Makale
Galip Zihinde Kadının Yeri
Galip zihnin, etkisini sürdürdüğü yorumlama çabalarından biri de hanımlarla ilgilidir. Nitekim deÄŸerlendirmelere ve yorumlara damgasını vuran egemenlik anlayışı, devlet-millet, yönetici-tebaa ikilemlerinde hep ilkinden yana ağırlığını koyar ve bunu erkek–kadın iliÅŸkilerinde de yapar. Oysa egemenlik bütünüyle Allah’a aittir. Ve bu egemenlikten kâfirlere pay verilmeyecekse müslümanlar hiç almamalıdır. Ãœstelik bir kimsenin diÄŸeri üzerinde tahakküm etmesi nasıl kabul edilebilir. Özellikle hak ve hürriyetler hususunda kimsenin kendisini hayatın merkezine oturtup imtiyaz/ayrıcalık elde etmesine izin verilemez. Patron-işçi, koca-karı, yönetici-memur iliÅŸkileri bu minvalde karşılıklı haklar korunarak bir uyum içinde sürdürülmelidir.
Kadının birey olarak ihmal edilmesi, Kur’an içeriÄŸinden kaynaklanan bir yaklaşım deÄŸil, bilakis bütünüyle içinde bulunulan yüzyılın kadın algısına ait tarihsel bir olgudur. Nitekim Kur’an’da indiÄŸi dönem itibariyle bu algının Ä°lahî iradenin rehberliÄŸinde hayal edilemeyecek ÅŸekilde yükseltildiÄŸi bir vakıadır. Yani vahyin iniÅŸ sürecinde ayetlerin kadınları bulundukları yerden alıp çok daha yükseÄŸe taşıdığından şüphe edilemez. Asr-ı Saadetteki kadın algısı, vahyin rehberliÄŸinde kendisine son derece önemli bir yer edinmiÅŸtir. Fakat ilerleyen yüzyıllarda galip zihnin etkisiyle ortaya çıkan beÅŸeri yorumların bu deÄŸerlendirmeleri aynı hız ve kalitede sürdürebildiÄŸini söyleyebilmek zordur. Burada sorun, Kur’an’ın bakış açısında deÄŸil, onu deÄŸerlendiren galip zihindedir.
Normal ÅŸartlarda Ä°slam’ın kiÅŸisel ve toplumsal açıdan meydana getirdiÄŸi barış ortamı, kendi içinde maÄŸdur barındırmaz. Bu anlamda müslümanlar, göz göre göre hanımların maÄŸdur edilmesine asla izin vermezler. Şüphesiz mümin bir zihin, en üst düzeyde korumacı hareket eder ve merhameti esas alır. Fakat burada asıl sorun, Ä°slam medeniyet düşüncesini ayakta tutan ve toplumu ÅŸekillendiren sâiklerin zaman içerisinde kaybedilmesidir. Böyle olunca mümin gibi düşünmek zorlaÅŸmış dolayısıyla hanımlar da bu kayıplardan kendilerine düşen payı fazlasıyla almışlardır. (1)
Adiyy b. Hatim (ra) şöyle demiÅŸtir: “Ben Peygamber (sav)’in yanında bulunduÄŸum sırada bir adam gelip O’na fa¬kirlikten ÅŸikâyet etti. Sonra baÅŸka bir kimse geldi ve O’na yol kesilmesinden ÅŸikâyet etti. Peygamber (sav), ‘Yâ Adiyy Sen el-Hîre ÅŸehrini gördün mü?’ dedi. Ben, “Görmedim, ama bana anlattılar.” dedim. Peygamber (sav), ‘EÄŸer hayatın uzun olursa muhakkak sen hevdeci içinde yol¬culuk eden kadının el-Hîre’den hareket edip Allah’tan baÅŸka hiç kimseden korkmayarak ta Kâbe’yi tavaf edeceÄŸini göreceksin.’ buyurdu…” (2)
GüvenliÄŸe dair bu tarifin hanımlar üzerinden yapılması kayda deÄŸer bir yaklaşımdır. Rivayet, bu ÅŸekilde Ä°slam medeniyetinin insanlara vadettiklerini bir kadın üzerinden güzel bir ÅŸekilde özetler. Ä°ÅŸte Ä°slam’ın yaÅŸandığı yer, insanın ve özellikle kadınların kendisini güvende hissettiÄŸi yerdir. Ä°slam; barış, esenlik ve güvenlik vadeder. Bunların saÄŸlanamadığı bir yerde gerçek din de yoktur. Bu ÅŸekilde özellikle hanımların güvende olmadığı bir yerde hiç kimsenin güvenliÄŸinden bahsedilemez. Oysa galip zihin hanımlar üzerinden onların güvenliÄŸini dile getiren böyle bir amaç edinmeye gerek duymaz.
Adı üstünde Talak suresinde ailelerle ilgili olarak ve özellikle boÅŸanma konusunda bazı düzenlemelere yer verilir. Buna göre bir boÅŸanma durumunda evin hanımının yaÅŸadığı evde en az bir sene daha kalmasına imkân tanınması istenir. Böylece hanımlar, boÅŸanmanın getireceÄŸi maÄŸduriyetin kötü sonuçlarından korunmaya çalışılır. (3) Aynı ÅŸekilde boÅŸanma sonrası hanımların rahatsız edilmemesi hususu “…Onları rahatsız edip hayatlarını çekilmez hâle getirmeyin…” denilerek özellikle vurgulanır. (4) Kur’an’ın bu açıklamalarına raÄŸmen hanımlar açısından bu serbestlik/rahatlık/güvenliÄŸin yeterince saÄŸlandığı söylenebilir mi? (5) Ancak her ÅŸeye raÄŸmen galip zihinde kadın algısı onu erkeÄŸin kanatları altında tutmaya meyillidir. Burada sorun erkeÄŸin kadına bakışıdır, Ä°slam’ın deÄŸil. Ä°slam, boÅŸanan kadının rahat bırakılması gerektiÄŸini ifade eder. Ama erkek bırakmaz. Ne yazık ki uzun yıllar boyunca hanımların güvenliÄŸini, yani toplumun selametini saÄŸlamak adına kâfi derecede olumlu adımlar atılamamıştır. İçinde bulunduÄŸumuz asırda meydana gelen olaylar, Kur’an’ın bu hükümlerinin yeterince doÄŸru bir ÅŸekilde hayata geçirilemediÄŸini göstermektedir. Bunun önemli sebeplerinden biri galip zihnin devlet/erkek hâkimiyetini her ÅŸeyin üstünde tutmasıdır.
