Makale
Aç Gözlülerin Ahlakı
—bin yıl yaÅŸamak —
“Nun. Kaleme ve yazdıklarına andolsun ki (Resulüm), sen –Rabb’inin nimeti sayesinde- mecnun (deli) deÄŸilsin…
Kalem suresi, ilk inen surelerden biri. Çok erken bir döneme ait olmasına raÄŸmen ayetteki suçlama konusuna bakılırsa tebliÄŸin baÅŸladığı ve hatta yoÄŸunlaÅŸtığı bir dönemin ardı sıra gelmiÅŸ olmalı. Zira neredeyse bütün surenin baÄŸlamı “mecnun” suçlamasından peygamberimizin aklanması ile ilgili.
Buradaki “mecnun” kelimesinin bugünkü karşılığının meallerde “deli” olarak verilmesi ya da bizzat kavramın “cinlenmiÅŸliÄŸi” ifade etmesi yeterli gözükmüyor. Çünkü bugünkü toplum nezdinde bu karşılıklar, o günkü toplumun bu kavramlara yüklediÄŸinden farklı bir içeriÄŸe sahip. O gün için bu iddianın sahipleri, “mecnun” tanımıyla Hz. Muhammed’in aÄŸzından çıkan olaÄŸanüstü sözleri muhtemelen kendi zihinlerinde mahkûm etmeye çalışıyorlardı. KuÅŸkusuz önyargılıydılar. Zira inkârlarını gerekçelendirerek rahatlamaları gerekiyordu. Onların “mecnun” dediÄŸi ÅŸey, bugün aklın yok sayılması anlamında “deli” denen ÅŸey deÄŸildi. Onlar “mecnun” tanımlamalarıyla peygamberi ÅŸairlere denk düÅŸürmeyi ve vahyi inkâr etmeyi amaçlıyorlardı. Nitekim bir sözün kaynağı cin olduÄŸu varsayılınca ancak diÄŸerleri kadar bir deÄŸeri olabilecekti. Bu durumda bu sözler ciddiye alınmaya bilecekti. Bir yandan oluÅŸmasına zemin hazırladıkları cin hikâyeleriyle ürettikleri “din” aracılığıyla kendi toplumlarının tapınma ihtiyaçlarını karşılarken diÄŸer yandan peygamberi cinlenmiÅŸlikle suçlamak onlar açısından ciddi bir paradokstur. Bu aynı zamanda onların efsunlu din anlayışlarının sahte olduÄŸunu itiraf etmeleri anlamına da gelir. Nitekim içeriÄŸini göz ardı ederek kategorize edip mahkûm etmeye çalıştıkları sözlerin -peygamberin cinlenmiÅŸ olması hasebiyle- Ä°lah ile bir iliÅŸkisinin olamayacağını vurgulamak istiyorlardı. Kur’an’da onların düÅŸüncesindeki ÅŸeytanî güçlerin bu vahiy metinlerinin oluÅŸmasında hiçbir katkısı olamayacağı üzerinde ısrarla durulmuÅŸ olması da bunu göstermektedir. Hakikati inkâr etmeye ÅŸartlanmış olanlar, o gün de hedef saptırmada mahirdiler. TebliÄŸin içeriÄŸinden ziyade kaynağını sorgulamayı seçmeleri bunu gösteriyor. Hâlbuki Kur’an’ın deÄŸindiÄŸi konuların insanlara fayda vermekten, adaleti ve özgürlüÄŸü savunmaktan baÅŸka bir amacı yoktur. Ancak bu bahislerin birilerinin menfaatini sarstığını görmek gerekiyor. Bu sebeple peygamberlere her defasında neden siyasi ve ekonomik alanda toplumun ileri gelenlerinin karşı çıktığı da anlam kazanıyor. Zira peygamberler konuÅŸtukça onların menfaatleri sarsılıyordu.
…Hiç ÅŸüphesiz senin için bitip tükenmeyen bir mükâfat vardır. Ve sen elbette yüce bir ahlâk üzeresin. Hanginizde delilik (hanginizin cinlenmiÅŸ) olduÄŸunu yakında sen de göreceksin, onlar da. DoÄŸrusu Rabb’in, kendi yolundan sapan kiÅŸiyi en iyi bilendir, hidayete erenleri de en iyi bilen O’dur…
Resul’üne yapılan ve sonu hakarete varan bu tanımlamaya Rabb’in nasıl kızdığına bakar mısınız!
Yani;
Senin sahip olduÄŸun ahlakî seviyenin yüksekliÄŸini nasıl da kıskanıyorlar.
Nitekim sen bu tertemiz hâlinle kötü bir sonuçla asla karşılaÅŸmayacaksın.
Hangi gaybî güç, iman eden ve kendiyle barışık birine musallat olabilir?
Senin söylediklerinin hangisinden nasıl bir fenalık hâsıl olmuÅŸ ve kime ne zarar gelmiÅŸ ki?
Onlara biraz zaman ver.
Ahlakın ve erdemin yalan ve iftira karşısında ne kadar güçlü olduÄŸunu yakında görecekler.
…O halde, (hakikati) yalan sayanlara boyun eÄŸme! Ä°sterler ki sen gevÅŸeyesin de, böylece kendileri de yumuÅŸasınlar…
Yani;
Sürekli ithamlar altında senin kendini suçlu hissetmeni saÄŸlamaya çalıştıklarını gör.
Ben ne diyorum, ne yapıyorum ki bu kadar ÅŸiddet gösteriyorlar diye geri çekilme.
Seni dedikodu ve iftiralarla bunaltarak taviz vermeye zorladıklarını fark et.
Her şeyi pazarlık konusu yapmak istediklerini anla.
Sakın bu düzenbazların oyununa gelme.
Onları ciddiye alarak sakın gevşeme.
Yalana ve yalancılara asla boyun eğme.
…Ayrıca, yemin edip duran alçaÄŸa uyma (yahut) iÄŸrenç dedikodular yapan iftiracıya (yahut) iyiliÄŸe mani olana (yahut) günahkâr zorbaya (yahut) ihtiraslarına esir olmuÅŸ zalime ve bütün bunların ötesinde (hemcinslerine) hiçbir faydası dokunmayana…
Allah’ın, Resul’ünü bu derece savunduÄŸunu ve her türlü baskı ve eziyete karşı onu ayakta tutmaya çalıştığını görmek insanı duygulandırıyor. Ayrıca inananlara da aynı desteÄŸi vereceÄŸini düÅŸündürdüÄŸü için bir sevinç kaynağı oluÅŸturuyor. Allah, Resul’üne yapılan bu iftiraya öylesine kızıyor ki, peygamberine bu suçlamayı yapan muhataplarının bozuk sicillerini bir bir ortaya dökmeye baÅŸlıyor.
Yani;
Hey sen!
Çok yemin edip duran ve bu haliyle yalancı olduÄŸu belli olan alçak
Yaptığın dedikoduları ve iftiraları sağır sultan duymuş,
Zorbalığın ve günahkârlığın ayyuka çıkmışken,
Hırslarının kölesi olmuÅŸ bu zalim halinle,
Neden senin iyilik yaptığını kimse bilmez ve
Niçin kimseye faydan dokunmuyor?
Bir de kalkmış bu zaaflarının gölgesinde küstahça benim elçimi suçluyorsun.
Sen ne hakla benim vahyimi cinlerin eseri sayıyor hangi yüzle Resul’üme çamur atıyorsun?
…Onun mal-mülk ve çocuk sahibi olmasından mıdır ki ne zaman mesajlarımız böyle birine iletildiyse, ‘Bunlar eski zaman hikâyeleri!’ demiÅŸti? (Bu yüzden) Biz onu, yakasını kurtaramayacağı bir zillet ile damgalayacağız!..
Yani;
Resul aralarında. Samimiyeti de ortada. Hasır üstünde yatıp yetim ve yoksul için aÄŸlarken,
KurumuÅŸ et yiyen bir kadının çocuÄŸu olarak bir gömlekten baÅŸka neyi var?
