Sosyal Medya

Makale

Diyalektik

—psuedo hayatlar—

—Ömrünü kendini kanıtlamakla geçirmek insan için ne kadar yorucu bilemezsin. Durup dururken iyi biri olmak da mümkün deÄŸil üstelik. Bir ÅŸeyler yapmak lazım. Ä°yilik yapmak hiç kolay deÄŸil. BaÅŸa kakmadan, hava atmadan, sevdiÄŸi ÅŸeylerden vererek ve hele bedel ödeyerek fedakârlık yapmak bayağı zor.

—Zor ama abartmamak da lazım. Hayata bir kere geliyorsun. Ä°yilik yapacağım diye kendimi helak edemem. Zaten iyi biriysen kendiliÄŸinden yapacağını yaparsın. Üstelik bu dünyada başımıza gelmeyen kalmadı. Sanırım bu musibetler, günahlarımızı oldukça temizlemiÅŸtir.

—Evet, çektiÄŸimiz sıkıntılar günahlarımıza kefaret olabilir. Ancak bu temizlik düÅŸüncesi, sırf insanın başına gelen belalar yüzünden kendiliÄŸinden gerçekleÅŸen bir ÅŸey deÄŸildir. Nitekim insanın ödediÄŸi bedellerin neredeyse tamamı kendi yüzündendir. Bu kefaret, dert sahibi kiÅŸinin sıkıntılı anlarında göstereceÄŸi olumlu tavırların sonucunda gerçekleÅŸebilir. Direnmeden, sabretmeden, Allah’a yönelmeden sadece dert sahibi olmakla temizlik olmaz. Ä°yi biri olmak için gayret etmek lazım. Sen günaha girme de hayatını gene yaÅŸa. Günahın insanı rezil eden bir tarafı var. Üstelik baÅŸkalarını da günaha sokup onlara zarar verebilirsin.

—Kime, ne zarar verecekmiÅŸim? Öyle bir ÅŸey olsa hepsinin günahı benim boynuma olur, sanırım.

—Bunun inkâr edenlerin sözü olduÄŸunu bilmiyor musun?

—Nasıl yani?

Kur’an’da bir ayette ÅŸöyle denir; “Ve (O, ÅŸunu da bilir ki,) hakkı inkâr edenler, (her zaman olduÄŸu gibi,) inananlara: ‘(Gelin) bizim (hayat) tarzımıza uyun, günahlarınız bizim boynumuza!’ derler. Hâlbuki onlar, (bu ÅŸekilde yanılttıkları kimselerin) hiçbir günahını yüklenmezler: Dikkat edin, onlar yalancıdırlar!” (Ankebut, 29/12)

—Sonuçta tövbe kapısı açık deÄŸil mi?

—Açık tabii de “Önce her haltı yiyeyim sonra nasıl olsa tövbe ederim.” ÅŸeklinde olursa doÄŸru olmaz.

—Ne demek istediÄŸini anlamadım.

—Sen Yusuf’un kardeÅŸlerini duymadın mı? Åžöyle söylemiÅŸlerdi; “Aralarında dediler ki: Yusuf’u öldürün veya onu (uzak) bir yere atın ki babanızın teveccühü yalnız size kalsın! Ondan sonra da (tövbe ederek) sâlih kimseler olursunuz!” (Yusuf, 12/9)

—Her ÅŸeye ayet okuyorsun.

—Senin için cenneti istiyorum da ondan.

—Cennet vadi uzun süreli bir mükâfat gibi gözüküyor. Dedem doksan yaşında öldü. Babam seksen beÅŸ. Ben de en az seksen bilemedin yetmiÅŸ sene yaÅŸarım gibi geliyor. DüÅŸün bir kere; Sabahın köründe kalk abdest al, namaz kıl, bunu günde beÅŸ defa tekrarla. Kışı var, soÄŸuÄŸu var. Haksızlık yapmayacağım diye gereksiz bir hassasiyetin sorumluluÄŸunu yüklen. Bu saçma sapan ortamda kimseye zulmetmeyeyim diye ince ele sık doku. Üstelik haksızlıklara karşı çıkmanın risklerini üstlen. Ä°yilik yapmayı planlamanın sıkıcılığına katlan. Ona buna ÅŸeker dağıt. NeymiÅŸ yaklaşık elli altmış sene sonra cennete girecekmiÅŸim. Hadi canım sende. Åžehre çok uzak, dağın başında bir yerdeki arsaya yatırım yapmak gibi bir ÅŸey bu. Kim elli sene sora kâr etmeyi düÅŸünerek böyle bir yatırım yapar. Bu iÅŸ, hiç getirimli bir ÅŸey gibi gözükmüyor.

