Sosyal Medya

Makale

Galip Zihinde Sistem Sorgulaması

'Süleyman: Rabbim! Beni bağışla; bana, benden sonra kimsenin ulaşamayacağı bir hükümranlık ver. Şüphesiz sen, daima bağışta bulunansın, dedi.'(1)

Süleyman (as)’ın duasının “benden sonra kimsenin ulaÅŸamayacağı” kısmı anlaşılır gibi deÄŸildir. Neden ulaşılmasını istemediÄŸi hususu kapalıdır.

Elmalılı, Süleyman (as)’ın “benden sonra kimsenin ulaÅŸamayacağı” içerikteki duasının “Ya Rab! Beni bağışla! Her ne kusur, hata meydana geldiyse, af ve cömertliÄŸinle ört ve bana öyle bir mülk (hükümranlık) bağışla ki, benden sonra kimseye gerekmesin. Yani benim hâlime uygun, bana mahsus bir mucize olsun yahut bu defa olduÄŸu gibi kimse onu benden çekip alamasın.” ÅŸeklinde anlaşılması gerektiÄŸini söyler ve bunun ‘dünya mülkünün vefası olsaydı Süleyman (as)’a olurdu.’ denilsin de kimsenin dünya saltanatına raÄŸbeti kalmasın ÅŸeklinde güzel bir anlam oluÅŸturduÄŸunu nakleder. Buna göre Süleyman (as) fani olan dünya mülkünü deÄŸil, ahiret mülkünü istemektedir. (2)

Râzî ise ayette geçen mülk kelimesiyle ilgili ÅŸu çıkarımlarda bulunur:
a) “Mülk” kudret anlamındadır. Buna göre ayetin manası, “Benim onlara muktedir olmamın, peygamberliÄŸimin ve risâletimin doÄŸruluÄŸuna delâlet eden bir mucize olabilmesi için, beni, benden baÅŸka hiçbir kimsenin asla kadir olamayacağı birtakım ÅŸeylere muktedir kıl.” anlamındadır. Bu izahın doÄŸru olduÄŸunun delili bu ifadenin hemen peÅŸinden gelen ÅŸu ayetlerdir: “Bunun üzerine biz de, istediÄŸi yere onun emriyle kolayca giden rüzgârı, bina kuran ve dalgıçlık yapan ÅŸeytanları, demir halkalarla baÄŸlı diÄŸer yaratıkları onun emrine verdik.” [36-38. ayetler] (3) Buna göre duada “Hiç kimsenin muarazada bulunamayacağı bir mülk” den bahsedilmektedir.

b) Süleyman (as) hastalanıp, daha sonra da iyileÅŸince, dünyanın iyiliklerinin, veraset ya da baÅŸka bir sebeple baÅŸkalarına intikal ettiÄŸini anlar ve Rabbinden, kendisinden baÅŸkasına intikal etmeyen bir mülk vermesini talep eder. Buna göre anlam, “Benden baÅŸkasına geçmeyen bir mülk ver.” demektir. (4)

c) Onları yapmaya ve yerine getirmeye kadir olduÄŸu hâlde, dünyanın hoÅŸ ve leziz ÅŸeylerinden kaçınmak, yapmaya kadir olamadığı hâlde onlardan kaçınmaktan çok daha zordur. Süleyman (as) sanki “Ey Allah’ım, mükâfatımın daha tam ve daha üstün olabilmesi için, kendilerini yerine getirebilme imkânım olduÄŸu hâlde onlardan kaçınabilmem için, bana beÅŸerin sahip olduÄŸu ÅŸeylerden tamamen uzak ve onlardan üstün olan bir mülk ver.” demek istemiÅŸtir.

d) Bazı kimseler şöyle demiÅŸlerdir: Hazır ve mevcut olduÄŸu için dünyanın hoÅŸ ve leziz ÅŸeylerinden uzak durabilmek, çetin ve zor bir iÅŸtir. Ahiretin saadetleri ise, ileriki bir zamanda olacaktır. Åžimdiden var olanın, sonradan olacak olanla deÄŸiÅŸtirilmesi, zordur. Süleyman (as), dünyalık elde etmenin, Mevlâ’ya hizmet etmeye mani olmadığının halk tarafından anlaşılması için, “Ya Rabbi bana beÅŸerin sahip olduÄŸu mülklerin en büyüğü olan bir mülk ver ki, böylece ben, onları yapabilme imkânına sahip iken, onlardan son derece uzak kalabileyim.” demek istemiÅŸtir.