Mekke’nin gayri safi milli hâsılasından inandığını söyleyenlere ne düÅŸüyor?
Açlık ve sefaletten kum üstüne yığılmış zavallıları hanginiz fark ediyor?
Günahla sulanmış topraklarınızda neden adalet ve özgürlük boy atamıyor?
Kâbe’yi arpalık yaparak panayırlardan elde edilen turizm gelirlerini yiyenler kimler?
Bütün bunlarla ceplerinizi doldurduÄŸunuzu görmüyor muyuz sanıyorsunuz?
Hurafelerle oluşturdukları dinin insanlara verdiği sahte huzura bakınca,
Bu halkın kendine okunan masallarla nasıl uyuduğunu anlamak zor olmuyor.
Asıl hikâye dedikleri ÅŸey toplumlarını uyutmak için ortaya koydukları kendi ideolojileri.
Böylesine kabadayı kesilmelerine yol açan ÅŸey ne acaba?
Doğru olanı savunmaları ve haklı olmaları mı?
Yoksa servetle şımarmaları, çocukları ve çevreleriyle övünmeleri mi?
O eski zaman hikâyesi dedikleri ÅŸeyler, yakalarına yapışıp,
Yakında kimin yalandan medet umduÄŸunu ortaya çıkaracak, bekleyin.
Allah, onların kirli, çamaşırlarını ortaya koyduktan sonra bir özelliklerine daha vurgu yapmak istiyor. Bu husus önemli olduÄŸundan olsa gerek sona saklamış. Önemine binaen de bu konuyu tek bir kelimeyle geçiÅŸtirmeyip “bahçe sahipleri” denilen bir vakıa ÅŸeklinde naklediyor. Öyle ki peygamberi suçlayanların toplum nezdinde iÅŸledikleri kayda deÄŸer bir suçları daha var. YaÅŸadıkları toplumda sosyal adaleti saÄŸlamaya çalışmamak. Yani paylaÅŸmamak. Bunca iyi niyet ve merhamet karşısında karıncayı dahi ürkütmeyen bir peygambere karşı yapılan bu haksızlıklar insanı korkutmuyor deÄŸil. DüÅŸünüp anlamaya çalışmadığı zaman cehalet ve ihtiraslarının elinde kiÅŸinin nasıl canavarlaÅŸabildiÄŸini görünce insanın kanı donuyor. Birini bu derece küstahlaÅŸtıran ÅŸeylerin başında kendini güçlü hissetmesi geliyor. Ve maalesef bu hissi besleyen ÅŸey, insanın sonsuza kadar sahip olacağını sandığı serveti.
…Ve Biz o (günahkâr)ları (sadece) sınayacağız, tıpkı aÄŸaçtaki meyveleri ertesi gün kesinlikle toplayacağına yemin eden bazı bahçe sahiplerini sınadığımız gibi ve onlar (Allah’ın iradesi ile ilgili) hiçbir istisnai kayıt da koymamışlardı: bunun üzerine, onlar uykudayken Rabbinden (gelen) bir salgın o (bahçeyi) sarmıştı ve ertesi gün (bütün bitkiler) sararıp kurumuÅŸtu. Sabah erken kalktıklarında birbirlerine seslendiler: ‘Meyve toplamak istiyorsanız erkenden tarlanıza gidin!’ Derken yola koyuldular, giderken fısıldaşıyorlardı: ‘Bugün hiçbir yoksul, bahçeye girip (siz habersizken) yanınıza (sokulmayacak)!’ ve amaçlarına ulaÅŸmaya kararlı bir ÅŸekilde erkenden kalkıp gittiler. Ama bahçeye bakıp onu (tanınmaz halde) görünce: ‘Herhalde yolumuzu ÅŸaşırmış olacağız!’ diye bağırdılar (ve sonra da) ‘Hayır, galiba elimizden çıkmış!’ (dediler). Aralarındaki en akl-ı selim sahibi olanı, ‘Ben size, Allah’ın sınırsız ÅŸanını yüceltmelisiniz demedim mi?’ diye sordu. Onlar: ‘Rabbimizin ÅŸanı yücedir! DoÄŸrusu biz zulüm iÅŸliyorduk!’ diye cevap verdiler ve sonra dönüp birbirlerini suçlamaya baÅŸladılar. (Sonunda) ‘Yazıklar olsun bize!’ dediler, ‘Gerçekten biz küstahça davranmıştık! (Ama) belki Rabbimiz yerine daha iyisini bize bağışlayacak: Biz de ümitle O’na yöneleceÄŸiz!’ Ä°ÅŸte (bazı insanları bu dünyada denemek için verdiÄŸimiz) azap böyledir; ama öteki dünyada (günahkârların uÄŸrayacağı) azap daha ÅŸiddetli olacak; keÅŸke bunu bilselerdi!..
Ä°ÅŸte Allah’ın Resul’ünü suçlayanların en önemli ahlaksızlıkları budur. PaylaÅŸmamak. Servetlerini güç gösterisine dönüÅŸtürerek tekelleÅŸtirmek. Toplumdan uzaklaÅŸmak. Yoksul insanları hesaba katmamak. Serveti elde ederken Allah’ı anmamak “Hiçbir fakir yanımıza sokulmasın.” demekle aynı ÅŸeydir. Göz ardı ettikleri ÅŸey, fakirin hakkıdır. Bu suça “Allah’ı analım” yani “Elde ettiklerimizi yoksullarla da paylaÅŸmalıyız.” diyen ama onlarla aynı suça iÅŸtirak eden kardeÅŸleri/ortakları da katılmıştır. Hani doÄŸru olmadığını bile bile bir sürü haksızlığa seyirci kalan ve böylece olup bitenlere imza atanlar gibi. Ayrıca burada gösterilen piÅŸmanlık ve ahiretteki azap vurgusu, bu yanlışlardan dönmeleri için insanları teÅŸvik ederken beraberinde olup bitenin farkına varmalarını da istiyor.
…Çünkü (yalnız) Allah’a karşı sorumluluklarının bilincinde olanları Rableri katında mutluluk bahçeleri beklemektedir: yoksa Bize teslim olanlara suçlular ile aynı ÅŸekilde mi davranalım? Sizin neyiniz var? (Haklı ile haksız arasındaki) yargınızı neye dayandırıyorsunuz? Yoksa dönüp baktığınız (özel) bir kitabınız mı var, içinde istediÄŸiniz her ÅŸeyi bulabileceÄŸiniz (bir kitap)? Yoksa vereceÄŸiniz her hükmün sizin (meÅŸru hakkınız) olacağına dair Kıyamet Günü’ne kadar Bizi baÄŸlayan saÄŸlam bir vaat mi aldınız? Onlara sor hangisi bunu yüklenecek! Yoksa görüÅŸlerini destekleyen bilge kiÅŸiler mi var? Peki, iddialarında samimi iseler kendilerini destekleyenleri göstersinler, insan bedeninin bir kemik yığınından ibaret hale getirileceÄŸi gün ve onların, (ÅŸimdi hakikati inkâr edenlerin, Allah’ın huzurunda) secde etmeye çaÄŸrılacakları ama onu yapmaya güçlerinin yetmeyeceÄŸi gün: (iÅŸte o gün) gözleri zilletin ağırlığıyla ürkekleÅŸip durgunlaÅŸacaktır; çünkü hayatta iken (Allah’ın huzurunda) secde etmeye çaÄŸrılmaları (boÅŸa gitmiÅŸti)…
Yani;
Siz haklıyla haksızı birbirinden nasıl ayırıyorsunuz?
Allah’a teslim olmayı suç saydığınıza göre,
Yargılarınızı hangi temele dayandırıyorsunuz?
Yaratıcı iradeye boyun eğmediğinize ve
KötülüÄŸe avukatlık yaptığınıza bakılırsa,
Toplumdaki ahlaksızlıkları sahiplenecek gibisiniz.
BaÅŸkalarına düÅŸünme ve yaÅŸama hakkı tanımadan,
Her konuda kendinizce hükümler veriyorsunuz.