—Ä°nsanın menfaatine düÅŸkünlüÄŸünü bilirdim ama bu kadar her ÅŸeyden kâr etmeyi beklemene ÅŸaşırmalı mıyım bilemiyorum! Hem inandığını söyleyip hem de böyle çıkarımlarda bulunman insanı ÅŸaşırtıyor. Dünyada uygulanmadığı sürece dinin öÄŸütlerinin ahirette ne faydası olabilir? BaşıbozukluÄŸun faturası, yaÅŸarken ortaya çıkmıyor mu? Hiç kimsenin seni görmediÄŸini ve başıboÅŸ bırakılacağını mı zannediyorsun. Yaptıklarının sonuçlarını daha dünyadayken tatmaya baÅŸlarsın. Ahireti, mükâfat ya da cezanın mutlaka ve tam olarak karşılığının görüleceÄŸi yer olarak düÅŸünmelisin. Her ÅŸeyin hesabının görüleceÄŸi yer. Daha yaÅŸarken kimini bela bulmuÅŸ kiminin de kapısının eÅŸiÄŸinde beklediÄŸini görmüyor musun? Nitekim ne zaman öleceÄŸini de bilemezsin.

—Benim atalarım dindar insanlardı. Ben de sanırım dönüp dolaşıp sonunda kürkçü dükkânına geri döneceÄŸim. Kanımızda din var, nasıl olsa. Benim dedem sabaha kadar Kur’an okurdu. Benim de kalbim temiz. Kimseye bilerek kötülük yaptığımı hatırlamıyorum. Bir batılı gibi yaÅŸadığımı biliyorum. Bu da affedilir bir ÅŸey olsa gerek. Sokakları tertemiz. Ekonomileri, teknolojileri bizden çok ileride. Medeniyet onların ki kardeÅŸim. Ä°slam dünyasının haline bir bakar mısın? Açlık, sefalet kol geziyor. Ne yani onları mı örnek alacaktım?

— O beÄŸenmediÄŸin müslümanlar, yeri geldiÄŸinde seninle her ÅŸeylerini paylaşırlar. Ama Batı’da insan iliÅŸkileri ne halde? KomÅŸuluk var mı? Birbirlerine yardım ediyorlar mı? Bireysellikleri had safhada deÄŸil mi? Kendi ülkeleri dışında olup biten zulümlere ne kadar duyarlılar. Üstelik bu zulümlerin bir kısmını kendi yöneticileri yapmıyor mu? Medeniyet dedikleri tek diÅŸi kalmış canavar. Sürekli saldırıp sömürerek kendi refahını saÄŸlıyor. Bütün dünyanın zenginliklerini bu ya da ÅŸu ÅŸekilde kendilerine akıtıyorlar. Orta doÄŸu’nun petrolleri, Güney Afrika’nın altınları, az geliÅŸtirdikleri veya bir türlü geliÅŸtirmedikleri ülkeleri uluslararası ÅŸirketleriyle her türlü sömürmüyorlar mı? Ä°lerlemek; savaÅŸ açmak, silah satmak ve iÅŸgal etmek midir? Ä°lim ve teknoloji, insanların ortak mirasıdır. Ä°nsan olmak, yüzünü batıya ya da doÄŸuya çevirmek deÄŸil kendin olmaktır. Müsaade edersen sana yine bir ayet okuyacağım.

“Baksana o kendilerini övüp yücelterek temize çıkaranlara! Hayır, Allah, dilediÄŸini temize çıkarır ve onlara kıl kadar haksızlık edilmez. Bak, kendi uydurduklarını nasıl da Allaha isnat ediyorlar? Bu da, onlara belli bir günah olarak fazlasıyla yeter! Baksana o kendilerine kitaptan bir nasip verilenlere! Putlara (asılsız muammalara) ve ÅŸeytanlara (ne kadar batıl varsa hepsine) iman ediyorlar ve yetmezmiÅŸ gibi, Bir de kalkıp kâfirler hakkında ‘Onlar, müslümanlardan daha doÄŸru yoldadır’ diyorlar!” (Nisa, 4/49–51)  

—Yahu ben de aynen böyle söylüyorum. Vay canına! Peki, bunlar hiç mi iyilik yapmıyorlar? Her ÅŸeyleri kötü mü?

