlâ korumaktadır.
Dipnotlar:
1. Bu çalışmada M Esed’in meali kullanılmıştır. Birinci ayetle ilgili olarak M. Esed ÅŸu açıklamayı yapmaktadır: “Bu surenin 7-9. ayetlerinde de gösterildiÄŸi gibi, inanmayanları dost edinmenin yasaklanması, sadece inananlara karşı aktif ÅŸekilde düÅŸmanlık yapanları kapsamaktadır.”
2. Klasik kaynaklarda rivayet edildiÄŸine göre bu ayetin nüzul sebebi, Hatib b. Ebî Beltaa isimli sahabenin ailesini korumak veya kurtarmak maksadıyla bir kadın aracılığıyla Mekke’ye mektup gönderme teÅŸebbüsüdür. (Kurtubî, El-Câmi’u Liahkâmi’l-Kur’an, c. 17, s. 254-256)
3. Bu konuda ÅŸu ayetler hatırlanmalıdır: “(Günah içinde ölen) kimselerin cehennemlik olduÄŸu kendilerine açıklandıktan sonra, yakın akraba olsalar bile, Allah’tan baÅŸkasına tanrılık yakıştıran kimselerin bağışlanmasını dilemek artık ne Peygamber’e yaraşır, ne de imana eriÅŸenlere. Ä°brahim’in (buna benzer bir durumda) babasının bağışlanması için yaptığı duaya gelince, bu sadece o’nun berikine (daha saÄŸlığında) vermiÅŸ bulunduÄŸu bir söze dayanıyordu. Ama o’na berikinin Allah’ın düÅŸmanı olduÄŸu açıklandığı zaman (Ä°brahim) ondan hemen kopup uzaklaÅŸtı. Zaten Ä°brahim çok ince ruhlu, yumuÅŸak huylu biriydi.” (9/113, 114)
4. Bu ayetin diÄŸer bazı meallerdeki çevirisi ÅŸu ÅŸekildedir: “Rabbimiz! Bizi, inkâr edenler için deneme konusu kılma, bizi bağışla! Ey Rabbimiz! Yegâne galip ve hikmet sahibi, ancak sensin.” (Diyanet Vakfı Meali); “Rabbimiz, bizi inkâr edenler için bir sınav yapma (bizi onların baskı ve iÅŸkencesi altına düÅŸürme), bizi bağışla. Rabbimiz, yegâne gâlib, hüküm ve hikmet sâhibi, ancak Sensin, Sen!” (Süleyman AteÅŸ Meali); “Ey Rabbimiz! Bizi, inkâr edenlerin zulmüne uÄŸratma. Bizi bağışla. Ey Rabbimiz! Åžüphesiz sen mutlak güç sahibisin, hüküm ve hikmet sahibisin.” (Diyanet Meali); “Ey Rabbimiz, bizi o küfredenler için bir fitne (mevzuu) yapma. Bizi yarlığa Rabbimiz. Çünkü hakıykat gaalib-i mutlak, yegâne hukûm ve hikmet saahibi Sensin Sen.” (Hasan Basri Çantay Meali); “Rabbimiz, bizi inkâr edenler için deneme kılma. Bizi bağışla Rabbimiz, ÅŸüphesiz sen, güçlü ve hâkim sensin!” (Åžaban PiriÅŸ Meali); “Ya rabbena! Bizleri o küfredenlerin fitnesi kılma ve bizlere maÄŸfiret buyur çünkü sensin ancak öyle azîz, öyle hakîm.” (E. Hamdi Yazır Meali); “Ey Rabbimiz! Bizi, küfre sapanlar için bir fitne/imtihan aracı yapma! Bağışla bizi ey Rabbimiz! Sen, yalnız sen sonsuz kudretin, sonsuz hikmetin sahibisin.” (Y. Nuri Öztürk Meali); ”Ey Rabbimiz! Bizi, o kâfir olanların fitnesi kılma, (bizi onlara ezdirme); bizi bağışla. Ey Rabbimiz! Muhakkak ki sen, Azîz’sin = her ÅŸeye galibsin, imansızlardan intikam alırsın, Hakîm’sin = müminlere zafer veren hikmet sahibisin.” (Ali Fikri Yavuz Meali)
5. M. Esed’in bu ayetle ilgili yaptığı açıklama ÅŸu ÅŸekildedir: “Kural olarak, inkârcıların, bu ÅŸekilde terk edilmiÅŸ olan bir kocaya tazminat ödemeleri beklenemeyeceÄŸinden Müslüman toplumun bir bütün olarak bu yükümlülüÄŸü yerine getirmesi gerekir. Gerçekte, Hz. Peygamber’in yaÅŸadığı süre içinde bu ÅŸekilde yalnız altı irtidat olayı vuku bulmuÅŸtu (ki tümü Mekke’nin H. 8. yılda fethinden önce olmuÅŸtu); ve her olayda Müslüman kocaya, Hz. Peygamber’in emri üzerine, devlet hazinesinden baÅŸta kendisinin ödediÄŸi mehire eÅŸit miktarda bir ödeme yapılmıştı (BeÄŸavî ve ZemahÅŸerî)
Not: Bu yazı, “Sözün BaÄŸlamı” adlı eserden iktibas edilmiÅŸtir.
Henüz yorum yapılmamış.