Kur’an’da kadın-erkek ayrımı ÅŸeklinde birini ihmal edip diÄŸerini yükselten bir bakış açısı bulunmaz. Ä°nsan olgusu her ikisini de kapsar ve bu anlamda bir mukayeseye izin vermez. Dolayısıyla Kur’an içinde kadınları arayan bakış açıları erkeklerin bulunduÄŸu yerlere de bakmalıdır. Allah’ın teslim olmuÅŸ kulları olarak kadınların bu anlamda farklı bir kimliÄŸi bulunmaz. Kadını insan tanımlaması içinde deÄŸerlendiren, sorumluluk edinme hususunda erkekten ayrı düşünmeyen bu yaklaşım, onu en az erkek kadar deÄŸerli bulur. Mesela Mücâdile suresi, isim olarak hakkını arayan, tartışan, mücadele eden kadın anlamındadır. Surenin ana fikri erkek ya da kadın ayırt etmeksizin toplumda müslümanların birbirlerine yer vermeleri, sosyal anlamda birbirlerinin önünü açmaları, sıkıntılarını gidermelerdir. Bunun en samimi ve açık-seçik örneÄŸi, kocasının kendisine yaptığı haksızlık konusunda Allah’a ÅŸikâyette bulunan kadınla verilir. Kadının hak aramak hususunda gösterdiÄŸi samimi ve içten tavır, kulis yaparak gizli konuÅŸmalar yoluyla sorun çıkarmak isteyenlere karşı iyi bir numunedir. Neticede Allah, kadını haklı bulur ve kocasını cezalandırır. Toplumsal sorunların da açık seçik ve samimi ÅŸekilde ortaya döküldüğünde aynı ÅŸekilde çözülmesi, kadın ya da erkeÄŸin toplumda birbirlerini bu türden zararlardan korumaları gerekir. Toplumda birbirinin önünü açmak iÅŸte budur. Yeterince doÄŸru/iyi anlaşıldığında bu iliÅŸki biçiminde kadınların horlanmasının imkânı yoktur. (6)
Hak aramak, hakkını almak ve bu düzlemde mücadele etmek konusu, galip zihinde bir hanımla çoÄŸu kez özdeÅŸleÅŸtirilmez. Hâlbuki bu, Kur’an’da altı çizilen hususlardan biridir. Şöyle ki:
“Allah, kocası hakkında seninle tartışan ve Allah’a ÅŸikâyette bulunan kadının sözünü iÅŸitti. Allah, ikinizin birbirinizle konuÅŸmanızı iÅŸitir. Çünkü Allah iÅŸitendir, görendir.” (7)
Mücâdile suresi, bu ayetten hareketle isimlendirilmiÅŸtir. Zira giriÅŸ bölümünde yer alan ayetler, içine düştüğü haksız konum itibariyle “hakkını arayan, mücadele eden kadın” ÅŸeklinde kocasını Allah’a ÅŸikâyet eden ve bu nedenle Rasulullah (sav)’a baÅŸvurup onunla tartışan bir hanımla ilgilidir. (8)
Konuyla ilgili ayetler şu şekilde sıralanır:
“Sizden kadınlara zıhar edenler (sen bana, anamın sırtı gibisin diyenler), bilmelidirler ki o kadınlar, onların anaları deÄŸillerdir. Onların anaları, ancak kendilerini doÄŸuran kadınlardır. Onlar, çirkin ve yalan olan bir söz söylüyorlar. Bununla beraber Allah, affedicidir bağışlayıcıdır.” (9
Bu konunun Evs b. Sâmit el-Ensarî (ra)’nin hanımı Havle binti Sa’lebe (r. anha)’yi bu ÅŸekilde boÅŸaması üzerine gündeme geldiÄŸi aktarılır. (10) Fakat ayette isim verilmeyerek belirsiz bir kadından bahsedilmesinin, bir kadının kocası hakkında ÅŸikâyette bulunma hakkına sahip olduÄŸu bütün durumları kapsayacağı dile getirilir. Böylece meselenin sadece haksız ve zalimce bir boÅŸamayı deÄŸil, artık çekilmez hâle gelen bir evlilikten kurtulma taleplerini de kapsayacağı üzerinde durulur. Ayette sözü edilen zıhar, Ä°slam öncesi cahiliye dönemine ait keyfî bir yeminle hanımını boÅŸama âdetidir. Fakat bu boÅŸama ÅŸekli kadını bütün evlilik haklarından yoksun bıraktığı gibi yeniden evlenmesini de imkânsız kılmaktadır. (11) Ä°lk ayete geçen, “Zıhar”, müşrik Arap âdetine göre; karısını annesine benzetmek yani, ”Sen bana annemin sırtı gibisin.” diyerek kadını havada/askıda bırakmaya denir. Ne evli ne de boÅŸanmış bir duruma getirmeye. Bu durumda kadın ne baÅŸkasıyla evlenebilir ne de kocasına geri dönebilir. Tamamen kadına eziyet etmek için kurgulanmış zalimce bir adettir. Nitekim surenin ilk ayetlerini okuyanlar; kocasının sözlü ve fiili zulmüne uÄŸramış bir kadının canhıraÅŸ hak arayışına tanık olurlar. Devam eden ayetlerde; Allah, kadının ÅŸikâyetini yerinde bulur, ona hak verir ve kocasına üç ayrı ÅŸekilde karşılık/ceza öngörür:
Ayet, önce “sözlü olarak” muhatabı azarlar.
“…Zıhar edenler bilmelidirler ki o kadınlar, onların anaları deÄŸillerdir…”
Sonra aynı şeyi bir daha ve daha basit bir şekilde ifade eder.
“…Onların anaları, ancak kendilerini doÄŸuran kadınlardır…”
Bu cevap üslup açısından bir “hakaret” içerir. Çünkü bu kadar basit bir nasihat, muhatabı azarlamak anlamına gelir.
Devamında kocanın, yaptığı yanlışlığı anlaması ve sözünden dönmek istemesi hâlinde “özür dilemesi” yeterli bulunmayarak ona cinsel münasebet yasaklanır.