—Hayır, Batı’da da doÄŸuda da iyi insanlar ve yaptıkları iyi ÅŸeyler tabii ki var. Sorun insana verilen fırsatın kötüye kullanılması. Åžu ayete bir bak bakalım ne göreceksin:

“Ä°mdi, düÅŸün, (ey Muhammed): onlara (dünya hayatının) tadını çıkarmaları için yıllarca fırsat vermiÅŸsek ve sonra vaat edildikleri (azap) baÅŸlarına geliverse, kendilerine vaktiyle verilmiÅŸ olan fırsatın onlara ne yararı olabilir?” (Åžuara, 26/ 205–207) 

—Onların kültürleri, sanatı, müziÄŸi beni etkiliyor. Bunun neresi kötü?

—Bütünüyle kötü diyemem fakat ÅŸu hikâyeyi hiç duymadın mı? “Bir zamanlar ormanın en güzel yürüyen kuÅŸu, saksaÄŸanmış. Bir gün leyleÄŸi görmüÅŸ. Ä°ncecik bacaklarıyla çıtı pıtı yürüyüÅŸünü çok beÄŸenmiÅŸ. Onun gibi olmak istemiÅŸ. BaÅŸka bir gün, serçeyi görmüÅŸ, zıp zıp zıplıyor. Çok hoÅŸuna gitmiÅŸ ve onu taklit edip onun gibi olmak istemiÅŸ. O gün bu gündür, saksaÄŸanın artık kendisi gibi yürüyemez olduÄŸu söylenir.”

—Yani önce kendin ol, tarihine, kültürüne sahip çık, sonra bak güzel ÅŸeylerinden faydalan mı diyorsun. Körü körüne taklit etme ya da bağımlı olma gibisinden.

—Babana rahmet, aynen bunu söylüyorum. Bugün çok öteye gitmeye gerek yok. Etrafında ahlakı yalnızca tuvalet adabına indirgeyenler veya dini, mübarek saydıkları gecelerde simit dağıtmaktan ibaret sayanlar vardır herhalde. Hani sadece biri ölünce ya da tuvalete gitmek için camiye girenler var ya. Dert sahibi olmadan Allah demeyenler. Ä°ÅŸte onlardan biri olma diyorum.

—Haksızlık ediyorsun. Benim anneannem kapı gıcırtısına ayet okurdu. Çok sıkıntılar çekmiÅŸler. Babam eskiden Beykoz kundura fabrikasında çalışıyormuÅŸ. Bayramdan bayrama bir ayakkabı alırmış. Ekmek arası peynir zeytinle büyümüÅŸ. EniÅŸtem hakeza. Dolapdere’de iki metrekare bir dükkânda senelerce karın tokluÄŸuna çalışmış. Åžimdi hepsinin durumları çok iyi. Hayat böyle bir ÅŸey. Gelip geçiyor ve zamanla her ÅŸey rayına oturuyor. Sıkıntılar geçip bitiyor. Çalışan kazanıyor.

—Benim de sana anlatmaya çalıştığım bu iÅŸte. Kimse “Allah” demiyor. Bu sıkıntıları herkes atlatamıyor. Atlatanlar geriye dönüp bakmıyor. Ders çıkarmıyor. BaÅŸkalarını düÅŸünmüyor. Dardayken hatırladığı Rabb’ini, refaha ulaşınca unutuyor. Sonra hiçbir iÅŸine onu karıştırmıyor. Rabb’ini unutuyor da ne oluyor sanki? Bütün iliÅŸkileri menfaate dayanıyor. Merhametten ve iyilikten uzaklaşıyor. Åžu ayete bakar mısın;

“Sonra kötülüÄŸü deÄŸiÅŸtirip yerine iyilik getirdik de (insanlar) refahı tattılar ve: ‘Atalarımıza da darlık ve sevinç dokunmuÅŸtu (onlar da üzüntülü ve sevinçli günler geçirmiÅŸlerdi.)’ dediler (de olaylardan ibret alıp ‘Allah’ demediler). Biz de onları, hiç farkında olmadıkları bir sırada ansızın yakaladık.” (A’raf, 7/95)

—Hiç böyle düÅŸünmemiÅŸtim.

—Ebu Leheb’in yaptığı gibi?

—O da kim?

—Shakira, Eminem, Britney Spears, Justin Timberlake, Avril Lavigne, Backstreet Boys, Snoop Dogg, Metallica desem.

—Bunların yedikleri yemekten giydikleri elbiselere kadar bütün hayatlarını bilirim de ÅŸu Leheb dediÄŸinle bir alakaları mı var onu anlayamadım.