e) Dünyayı elde edemeyenlerin kalpleri, daima bunlara asılı kalır. Onlar dünyada büyük mutlulukların ve faydalı ÅŸeylerin bulunduÄŸunu zanneder. Süleyman (as), “Ey izzet ve ululuÄŸun Rabbi, bana, mülklerin en büyüğünü ver. Böylece, insanlar, o mülklerin hallerinin en mükemmeline vakıf olabilsinler de, bu durumda akıl, bunlarda da bir fayda bulunmadığını anlasın; kalp, bunlardan yüz çevirsin, bunlara iltifat etmesin, Allah’a kullukla meÅŸgul olup dünya ile ilgili ÅŸeylerle iÅŸtigal etmesin ve nefis böylece itminana ersin.” demek istemiÅŸtir. (5)

Kurtubî’ye göre “benden sonra kimsenin ulaÅŸamayacağı” ifadesi, kimsenin istemeyeceÄŸi anlamındadır. Buna göre sanki o kendisinden sonra herhangi bir kimsenin böyle bir dilekte bulunmamasını böyle bir duanın kabul olunmamasını istemiÅŸ gibidir. Yine onun kendisinden sonra kimseye verilmeyecek bir mülk istemesi, gökler ve yerdeki bütün yaratıklar arasında Allah nezdindeki konum ve üstünlüğünün açıkça görülmesi içindir. Ayrıca peygamberler Allah nezdindeki konumlarına delil gösterecekleri özel bir yerlerinin olma¬sını arzu ederler. Bundan ötürü Peygamber (sav) namazını kesmek isteyen if¬riti yakalayıp Allah da ona bu imkânı verdiÄŸinde önce bu ifriti baÄŸlamak is¬temiÅŸ, ama sonra kardeÅŸi Süleyman (as)’ın: “Rabbim bana maÄŸfiret buyur ve benden sonra hiç kimseye nasip olmayacak bir mülk ver.” dediÄŸini hatırlamış ve o ÅŸeytanı küçülmüş bir durumda serbest bırakmıştır. Yani Peygamber (sav), ÅŸeytanların Süleyman (as)’ın emrine verilmesinin onun bir özelliÄŸi olduÄŸunu ve bunun kendisinden sonra kimse¬ye verilmemesi gerektiÄŸini, onun duasının kabul edilmiÅŸ olduÄŸunu bilir ve buna uygun hareket eder. (6)

Mevdudî, “Åžu bir gerçektir ki, bu bölüm Kur’an’ın en müşkül yeridir ve kesinlikle sarih bir ÅŸekilde tefsir edilemez.” (7) dedikten sonra muhtemel gördüğü ÅŸu açıklamayı yapar:
“Hz. Süleyman’ın “Rabbim beni affet ve bana benden sonra hiç kimseye nasip olmayan bir saltanat ver.” ÅŸeklindeki duasını Ä°srailoÄŸullarının tarihi ışığında deÄŸerlendirirsek ÅŸayet, Hz. Süleyman’ın, kalbinde oÄŸlunun tahta geçmesi arzusunu taşıdığını ve bu muhteÅŸem saltanatın zürriyeti boyunca devam etmesini istediÄŸini anlarız. Bu arzu ve istek kendisi için bir fitne (imtihan) olduÄŸu için Allah onu uyarmıştır. Nitekim Hz. Süleyman’ın veliahdının, büyüdüğünde kıymetsiz biri olduÄŸu ortaya çıkmış ve babasının saltanatını devam ettirememiÅŸtir. Hz. Süleyman’ın tahtı üzerine bir cesedin bırakılması muhtemelen ÅŸu ÅŸekildedir: Hz. Süleyman önce mirasını (saltanatını) bu ehliyetsiz, kabiliyetsiz ve hiçbir özelliÄŸe sahip olmayan oÄŸluna bırakmak istiyordu. Dolayısıyla Hz. Süleyman bu isteÄŸinden vazgeçti ve bu saltanatın kendisi ile birlikte son bulmasını, nesiller boyunca devam etmemesini Allah’a dua ederek talep etti. Ä°srailoÄŸulları tarihinden de, Hz. Süleyman’ın kendi yerine geçmesi için kimseye vasiyette bulunmadığı ve herhangi bir tavsiye de yapmadığı anlaşılmaktadır. Fakat Hz. Süleyman’dan sonra devletin ileri gelenleri onun oÄŸlunu tahta çıkarmışlar ve kısa bir süre içinde Ä°srailoÄŸullarına baÄŸlı 10 kabile Kuzey Filistin’de ayrı bir devlet kurmuÅŸtur. Beytü’l-Mukaddes’de ise sadece Yahuda kabilesi kalmıştır. (8)

