Makale
Allah Nasıl Tenzih Edilir
Secdede dile getirilen Subhâne Rabbiye’l-A’lâ sözü, hem tesbih hem tenzih hem de takdis belirtir. Ä°fade aslen “Alâ (yüce) olan Rabbimi her türlü eksikliklerden tenzih ederek anarım.” demektir.
Allah’ı tenzih ederek anmak, kiÅŸinin zihnini O’nunla ilgili olabilecek her türlü eksikliklerden uzak tutması anlamına gelir. Zira O’nun hakkında kötü düşünmek kiÅŸiyi içinden çıkamayacağı bir bataklığa sürükler. Nihayet bu çukur, insanın elinde bulunan bütün yüksek deÄŸerleri yutar. Buna göre adalet, eÅŸitlik, özgürlük gibi imanı koruyan sâikler olmadığında kiÅŸi insanlığını da kaybeder.
Bu hususta ilgili ayetler şunlardır:
“Allah’ı unutan ve bu yüzden Allah’ın da kendilerine kendilerini unutturduÄŸu kimseler gibi olmayın…” (HaÅŸr suresi 19. ayet.)
“Yahudiler ‘Allah’ın eli baÄŸlıdır (Allah cimridir)’ dediler. Kendi elleri baÄŸlandı…” (Mâide suresi, 64. ayet.)
“Andolsun, senden önce de birçok peygamberle alay edildi de; içlerinden alay edenleri, o alaya aldıkları ÅŸey kuÅŸatıverdi.” (Enbiya suresi, 41. ayet.)
“Ve Allah, ikiyüzlü erkek ve kadınları ve Allah’tan baÅŸkasına ilahlık yakıştıran erkek ve kadınları azaba uÄŸratmayı dilemiÅŸtir. Bunların tümü; Allah hakkında, kötü, uygunsuz düşünceler taşırlar. 0 kötü zanları, kendi baÅŸlarına gelsin!” (Fetih suresi, 6. ayet.)
Unutursan kendine unutturulursun.
Cimri dersen cimri kılınırsın.
Alay edersen alay edilirsin.
Rabb’in için ne düşünürsen
Aynı şey, senin vasfın olsun.
Ve o kötü zanların, kendi başına gelsin!
“Ve Rabb’iniz hakkında taşıdığınız bu düşünce (kötü zan), sizi helake uÄŸrattı, böylece kendinizi hüsrana uÄŸrayanlar arasında buldunuz!” (Fussilet suresi, 23. ayet.)
Ä°nsan; suiistimal ettiÄŸi Allah düşüncesi ile beraber çoÄŸunlukla merhamete, güzelliÄŸe, doÄŸruluÄŸa ve iyiliÄŸe olan inancını da yitirir. Anlaşılan insan, Allah için ne düşünürse o başına gelmektedir. Ä°nsanın, mükemmelliÄŸe ait bütün yetkin sıfatları kendisinde toplayan “Tek Ä°lah” tasavvurundaki kusurlu ve çarpık düşünceleri, kendisine ayna etkisi yapar. “Ä°lk Sebep” e yapılan bunca olumsuz yaklaşımlar, tutarlı bir sonuca varmayı engeller. Ãœstelik bütün diÄŸer sebepleri de anlamsız ve tutarsız kılar. Ä°nsan, ondan çaldığı her vasıfla (rol), aslında kendi sonunu hazırlar. Zaten günahkâr bir benliÄŸin çizdiÄŸi, ilah resminden, daha fazlası beklenemez. O’nun hakkında ileri geri konuÅŸmak, kötü düşünmek ve insanın bilmediÄŸi ÅŸeyleri O’na izafe etmesi, muhatabına ağır bir bedel ödetir. O’nu iyi tanımayınca, ortada kalan “yücelik”, birilerinin boynuna gerdanlık gibi takılınca da bütün dengeler altüst olur. Kabul ya da reddedilen vasıflar, onun bunun eline geçmeye görsün, bir hükmetme yarışı baÅŸlayıp insan insanın kurdu olarak birbirine saldırmaya baÅŸlar. Ä°nsanın kendi eliyle kendisini tehlikeye atması, bu olsa gerektir. Zira Allah, olup-bitene seyirci kalmaz. Müdahalesi, çoÄŸu kez insanın hiç hesap edemediÄŸi taraftan gelir. Nitekim bu denli canlı bir iliÅŸkiyi anlamak için bizzat hayatın da buna ÅŸahitlik etmesi gerekir. Ayrıca Allah, sadece kendisi için deÄŸil, inanan kullarına yapılan haksızlıklara da aynı ÅŸekilde karşılık vermektedir.