Her şey nasıl sizin istediğiniz gibi olacak?
Ä°lahî irade sizin arzularınızın peÅŸine mi takılacak?
Siz hiç açgözlülüÄŸün kazandığını gördünüz mü?
Teslim olanlarla suçlulara aynı davranmadığımızı bile bile,
Hangi cesaret sizi sorumsuz ve dokunulmaz kılıyor?
Sizin neyiniz var?
Cehaletin de suyunu çıkarıyorsunuz.
Ä°nsanları mutlu etme iddiası büyük bir lokmadır. Vahyi ve onun getirdiÄŸi ahlakı yok sayarak ortaya konacak teÅŸebbüsler büyük bir vebal oluÅŸturur. Ahlakı kiÅŸinin sadece bireysel sorumluluÄŸuyla sınırlayıp kalbi eylemlerine indirgeyerek dini vicdanlara hapsetmenin faturası hep ağır olmuÅŸtur. Dünyaya ait iÅŸlevselliÄŸinden soyutlanmış yalnızca ahiret bahisleriyle süslenmiÅŸ bir anlayış saÄŸlıklı olabilir mi?
…O halde bu haberi yalanlayanları bana bırak. Onları, ne olup bittiÄŸini fark etmeyecekleri ÅŸekilde, yavaÅŸ yavaÅŸ alçaltacağız: çünkü onlara bir süre belli bir üstünlük versem de Benim ince planım son derece saÄŸlamdır! Yoksa (ey Peygamber,) onlardan bir karşılık isteyeceÄŸinden ve böylece (seni dinledikleri için) borç yükü altında kalacaklar(ından mı korkuyorlar)? Yoksa (bütün var oluÅŸun) gizli gerçekliÄŸi(nin) kendi kavrayış alanları içinde (olduÄŸunu), böylece (zamanla) onu yazabilecekler(ini) mi (zannediyorlar)?..
Yani;
Gayb’ı biliyor musunuz?
Hayır.
Öyleyse bu cin anlayışınız neyin nesi?
Din anlayışınızın nereden kaynaklandığının farkında mısınız?
Hayır.
Öyleyse bildiklerinizin doÄŸru olduÄŸunu nereden çıkarıyorsunuz?
Kabullerinizin zandan öteye geçmediÄŸini anlamıyor musunuz?
Hayır.
O zaman böyle bir dinin kime ne faydası var?
Suçladığınız kiÅŸi sizden kaldıramayacağınız bir ÅŸey mi istiyor?
Hayır.
O halde neden ona düÅŸmanlık yapıyorsunuz?
“Onları bana bırak.” sözüyle Allah, bütün yaratıcı eylemleriyle devreye girer. Resul’ün aradan çekilmesi istenir. Muhataplar, inananların kabahatleri saydıkları ÅŸeyleri inkârlarına gerekçe yapmamaya davet edilirler. Peygambere yakıştırdıkları ÅŸeyleri bir an olsun bırakmaya ve Rabb’lerini düÅŸünmeye çaÄŸrılırlar. Bir iç hesaplaÅŸmaya davet edilerek…
Yani;
Gel bakalım!
Sen zulme karşı çıkacaksın, adaleti ve özgürlüÄŸü savunacaksın,
Ä°çkiyi, kumarı bırakıp, kendin için arzuladığın ÅŸeyleri, baÅŸkaları için de isteyeceksin,
Yetim, yoksul mutlu olmadan asla rahat etmeyeceksin. Demek ki sen iyi bir insansın.
Kısacası Rabb’ine teslim olacaksın da.
Ä°nandığını söyleyenler mi seni bunlardan alıkoyuyor?
Muhammed mi sana engel oluyor?
Yoksa kendini mi kandırıyorsun?
Bununla birlikte bu baÅŸ baÅŸa görüÅŸme daveti; onların samimiyetsizliÄŸini ortaya çıkarır çıkarmaz bir tehdide dönüÅŸecektir. Burada onların derdinin inananlarla ya da peygamberle deÄŸil bizzat Allah ile olduÄŸu gösterilmek istenmiÅŸtir (6/33). Böylece gerçek ortaya çıkar ve en azından Resul, kendi davranışlarının onların inkârının gerçek sebebi olmadığını anlayarak rahatlar. Ä°çinde birilerine tehdit, birileri için de teselli barındırması açısından bu ayetler, belagatin gerçek birer örneÄŸidirler.
…Öyleyse, Rabb’inin hükmüne sabırla katlan ve öfkeye kapılıp da sonra (ızdırap içinde) haykıran büyük balık sahibi gibi olma. (Ve hatırla:) ona Rabb’inin rahmeti ulaÅŸmamış olsaydı mutlaka aÅŸağılanmış bir ÅŸekilde ıssız bir sahile atılmış olurdu: ama (bilindiÄŸi gibi,) Rabb’i o’nu alıp dürüst ve erdemliler arasına koydu…
Ä°nsanların hakikate karşı bu kadar önyargılı ve inatçı davranabilmesi peygamberimizi oldukça ÅŸaşırtmış olmalı. Onun ince ruhlu ve beyefendi kiÅŸiliÄŸi dikkate alındığında bu suçlamaların oldukça canını sıktığı belli oluyor. Anlaşılan bu iftiralar, ona ağır gelmiÅŸ ve bu iÅŸi baÅŸaramadığını, sorumluluklarını yeterince yerine getiremediÄŸini ve toplumunu terk etmeyi düÅŸünüyor olmalı. Ardından kendisine hemen balık sahibi (Hz. Yunus) hatırlatılarak bu düÅŸüncelerden vaz geçiriliyor.
Yani;
Bu derece tepki alacağını düÅŸünmemiÅŸtin.
Bu karşı çıkışları anlamlandırmada zorlanıyorsun.
Haklısın.
Yetimi ezmeyin diyorsun; baÄŸnaz diyorlar.
Yoksulu doyuralım diyorsun; gerici diyorlar.
Ä°nsanlara zulmetmeyin diyorsun; terörist diyorlar.
Atalarınıza körü körüne baÄŸlanmayın diyorsun; ayrılıkçı diyorlar.
Bu kadar saçma ve yoÄŸun tepkiyle kim karşılaÅŸsa “Acaba yanlış mı yapıyorum?” diye döner kendine sorar. “Ben bu iÅŸi baÅŸaramıyorum.” diye kendini umutsuzluÄŸun girdabına sokar.
ÜmitsizliÄŸe kapılma. Ben sana doÄŸru yoldasın diyorum.
Åžimdilik bununla yetinmeyi öÄŸren.
Tekrar Hira’ya geri dönmek yok.
Gerçekleri öÄŸrendiÄŸine göre,
Artık yalnızlık da seni koruyamaz.
Rabb’in sana verecek ve memnun olacaksın.
Haydi kalk. Üzülmeyi bırak. Anlatmaya devam et.
…Bu nedenle, hakikati inkâra ÅŸartlanmış olanlar bu uyarı ve öÄŸüdü her duyduklarında gözleriyle seni yiyecek/öldürecek gibi olsalar ve ‘(Muhammed mi?) o kesinlikle (cinlenmiÅŸ) bir delidir!’ deseler/demeye devam etseler bile, (sabırlı ol/dayan.) Çünkü bu, (Allah’tan) bütün insanlığa yönelik bir öÄŸüt ve uyarıdan baÅŸka bir ÅŸey deÄŸildir.”(Kalem Suresi)
Burada surenin başındaki hakikati inkâra ÅŸartlanmış insanların “mecnun” nitelemesine geri dönülüyor. Bu tavırlarından geri adım atmayabilecekleri hatırlatılarak peygamberin bu iftiralara dayanması gerektiÄŸi belirtiliyor.
Yani;
Anlattığın ÅŸeylerin insanlar için sadece bir öÄŸüt olduÄŸunu görmeden,
Sana böyle söylemeye ısrarla devam edecekler.
Sabretmen gerekiyor.
Ä°mkân bulsalar seni bir kaşık suda boÄŸacaklar.