“Kadınlarına zıhar edip sonra söylediklerinden dönenler, karılarıyle temaslarından önce bir köleyi hürriyete kavuÅŸturmalıdırlar. Size öğütlenen budur. Allah, yaptıklarınızı haber almaktadır.” (12)
“…temaslarından önce…” ifadesi, araya bir ÅŸart koyar. Bu ÅŸekilde ceza yerine getirilmeden birleÅŸmek yasaklanır.
Ardından kocanın özrünün kabulü ve tekrar cinsel temasta bulunabilmesi için ona bir bedel ödetilir.
Bu bedel, bir köleyi özgürlüğüne kavuşturmaktır. O günün şartlarında köle sahibi olmak zengin olmakla aynı şeydir. Buna göre kişi kölesi varsa azat etmeli, yoksa satın alıp yine aynı şeyi yapmalıdır. Böylece muhataptan ağır bir mali yükün altına girmesi istenir.
“Buna imkân bulamayan, temaslarından önce aralıksız olarak iki ay oruç tutmalıdır. Buna da gücü yetmeyen, altmış fakiri doyurmalıdır. Allah’a ve Elçisine inanmanız (onların sözlerini doÄŸrulamanız) için bu hükümler konmuÅŸtur. Bunlar, Allah’ın sınırlarıdır (bu sınırları tanımayan) kâfirler için acı bir azâb vardır.” (13)
Köle azat etmeye imkân bulamayanların yine temas kurmadan aralıksız iki ay oruç tutmaları gerekir.
Bu orucun şartı ( ??????????????? ) peş peşe, aralıksız ve iki ay olmasıdır. Ara verilirse baştan başlanır. (14)
Kişinin sağlığı el vermiyorsa, yani buna da güç yetiremiyorsa kendisinden altmış yoksulu doyurması istenir. (15)
Konu, “…Allah’a ve Elçisine inanmanız (onların sözlerini doÄŸrulamanız) için bu hükümler konmuÅŸtur. Bunlar, Allah’ın sınırlarıdır (bu sınırları tanımayan) kâfirler için acı bir azâb vardır.” denilerek sonlandırılır. (16) Yani inancını ispat sadedinde, kocanın bu cezaları, kendi kendine uygulaması istenir. Ve bu yaptırım dışında kalmayı, hakikati inkâr etmek ve sonuçta azap görmekle eÅŸleÅŸtirir.
Köle azat etmek, iki ay aralıksız oruç tutmak, altmış fakiri doyurmak, ciddi bir mali kaybı sineye çekmek anlamına gelir. Ãœstelik bu boÅŸama ÅŸekli toplumun geleneksel cahili uygulamalarından biridir. Yani kocanın kendi başına uydurduÄŸu bir zulüm çeÅŸidi de deÄŸildir. Buna raÄŸmen ceza hafifletilmez. Ayrıca bu ceza; Kur’an’da, ( ?????? ) yanlışlıkla (istemeden) bir “mümin” öldürmeye verilen cezanın neredeyse aynısıdır. (17) Kadına hakaret ederek eziyet etmekle, hatâen inanan bir insanı öldürmenin cezasının benzer olması, Allah’ın, kadınlara hakarete ve eziyete varan uygulamalara asla müsamaha göstermediÄŸini açıkça gösterir. Bu çirkin sözü söylemek kadının ÅŸerefini ve varlığını yok etmekle bir tutulmuÅŸ, bir insanı hata sonucu öldürmek fiili kadar büyük bir günah sayılmış ve böyle olduÄŸu için zıhar, ancak ona benzer bir keffâretle affedilebilir, denilmiÅŸtir. (18)
Kadına eziyet ve hakaret etmek için baÅŸvurulan onu evli mi bekâr mı anlaşılmayacak derecede havada/askıda bırakan bütün uygulamalar açıkça zulümdür. (19) Bu yüzden toplumsal kabullerden, örf, âdet ya da gelenekten destek görmesine bakılmaksızın mutlaka engellenmelidir.
Galip zihin, hanımların haksızlığa uÄŸradığını düşünmez. EÄŸer düşünseydi, bu ve benzeri ayetlerden hareketle Ä°slam’ın ona kazandırdığı deÄŸeri çok daha yükseklere taşımayı amaçlardı. Zira Kur’an’ın hanımlar hakkında böyle bir amaca hizmet eden bütün uygulamalara yeÅŸil ışık yaktığı tartışılamaz. Klasik tefsirler, bu ayetlerden hareketle yer verdikleri rivayetler ve onlarla ilgili açıklamalarda Medine’de gerçekleÅŸen zıhar olayının tarihsel baÄŸlamından bir türlü kopamazlar. Rivayetlerin öngördüğü ÅŸekilde ve bilinen Ä°slam tarihi içerisinde -büyük bir ihtimalle az sayıda- gerçekleÅŸen bu olaydan sonra söz konusu ayetlerin nasıl deÄŸerlendirilebileceÄŸi hususuna hemen hemen hiç deÄŸinmezler. Son dönem âlimleri içerisinde yer alan Elmalılı bu konuda şöyle bir çıkarımda bulunur:
“Ayetlerin nüzul sebebine dair nakledilen bu rivayetlerden, örf ve âdetlerin yürürlükten kaldırılmadıkça muteber olduÄŸu hususu anlaşılmaktadır. Nitekim zıhar hakkında henüz bir hüküm nazil olmadığı için Rasulullah, örf ve adet gereÄŸi kadına, ‘Haram olmuÅŸsun.’ demiÅŸtir. Bu nevi delillerden dolayıdır ki, ‘Âdet muhakkemdir (geçerli bir hükümdür.)’ önermesi, fıkıhta genel bir kaide olarak kabul edilmiÅŸtir.” (20)