“…’Biz ancak onlarla (inananlarla) alay ediyoruz.’ derler. Allah da kendileriyle alay eder ve onları bırakır; taÅŸkınları içinde bocalayıp dururlar.” (Bakara suresi, 14. 15. ayetler.)
Ä°nsan; çoÄŸu zaman taşıdığı olumsuz vasıfları, Rabb’ine atfederek, yaptığı ya da yapacağı haksızlıkların vicdani alt yapısını inÅŸa eder. Bazen O’nu aşırı kutsayarak dünyadan koparır. Yüceler yücesi, eÅŸsiz ve eriÅŸilmez bir Ä°lah’ın, ÅŸu kahrolası dünyanın fuzuli ve pis iÅŸlerinden uzak durması gerektiÄŸini düşünür. Kutsar ve kendisinden uzaklaÅŸtırır.[1] Böylece ulaşılamaz ölçüde yücelterek onun temsil ettiÄŸi düşüncelerin kendisini rahatsız etmesini önlemeye çalışır.[2]
Ä°lah-insan iliÅŸkisinin doÄŸru belirlenmesi, özellikle insanın özgürlük alanının darlığı-geniÅŸliÄŸi açısından önem arz eder. Zira insanlaÅŸan ilahların veya ilahlaÅŸan insanların boy gösterdiÄŸi tarih sahnesinde biri diÄŸeri adına yok sayılan ya da küçümsenen bir sürü kavram ve kargaÅŸa üretilmiÅŸtir. Ä°ster ruhu alın maddeyi gereksiz görerek; ister maddeyi alın ruhu yok sayarak; ister cinsellik deyin hayatın belirleyici gücü; ister sermaye birikimini orijine koyun fark etmez. Bu arena, pek çok ilahlaÅŸma hevesini ve heveslisini barındırdığından, galibi olamayacak kadar deÄŸiÅŸkendir. Ancak Kur’an, birini diÄŸeri adına küçük görmeden ya da yok sayıp feda etmeden ve hayatın dengesini de bozmadan bir armoni içinde bütün kavramlara hakkını veren yönüyle eriÅŸilmezliÄŸini korumaktadır. Her ÅŸeyin; ilah karşısında, ancak “yaratılmış” ve “yaratılmaya deÄŸer” olduÄŸunu vurgulayarak…
Ä°nsanı Rabb’i karşısında mahcup eden ve utanmasına yol açan davranışlar, onun dünyada cazip kılınan nimetlerin peÅŸinden koÅŸma hırsına gem vuramamasından kaynaklanır. Oysa basit ve aÅŸağılık zevkleri uÄŸrunda ele geçirdiÄŸi ya da kaybettiÄŸi ÅŸeyler yüzünden kiÅŸinin Rabb’i hakkında kötü düşünmesi kadar talihsiz bir durum olamaz.
Tenzihi bu anlamda üçe ayırmak meseleyi daha iyi kavramak açısından yerinde olur.
Ä°lk olarak;
- Rabb’im sen kendini bildiÄŸin gibisin.
“Ben seni ne kadar övsem veya tenzih etsem de yine de bunun hakkını tam olarak veremeyebilirim. Sen kendini bildiÄŸin ve bize bildirdiÄŸin gibisin.”[3]
- Sen kâfir ve müşriklerin söz ve davranışlarından sonsuza dek uzaksın.
“Sen, kâfir, müşrik ve fâsıkların söz ve davranışlarıyla seni niteledikleri her ÅŸeyden sonsuza kadar uzaksın. Onların düşündükleri, söyledikleri ve davrandıkları gibi deÄŸilsin.