—Hayır, alakaları yok. Ben sadece dedesi sabaha kadar Kur’an okuyan birinin kendi deÄŸerlerine ne kadar yabancı olabileceÄŸini göstermek istedim o kadar. Üzücü bir ÅŸey. Üstelik Kur’an’da bu Ebu Leheb’in adına bir sure varken.

—Allah aÅŸkına kim bu adam?

—Aslında lüzumsuz biri. Ama prototip yani örnek olarak önemli biri olmalı ki Kur’an onu hem direkt hem de dolaylı olarak konu edinmiÅŸ. Bu adam Mekke site devletinin baÅŸkanıydı. Peygamberimizin de amcası. O günün en ileri gelen kabilesi olan KureyÅŸ’in lideri. Atalarına son derece saygılı. Aşırı bir milliyetçi. Geleneklerine oldukça baÄŸlı. Yani muhafazakâr. Peygamber oluncaya kadar yeÄŸenine karşı da müÅŸfikti. Çevrede peygambere olan ilginin arttığını görünce menfaatlerinin sarsıldığını hissetti. Etekleri tutuÅŸtu. Kıskançlığından parmaklarını ısırarak ona olan iltifata engel olmaya çalıştı. Sana dolaylı olarak konu olduÄŸu bir sureyi biraz sonra anlatınca onu daha iyi tanıyacaksın. Öncelikle yaptıklarına ve inen surenin içeriÄŸine bakılırsa, Ebu Leheb ÅŸöyle düÅŸünüyor olmalıydı;

“Muhammed’in peÅŸinden niye gidiyorlar ki? Bu çocukta bizde olmayan ne var yahu! Allah’a inanıyoruz. Biz de namaz kılıyoruz. Kâbe, zaten göz bebeÄŸimiz. Buraya gelen misafirleri ağırlamayı aramızda paylaÅŸmadık mı? Kimimiz su dağıtıyor, kimimiz yemek. Kimsenin ibadetine karışmadığımız gibi her türlü desteÄŸi de veriyoruz. Sabaha kadar tapınsalar her gün oruç tutsalar başımızın üstünde yerleri var. Bu adama bu kadar iltifat niçin? Bizden farkı ve fazlası nedir? KardeÅŸim, o delikanlı Ömer güya onu öldürmeye gitti onu bile kandırmış. Kesinlikle büyü yapıyor. Bunun baÅŸka açıklaması olamaz.”

—Adam haklı sanki, gerçekten fark neydi?

—Müslümanlarla ve özellikle peygamberimizle müÅŸrikler arasındaki fark, gelen surede ÅŸöyle dile getirildi;

“Hiç bütün bir ahlaki deÄŸerler sistemini (dini) yalanlayan (birini) tasavvur edebilir misin? Ä°ÅŸte böyle biridir, yetimi itip kakan, yoksulu doyurma arzusu/gayreti duymayan. Yazıklar olsun ÅŸu namaz kılıp duranlara, onlar ki kalpleri namazlarına yabancıdır, onlar ki niyetleri yalnızca görülüp takdir edilmektir ve üstelik onlar, (insanlara) en ufak bir yardımı bile reddederler!” (Mâun Suresi)

—Bu sureyi duymuÅŸtum. Ama farkı hâlâ anlamadım.

—Yani;

“Siz bir düzen ve disiplin içerisinde yaÅŸamıyorsunuz. Hele hele ahlakı, oldukça göz ardı ediyorsunuz. Huzur her mahalleye uÄŸruyor mu? Mekke sokaklarında yerde bulduÄŸu kurumuÅŸ et parçasını kemirmeye çalışanlar kim? Açlıktan karnına taÅŸ baÄŸlayıp gezenler nerenin insanı? Anlamsız ve gayrı meÅŸru iliÅŸkilerinizin topluma çıkardığı faturayı kime keselim? Siz ahlakı ve ahlaklı olmayı neden sadece kiÅŸinin kalbi eylemlerine indirgiyorsunuz? Böylelikle toplumun yozlaÅŸmasına kapı aralıyorsunuz. RüÅŸvet almış başını gidiyor. KureyÅŸli hemÅŸerisini ya da adamını bulan iÅŸini hallediyor. Güçlü olanı hiç bir kanun baÄŸlamıyor. Zayıflık ve fakirlik kader sayılıp din afyona dönüÅŸtürülüyor. Yetimin sahibi yok. Ä°nsanlar mutlu deÄŸil. Bunları görmüyor musunuz?” Bir de Muhammed’e ve onun gibi inananların nasıl davrandıklarına ve yaÅŸadıkları toplumun sorunlarına olan duyarlılıklarına bir bakın ve farkı görün.” demeye çalışıyordu.