Dayanmalısın.
Gözlerindeki hain bakış seni ürkütmesin.
Üzülme.
Bunu hak edecek hiçbir ÅŸey yapmadığını ben biliyorum.
Sadece ellerinden kaçmakta olan iktidar için köpürüyorlar.
Bekle, sakın pes edeyim deme.
İnsanlara karşı seni ben koruyacağım.
Ä°çinde bulunduÄŸun nimetleri düÅŸün ve anla.
Seni kimseye lokma yapmayacağım.
Dikkat ettiyseniz “Kalem suresi”, hakikati inkâra ÅŸartlanmış olanların “mecnun” suçlamasıyla baÅŸladı. Ardından Allah, elçisinin yüksek bir ahlak sahibi olduÄŸunu vurgulayarak onu bu suçlamadan akladı. Devamında suçlamayı yapanların kirli çamaşırlarını ortaya döküp buna hakları olmadığını belirtti. Bu arada “bahçe sahipleri” örneÄŸini getirerek onların özellikle “paylaÅŸmayan” küstah tavırlarına dikkat çekti. Böylece bir yandan Resul’ünü teselli ederken diÄŸer yandan ahlaksızlığı ve sahiplerini mahkûm etti. Sonrasında peygambere yapılan nitelemenin aslında bir bahane olduÄŸunu ve bu davranışların arka planında vahyi inkâr olduÄŸunu öÄŸrendik. Dahası Rabb’in Resul’ünü nasıl hararetle savunduÄŸunu gördük.
Åžimdi, inananları yapmadıkları ÅŸeyler yüzünden kınayan ve sonu iftiraya varan bu eziyetleri yapanların nasıl olur da böylesine cesaret gösterebildiklerini anlamak istiyorsanız; onların kazançlarını bir güç gösterisine dönüÅŸtürerek fütursuzca nasıl şımardıklarına bakmalısınız. Allah rızasına dayanmadığında sahip olduÄŸu ÅŸeylerin insanın ahlakî zaaflarını oldukça besleyip büyüttüÄŸünü fark etmiÅŸ olmalısınız. Bu anlamda servet edinmenin, onu kutsayıp meÅŸrulaÅŸtırarak paylaÅŸmamanın ve bu halde bin yıl yaÅŸayacağını zannetmenin söz konusu edilmesi gerekiyor. Tabi ki sözüm meclisten dışarı…
Servet Edinmek
Ä°nsan için önce kazanmak sonra kazandıklarını muhafaza etmek epey vakit alır. Sonrasında elde ettiklerinin çevresinde bir çit örerek kimseyi oraya yaklaÅŸtırmaz ve fedakârlıklarının neredeyse tamamını bu çit dışında yapar. Yardım, iyilik ve infak, artık bu çitin dışında planlanır. Bu ve benzeri yaklaşımları, insanın sahip olduÄŸu “mülkiyet” düÅŸüncesine göre ÅŸekillenir. ÖrneÄŸin; Kur’an; kiÅŸinin, sahip olduÄŸu ÅŸeyleri tamamen kendinin sayarak paylaÅŸmak ve harcamaktan kaçınmasını ahireti inkârla bir tutmaktadır (41/7).
“Mülkiyet” anlayışı, toplumu ÅŸekillendiren önemli bir argümandır. Kur’an, ısrarla mülkiyetin ve mülk üstündeki hâkimiyetin Allah’a ait olduÄŸunu söyler. Yeryüzündeki her ÅŸeyin asıl sahibinin o olduÄŸunu ve sonunda yine ona miras kalacağını vurgular. Ä°nsanın neredeyse ölünceye kadar süren aç gözlülüÄŸünün hayatını cehenneme çevirdiÄŸini görmesini ister (102/1–8). Kur’an, aslında mülkiyetin Allah’a ait olması ilkesiyle; bireyin sahip olduÄŸunu düÅŸündüÄŸü ÅŸeylerle dünyaya dalıp ahireti unutmamasını ve çevresine karşı bir sorumluluk duygusu oluÅŸturmasını bekler. Böylelikle elde ettiÄŸi nimetleri, baÅŸkalarıyla paylaÅŸmasını mümkün hâle getirmeye çalışır. “Mülk, Allah’ındır.” demek, “Herkesin bu mülkte hakkı vardır.” anlamındadır. Gerçekten de dünya malının kimseye kalmadığı bilinir. Sorun, bu mallar üzerinde geliÅŸi güzel kullanılan tasarruf hakkıdır. ÖrneÄŸin vahiy, “Hiçbir fakir yanımıza sokulmasın.” anlayışını ve bu bencilliÄŸin diÄŸerler insanları kendinden uzaklaÅŸtıran küstahlığını eleÅŸtirir (68/24). Serveti ile sınıf edinme gayreti içinde olanların baÅŸkalarını aÅŸağılayıp küçük gören tavırlarını doÄŸru bulmaz (11/27).
Servet, öyle bir metadır ki, insanın yürüyüÅŸünü deÄŸiÅŸtirir. Boyunu uzatır. Ä°nsan birden çevresini kuÅŸbakışı izlemeye koyulur. Uçmayı öÄŸrenince bir daha yere konmak istemez. Kimseye ihtiyacı olmadığını düÅŸünmeye baÅŸlar. Ardı sıra fakirliÄŸin el açan ve sülük gibi yapışan tarafına tanık olunca onlardan uzaklaşıp kendi ayarında bir statü edinme gayreti oluÅŸturur. Böylece sahte bir huzur peydahlamaya çalışır. Bir zaman sonra tanıdığı fakir sayısı azalarak oturduÄŸu yerdeki kapıcıdan ibaret kalır. Arkasından yapacağı iyilik ve yardımları, dernek ya da vakıflar aracılığı ile sürdürmeyi daha anlamlı bulur. Artık hayat algısı ve dünya görüÅŸü deÄŸiÅŸmiÅŸtir. Ä°nsanın bu kapitalist haliyle kendisi gibi olanları bulması uzun sürmez. Bu konuda kabiliyetlidir. Arayışları neticesinde çok geçmeden benzerlerini bulur. BilindiÄŸi gibi bu zenginler, kaybetme korkuları yüzünden kendi aralarında paslaÅŸmayı mümkün kılmak için dernek veya klupler kurarak organize olurlar. Böylelikle hem güç kazanırlar hem de birbirlerine kaliteli tüketim ve eÄŸlencenin yollarını açarlar. Zira bütün ömrü bir çift kunduranın hayaliyle geçen bir fakirin ne muhabbeti olur ki? Artık onların nezdinde salya sümük aÄŸlayan bir yetimin fotoÄŸrafının da hiçbir deÄŸeri yoktur. Ä°nsan, bu müstaÄŸni ve her halükarda kazan kazan tavrıyla “Solucan” taklidi yapar. BilindiÄŸi dibi solucan, bağımsız ve kendi başına yaÅŸayabilme yetisine sahip “segmentlerden” oluÅŸur. Bu nedenle bir solucanı ikiye bölmek ölümüne neden olmaz. Yaralar hızla kapanarak iki ayrı solucan ortaya çıkar. Bu haliyle yumurtalarını tek bir sepete koymamayı öÄŸrenen müstekbirler solucan taklidi yaparlar. Bir yerde kaybetseler diÄŸerinden kazanırlar. Dokuz canlı, aç gözlü ve hedonisttirler. Öylesine faydacıdırlar ki, onlar için bir ÅŸeyin doÄŸru ya da yanlış, haram ya da helal olması önemli deÄŸildir. Kâr getirmesi ve kullanılabilir olması yeterlidir. Zaman içerisinde bu iÅŸtahlı hâlleriyle insanî özelliklerini gitgide kaybederek yozlaşırlar (47/12).