Sen yokmuşsun gibi yaşayıp, sen hesap soramazmışsın gibi davranan,
Seninle bir kere dahi olsa konuşmaya tenezzül etmeyen,
Sana kulluk etmeyi büyüklüklerine yediremeyen insanların söz ve tavırları cahilliklerinden kaynaklanıyor. Sen, hiçbir söz ve nasihat dinlemeyen bu insanların zannettiği gibi değilsin.
Sahip olduklarının kendilerini her kötülükten koruyacağını düşünen,
İçinde bulundukları hâlleriyle başıboş bırakılacaklarını sanan,
Güvenliklerini, itibarlarını ve şereflerini senin çizdiğin çerçevenin dışında arayan,
Kimsenin kendilerini görmediğini ve onlara güç yetiremeyeceğini zanneden ve sana bir türlü büyüklüğü yakıştıramayanların aşırılıklarından uzaksın. Sen onların sandığı gibi değilsin.
Yalan söyleyen, haddini aşan ve senin hakkında bilip bilmeden cahilce konuşanlar senin onlara hiç hesap edemeyecekleri yerden yaklaşabileceğini anlamıyorlar. Mazlumu, fakiri dikkate almayıp zulmü, sömürüyü görmezlikten geliyorlar. Hatta azabın, peşlerine takılıp evlerinin eşiğine kadar yaklaştığını fark edemiyorlar. İndirdiğin kitabı ve ayetlerini dikkate almıyor ve önemsemiyorlar. Bunlar işledikleri günahları sadece senin bilmenin yeterli olacağının farkında değiller. Üstelik onlara verdiğin nice şeylere nankör kesilip bütün olup-biteni kaderle ilişkilendirerek adeta seni suçluyorlar. Onların söylediklerinden sonsuza kadar ötede ve aşkınsın. Sen onların bildiklerini sandıkları şey değilsin.
Peygamberler ve kitaplar göndermen, hikmeti önümüze sermen ve bizi özgür kılıp irade sahibi yapman onlar için bir şey ifade etmiyor. Doğru ile yanlışın arasını ayırmana ve kötülüğün galip gelmesini önlemene rağmen yine de seni arayıp bulamıyorlar. Asla mağlup olmayacağını bile bile senden başkasını koruyucu ediniyorlar. Verdiğin nimetlerle hadlerini aşıp seni unutuyorlar. Kimisi sana çocuk isnat ediyor, kimisi de senin sevgili şımarık çocuğun gibi davranıyor. Bazısı torpil bekleyerek şefaate güveniyor, bazısı hahamlarını papazlarını veya büyük saydığı zatları ilah edinip senin yerine koyuyorlar. Seni gereği gibi tanımıyorlar. Sen, onların ortak koştuklarından ve nitelemelerinden uzaksın.
Her hoÅŸlarına gidenin doÄŸru olduÄŸuna dair bir zanları var. Hâlbuki zannın hakikatten bir ÅŸey ifade edemeyeceÄŸini bilmiyorlar. Bazen cinlerle, bazen elçilerinle, bazen de meleklerle aranda bir soy bağı ve yakınlık kuruyorlar. Sevdikleri veya korktukları ÅŸeylere senin gücünden pay ayırıyorlar. Seni bırakıp yarattıklarına boyun eÄŸiyorlar. Gayb’ı sadece senin bildiÄŸini unutup taÅŸlamaya devam ediyorlar. Seni ya da meleklerini görmek isteyerek hadlerini aşıyorlar.
Oysa mutlak güç sahibi, düzeltip ıslah eden, dilediÄŸini yapabilen, mülkün gerçek sahibi, büyüklükte eÅŸsiz olan, yaratıp düzene koyan, takdir edip yol gösteren, barış ve esenliÄŸin kaynağı, güvenlik veren, gözetip koruyan, kendisinden baÅŸka hiçbir ilâh bulunmayan sensin. Senin yerine koydukları hangi güçler veya varlıklar bu iÅŸlerden birini yapabilir? Önce bizi yaratan, sonra geçinmemiz için gerekli vasıtaları saÄŸlayan, ardından bizi ölüme götüren ve en sonunda tekrar hayata döndürecek olan da sensin. Bu yüzden kâfir, müşrik ve fâsıkların söz ve davranışlarıyla seninle ilgili olarak ortaya koydukları her türlü düşünce ve eylemden seni tenzih ederim.”