Mevdudî’nin bu açıklamasının gerekçeleri tartışılabilir. Hatta bu te’vilin baÄŸlamdan onay alıp almadığı da söz konusu edilebilir. Fakat bu yorumun saltanat eleÅŸtirisi açısından Emevî, Abbasî veya Osmanlı hanedanları içinde yapılabileceÄŸi düşünülebilir mi? Kur’an okumalarında bu ve benzeri çıkarımların sistem eleÅŸtirisi ÅŸeklinde algılanması ve yeterince üzerinde durulması mümkün olmamıştır. EÄŸer mümkün olabilseydi, babadan oÄŸula geçen saltanatın zaaflarından kurtulmanın yolları çok önceleri Ä°slam dünyasında tartışılıp bulunabilir ve belki de adil bir yönetimin nasıl olabileceÄŸinin en güzel örnekleri müslümanlar tarafından dünyaya sunulabilirdi. (9)

Sonuç olarak Süleyman (as)’ın bu teklifi kabul edilmiÅŸ ve kendisine olaÄŸanüstü bir güç verilmiÅŸtir. O’nun talebinin ilk kısmı makul olmakla beraber son kısmı düşündürücüdür. Kendisinden sonra kimseye verilmemesini istemesi oldukça ilginçtir. Kabul edilmiÅŸ bir talep olarak bu durumda konunun bize örnek olabilecek tarafı da anlaşılamamaktadır. Bu ayetle ilgili olarak yapılan tefsirlerin Peygamber (sav) devrinde nasıl bir fonksiyon icra ettiÄŸi de açık deÄŸildir. Bu durumda bugüne dair söylenebilecek bir ÅŸey de yoktur. Hâlbuki Mevdudî’nin yorumladığı ÅŸekilde ve tabiri caizse ilk anda ‘bencil’ bir talep gibi gözüken fakat muhtemelen bilinçli bir öngörüyü dile getiren bu yaklaşımın çok daha farklı deÄŸerlendirilmesi mümkündür. Süleyman (as), kendi yaÅŸadığı dönemde Tevhid’i hâkim kılmak istemiÅŸ ve talep ettiÄŸi bu iktidar gücünü bu yönde kullanmıştır. Ancak kendisinden sonra bu gücün babadan oÄŸula kötü ellere geçmemesi için böyle söylemiÅŸ olmalıdır. Saltanata dayalı bir yönetimin zaman zaman kötü yöneticiler elinde oldukça olumsuz sonuçlara yol açtığı bilinmektedir. Süleyman (as)’ın endiÅŸesi, kendisinden sonra bu gücün intikal edeceÄŸi kiÅŸilerin ehliyeti ve ahlakıyla ilgili olabilir. Herhâlde bu sebeple, “Benden sonra kimseye verme.” demiÅŸtir. Bu açıklama, doÄŸru ya da yanlış olabilir. Nitekim sonuçta bir yorumdan ibarettir. Ancak gücün onu doÄŸru dürüst kullanamayacak kimselerde bulunmamasına dair bir yönetim eleÅŸtirisi olarak saltanatı mahkûm eden böylesine bir yorumun, hâkim veya galip zihnin belirleyici olduÄŸu dönemlerde yapılabilme imkânı yoktur.