Paranın saÄŸladığı gücün büyüsü o kadar etkilidir ki bunu bozmak için ya iflas ya da ciddi bir dert sahibi olmak gerekir. Bütün iliÅŸkilerinde para ve ona sahip olma güdüsü baÅŸrolü oynamaya baÅŸladığında buna paralel olarak korkuları da artacaktır. Çünkü servetiyle edindiÄŸi itibarını ve mevcut konumunu kaybetme endiÅŸesi, zamanla var olmanın gerekçesine dönüÅŸüverir. Servetin kazandırdığı statüyü kaybetme korkusu ahlakî sorumlulukları unutturur. Böylece dostları ve dostlukları, sanallaşır. Akraba iliÅŸkileri, kaypaklaşır. Zulüm altında inleyen ve yardım bekleyen zavallıların sesini duymamak ve kendine “Nereye gidiyorum?” sorusunu sorup vicdanıyla hesaplaÅŸmanın ağırlığından kurtulmak için sürekli deÄŸiÅŸim içine girer. Arabasını, evini, koltuk takımlarını, çevresini ve eÅŸini deÄŸiÅŸtirmeyi dener. Durmadan seyahat eder. Åžikâyet ettiÄŸi iÅŸ yoÄŸunluÄŸu aslında en büyük kurtarıcısıdır. Çünkü bu meÅŸguliyetler, onu adamakıllı düÅŸünmekten azad eder. Ara sıra yaptığı iyiliklerin geçici mutluluÄŸunu ve çevresindeki dalkavukların yaltaklanmalarını içten içe sever ve arar hale gelir. Bütün bunlardan kendilerine bir biyografi çıkarırlar. Bu kitabına uydurulmuÅŸ biyografide zamana zemine ve vatana millete faydalı tipler çizilmiÅŸtir. Sıkıldıkları anlarda ÅŸu kadar iÅŸçi çalıştırmanın ve aileleriyle birlikte onca kiÅŸiye ekmek kapısı olmanın hazzını kendilerine hatırlatırlar. Ä°ÅŸçilerine vermedikleri paylardan ayırarak yaptıkları hayır hasenatla cennetten arsa almayı da ihmal etmezler.
Sonrasında merkezinde menfaat olan bir ortam ve çevre edindikleri için herkesi servet düÅŸmanı olarak görmeye baÅŸlarlar. Bu arada çevresindekilerin ahlakını da bozdukları için tamamen haksız da sayılmazlar. Zaman içerisinde hiçbir yoksulla karşılaÅŸmadan uzaktan kumandayla insanlara destek olmayı seçmeleri kalplerini ve vicdanlarını çürütür. Nitekim yoksulluk ve yoksunluÄŸun vicdanı yumuÅŸatan yönleriyle karşılaşıp tanışmadan, karşılıksız sevgiye ve ilgiye ihtiyacı olduÄŸunu itiraf etmeden, edemeden yaÅŸamak bir hayli zordur. Fakirle karşılaÅŸmayan ya da haksızlıklara seyirci kalan bir kalp zamanla yaptığı yanlışlar için kendini kınamayı terk edip kaskatı hâle gelecektir. Bütün sorunlarını servetiyle çözebileceÄŸini düÅŸünenler böyledir. Kur’an’da uzaktan uzaÄŸa sadece parasıyla iÅŸ bitirme ahlakı, Zulkarneyn örneÄŸinde olduÄŸu gibi kabul görmemiÅŸ ve ÅŸöyle dile getirilmiÅŸtir;
“Dediler ki: ‘Ey Zülkarneyn! Ye’cüc ve Me’cüc (adlı kavimler) yeryüzünde bozgunculuk yapmaktadırlar. Onlarla bizim aramıza bir engel yapman karşılığında sana bir vergi verelim mi?’ (Zulkarneyn:) ‘Rabb’imin bana saÄŸladığı güvenli durum (sizin bana verebileceÄŸiniz her ÅŸeyden) daha hayırlıdır;’ dedi, ‘Bunun içindir ki, siz bana sadece iÅŸ gücünüzle yardımda bulunun ki sizinle onlar arasında bir set yapayım!’ ” (Kehf, 18/94, 95)
GörüldüÄŸü gibi burada parayı veren düdüÄŸü çalamıyor. Kendini hiç riske sokmadan ve taşın altına elini koymadan “Parayı verelim iÅŸi sen bitir.” anlayışı kabul görmüyor. Bilfiil iÅŸin içinde olmak gerekiyor. Derdi ve tasayı birlikte yüklenmek gerekiyor. Burada cami veya mescitlerin yüklendiÄŸi önemli fonksiyonlardan birini hatırlamak gerekiyor. Ä°nsanlar arası iliÅŸkilerde sınıf ayrımına ve paraya endeksli soÄŸukluÄŸun yerini omuz omuza beraberliÄŸin sıcaklığı alması gerekiyor. Dinin “kardeÅŸ” olmayı öÄŸütlemesinin sebebi bu olmalı. Nitekim bu sıcaklığın oluÅŸması için servet sahiplerinin öncelikle paylaÅŸmayı öÄŸrenmesi gerekiyor.
Serveti PaylaÅŸmak
Ä°nsanlar, baÄŸlı oldukları konumun gereÄŸi olarak fakir ya da zengin bir ortamda doÄŸarlar. Özellikle zenginlik insana verilmiÅŸ bir ÅŸans gibi görülür. Bu kazanım, insanın sahip olduklarına eÅŸ deÄŸer bir sorumluluk alanı varsayılarak güya bir nimet-külfet dengesine oturtulur. Kısmen haklı gözükmekle beraber hiçbir insan, doÄŸuÅŸtan böyle bir artı deÄŸeri hak etmez. Zira bu aÅŸamada, insan için sorumluluklarını yerine getirebileceÄŸi bir zorunluluk düÅŸünülemeyeceÄŸi gibi nimetlerin hak edilebileceÄŸi bir emek alanı da yoktur.
Mülkiyetin eÅŸit dağılımı, emeÄŸin eÅŸit oluÅŸmasını gerektirir. EmeÄŸin eÅŸit oluÅŸması ise mümkün gözükmemektedir. Gerek insanın kabiliyetlerinin farklılığı gerek iÅŸ sahalarının çeÅŸitliliÄŸi ve gerekse hesaplanamayan psikolojik seviye ve sosyal ÅŸartlarının sübjektif karakteri, emeÄŸin objektif ve her sahada eÅŸitlenebilecek bir karşılığının olamayacağını gösterir. Nitekim kazanma ve elde etme ÅŸekillerindeki bu ölçülemeyen deÄŸerleri yüzünden, çoÄŸu kere fırsat eÅŸitliÄŸi de anlamını yitirir. Bu yüzden emek sarfıyla elde edilen sonuçlar, birebir eÅŸit bir yaÅŸam kalitesiyle de sonuçlanmayacaktır.
