Makale
Seçkincilik Belâsı
—Müslüman’ın yüzü nereye bakar?—
Ä°slam’ın barış, esenlik ve kurtuluÅŸ olduÄŸunu daha çok insana anlatabilmek ve bu iÅŸi kırmadan dökmeden en güzel ÅŸekilde yapabilmek gerekiyor. Ancak sahip oldukları imkânlar açısından imtiyazlı olan kesimlerin iktidar üzerindeki güçlerini dikkate alarak onları kazanma çabalarının istenilen sonuçları vermeyeceÄŸi de çok açık. Çünkü onların yaklaşımları bir çeÅŸit pazarlığa dönüÅŸüyor. Samimi ve içten bir teslimiyet gösteremiyorlar. Hiçbir ÅŸekilde konumlarını kaybetmek ya da paylaÅŸmak taraftarı deÄŸiller. Ele aldıkları her ÅŸeyi çıkarları doÄŸrultusunda deÄŸerlendiriyor ve kendi renklerini vermekte ısrar ediyorlar.
Hâlbuki ezilen ve horlanan kesimler böyle deÄŸil. Onları meÅŸgul edecek ve gerçeÄŸi görmelerine engel teÅŸkil edecek fazla oyuncakları zaten yok. BilindiÄŸi gibi her türden mücadele gönüllü bir teslimiyet gerektiriyor. Onlar, inandıkları zaman tam bir teslimiyet gösterebiliyorlar. Fedakârlık yapabiliyorlar. En nemlisi dikkatlerini verip dinliyor ve sizi önemsiyorlar.
Peygamberimiz, inanmaları ve ellerindeki gücü toplum yararına kullanmaları niyetiyle Mekke seçkinlerini ikna etmeye çalıştığında farkında olmadan tehlikeli bir sürecin içine düÅŸmüÅŸtü. Bu süreçte pazarlık ve uzlaÅŸma vardı. Risâletin oldukça erken dönemlerine rastlayan bu teÅŸebbüs, vahiy tarafından engellenmeseydi çok ağır bir fatura ödenecekti (17/74). Bu seçkinlerin iman etmesi için tavizler verilecekti. Oysa onlar bir ÅŸey almadan asla bir ÅŸey vermezler (68/9).
EÄŸer onların çizdiÄŸi çerçevenin dışına çıkarsanız sizi renksiz bırakmakla tehdit ederler. ÖrneÄŸin davasından vazgeçmesi için Peygamberimizin kendisine yapılan teklifleri geri çevirmesi üzerine baÅŸlayan ambargoları bilirsiniz. Bu engellemelerin “Ebter” yani sonu kesik nitelemesiyle zirve yaptığı açıktır. O’na kendi bildiÄŸi yolda devam ettiÄŸi sürece Mekke’nin bütün imkânlarından mahrum bırakılacağı söylenmiÅŸtir.
Onların uzlaÅŸmak adına peygamberimizin iyi niyetini suiistimal etmek istedikleri açıktı. Üstelik geri adım atmadıkları konular insanların haklarıyla ilgiliydi. Ä°nsanların doÄŸuÅŸtan sahip olmaları gereken hakları pazarlık konusu yapmak istemeleri peygamberimizi dahi aÅŸan bir konuydu. Zira müÅŸriklerin konuÅŸup anlaÅŸmak istedikleri zemin; adalet, eÅŸitlik ve özgürlük ile ilintili olunca peygamberimize pazarlıktan uzak durması öÄŸütleniyordu. Çünkü bu alan yaratılıştan sahip olunan haklar sahasıydı. UzlaÅŸmak demek bu konularda taviz vermek demekti. Dolayısıyla iman ve Ä°slam’ın safiyeti bozulacaktı. Hayati ve evrensel sayılan bütün deÄŸerlerin iskeleti ve kapsamı yara alacaktı. Bu yaralı haliyle özgürlük, eÅŸitlik ve adaleti gözeten dinin ayakta kalması mümkün olamayacaktı. Bu yüzden “Abese” süresi indirildi. Bu süre âmâ bir zat yüzünden peygamberimizin uyarılmasının ötesinde bir manaya sahiptir Sadece bir görgü kuralı ihdasının çok ötesinde siyasi bir duruÅŸla ilgilidir. Peygamberimizi ciddi ÅŸekilde uyarır. TebliÄŸinin yönünü doÄŸru tarafa çevirir. Büyük bir tehlikeye parmak basar. MeÅŸguliyetleri içinde Kur’an’a karşı ilgisiz kalan bu imtiyazlı sınıf yerine halka yönelmesini söyler. Peygamberimizin yüzünü baÅŸka tarafa çevirmesine engel olur. TebliÄŸ metodunun sapmasına müsaade etmez. Sermayenin, makamın, ahlaksızlığın ve mevkinin deÄŸil saflığın, yoksunluÄŸun ve mahcubiyetin kazanacağını söyler. ÖÄŸüt verip uyarır. Konu, sadece görmeyen birinin horlanmaması deÄŸildir. Peygamberimizin bu ÅŸahıs nezdinde halka yönelmesini saÄŸlamaktır.