Aynı ÅŸekilde yönetici-birey iliÅŸkisini sorgulayan ÅŸu ayette de durum farklı deÄŸildir; “Senin başıma kaktığın bu nimet (gerçekte) Ä°srailoÄŸullarını köleleÅŸtirmen(in bir neticesi)dir.” (10) Bu ayet, Firavun’un; “Yanımda büyüdün, ekmeÄŸimi yedin sonra da yapacağını yaptın.” ÅŸeklinde nimeti baÅŸa kakmak denilen itirazının sonucunda gelmiÅŸtir. Musa (as)’yı nankörlükle suçlayan bu yaklaşımın bir benzeri indiÄŸi dönem içinde Peygamber (sav) için de geçerli bir baÅŸa kakmayı içerir. Yani Firavun’un Musa (as)’ya yaptığını Mekke ileri gelenleri Peygamber (sav)’e reva görmektedirler. Cevap açık bir iktidar eleÅŸtirisidir. Ä°nsanları köleleÅŸtirme ve kendisine tabiiyet oluÅŸturma çabası bu sonucu vermiÅŸtir. Ä°ktidarlar kendi güçlerini koruyabilmek için bazı nimetleri halkla paylaşırlar. Böylece aslında kendilerini korumuÅŸ olurlar. Firavun’un bu köleleÅŸtirme ve halkı ezme faaliyeti olmasa Musa (as) annesinin kucağında nazlı nazlı büyüyecektir. Onu saraya kadar götüren olaylar zinciri Firavun’un sebep olduÄŸu baskılardır. Musa (as), sistem sorgulaması yaptığı anda, kendisine sunulan imkânlar birden ona eleÅŸtiri olarak geri döner. Bu her zaman böyle olmuÅŸtur. Yönetime karşı yapılan muhalefetler, benzer sonuçlar doÄŸurur. Bu ayeti Emevî, Abbasi veya Osmanlı hanedanlarında eleÅŸtirilerin önünü açmak açısından kullanmak mümkün olamamıştır. Galip zihin, içinde bulunduÄŸu ortamın baskılarına direnmek noktasında bu yorumları yapmayı düşünememiÅŸtir. Bu ve benzeri ayetlerden gerektiÄŸi gibi faydalanabilmek için Firavun ile söz konusu yönetimler arasında bir benzerlik kurmak gerekmeyebilir. Bir iktidar eleÅŸtirisi yapabilmek her zaman, karşısında Firavun gibi zulmeden bir yönetimi gerekli de kılmaz. Burada asıl olan ne olursa olsun hiçbir iktidarın kendisine yapılan eleÅŸtiriler karşısında nimetleri baÅŸa kakma veya tehdit etme gibi bir uygulama yapmaması gerektiÄŸidir. Bunun gibi yeterince ilgi gösterilmesi hâlinde bu ayetlerden bireyin muhalefet etme hakkına iliÅŸkin sonuçlar elde edilebilir. Fakat içinde bulunulan yapının kutsanması, buna engel olmaktadır. Ayrıca bizzat yöneticiler tarafından eleÅŸtiri konularını yıkıcı bir faaliyet olarak görme ve gösterme eÄŸilimi genellikle insanlara bu imkânı vermemektedir.