Ä°nsanlar arasındaki iliÅŸkiler, öylesine karmaşık bir yapı arz eder ki söz konusu emeÄŸin tatminkâr ve adil bir karşılığını bulmak neredeyse imkânsızlaşır. Ä°nsan zihninde bir karşılığının olmasına raÄŸmen reel alanlarda bir türlü tam olarak gerçekleÅŸmeyen bu adalet düÅŸüncesi, zaruri olarak âhiretin varlığını da gerekli kılmaktadır. Ä°liÅŸkilerde; görülemeyen, hesaplanamayan ve ölçülemeyen bir açık her zaman vardır. Bu açık; insanlar arasında “merhamet” le karşılanabilecek düzeyde ahlaki bir etkileÅŸimi zorunlu hale getirir. Ayrıca erdemli davranışlardan yoksun ve sadece eÅŸit paylaşıma uyarlanmış bir emek taksimi, beraberinde engel olunamayan açıkların oluÅŸturacağı kıskançlık ve ihtirasları davet edecektir. Öyle ki “Ben kazandım, istediÄŸim gibi harcarım. Bu benim hakkım.” düÅŸüncesi, kendini temize çıkarmak adına ihtiyaç duyacağı meÅŸruiyeti “din” ile iliÅŸkilendirerek saÄŸlamayı da seçebilir. (28/78) Åžöyle ki;
“Kendilerine, ‘Allah’ın size verdiÄŸi rızıktan baÅŸkaları için harcayın!’ denildiÄŸinde, hakikati inkâra ÅŸartlanmış olanlar, inananlara, ‘Rabb(in) dileseydi (kendisinin) besleyebileceÄŸi kimseleri biz mi besleyelim? DoÄŸrusu siz açık bir yanılgı içindesiniz!’ derler.” (Yasin, 36/47)
Bu ayette, yoksulluk ve yoksunluÄŸu “kader” sayan bu müptezel düÅŸüncenin sahiplerine dikkat edilirse bunlar, iÅŸlerine geldiÄŸinde dini terminolojiyi kendi menfaatleri için kullanmaktan çekinmemektedirler. Aslında kısaca “Allah versin.” diye anlamlandırılabilecek bu yaklaşım, dünyanın mevcut halini vahyin deÄŸer atıflarından soyutlayarak materyalist bir yaklaşım izler. Ayrıca buradaki servet sahiplerinin bu kadar açık bir çeliÅŸkiyi böylesine dile getirmeleri, muhataplarıyla alay ettiklerini de göstermektedir. Demek istedikleri ÅŸey ÅŸudur; “Madem Allah diyorsunuz! Öyleyse o doyursun fakirleri de görelim.” Bu yaklaşımın temelinde Allah’ın inkâr edilmesinin yanı sıra alttan alta “Bize tabi olun biz sizi doyuralım.” teklifi de var gibidir. Ä°nsanın elindekileri paylaÅŸmamak için sonu iftiraya varan son derece aÅŸağılık bu tavrı düÅŸündürücüdür. BilindiÄŸi üzere Allah’a iftira zulmün en büyüÄŸüdür.
Dünyada kendisine sunulan her ÅŸey insan için rızıktır. Ä°nsanın bu durum karşısında yaratıcısına minnettar olması ve teÅŸekkür etmesi beklenir. Ancak rızkın elde edilmesi insanın iÅŸidir. “Onun için çalıştığından baÅŸkası yoktur.” (39/53) ilkesini koyan yine Allah’tır. Her insanın yeterince iyi yaÅŸama hakkı vardır. Bu anlamda maÄŸdur ve mazlum olanların korunması da ayrı bir sorumluluktur. Rızkın dağılımı konusunda Allah’ın fail olarak zikredilmesi, insandaki sahiplenme duygusunun oluÅŸturacağı olumsuzluklardan onu kurtararak elde ettiklerini paylaÅŸmasını saÄŸlamak içindir. Kur’an’da “eÅŸit olma korkusu” ile servetini paylaÅŸmayan hatta bu korku yüzünden çalıştırdığı kimselere hak ettikleri karşılığı vermekten kaçınanlar kınanmaktadır. Åžöyle ki;
“Rızık konusunda, kiminize kiminizden fazla veren Allah’tır: hal böyleyken, kendisine fazla verilmiÅŸ olanlar, rızıklarını -aralarında eÅŸitlik olur korkusuyla- saÄŸ ellerinin malik olduÄŸu kimselerle paylaÅŸmakta isteksiz davranıyorlar. Peki, (böyle yapmakla) Allah’ın nimetini (bile bile) inkâra mı kalkışıyorlar?” (Nahl, 16/71)
“Rızık konusunda, kiminize kiminizden fazla veren Allah’tır.”
Yani;
DoÄŸanın ve sizin tabiatınızın bütün kanunlarını koyan o.
Yaratan siz misiniz, yoksa o mu?
Buna göre kiminiz kiminizden farklı ve çeÅŸitli uÄŸraÅŸlar içindesiniz.
Daha çok kazanmanız daha farklı olduÄŸunuz anlamına gelmez.
Elinize geçen nimetler sizi diÄŸerlerinden üstün yapmaz.
Kimsenin kanı diğerinden daha kırmızı değil.
Öyleyse bu kabiliyetleri size verenin o olduÄŸunu bilin de böbürlenmeyin.
Daha fazla kazananlar az kazananları küçük görmesin diye;
Elde ettiklerinizi mümkün mertebe paylaÅŸmanızı istiyor.
Bak, kanunları o koyduÄŸu için dürüstçe kendini fail olarak anıyor.
Aynı dürüstlüÄŸü sizden de bekliyor.
‘Rızkı ben dağıtıyorum.’ havasına girmeyin diye uyarıyor.
Fakir fukarayı geçim derdiyle imtihan etmek sizin ne haddinize!
Serveti bir güç gösterisine dönüÅŸtürüp kendinizi ya da baÅŸkalarını onun yerine koymayın artık
“Aralarında eÅŸitlik olur korkusuyla.”
Yani;
EÅŸit olma korkusunun sizi nimet gaspına götüreceÄŸini görün.
Bu korkunun sizi esir almasına müsaade etmeyin.
PaylaÅŸtıkça arttığını görmüyor musunuz?
EmeÄŸe ve emekçiye saygınızı yitirmeden,
İnsanlara hakkını vermekten sakın geri durmayın.
Allah’ın nimetini (bile bile) inkâr mı ediyorlar?”
Yani;
Yaratan ve size bol bol nimetleri sunan o olduÄŸuna göre,
Paylaşmanız gerektiğini fark etmelisiniz.
Gerçek mülk sahibinin o olduÄŸunu bile bile,
Hak edenin ücretini nasıl kesersiniz?
Bu tavrın bizzat onu da yok saymak anlamına geleceğini anlamıyor musunuz?
PaylaÅŸmak, bir erdemdir. EmeÄŸe saygı duymak ve hak edene hakkını vermek ise çok önemlidir. Ä°nsana yaraşır ÅŸekilde yaÅŸamak herkesin hakkıdır. Bu hakkı bile bile gasp etmek zulümdür. Herkesin insanca yaÅŸaması adına top yekûn bir çaba oluÅŸmadığı sürece, günübirlik yardımların sorunları çözemediÄŸini de görmek gerekir. Bu durumda; adalet, eÅŸitlik ve özgürlük gibi temel sorunları herkes için anlamlı hale getirme çabasından yoksun bir yardım anlayışı, gösteriÅŸ ve tatmin aracı olmaktan öteye gidemeyeceÄŸi gibi bu yardımları yapanları da erdemli ve iyilik sahibi kılmaz. Üstelik sadece insan olmak hasebiyle zaten yapılması gereken yardımları marifet saymanın da anlamı yoktur. Kalıcı iyilikler peÅŸinde bedeli ödenerek yapılan eylemlere yönelmek her zaman daha tutarlı sonuçlar verecektir. Aksi halde insan, elde ettiklerini afiyetle yemek için arayacağı bir meÅŸruiyet zemini oluÅŸturma çabasından bir türlü kurtulamayacaktır.
Serveti Meşrulaştırmak
Ä°nsanın çevresi, sadece topraÄŸa endeksli coÄŸrafi bir tanımın konusu deÄŸildir. Sosyal ve özellikle kültürel bütün yapıları da içine alır. Bu anlamda insan için; kâr elde ettiÄŸi ve itibar kazandığı çevre çok önemlidir. Çünkü bu alanda kendini güçlü ve mutlu hisseder. Ä°nsan çoÄŸu zaman yaÅŸadığı çevrenin olabilecek en iyi ortamlardan biri olduÄŸuna kendini inandırır. KarşılaÅŸtığı olumsuzluklara haklı ve uzun gerekçeler üretir. Sonuç alamadığı durumlarda iÅŸi tarihe, zamana ya da Allah’a yıkar. Bir süre sonra insanın kendini anlamlandırdığı ve aidiyetini oluÅŸturduÄŸu çevre o kadar önemli hale gelir ki insanın diÄŸer düÅŸüncelerinin de çıkış noktasını oluÅŸturur. Artık bu zemin doÄŸduÄŸu ve büyüdüÄŸü bir alan olmaktan daha öteye geçer.