Toplumu bir arada tutan ortak geleneksel kabullerin örf veya âdet adı altında saygı görmesi kuÅŸkusuz önemlidir. Bu anlamda herhangi bir haksızlığa yol açtığı tespit edilmediÄŸi sürece kendiliÄŸinden deÄŸiÅŸmesi beklenen bu tür uygulamalara müdahale etmeye gerek yoktur ve edilmemiÅŸtir. Ayetlerin ışığında fıkha kazandırılan bu yaklaşım doÄŸrudur, ama oldukça dolaylı bir çıkarıma dayanır. Yanlış ve zulme sebep olan bir âdetten yola çıkarak satır aralarında Peygamber (sav)’in olaydan önceki sessizliÄŸini yakalama çabası, yönetici zihnin topluma çeki düzen verme endiÅŸesinden kaynaklanır. Evet, durup dururken Nebi (sav), hiçbir toplumsal âdete karşı çıkmamıştır. Ve toplumsal kazanımlar açısından bu tasvip edilmesi gereken bir yaklaşımdır. Ancak ayetin uyarısı, bu durumu zulme konu olabilecek ÅŸikâyet konuları açısından deÄŸiÅŸtirmiÅŸtir. Mücâdile suresinde yer verilen bu uyarıdan sonra Rasulullah (sav)’ın benzeri olaylar karşısında sessiz kalması düşünülebilir mi? Bu meselede hanımların hakları konusu, meselenin tam ortasında yer alır. Ãœstelik bu haklar zıhar denilen tarihsel olayla da buharlaÅŸmıştır. Yani, o günden sonra kimse zıhar yapmadığına göre ayetlerin hanımlarla ilgili teÅŸebbüsü akim kalmıştır. Fıkıh âlimlerinin yapması gereken bu ayetlerin ışığında kendi zamanlarında varsa yanlış geleneksel uygulamaları mahkûm edip hanımların özgürlük alanını geniÅŸletmek, yani ayetlerin anlam dünyasını canlı tutmaktır. Aksi hâlde bir kere yaÅŸanmış ama bir daha gündeme gelmeyecek naslarla yüz yüze kalınır. (21)
Kadın algısı ve buradan hareketle onların durumlarına özen gösterme hâli Kur’an anlayışında üzerinde titizlikle durulan hususlardan biridir. Cahiliye devrinin yaklaşımlarına kıyasla onlarla ilgili olarak Kur’an dilinde giderek artan bir düzeyde olumlu bir havadan çok açık bir ÅŸekilde söz edilebilir. Kur’an’da hanımlarla ilgili yaklaşımlar başından beri onları özgür bir birey olarak görmeye ve toplumun imanla inÅŸasında önemli roller üstlenmelerine imkân tanımaya yöneliktir. ÖrneÄŸin “…ister erkek ister kadın olsun, iman edip doÄŸru ve yararlı iÅŸler (sâlih amel) yapmışsa…” (22) ÅŸeklinde ifadesini bulan yaklaşımlar, kadını eyleme ve eylemle birlikte deÄŸer kazanmaya çağırıp alıştırır. Ne yazık ki nüzul sırası itibariyle kadının Kur’an’da yer verilen serüveni hâlâ gözlerden uzak durmaktadır. Risâletin başından itibaren gerek Peygamber (sav) gerekse erkek sahabelerin özellikle mücadele arka planında baÅŸlarına gelen sıkıntıların bilinmesi, inen surelerin arka planını ve anlamını yakalamak açısından çok önem arz eder. Burada eksik kalan daha ziyade tebliÄŸ sırasında kâfir ve müşriklerle yaÅŸanan olaylardır. Aynı ÅŸekilde bir kadın müminin bu seyir ve siyer içerisinde ne durumda olduÄŸu konusu da yeterince açık deÄŸildir. Yani, başından itibaren Mekke’deki mücadele, ambargo yılları, hicrete hazırlayan sebepler, hicret, ardından Bedir, Uhud, Hendek savaÅŸlarında hanımların nerede durduÄŸu ve ne yaptığı onların bakış açısından kâfi miktarda irdelenmemiÅŸtir. (23) Nitekim onların ne düşündükleri, mücadeleye nasıl katıldıkları ve ne yaptıkları hususunun devam eden nesiller açısından da dikkate alınması gerekir. Galip zihin buna ihtiyaç duymamıştır.
Bunun yanısıra bütünüyle kadınların yaptıklarını ve bunun yansımalarını ele alan bir sureden bahsetmek de mümkündür. Yani (vakıada) özellikle kadınların söz konusu edildiği bazı yerler vardır ki bu yerlerle ilgili yaklaşımlardan onlara özel ilkeler de çıkarılabilir. Ancak galip zihnin sure bütünlüğünden uzak parçacı yaklaşımı, yeterince doğru sonuçlar vermediğinden kadına düşen sorumluluğun çerçevesi bazı ayetlerle sınırlı tutulmuş ve tam anlamıyla onlara rehberlik edecek ilkeler çıkarılamamıştır. (24)
Bir örnek vermek gerekirse Tahrim suresinin 10. ayeti şu şekildedir:
“Allah, inkâr edenlere, Nuh’un karısı ile Lut’un karısını misal verdi. Bu ikisi, kullarımızdan iki sâlih kiÅŸinin nikâhları altında iken onlara hainlik ettiler. Kocaları Allah’tan gelen hiçbir ÅŸeyi onlardan savamadı. Onlara: ‘Haydi, ateÅŸe girenlerle beraber siz de girin!’ denildi.” (25)
Râzî, “Bu meseldeki hikmetler” diyerek Nuh (as) ve Lut (as)‘un hanımlarından bahseden bu ayetten ÅŸu sonuçları çıkarır:
“Nuh (as)’un Vâile adındaki karısı ile Lut (as)’un Vahîle adındaki karısının mesel olarak verilmesine gelince bu, tamamını ancak Allah’ın bileceÄŸi bir biçimde, sayısız fayda ve hikmetleri ihtiva eder ki bunlardan bazıları ÅŸunlardır:
1) Erkeklerin ve kadınların, ‘büyük mükâfat ve büyük azap’ hususunda dikkatlerini çekmek.
2) BaÅŸkasının salâhının iyi güzel yolda olmasının, fesat içinde olana fayda vermeyeceÄŸini; baÅŸkasının fesadının da iyi ve güzel yolda olana zarar vermeyeceÄŸini bilmek.
3) Erkek, takvanın zirvesinde dahi olsa, kadın ve nefsi konusunda kendisine güvenmemelidir. Bu tıpkı, Nuh (as) ve Lut (as)’un hanımlarından sudur eden hâl gibidir.
4) Kadının namusluluÄŸunu ve iffetini bilmek çok mükemmel bir fayda temin eder. Bu da tıpkı, Allah’ın, hakkında, ‘Hani melekler demiÅŸlerdi: Ey Meryem! Allah seni seçti; seni tertemiz yarattı ve seni bütün dünya kadınlarına tercih etti.’ (Âl-i Ä°mran suresi, 42. ayet.) buyurduÄŸu Ä°mran kızı Meryem’de olduÄŸu gibidir.