“O, suratını astı ve uzaklaÅŸtı, çünkü kör bir adam o’na yaklaÅŸmıştı! Nereden bilebilirsin (ey Muhammed,) belki de o arınacaktı yahut (hakikat) hatırlatılacak ve bu hatırlatma kendisine fayda verecekti. Ama kendini her ÅŸeye yeterli görene gelince, sen bütün ilgiyi ona gösterdin. Hâlbuki onun arınmaktan geri kalmasının sorumlusu sen deÄŸilsin; ama sana büyük bir istekle geleni ve (Allah) korkusu ile (yaklaÅŸanı) sen görmezden geldin! Elbette, bu (mesaj)lar yalnızca birer hatırlatma ve öÄŸütten ibarettir. Kim istekliyse onu hatırlayıp öÄŸüt alabilir.” (1–12)
Yani;
Seninle ve söylediklerinle ilgilenmeyen bu imtiyazlı kiÅŸileri bırak.
ÖÄŸüt isteyen ve bekleyen halka yönel.
Hiçbir ÅŸeye ihtiyacı olmadığını düÅŸünen bu şımarıklar yerine,
Ä°lgi ve alakanı arınmak isteyene yönelt.
“(O’nun) kutsal ve soylu vahiyleri (ışığında), yüce ve arı duru, elçilerin elleriyle (yayılıp duyurulan), seçkin ve erdem sahibi (elçilerin).” (13–16)
Yani;
Ä°çine; ÅŸeref, izzet, onur doldurup
Bir kitap gönderdik size
Ona uyduÄŸunuz sürece
Küçük düÅŸmeyesiniz diye.
Öyleyse;
Ä°mtiyaz arayan ona yönelmeli
Ve burada bulacağı yegâne ÅŸeyin onuru olacağını bilmelidir.
“(Ama çoÄŸu zaman) insan kendini mahveder; hakikati ne kadar inatla inkâr eder o! (Ä°nsan hiç düÅŸünür mü) hangi özden yaratır (Allah) onu? Bir sperm damlasından yaratır ve sonra onun tabiatını oluÅŸturur; sonra hayatı onun için kolaylaÅŸtırır ve sonunda onu öldürür ve kabre koyar ve sonra dilediÄŸinde onu tekrar diriltir.” (17–22)
Yani;
Yaratılışındaki harikuladeliÄŸi görmeyen
Her ÅŸeyin kendisi için yaratıldığını anlamayan
Bütün bunların arkasındaki güce saygı duymayan
Hesap vermeyeceği anlayışıyla sorumluluklarını askıya alan
Velhasıl imanı da bir pazarlık konusuna dönüÅŸtürüp kazanç aracı haline getiren
Bu şımarık ve azgın kitlenin teslimiyetinden ne çıkar?
“Hayır, (insan) Allah’ın kendisine buyurduklarını henüz yerine getirmiÅŸ deÄŸildir!” (23)
Yani;
Herkes için adalet, eÅŸitlik ve özgürlük
KöleliÄŸin ve sömürünün olmadığı bir dünya
Kimsenin kimseye zulmetmediÄŸi bir ortam
Hala saÄŸlayamadıkları bu ÅŸeyleri görmüyorlar mı?
“Öyleyse insan, yiyeceklerin(in kaynağın)a bir baksın: (nasıl) suyu bolca indirmekteyiz ve sonra toprağı (daha da büyüterek) parça parça yarmaktayız, bu sayede ondan tahıllar yetiÅŸtirmekteyiz ve üzüm baÄŸları ve yenebilir otlar, zeytin aÄŸaçları ve hurmalıklar ve aÄŸaçlarla dolu bahçeler, meyveler ve otlar, sizin için ve hayvanlarınızın beslenmesi için. Ve böylece, (yeniden dirilmenin) o kulakları sağır eden çaÄŸrısı duyulduÄŸunda, herkesin kardeÅŸinden kaç(mak iste)diÄŸi gün, annesinden ve babasından, eÅŸinden ve çocuklarından: Onlardan her kiÅŸinin (o gün) kendine yetecek derdi ve meÅŸguliyeti vardır.” (24–37)
Burada peygamberin ikna etmeye çalıştığı toplumun önde gelen kesiminin kendilerini güçlü hissetmelerine imkân veren çerçevenin içinin “boÅŸ” olduÄŸu vurgusu vardır. Arkalarından sürükledikleri be besledikleri kitlelerin top yekûn iman etmesinin saÄŸlıklı olamayacağı anlaşılmaktadır. Nitekim teslimiyette taklit doÄŸru deÄŸildir ve sonuçta hesap da insanın tek başına vereceÄŸi bir ÅŸeydir. Ayrıca peygamberin anlattıklarına karşı ilgisiz kalarak varlıklarıyla şımaran bu kesimin meÅŸguliyetlerinin de alay konusu yapıldığını görmek gerekir.