Ä°nsan, en kalın örtüyü de örtse fıtratından kaynaklanan olumlu dürtüleri yok edip vicdanının sesini tamamen kısamaz. ÇoÄŸu kez bu sesi bastırmak için elindeki serveti kullanır. Parasıyla ses ayarı yapar. Ara sıra okul, cami, hastane yaptırmayı dener. Bazen tespih koleksiyonu yapar. Olmadı lüksünden kısar. Böylece rahatlamayı dener. Zira iyilik, bazen kötülüÄŸe örtü olur. AÅŸevi açarak “israf”a hak kazandığını düÅŸünmek gibi. BilindiÄŸi gibi müsrifliÄŸi hoÅŸ gördüren ÅŸey, oldukça çok infak etmektir. Ya gerçek gıdasından yoksun bırakıldığından ya da sürekli ihmal edildiÄŸinden olsa gerek vicdan bazen sapıtır. Ardından hayattan kendisi için, baÅŸkalarına yaptığı iyiliÄŸin en az on katı, şımarma kredisi satın alır. Yaptığı yardımların her birinin, kendi sınır aşımlarını bire on affettireceÄŸi vehmine kapılır. Buna vicdan aklama veya benlik tazeleme de denilebilir. Batı’da ki adı günah çıkarmadır.
Sosyal adaletin olmadığı bir ortamda rekabete dayalı bir piyasadan devÅŸirilmiÅŸ servetler, kirlenmeden sahiblerine ulaÅŸamazlar. KirliliÄŸin asıl nedenleri üzerinde durmak ve bu oluÅŸturulmuÅŸ bataklığı kurutmak yerine sineklerle uÄŸraÅŸmak beyhudedir. Ä°nsan yaÅŸadığı ortamı derinlemesine sorgulayarak onu aklama çabası içine girmemelidir. Åžikâyet etmeli, üzülmeli ve çözümler önermelidir. Çünkü refah, iki ÅŸeyi örtmeye çalışır. Allah ile iliÅŸki ve sosyal adalet. Ä°yilik yapmak ve baÅŸkalarına yardım etmek, özveri isteyen bir iÅŸtir. Ortada bir musibet geziyorsa bu herkesi ilgilendirmeli ve yine herkesten uzak kalmalıdır. Çünkü sadece sadaka verenden uzaklaÅŸan bir belanın biraz ileride bir baÅŸkasının zararına yol açabileceÄŸi de düÅŸünülmelidir.
Kur’an, herkesi kölelikten kurtarmak, yetime sahip çıkmak ve yoksulu doyurmak gibi niyet ya da amacı olmadan insanın giriÅŸeceÄŸi müspet teÅŸebbüslerin dahi atıl kalacağını söyler (90/10). Ä°yi niyetle “Allah rızası”na oturmayan eylemleri sonuç itibarıyla rüzgârda savrulan saçılmış toz zerrelerine benzetir (25/23). Åžüphesiz Allah, kimseye kaldıramayacağı bir sorumluluk yüklememiÅŸtir. Nitekim insanın bir güç gösterisine dönüÅŸtürüp tükettiÄŸi servetini sorgulanamaz sanarak Rabb’ini razı edemeyeceÄŸi de bellidir (90/6).
Serveti Kutsamak
Mülkiyetin Allah’a ait olması, ahlaki anlamda serveti kutsanmaktan korur. Çünkü insan zihninde kutsanmış bir mülk, sadece bireye ait olan tarafıyla paylaşılmayı kabul etmez. Dokunulmaz hâle gelir. Åžirki reddeder. Mülkiyet anlayışında olduÄŸu gibi hâkimiyetin de sadece Allah’a ait olmasından kasıt, servetin sadece belirli bir zümre elinde tekelleÅŸerek baÅŸkalarına baskı aracı olarak kullanılmasının önüne geçmektir (59/7). Bu anlayış, insanın sahip oldukları üzerinde dilediÄŸi gibi hareket etmesini önler. “DilediÄŸi gibi hareket etmek” anlayışı, insanın ilk planda sosyal adaleti yok sayan tasarruflarını hatırlatmalıdır. BaÅŸka bir ifade ile baÅŸkalarının maÄŸduriyeti yanında insanın sahip oldukları üzerinde istediÄŸi gibi davranabilmesinin ahlakî bir tutum olmayacağı vurgusu vardır. Kur’an, Hz. Åžuayb örneÄŸinde yaÅŸadıkları toplumun sorunlarına gözlerini kapayarak servetlerini bir güç gösterisine dönüÅŸtüren kimselerin “diÄŸer” insanları dışlayan keyfi tasarruflarını kınamaktadır.
“ ‘Ey Åžuayb!’ dediler, ‘(Åžu) senin namazın (ya da dua alışkanlığın) mı, atalarımızın tapına geldiÄŸi ÅŸeyleri bırakmamız ve malımız mülkümüz üzerine keyfi tasarruflarda bulunmamamız yönünde bizi uyarmanı zorunlu kılıyor? Çünkü (biz) sen(i) aslında yumuÅŸak baÅŸlı, aklı başında biri (olarak biliriz).’ ” (Hud, 11/87)
Burada söz konusu edilen insanlar tamamen dinsiz deÄŸildir. Hatta kendilerine göre dindar bile sayılabilirler. GeleneÄŸe sıkı sıkı yapışırlar. Adet haline gelmiÅŸ bir dindarlık kimseye zarar vermez. Onların dindarlıkları; farenin, bulduÄŸu kaÅŸar tekeri içinde girdiÄŸi itikâfa benzer. Aslında dinin kiÅŸisel çıkarlara alet edilmesi bal gibi budur. Onların zihninde; “Allah” anlayışı, zayıf insanların, hayatın güçlükleri karşısında sığınmak için korkudan uydurdukları bir ÅŸeydir. ÇoÄŸu kez bundan da emin olamazlar. Gerek içten gelen vicdanlarının rahatsız eden sesi gerekse dış dünyalarında karşılaÅŸtıkları soru ve sorunlar yakalarını bir türlü bırakmaz. Üstelik iyi bir insan görüntüsünde; tarihe, kültüre ve geleneÄŸe saygı yattığını düÅŸündüklerinden özellikle kalabalıklar arasında konjektüre uygun davranırlar.
Din; onlar için, bir kültürel öÄŸe olarak onların hayatına müdahale etmediÄŸi sürece saygı görebilir ve ancak bu ÅŸekilde kabul edilebilir bir ÅŸeydir. Bu yüzden dinin sosyal ya da siyasal form kazanmış yönlerini ayıklamak isterler. Batı düÅŸüncesi dini kiliseye hapsederek aynı ÅŸeyi yapmış ve dinin, kiÅŸiye ait özel alanlar dışında etkili olmasını engellemeye çalışmıştır. Bunlar genellikle “Allah insana hiçbir ÅŸey indirmemiÅŸtir.”(6/91, 67/9) diye düÅŸünürler. Zaten kendilerini mecbur edebilecek hiçbir ahlaki sorumlulukları yokmuÅŸ gibi davranır ve yaÅŸarlar. Aslında hiçbir insan dinsiz deÄŸildir. Bir ÅŸeylere inanır. Servet sahipleri de bundan tamamen müstaÄŸni kalamazlar. Kendilerine ÅŸu ya da bu ÅŸekilde bir din aşısı yaparlar. BilindiÄŸi gibi aşı, zayıflatılmış mikroptur. Ä°çi boÅŸaltılıp ayin mantığında özel gün ve gecelere indirgenerek zayıflatılmış bir dinin kendilerine zararı olmadığı gibi faydası olacağını düÅŸünürler. Bu dozu ayarlanmış seranomiler de insanlar, kendilerine format atarlar. Ä°nsanları uyuÅŸturucuya baÅŸlatan sebepler ve bundan gördüÄŸü zararlar düÅŸünülürse din bu gibilerin elinde en zararsız araçtır.