5) Allah’ın huzurunda sadâkati bütün olarak yalvarıp yakarmanın, O’nun cezasından kurtulup hesapsız mükâfatlar elde etmeye vesile olacağına ve ezelî olan zatın huzuruna her konuda baÅŸvurmanın gerekli olduÄŸuna, dönüşün ise; ÅŸanı yüce, kelimesi üstün, kendisinden baÅŸka tanrı olmayan ve ancak kendisine dönülecek olan zata olacağına dikkat çekmek.” (26)
Bu çıkarımların, yukarıdaki ayetle ilgili olarak dile getirilebilme ihtimali tartışılabilir. Ancak kocalarına hainlik eden bu peygamber eşlerinden bahsedilmesinin asıl sebebi, bunların hiç biri değildir. Asıl konu, bu hanımların yaptıkları işlerin evlerinin sınırlarını aşarak toplumda kocalarını zor durumda bırakacak şekilde bir işleve bürünmesidir. Ayette buna hainlik denir. Sonuçta bu kadınlar mensup oldukları aileden koparılır/çıkarılır ve zalim toplumla bir tutulurlar. Kocaları da onları, karşılaşacakları kötü sonuçtan kurtaramayacaktır.
Tahrim suresinin 11. ayeti de ÅŸu ÅŸekildedir:
“Allah, inananlara da Firavun’un karısını misal gösterdi. O: ‘Rabbim! Bana katında, cennette bir ev yap; beni Firavun’dan ve onun (kötü) iÅŸinden koru ve beni zalimler topluluÄŸundan kurtar!’ demiÅŸti.” (27)
Ayet hakkında yapılan değerlendirmelerden bazıları şunlardır:
Kurtubî, Yahya b. Sellâm’dan naklen ÅŸu bilgileri aktarır: “ ‘Allah, inkâr edenlere, Nuh’un karısı ile Lut’un karısını misal verdi…’ (10. ayet.) buyruÄŸunu Allah, AyÅŸe (r. anha) ve Hafsa (r. anha)’ya, Rasulullah (sav)’a karşı bir¬birlerine destek olduklarında onları muhalefetten sakındırmak üze¬re misal verir. Daha sonra itaate sımsıkı sarılmalarını, din üzere sebat göstermelerini teÅŸvik etmek üzere onlara Firavun’un hanımı ile (11. ayet) Ä°mran kızı Mer¬yem’i (12. ayet) misal getirir. Bunun, müminlere sıkıntılara sabretmeye teÅŸvik için verildiÄŸi de söylen-miÅŸtir. Yani onlara ‘Sıkıntılı zamanlarda sabretmek için Firavun’un eziyetine kat¬lanan hanımından daha zayıf olmayın.’ denilir. Âsiye, Musa (as)’ya iman etmiÅŸtir. Onun Musa (as)’nın halası olup ona iman ettiÄŸi de söylenmiÅŸtir. Ebu’l-Âliye dedi ki: Firavun, hanımının iman ettiÄŸini öğrenince, ileri gelen¬lerin huzuruna çıkarak onlara şöyle dedi: ‘Siz Müzâhim kızı Âsiye hakkında ne bilirsiniz?’ Ondan övgüyle söz ettiler. Onlara: ‘O benden baÅŸka bir Rabb’e iba¬det ediyor.’ dedi. Ä°leri gelenler ona: ‘Onu öldür.’ dediler. Bunun üzerine onun için yere kazıklar çaktı, ellerini ve ayaklarını baÄŸladılar. O da: ‘Rabbim benim için nezdinde cennette bir ev yap!’ diye dua etti. Bu esnada Firavun da ha¬zır bulunuyordu. Cennetteki evini görünce güldü. Firavun: ‘Bu kadının de¬liliÄŸine hayret etmiyor musunuz? Biz ona iÅŸkence ediyoruz, o ise gülüyor.’ derken, ruhu kabz olundu. Osman en-Nehdî’nin kendisinden rivayet ettiÄŸine göre Selman el-Fârisî de şöyle demiÅŸtir: ‘Asiye’ye güneÅŸte iÅŸkence ediliyordu. GüneÅŸ sıcağı onu rahat¬sız etti mi melekler onu kanatlarıyla gölgelendiriyordu.’ GüneÅŸte ellerinin ve ayaklarının çivilendiÄŸi, sırtının üzerine bir deÄŸirmen ta¬ÅŸÄ± konduÄŸu, (bu arada) yüce Allah’ın ona cennetteki yerini gösterdiÄŸi de söylenmiÅŸtir. Yine denildiÄŸine göre ‘O: ‘…Rabbim! Bana katında, cennette bir ev yap…’ deyince, ona cennette evinin bina edilmekte olduÄŸu gösterildi. El-Hasen’den gelen rivayete göre onun evi incidendir. Âsiye: ‘Beni… kurtar!’ deyince, yüce Allah onu en üstün ve ÅŸerefli bir ÅŸe¬kilde kurtarır, onu cennete yükseltir. O orada yer, içer ve nimetler içerisin¬de yüzer.” (28)
Asiye ile ilgili bu pasajdan onu örnek almayı amaçlayan bir hanım için çıkarılabilecek sonuç özetle şudur:
“Asiye, imanı uÄŸrunda eziyet ve iÅŸkencelere sabırla katlanan bir hanımdır.”