Alak suresinin ilk beÅŸ ayeti, bir yönüyle müşriklerin tutumlarına ve bu tutumlarından hareketle edindikleri Allah anlayışına karşılık tenzih için inmiÅŸtir. Tenzih, kâfir ve müşriklerin zihniyetinin reddedilmesi demektir. Allah’ın yaratıcı ve cömert olduÄŸu vurgusu bunu gösterir. Zira müstaÄŸni ve azgın tavırları kâfir ve müşriklere ait yanlış Ä°lah anlayışının bir devamıdır. Öyleyse zımnen onlara ait bu kabullere karşılık “Kellâ” (Hayır! Hayır!) diyerek bir nevi tenzihle cevap verilir. Ä°lk beÅŸ ayet müşrik zihniyetin Allah hakkında yanlış tasavvurlarının olduÄŸu bir yerde indirilir. Bu yüzden Allah’ın yaratıcı ve cömert olduÄŸu vurgulandığında gerek bu konuda tereddütleri bulunanların düşüncelerindeki tutarsızlıklar gerekse Allah adına açıkça yanlış tasavvurlar edinenlerin görüşleri reddedilmiÅŸ olmaktadır. Dikkat edilirse surenin indiÄŸi yer, anlam dünyasının izahında önemli bir rol oynamaktadır. Bu sure, Ä°slam’ın hâkim olduÄŸu zaman aralıklarında okunduÄŸunda böyle bir karşılığın düşünülememiÅŸ olması nispeten doÄŸal kabul edilebilir. Zira bu durumda doÄŸru ifadelerle reddedilecek bir yanlış tasavvur yok farz edilir. Ama yine de Allah’ın yaratıcı ve cömert olduÄŸu fikri canlı tutulmalı ve buna halel getirebilecek tutumlardan uzak durulmalıdır. Allah’ın yaratıcı kabul edilmesi kullarını eÅŸitler; cömertliÄŸi ise önce bilginin bütün insanlığa ait bir nimet kabul edilmesinin gereÄŸi sonra herkese yetecek kadar nimet yarattığı anlamına gelir. Vahyin içeriÄŸi, Allah’ın cömertliÄŸiyle hemhâldir. Ä°nsanın bu cömertlikten yeterince faydalanabilmesi vahyi rehber edinmesiyle doÄŸrudan ilgilidir. Böylece hem insanlar arası eÅŸitliÄŸe halel getiren bütün uygulamalar bu ÅŸekilde mahkûm edilir hem de hiç kimsenin aç kalmaması saÄŸlanır. O hâlde yeterince sorgulama konusu yapılabilirse Allah’ın yaratıcı ve cömert olduÄŸu vurgusu, toplumda müstaÄŸni tavrı açığa çıkaran bir turnusol kâğıdı iÅŸlevi görmektedir.

Kur’an’da sıkça geçen yetim ve yoksul ifadeleri de yeterince doÄŸru anlaşılamamaktadır. ÖrneÄŸin Mâun suresinde yer alan “Ä°ÅŸte yetimi itip kakan, yoksulu doyurmaya teÅŸvik etmeyen odur.” ayeti, belli kiÅŸi veya kiÅŸilerin tavrı olmaktan daha çok sistem sorgulamasına aittir. Yetim ve yoksul konusu, bireysel ahlaka ya da ahlaksızlığa indirgenmemelidir. Nihayet kâfir ve müşrik de olsa hiç kimse bile isteye ve her kesin önünde böyle bir ahlaksızlık sergilemek istemez. Ayrıca sergilese bile bu bireysel tavır, ayetlerin dikkate alacağı ve üzerine evrensel bir ilke konduracağı kadar önem arz etmez. Asıl olan yetim ve yoksul doÄŸuran sebeplerle onlara reva görülen sınıfsal ayrımcılıktır. Kimsesiz ve sahipsiz insanların toplumsal anlamda küçük düşürülmesi ve sorunlarının çözülmemesidir.

Mâun suresinde eleÅŸtiri konusu olan Mekke ileri gelenlerinin yönetim biçimidir. Bu anlamda yetimi itip kakmak ve yoksulu yedirmeye teÅŸvik etmemek bireysel çabalarla giderilemeyecek kadar önemli ve ağır toplumsal bir sorundur. Yetim, bir toplumun adalet ve eÅŸitlik anlayışını dile getiren sembolik bir ölçüdür. Yoksulluk da aynı ÅŸekilde sorunlu yönetim biçimlerinin ve toplumsal iliÅŸkilerin sorgulanması anlamına gelir.