Güç, merhametten yoksunsa zulme dönüÅŸür. Özellikle para, insana güçlü olduÄŸunu düÅŸündürerek onu hak ve hukuk tanımaz hale getirebilir. Bu durumda kanunlar, sadece fakir ve kimsesiz insanları yola getirmek için bir araç olarak görülecektir (9/8–10). Kazanma ve kazandıkları muhafaza ederek arttırma hırsı insanı sorumluluklarından soyarak çıplak bırakabilir. Nice dev kaftanlar içinden kiÅŸiliksiz cücelerin çıktığına tarih ÅŸahittir. Lüks hayatların debdebesi, insanın güvenliÄŸi için yeterli olamamıştır. Kur’an’da vahyin öÄŸütlerinden yüz çevirerek elindeki nimetler için teÅŸekkür etmeyen şımarık zenginler, uyarılmıştır. Burada “teÅŸekkür etmek” demek fakirin hakkını gözetmek ve toplumsal sorumluluklarını üstlenmek anlamındadır (16/112). KiÅŸinin paraya olan yakınlığı onu ahlaktan ve infaktan uzaklaÅŸtırmamalıdır. Zenginlik, çoÄŸu zaman tarife muhtaçtır. Mutlu olmak için tek başına yeterli bir sebep de deÄŸildir. Zaman her ÅŸeyi eskitir ve yok eder. Sonuçta insanın elinde hiçbir ÅŸey bırakmaz. Hızla akıp giden zamana direnen tek ÅŸey insanın yaptığı iyiliklerdir. Zira insanın refah düzeyinin artması, bazen hayırlı bir sonuç da vermeyebilir (6/42–45).
Ä°nsanlar, ÅŸarabı Ä°sa’nın kanı yapıp ekmeÄŸi ona batırıp kutsayan Batı kültürünü bu yönde takip etmeyi sürdürdükçe aÄŸzına bir parmak bal sürülüp kavanozu dışardan yalamaya alıştırılan kitleler oluÅŸturup kazandıklarını kutsamanın farklı yollarını yine bulacaklardır. Ölümün insanları eÅŸitleyen yanını görmedikleri sürece…
Bin yıl Yaşamak
Vahyin kontrolünden çıkmış ve Yahudilerde olduÄŸu gibi içeriÄŸi kiÅŸisel kabullerle özelleÅŸtirilmiÅŸ bir inanç, sahibinin dengesini bozabilir. Ä°çeriÄŸi bir ırkın, bir cemaatin ya da ÅŸahsın menfaatlerine indirgenmiÅŸ bir iman evrensel yönünü yitirir. Bu durumda imanla iliÅŸkilendirilen kavramların anlamı ve kapsamı bireye göre deÄŸiÅŸecektir. Böylece hayır ve ÅŸerre, dost ve düÅŸmana farklı anlamlar yüklenir. Hatta mümin ve kâfirin kim olduÄŸunda dahi ittifak saÄŸlanamaz. BaÅŸka bir ifade ile sahası ve çerçevesi vahyin rehberliÄŸi tarafından belirlenmemiÅŸ bir iman; bencillik, kıskançlık ve nankörlükle bir araya gelirse asıl tehlike o zaman ortaya çıkar. Ä°man o bozuk haliyle insanın korkularını gidereceÄŸi yerde onları beslemeye, ihtiraslarını gemleyeceÄŸi yerde kamçılamaya baÅŸlar. Sonrasında müÅŸriklerden daha beter bir adam oluÅŸur. Bakın;
“…De ki: “EÄŸer inanan kimseler iseniz, imanınız size ne kötü ÅŸey emrediyor. ‘De ki: “EÄŸer Allah katındaki ahiret hayatı, baÅŸka hiç kimseye deÄŸil de yalnız size mahsus ise ve kanaatinizde samimi iseniz o zaman ölümü arzulamanız gerekmez mi?’ Ama kendi elleriyle yapıp-ettikleri ortadayken bunu hiçbir zaman temenni etmeyecekler: Allah zalimleri her halleriyle bilmektedir. Ve sen onları baÅŸkalarından daha ihtirasla hayata sarılmış göreceksin, hatta Allah’tan baÅŸkasına ilahlık yakıştırmaya ÅŸartlanmış olanlardan (müÅŸriklerden) bile daha çok. Onların her biri bin/binlerce yıl yaÅŸamak ister; hâlbuki uzun yaÅŸaması, böyle birini (ahirette) azaptan kurtarmaz; zira Allah onun bütün yapıp-ettiklerini görmektedir.” (Bakara, 2/93–96)
Seçkincilik öyle bir beladır ki Allah’ı da ahireti de özelleÅŸtirir. Sadece kendine has kılar. Cenneti dahi kendisi için kapattırır. Bu durumda diÄŸer insanlar için gidecek bir yer kalmaz. Nitekim gidecek bir yeri olmayan insanları da adam yerine koymazlar. Onlar adına herhangi bir sorumluluk duymazlar. Ayrıca “Onları müÅŸriklerden daha fazla hayata baÄŸlı bulursun. Bin/binlerce yıl yaÅŸamak isterler.” sözüne dikkat edilirse bu uzun yaÅŸama isteÄŸi insanı arzularının esiri yapar. Daha çok yaÅŸamak için her ÅŸeyi göze alabilirler. Ä°nandığını söyleyen bir insanın bu tavrı içler acısıdır. Vahiy, onların yalanını ortaya çıkarmak için bu kabullerinin gereÄŸi olan sözlerini devam ettirir. Sözün namusu denen ÅŸey iÅŸte burada gündeme getirilir.
Åžöyle ki;
“Kanaatinizde samimi iseniz o zaman ölümü arzulamanız gerekmez mi?”
Burada “Gidip ölün.” demek istemiyor. Fakat “ÖlecekmiÅŸ gibi yaÅŸasanıza, ölmeyi ve ahirete kavuÅŸmayı arzulasanıza…” demek istiyor. Ölümden bu korkunuz ve kaçışınız niye? Dünyaya haram helal demeden bu baÄŸlanışınız niçin? BaÅŸkalarını umursamadan zevklerinize bu kadar düÅŸkün olmanızın sebebi ne? Hiçbir ÅŸeyinizi paylaÅŸmıyorsunuz. Sadece dünyayı istiyorsunuz. Hep kendinize yontuyorsunuz. BaÅŸkalarını yok sayarak menfaatlerinize bu kadar çok düÅŸkün olmanızı nasıl izah ediyorsunuz? Samimi olmadığınızı biliyorsunuz aslında. Yaptığınız ÅŸeylerin suç olduÄŸunu ve suçlu olduÄŸunuzun farkındasınız belli ki.
Ä°nsan için dünyada sonsuza kadar yaÅŸayacağını düÅŸünmek ciddi bir yanılgıdır (21/34, 44). EdindiÄŸi servet ile ebedî yaÅŸayacağını zannetmesi de büyük bir bedbahtlıktır (104/3). Ölümü göz ardı edip düÅŸünmemeye çalışarak insan güya güvenlik yüzdesini arttırmaya çalışır. Hâlbuki o ana kadar donanmadığı sorumluluk elbisesinden yoksun kalarak çırılçıplak ölmek üzere olduÄŸunu fark edemez. Bu üryan haliyle çekeceÄŸi hasret ve piÅŸmanlıkların ona ödeteceÄŸi bedeli ve rahmetten uzak kalarak üÅŸüyeceÄŸini düÅŸünemez.
Aç gözlülüÄŸünün insanın hayatını cehenneme çevirdiÄŸini görünce saÄŸlam bir inancın hemen arkasından ahlakî davranışların gelmesi gerektiÄŸini anlarsınız. Ä°nsan neden marketten aldıklarının bilinmesini istemez? Ya da “Misafir geliyor çabuk sofrayı toplayalım.” der. Lüks yaşıyor görünmek insanı niçin rahatsız eder? PaylaÅŸması gerektiÄŸini bildiÄŸi için olabilir mi? Her halükarda siz siz olun “Gel beraber yiyelim.” deyin. Çünkü paylaÅŸmak daha bir güzel. Ne de olsa kefenin cebi yok. Bin yıl yaÅŸayamayacağına göre paylaÅŸ paylaÅŸabilirsen.
Kaynak: Söz ve Adalet / 3. Sayı
Henüz yorum yapılmamış.