Kurtubî, konuya şöyle devam eder:
“Firavun’dan ve onun (kötü) iÅŸinden” ifadesinde ‘amel’den kasıt, onun küfrüdür. Bu ‘Onun azabından, zulmünden ve [Asiye’nin] başına gelenlere sevinmesinden… (kurtulma isteÄŸi)’ ÅŸeklinde de anlaşılmıştır. Ä°bn Abbas (ra)’ın burada kasıt, cimadır.’ dediÄŸi de nakledilmiÅŸtir.” (29)
Galip zihnin bu ayetten hareketle bir hanımdan beklediÄŸi ÅŸey, iÅŸkence altında dahi olsa imanından vaz geçmemesidir. Zorluklara göğüs germek adına bu yaklaşımın bütünüyle yanlış olduÄŸu elbette söylenemez. Ancak Asiye örneÄŸi, erkek-kadın iliÅŸkisi açısından ele alındığında ve bu iliÅŸkide kadının maÄŸdur olan tarafı temsil ettiÄŸi düşünüldüğünde çıkarılacak sonuç, eziyetlere katlanmaktan ziyade kendi haklarını ve kimliÄŸini savunma çabasıdır. Elbette bu çaba, Meryem annemizin teslimiyeti ile dengelenmelidir. Ancak mesele Firavun-Asiye, Nuh, Lut ve eÅŸleri üzerinden sadece mümin-kâfir ikilemine hapsedildiÄŸinde gerekli dersleri çıkarmak mümkün olmaz. (30) Oysa bu ikilem gerekli dersler alınmadığında içine düşülebilecek vahameti gösterir. Yani surede yakıtı insanlar ve taÅŸlar olan ateÅŸten sakınma (6. ayet), kâfirlerin özür beyan edememesi (7. ayet), kâfir ve münafıklarla sıkı bir ÅŸekilde mücadele edilebilmesi (9. ayet), surenin başından itibaren ele alınan meselenin sadece bir aile tartışması olmadığı ve dikkat edilmediÄŸi takdirde bunun küfre kadar varabilecek sonuçlarının olabileceÄŸini anlatmaya yarar. Nitekim Nuh (as) ve Lut (as)’un eÅŸlerinin küfre örnek verilmesi de (10. ayet) bu yüzdendir. Dolayısıyla Asiye örneÄŸinden hareketle burada bir hanımın eÅŸini ya da toplumunu sorgulaması, onları Firavun ve onun zulmünü tasdik eden toplum yerine koyması anlamına gelmez. (31) Bu bir hanımın en yakınından baÅŸlayarak devam eden bir bakış/görüş açısına sahip olması gerektiÄŸini gösterir. Galip zihin, içinde bulunduÄŸu refah düzeyi nedeniyle bakış açısını küfre yöneltir. Asiye olmak için Firavunlar arar. Hâlbuki bu surenin indiÄŸi dönem itibariyle Medine’de Firavun bulunmuyordu. Ancak sürenin niye indirildiÄŸini bilenler, buna raÄŸmen kendilerini Asiye’nin yerine koymayı ve bundan olumlu sonuçlar çıkarmayı baÅŸarabiliyorlardı. Nitekim Tahrim suresinin uyarılarından sonra hanımların eÅŸleri ve evleri açısından onları sorgulamak ama utandırmamak adına daha dikkatli olmaya çalıştıklarında şüphe yoktur.
Not: Bu yazı, “Sözün BaÄŸlamı” adlı eserden iktibas edilmiÅŸtir.
Dipnotlar:
1. Bir medeniyet işgal ve tehdit altında yok olmaya yüz tuttuğunda da ilk önce en naif, zarif ve zayıf noktaları hırpalanır. Bu anlamda içinde yaşadığımız medeniyetin en zayıf ama son derece zarif noktalarından biri de yine hanımlardır.
2. Buhari, Menâkıb, 25; Bu konuda benzer bir rivayet de ÅŸu ÅŸekildedir: “…Allah’a yemin ederim ki, ÅŸu Ä°slam Dini muhakkak surette kemâle erecektir. Öyle ki, bir atlı (süvari, yalnız başına) San’â’dan Hadramevt’e kadar (selâmetle) gide¬cek, Allah’tan baÅŸka hiçbir ÅŸeyden korkmayacak…” (Buhari, Menâkibu’l-Ensar, 29; Ä°krah, 1; Ebu Davud, Cihad, 97.)
3. “Ey peygamber! Kadınları boÅŸa(mak iste)diÄŸiniz zaman onları iddetleri içinde (âdetten temiz oldukları sırada) boÅŸayın ve iddeti sayın (üç defa âdet görüp temizlenmelerini hesabedin). Rabbiniz Allah’tan korkun (bekleme süresi içinde) onları evlerinden çıkarmayın. Kendileri de çıkmasınlar. Ancak apaçık bir edepsizlik yapmaları durumu, bu hükmün dışındadır (o zaman evden çıkarabilirsiniz). Bunlar Allah’ın sınırlarıdır. Kim Allah’ın sınırlarını geçerse, kendisine yazık etmiÅŸ olur. Bilmezsin belki Allah, bundan sonra (iddet süresi içinde) yeni bir iÅŸ ortaya çıkarır (gönülleri uzlaÅŸtırıp birleÅŸme ortamı yaratır). Sürelerinin sonuna vardıklarında ya onları güzelce (yanınızda) tutun yahut güzellikle onlardan ayrılın. (EÅŸinizi yanınızda tutmak veya ondan ayrılmak için) içinizden adaletli iki kiÅŸiyi de ÅŸahit tutun. ÅžahitliÄŸi Allah için yapın. Ä°ÅŸte içinizden Allah’a ve Son Güne inanan kimseye öğütlenen budur. Kim Allah(ın yasakların)dan sakınırsa (Allah) ona bir çıkış (yolu) yaratır. Ve onu ummadığı yerden rızıklandırır. Kim Allah’a dayanırsa O, ona yeter. Allah, buyruÄŸunu yerine getirendir. Allah her ÅŸey için bir ölçü koymuÅŸtur.” (Talak suresi, 1-3. ayetler. S. AteÅŸ Meali)
4. “(BoÅŸadığınız) O kadınları, gücünüz ölçüsünde oturduÄŸunuz yerin bir bölümünde oturtun ve onları sıkıştır(ıp evden çıkmaÄŸa zorla)mak için kendilerine zarar vermeÄŸe kalkışmayın. Åžayet gebe iseler, yüklerini bırakıncaya kadar onların geçimini saÄŸlayın. Sonra sizin için (çocuÄŸunuzu) emzirirlerse onlara ücretlerini verin ve aranızda güzellikle konuÅŸup anlaşın. EÄŸer (anlaÅŸmakta) güçlük çekerseniz (o zaman) çocuÄŸu, baÅŸka bir kadın emzirecektir.” (Talak suresi, 6. ayet. S. AteÅŸ Meali)
5. Şüphesiz Ä°slam medeniyetinin ÅŸu ya da bu ÅŸekilde hâkim olduÄŸu dönemlerle Ä°slam’ın hiç yaÅŸanmadığı yer ve dönemler kadının güvenliÄŸinin saÄŸlanması açısından mukayese edilemez. Ä°slam, bu ve benzeri kıyaslamalar söz konusu edildiÄŸinde her zaman galip gelir. Dolayısıyla asıl konu Ä°slam’da kadının yeri deÄŸildir. Nitekim bu anlamda Ä°slam’ın kadına tanıdığı hakların tam anlamıyla anlaşılmadığı veya yerine getirilmediÄŸi üzerinde de durulması gerekir.