“Bazı yüzler o Gün mutlulukla parıldayacak, güleç ve müjdelere sevinen. Bazı yüzler de o Gün toz toprakla kapanacak, her yanı kuÅŸatan bir karanlıkla: iÅŸte bunlar, hakikati inkâr eden ve yoldan sapan kimselerdir.” (38–42)
Bir insanın gerçeÄŸi ve peÅŸi sıra ortaya çıkması beklenen adaleti önemsemesi ve ciddiye alması için öncelikle “farkında” sonrasında da “maÄŸdur” olması gerekir. Bu farkındalık, vicdan ya da dert sahibi olmadan ortaya çıkamamaktadır. Ezilen halkların ve yok sayılan hakların en ayırt edici yönü budur. GeniÅŸ halk destekleri bu kesimler tarafından saÄŸlana gelmiÅŸtir. Tarihte hep böyle olmuÅŸtur. Basit görüÅŸlü ayak takım denilen bu sınıf sayesinde peygamberimiz baÅŸarılı olmuÅŸtur (11/27). Bu sınıf farkı sadece yoksulluktan kaynaklanmıyordu. Mekke aristokrasisinin soylu kabul etmediÄŸi ve kendilerine boyun eÄŸmediÄŸi sürece siyasal ve sosyal kimliÄŸini yok saydığı kiÅŸileri de kapsıyordu. Peygamberimizin tebliÄŸinin içeriÄŸi kimlik arayışında olan bu insanlara eÅŸit ve adil haklar verince toplumsal dönüÅŸümün ilk adımları atılmış olmaktaydı. Oduncunun çocuÄŸu Ömer, iÅŸsiz ve yabancı uyruklu Selman ve yaÅŸadığı toplumda bir deve kadar deÄŸeri olmayan köle Bilâl’in desteÄŸi ile bir deÄŸiÅŸim gerçekleÅŸmiÅŸtir. Bu ve benzeri aÅŸağılanan sınıftan insanlar, tebliÄŸe baÅŸlamasıyla beraber KureyÅŸ’in müstakbel liderliÄŸinden annesi kavut yiyen çocuÄŸa dönüÅŸen Muhammed’in (sav.) peÅŸine takılmakta tereddüt etmemiÅŸ, her türlü özveride bulunmuÅŸ ve gereken fedakârlığı göstermiÅŸlerdir.
Bugün varlığını Kur’an’a referansla anlamlandıranlar, yeryüzünü daha yaÅŸanılabilir bir yer yapma adına iktidara talip olarak bu çizgiyi terk etmiÅŸ görünüyorlar. Şımarık zenginler (mütref) ve siyasi anlamda ileri gelenler (mele) yerine kendileri geçmek için çırpınıyorlar. Toplum üstten, dayatmalar ve kanunlar yoluyla deÄŸiÅŸtirmeyi ya da dönüÅŸtürmeyi düÅŸünüyorlar. Karşı çıkmaları gereken ÅŸeyleri kendileri yapıyorlar. Böylece kendi ahlaklarının da deÄŸiÅŸip dönüÅŸtüÄŸü fark edemiyorlar. YaÅŸam standartlarının yükseldiÄŸini ve önceleri adaletsiz addettikleri sistemin çıkarlarıyla kendi menfaatlerinin ötüÅŸmeye baÅŸladığını görmüyorlar.
Bu yaklaşımın samimi ve gerçekçi bir tarafı yoktur. Karşı çıktığınız ÅŸeylerin bir iki adım sonra mazeretlerle örülmüÅŸ bir savunma psikolojisi içinde ÅŸahsi ya da milli menfaatlere evirildiÄŸini bile görebilirsiniz. Daha dün peÅŸinizden gelmesi için can attığınız basit insanların, nankör budalalara dönüÅŸtüÄŸünü ve üstünüzde ağırlık yaptığını düÅŸünmeye baÅŸlarsınız. Hayatın gerçeklerinin yüce idealler uÄŸruna sürekli tehir veya feda edildiÄŸi bir arenaya düÅŸersiniz. Ä°leri gelenlerle oturup kalkmaktan ve onları dinleyip uzlaÅŸmanın ardından ezilenlerin haklarını savunacak saÄŸlam ve saÄŸlıklı bir din de kalmaz. Sonra sizi kendinize getirecek gözü görmeyen bir âmâ arar ve bulamaya bilirsiniz.
“O halde, Rablerinizin rızasını isteyerek sabah akÅŸam Ona yalvaranları(n hiç birini) yanından kovma. Sen onlardan hiçbir ÅŸekilde sorumlu deÄŸilsin -tıpkı onların da hiçbir ÅŸekilde senden sorumlu olmadıkları gibi- bu nedenle onları kovma hakkına sahip deÄŸilsin: yoksa zalimlerden olurdun. Ä°ÅŸte bu ÅŸekilde insanları birbirleri aracılığıyla sınarız ki sonunda, “Acaba Allah bizim yerimize onlara mı lütufta bulundu?” diye sorsunlar. Kimin (kendisine) ÅŸükrettiÄŸini en iyi bilen Allah deÄŸil mi?” (6/52, 53)
Kaynak: Söz ve Adalet / 8-9. Sayı
Henüz yorum yapılmamış.