Kâfirun suresinde geçen “Deki, ey kâfirler!” hitabının muhatapları, surenin indiÄŸi dönem itibariyle Peygamber (sav)’in yaÅŸadığı ÅŸehrin ileri gelenleridir. BaÅŸka bir ifade ile Kâfirun suresinin muhatapları, elçinin yakınlarının da aralarında bulunduÄŸu Mekke site devletinin yöneticileridir. Bunlar, Mâun suresinde yetimi itip kakan, yoksulu doyurmaya teÅŸvik etmeyen ve bu tutumlarıyla bir de Allah’a yakınlık iddia edip namaz kıldıklarını söyleyen müşriklerdir. BilindiÄŸi gibi ilk defa bu surede müşriklere kâfir denilir. (11) Böylece iman ile küfrün netleÅŸmesi saÄŸlanır. Anlaşılan odur ki yetim ve yoksullara karşı gösterilen tavır, bir memleketin deÄŸerini ve kalitesini gösteren önemli bir ölçüdür. Adalet ve eÅŸitlik ilkelerinin iÅŸleyip iÅŸlemediÄŸi böyle belli olur. Bu deÄŸerlendirme, bir iç disiplin oluÅŸturur. Böylece bütün yönetimler kendi yetim ve yoksullarıyla adamakıllı ilgilenmek zorunda kalır.

Kâfirun suresinin Asr-ı Saadet’i takip eden yüzyıllarda muhatapları, genellikle Ehl-i Kitap olmuÅŸtur. İç disiplin ve yönetim ölçüsü olması gereken konu, sınırların dışına taşınmıştır. Böylece yetimlere eziyet (adalet) ve yoksulluk (eÅŸitlik), yok edilmesi veya çözülmesi gereken bir mesele olmaktan çıkmış, dernek ve vakıf gibi sivil kuruluÅŸlar elinde bireysel yardım konusu durumuna gerilemiÅŸtir. BaÅŸka bir ifade ile güvenlik ve açık sorunları, sistem sorgulamasının dışında tutulmuÅŸtur. Bu ÅŸekilde galip zihin, sistemi tanımaya ve sorgulamaya yardım eden hayati bir ölçüyü, bireysel ahlakın sorumluluk çerçevesine indirgeyerek kendisini bir nevi koruma altına almıştır.

Not: Bu makale, “Sözün BaÄŸlamı” adlı eserden iktibas edilmiÅŸtir.

Dipnotlar:

1. Sad suresi, 35. ayet. (Diyânet Vakfı Meali); Ayetin bazı farkı meallerdeki karşılıkları ÅŸu ÅŸekildedir: “ ’Rabbim!’ demiÅŸti, ‘Günahlarımı affet, bana benden sonra kimsenin ulaÅŸamayacağı bir hükümranlık ver; çünkü sen lütuf sahibisin!’ ” (M. Esed Meali); “ ’Rabbim,’ dedi, ‘beni affet, bana, benden sonra hiç kimseye nasib olmayan bir mülk (hükümdarlık) ver. Çünkü Sensin o çok lütfeden, Sen!’ ” (S. AteÅŸ Meali); “Dedi ki: ‘Ey Rabbim, beni yarlığa. Bana öyle bir mülk (-ü saltanat) ver ki o, benden baÅŸka hiçbir kimseye lâyık olmasın. Şübhesiz bütün muradları ihsan eden Sensin, Sen.’ ” (H. B. Çantay Meali); “Süleyman, ‘Ey Rabbim! Beni bağışla. Bana, benden sonra kimseye lâyık olmayacak bir mülk (hükümranlık) bahÅŸet! Şüphesiz sen çok bahÅŸedicisin!’ dedi.” (Diyânet Meali); “Şöyle yakardı: ‘Rabbim, affet beni! Benden sonra kimseye yaraÅŸmayacak bir mülk/saltanat ver bana! KuÅŸkusuz sensin, evet sensin Vahhâb!’ ” (Y. N. Öztürk Meali); “Şöyle dua etti: ‘- Ey Rabbim! Beni bağışla. Bana öyle bir mülk ver ki, benden sonra hiç kimsede olmasın. Muhakkak ki sen, bütün dilekleri verensin = Vehhâb’sın.’ ” (A. F. Yavuz Meali); “Rabbim, beni bağışla ve benden sonra hiç kimseye nasib olmayan bir mülkü bana armaÄŸan et. Şüphesiz sen, karşılıksız armaÄŸan edensin.” A. Bulaç Meali); Ayetin devamı bu duanın kabul olduÄŸunu göstermektedir. Şöyle ki: “Bunun üzerine biz de, istediÄŸi yere onun emriyle kolayca giden rüzgârı, bina kuran ve dalgıçlık yapan ÅŸeytanları, demir halkalarla baÄŸlı diÄŸer yaratıkları onun emrine verdik.” (Sad suresi, 36-38. ayetler. Diyânet Vakfı Meali)
2. Bu hususta “Her kim Ahiret ekimi isterse ona ekinini artırırız, her kim de dünya ekimi isterse ona da ondan veririz amma ahirette ona hiç nasip yoktur.” (Åžura suresi, 20. ayet. Elmalılı Meali) ayeti gereÄŸince kendisine daha fazlası verildiÄŸi belirtilmiÅŸtir. (Elmalılı, Hak Dini Kur’an Dili, c. 6, s. 239.)
3. Diyânet Vakfı Meali.
4. Râzî’nin burada dile getirdiÄŸi ve Süleyman (as)’ın hastalanıp, daha sonra da iyileÅŸince, dünyanın iyiliklerinin, veraset ya da baÅŸka bir sebeple baÅŸkalarına intikal ettiÄŸini anlamasıyla ilgili yaklaşımından onun babadan oÄŸula intikal eden bir mirası sorguladığını söyleyebilmek zordur.
5. Râzî, Mefâtihu’l-Gayb, c. 19, s. 83, 84.
6. Kurtubî, El-Câmi’u Li-Ahkâmi’l-Kur’an, c. 15, s. 92, 93; Bu yaklaşım ÅŸeytanların, en azından o dönem için görülür kılınmasından bahseder ki bu açılardan konunun tartışmalı olduÄŸu unutulmamalıdır.
7. Bu çerçevede anlaşılmak için inmiş bir kitabın içinde anlaşılması mümkün olmayan bir bölümün bulunduğunun ima edilmesi, meselenin asla anlaşılamayacağından değil, anlaşılma güçlüğünden kaynaklanıyor olmalıdır.
8. Mevdudî, Tefhîmu’l-Kur’an, c. 5, s. 72.
9. Süleyman (as)’ın yaÅŸadığı dönemde yönetim ÅŸekli açısından babadan oÄŸula geçen bir saltanat eleÅŸtirisi yapmak veya böyle bir konunun o dönemde sorgulanabileceÄŸini düşünmek zordur. Yani modern dönemlerin sorunlarını geçmiÅŸ dönem içinde aramak ve bulmak için zorlama yorumlara sarılmak elbette doÄŸru deÄŸildir. Fakat evrenseli yakalamak için ortak paydaların tespit edilmesi de bir zarurettir. Süleyman (as)’ın duası, “benden sonra” kaydıyla büyük bir gücün kendisinden sonrasına intikalinin doÄŸuracağı sorunlarla ilgilidir. O’nun yaÅŸadığı çaÄŸda kral olduÄŸunu da herkes bilir. Buna göre kendisinden sonrası için onun kanından ya da tayin edeceÄŸi birinin yerine geçeceÄŸini düşünmekten daha doÄŸal bir ÅŸey olamaz. Buna göre elbette kendisinden sonra bu gücü kullanacak ehil kimselerin bulunmaması, onun topyekûn bir sistem sorgulaması yaptığı anlamına da gelmeyebilir. Fakat her hâlükârda mesele bir gücün kötü ellerde kullanılmasının doÄŸuracağı sonuçlarla ilgilidir. O hâlde bu yaklaşımda modern ve geleneksel yorumlar arasında tercih yapma veya birini diÄŸeri yerine kullanma söz konusu deÄŸildir. Nihayet bu yorum da bu hususta söylenebilecek son sözü söylemiÅŸ sayılamaz.
10. Åžuara suresi, 22. ayet. (Diyânet Meali)
11. “Kâfirun Suresi”, .Musa ÅžimÅŸekçakan, Sözün Gücü, (Ä°lahî Vahyin RehberliÄŸi)

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.