6. Meryem (as) bir kız olarak doÄŸumu konusunda annesinin üzüntüsünü Allah’ın nasıl karşıladığı da burada hatırlanmalıdır. Bu konu, “BaÄŸlamın Muhatapları Dikkate Alması” baÅŸlığı altında ele alınmıştır.
7. Mücâdile suresi, 1. ayet. (S. AteÅŸ Meali)
8. Dâl harfinin esre okunmasıyla Arapça’da “Mücâdile” ÅŸeklinde dile getirilen kelime ism-i fâil olup tekil ve müennes kalıpta ele alındığında Türkçe’de “Mücadele Eden/Hakkını Arayan Kadın” anlamına gelir. Dâl harfinin üstün okunmasıyla meydana gelen “Mücâdele” ise bu kelimenin masdarıdır. (Elmalılı, Hak Dini Kur’an Dili, c. 7, s. 171.) Kur’an’da bir surenin “Hakkını Arayan Hanım” baÅŸlığıyla anılması, bir hanım açısından hak aramanın ne kadar önemli ve deÄŸerli bir faaliyet olduÄŸunu gösterir.
9. Mücâdile suresi, 2. ayet. (S. AteÅŸ Meali); Bu hususta ÅŸu ayetin de hatırlanması gerektiÄŸi ifade edilir: “Allah hiç kimseye tek bedende iki kalp vermemiÅŸtir ve (aynı ÅŸekilde,) ‘kendiniz için annelerinizin bedeni kadar haram’ saydığınız eÅŸlerinizi hiçbir zaman sizin (gerçek) anneleriniz kılmamış ve evlatlıklarınızı da (gerçek) çocuklarınız saymamıştır, bunlar aÄŸzınıza doladığınız boÅŸ laflar(ın iÅŸaretlerin)den baÅŸka bir ÅŸey deÄŸildir; hâlbuki Allah (mutlak) doÄŸruyu söyler ve (size) doÄŸru yolu ancak O gösterir.” (Ahzab suresi, 4. ayet; M. Esed Meali); M. Esed bu ayetle ilgili 3. dipnotta şöyle bir açıklamaya yer verir: “Burada zıhar adı verilen Ä°slam öncesi Arap geleneÄŸine iÅŸaret edilmektedir. Bu geleneÄŸe göre koca, eÅŸini, sadece ‘Sen benim için artık annemin sırtı gibi [haram]sın.’ demek suretiyle boÅŸayabilirdi. Zahr (‘arka/sırt’) terimi, burada, ‘beden’i sembolize etmektedir. Müşrik Arap toplumunda bu boÅŸama ÅŸekli kesin ve geri dönülmez görülürdü; üstelik bu ÅŸekilde boÅŸanan kadın yeniden evlenemezdi ve ölünceye kadar eski kocasının kontrolünde kalmaya mahkûm olurdu. 58. surenin (Mücâdile) -ki bu sureden belli bir süre önce nazil olmuÅŸtur- ilk dört ayetinden anlaşılacağı gibi, bu ölçüsüz ve gaddar müşrik geleneÄŸi, yukarıdaki surenin nüzulü sırasında zaten yürürlükten kalkmıştı. Burada ise, sadece daha sonra gelen, ‘aÄŸzınıza doladığınız boÅŸ lafların [lafzen, ‘sözlerin’] iÅŸaretleri’nin insan iliÅŸkileri gerçekliÄŸi ile her zaman çakışmadığı ÅŸeklindeki hükmün tasviri için deÄŸinilmiÅŸtir.”
10. Mukâtil, Tefsîr-i Kebîr, c. 4, s. 172; Taberî, Tefsîru’t-Taberî, c. 10, s. 7923.
11. M. Esed, Kur’an Mesajı, Mücâdile suresi, 1. ayet, dipnot: 1.
12. Mücâdile suresi, 3. ayet. (S. AteÅŸ Meali)
13. Mücâdile suresi, 4. ayet. (S. AteÅŸ Meali)
14. Åžayet zıhar yapan kiÅŸi bu oruca özürsüz olarak ara verecek olursa yeni baÅŸtan tutması gerekir. Ancak özürden dolayı orucuna ara verecek olursa, bir kı¬sım âlimlere göre, geride kalan orucunu tamamlar, yeni baÅŸtan baÅŸlamaz. (Taberî, Tefsîru’t-Taberî, c. 10, s. 7932.) Fakat ayetin zahiri herhangi bir özür söz konusu edilmeden bu orucun ara verilmeksizin yapılması gerektiÄŸini ifade etmektedir.
15. Ayetlerde araka arkaya sıralanan cezalarla ilgili olarak ara cümlelerde geçen ???? ?????? köle bulamıyorsa, ???? ?????????? “buna da güç yetiremiyorsa” ÅŸeklindeki ifadeler âdeta bir yandan muhatabın zayıflığına vurgu yaparken diÄŸer yandan kendisine zalim olamayacak kadar güçsüz olduÄŸunu da hatırlatır. Bu üslup, muhatap açısından ona haddini bildiren ayrı bir ceza ÅŸeklinde de deÄŸerlendirilebilir.
16. Mücâdile suresi, 4. Ayet. (S. AteÅŸ Meali); Sureyi deÄŸil ama konuyu tamamlayan son iki ayet de ÅŸu ÅŸekildedir: “Allah’a ve Elçisine karşı gelen (onların koyduÄŸu sınırlardan baÅŸka sınırlar koymaÄŸa kalkan)lar kendilerinden öncekilerin tepelendikleri gibi tepeleneceklerdir! Biz açık açık âyetler indirdik. Kâfirler için küçük düşürücü bir azâb vardır. Allah onların hepsini tekrar dirilteceÄŸi gün ne yaptıklarını kendilerine haber verecektir! Allah on(ların yaptıkları iÅŸler)i hep saymış (zaptetmiÅŸ)tir. Onlar ise onu unutmuÅŸlardır. Allah her ÅŸeye ÅŸâhiddir.” [Mücâdile suresi, 4. Ayet. (S. AteÅŸ Meali)]; Bu iki ayetin içeriÄŸi meselenin ne kadar önemli bulunduÄŸunu yeterince göstermektedir.