- Sen benim günahlarımdan da uzaksın.
Rabb’im ben kendimi biliyorum;
Sen korkmayın, diyorsun. Ben bazen korkuyorum.
Sen çalışın, diyorsun. Ben ara sıra tembellik ediyorum.
Sen infak edin, diyorsun. Zaman zaman benim elim cebime gitmeyebiliyor.
Sen ahiret var, hesap var, diyorsun. Ben bazen sorumluluklarımdan kaçabiliyorum.
Sen her ÅŸeyi görüyorum, diyorsun. Bazen ben, sanki sen beni görmüyormuÅŸsun gibi bir sürü yanlış iÅŸ de yapıyorum. Bu yaptıklarım benim kendi hatalarım. Beni affet. Sen benim hatalarımla, günahlarımla ve ihmallerimle nitelenecek bir ilah deÄŸilsin.”[4]
Ä°ÅŸte Allah secde hâlinde tam bir teslimiyetle bu ÅŸekilde tenzih edilir. Suphanallah demek, âlemin Allah’ın yarattığı anlam ve amaç çerçevesinde bir düzen içerisinde kalmasını istemektir. Bu nedenle barış ve esenlik ancak bu tesbih/tenzih ve taşıdığı mananın hayata hâkim kılınmasıyla gerçekleÅŸir.
Not: Bu yazı, “Sözün Gücü” adlı eserden yararlanılarak düzenlenmiÅŸtir.
[1] Ä°nsan zihni, yanlış anlamlar yüklediÄŸinden olsa gerek, kendisini sınırlayacağını düşündüğü bir yaratıcı fikrinden uzak durur. (Neml suresi, 25. ayet.) Oysa insanların en azından suçladıkları konularda, fâilin Allah olamayacağını anlamaları ve gerçekleri ortaya çıkaran gücün kaynağını bulabilmeleri gerekir. Hiç deÄŸilse gerçeklerin, su üstüne hangi sâikle çıktığına bakmalıdırlar. Güya özgür olmak için Allah’tan uzaklaÅŸanlar, ilah edindikleri arzular sebebiyle nasıl aldatıldıklarını anlayamazlar. Böylece insanın Allah’a yakıştıramadığı büyüklük, kendisine sıfat olunca da diÄŸerlerini aÅŸağılamaya dönüşmektedir.
[2] Åžehirden daÄŸlara gönderilip bahçıvan rolüne sokulan ve sokaktan koparılarak mabetlere kapatılıp vicdanlara hapsedilen ÅŸifacı görüntüsüne bakılırsa insanın Rabb’ine yaptığı haksızlıkların sonu gelmeyecek gibi gözükmektedir. Nitekim Allah’ı dünyevî alanlara sokmayıp kapılar tutulur ve içeriye sadece bencil, çıkarcı, kıskanç ve zevk düşkünü benlik alınırsa, adaletin ve özgürlüğün yerini, zulüm ve mahrumiyetlerin alması kaçınılmaz olur.
[3] Allah’ı tanımanın en önemli yolu onu Kur’an’da kendisini tanıttığı gibi bilmektir. Bu anlamda kiÅŸi karşılaÅŸtığı her konuda onu anıp övecek bir vesile bulabilir. Nitekim övgü konularının çokluÄŸu ve ayrıntısı, içinde bulunulan duruma göre farklılık arz edeceÄŸi için Rabb’ini öveceÄŸi durumların tespiti kiÅŸinin kendisine bırakılmıştır.
[4] Elbette kiÅŸi karşılaÅŸtığı konu veya olaylarla ilgili olarak Rabb’ini hangi konuda tenzih etmesi gerektiÄŸini kendisi belirleyecektir.
Henüz yorum yapılmamış.