17. “Yanlışlık dışında bir mümin, bir mümini öldüremez: Yanlışlıkla bir mümini öldüren kimsenin, mümin bir köle azadetmesi ve ölenin ailesine de bir diyet vermesi gerekir. EÄŸer (ölenin ailesi), bağışlar(diyetten vazgeçer)lerse baÅŸka. (Öldürülen) mümin, düşmanınız olan bir topluluktan ise mümin bir köle azadetmek gerekir. Ve eÄŸer sizinle kendileri arasında antlaÅŸma bulunan bir topluluktan ise ailesine verilecek bir diyet ve mümin bir köle azadetmek lâzımdır. Bunları bulamayan kimsenin, Allah tarafından tövbesinin kabulü için iki ay ardı ardına oruç tutması gerekir. Allah bilendir, hüküm ve hikmet sâhibidir.” (Nisa suresi, 92. ayet; S. AteÅŸ Meali)
18. Zıhar’ın çirkinliÄŸi, ondan dönmenin meÅŸru olması ve kadına dokunmadan önce üç kefaretten birinin uygulanması gereÄŸi, Allah’ın hudududur. Bunları aÅŸmanın caiz olmadığı ve bu sınırda durulması gerektiÄŸi açıklanır. Bu anlamda fakihlerin “Kadın, zıhar yapan kocasını kefarete ve geri dönmeye zorlar, kefaret yerine getirilmeyince de kendisini teslim etmez. Hâkim de, kadının zararını ortadan kaldırmak için kocaya hapis ve ta’zir (azarlama) cezası vermek suretiyle kefarete zorlayabilir.” dedikleri üzerinde durulmuÅŸtur. (Elmalılı, Hak Dini Kur’an Dili, c. 7, s. 176-178.); Fakat rivayetlerden hareketle Rasulullah (sav) dönemindeki uygulamalar, bu iÅŸi hatâen yaptığı bilinen muhatabın iyi niyet izharına binaen bunu telafi etmesi için kendisine yardımcı olunması yönündedir.
19. Nitekim evini otel gibi kullanıp kahvehaneleri mesken edinen ve eÅŸlerini evli mi bekâr mı belli olmayacak bir derekeye iten kimselerin yaptığı da, kadına karşı yapılmış bir nevi hakaret sayılır.
20. Elmalılı, sözlerine şöyle devam eder: “Yukarıda da geçtiÄŸi üzere zıhar Ä°slâm’dan önce Arapların âdetlerine göre kesin bir haramlık ifade ediyordu ve helâle çevrilmesine dair bir çözüm yolu yoktu. Kur’an, zıhar olarak söylenen sözün Ä°slâm’a yakışmayan, yadırganan ve çirkin bir yalan olduÄŸunu beyan etmiÅŸ, evvela ondan sakınılması lazım geldiÄŸini, söylendiÄŸi takdirde de hiç hükümsüz kalmayıp yine haram hükmünü ifade edeceÄŸini belirtmiÅŸtir. Ancak münker olarak söylenen o sözü, bir kefaret ile telafi ederek geri alıp, o haramlığı kaldırmanın gerekli olacağını beyan ile zikredilen âdeti kısmen bırakmış, kısmen ortadan kaldırarak deÄŸiÅŸtirmiÅŸ böylece çirkin âdetlerin ıslah edilmelerinin gerekli olduÄŸunu da göstermiÅŸtir.” (Elmalılı, Hak Dini Kur’an Dili, c. 7, s. 175.); Ayetlerin ortaya koyduÄŸu hüküm zıharı ve yol açtığı zararları ebediyen ortadan kaldırmak ÅŸeklinde anlaşılmalıdır.
21. Bu çalışmada Mücâdile suresinin baÄŸlamından da bahsedilmiÅŸtir. Orada görüleceÄŸi gibi surenin baÄŸlamı, bu hanımın ÅŸikâyet konusunun ÅŸekli ile ilgilidir. Fakat samimi ve açık bir talebin bu ÅŸekilde bir hanımın hakları üzerinden ele alınması, aynı zamanda kadınların her türlü hak talebinin de tartışmasız karşılanması anlamına gelir.
22. Mümin suresi, 40 ayet; Nahl suresi, 97. ayet.
23. Zira ambargo yıllarında mümin bir erkeğin asıl başarısı, evinde yaşanan olaylarla birebir ilişkilidir. Bu anlamda Mekke dönemi, mümin kadınları izleyerek baştan aşağı bir kere daha gözden geçirilmelidir.
24. Bu anlamda Tahrim suresi, özellikle hanımların okuması ve anlaması gereken bir suredir.
25. Diyânet Vakfı Meali.
26. Râzî, Mefâtihu’l-Gayb, c. 21, s. 567, 568.
27. Diyânet Vakfı Meali.
28. Râzî, Mefâtihu’l-Gayb, c. 21, s. 565; Kurtubî, El-Câmi’u Li-Ahkâmi’l-Kur’an, c. 17, s. 491.
29. Kurtubî, El-Câmi’u Li-Ahkâmi’l-Kur’an, c. 17, s. 492.
30. Bu anlamda Asiye (as)’nin hâli ve bir zalimin eÅŸi olmasına raÄŸmen Allah katındaki mertebesi, Meryem (as)’in kavmi kâfir olmasına raÄŸmen, zamanının kadınlarından faziletli kılınması gibi durumlardan hareketle müslümanların, kâfirlerle iliÅŸki kurmalarında bir beis olmadığı ve bu ilginin müslümanlara zarar vermeyeceÄŸi üzerinde de durulmuÅŸtur. (Râzî, Mefâtihu’l-Gayb, c. 21, s. 564.)
31. Galip zihinde topluma ve yöneticiye yüklenen bütün sorumluluklar, üstünlük anlayışına dayanır. Galip zihin, topluma rağmen bireye bir değer yüklemeye ihtiyaç hissetmez. Çünkü toplum ve bireyi bugünkü gibi birbirinden ayırmaya yarayan çelişkilerden yoksundur. Bu nedenle hiç kimsenin toplumdan kurtulmak veya kaçmak için haklı gerekçeleri bulunmaz.
Henüz yorum yapılmamış.