—Peki, “Yazıklar olsun ÅŸu namaz kılıp duranlara.” diyor. Ve gösteriÅŸten bahsediyor. Burada söz konusu edilenler müslümanlar deÄŸil mi?

— Evet, bu sureyi böyle anlayanlar var. Sureden edinilen ilk intiba; konunun Allah’a kulluk noktasında gösteriÅŸ yapan ve samimi olmayan münafıklarla ilgili olduÄŸu yönünde. Hâlbuki sure Mekke’de inmiÅŸ. Üstelik ilk inen yirmi surenin içinde olması açısından çok erken bir döneme ait. Bilirsin nifak, genellikle korku kaynaklı bir hastalık. Ä°slam’ın güçlü olduÄŸu yerde boy gösterir. Hasta ruhlu olanlar ve güce tapanlar açısından Mekke’de inanmış gibi gözükmek gerekmiyordu. Vahyin inmeye baÅŸladığı ilk senelerde inanmanın güçlüÄŸü dikkate alınırsa bu ÅŸartlarda nifakın oluÅŸması ve surenin muhataplarının münafıkça yaşıyor olması düÅŸünülemez. Nitekim ilk müslümanların Allah’a teslim olmaları adına yaÅŸadıkları zorluklar dikkate alınırsa böyle bir hastalığa yakalanmış olmaları ihtimali de çok anlamlı deÄŸil.

—Öyleyse bu namaz ve gösteriÅŸ neyin nesi?

— Kur’an’da; “Onların Beyt(ullah) yanındaki namazları da, ıslık çalmaktan ve el çırpmadan ibarettir…” (Enfal, 8/35) deniliyor.  Anlaşılan bu, müÅŸriklerin namazı. Onların bir ÅŸekilde Allah’a saygı seranomileri var.  Günah çıkarıp vicdanlarını rahatlatıyorlar. Ama bu özel ayin gösterilerinin gösteriÅŸten öteye kimseye bir faydası yok. Bugünkü gibi.

—Ne gibi yani?

—Bir köyün kalitesi muhtarından belli olur, derler. Bir toplumun kalitesi de kimsesiz ve yoksul insanlarına gösterdiÄŸi ilgiyle ölçülmelidir. Çünkü kimsesiz, arkası olmayan ve yoksul bu kimselerin sahibi toplumdur. Ä°yilik, karşılıksız olmalıdır. Harcadıkları ÅŸeyleri vergiden düÅŸüp bir de üzerine tabelasını asmak gösteriÅŸ deÄŸil de nedir?

—Onlar ne yapsın? Bu dünyanın fakiri fukarası biter mi?

—Belki bitmez, Ama sosyal adaleti saÄŸlayabilirsek en azından herkesin insanca yaÅŸamasını temin edebiliriz. Zenginle fakir arasında uçurum olmaz. Biri yatıyla mavi yolculuÄŸa çıkarken öteki soÄŸan ekmeÄŸe muhtaç kalmamalı.

—Batı’da bu sorunu halletmiÅŸler iÅŸte.

—Hiç de görüldüÄŸü gibi deÄŸil. Neyi halletmiÅŸler. Evet, ekonomik durumları bizden iyi. Ama arka bahçeleri var. EÄŸitim ve saÄŸlık hizmetleri sınıflara göre düzenlenmiÅŸ. Pek çoÄŸunda da yeterli deÄŸil. Adalet kendi beyaz insanları için farklı iÅŸliyor. Irkçılık almış başını gidiyor. Amerika’da zenci, Ä°ngiltere’de Hintli, Almanya ‘da Türk olmak kolay mı sanıyorsun? Avrupa’da göçmen olsaydın beni daha iyi anlayacaktın. Buralarda insanları eÅŸit gören anlayış hala yok. Uluslararası metinlerde kâğıt üzerinde yazılanlar seni kandırmasın. Özgürlük ve adaletin nasıl çıkarlarına konu olduÄŸunu ve herkesi kapsamadığını tarih ve zaman sana göstermiÅŸ olmalıydı. Teknolojik geliÅŸmeler, kimin hayatını rahatlatıyor ve nasıl sömürüye konu oluyor bir bakar mısın? Ä°nsan ya da ülkeler arası iliÅŸkilerde ahlakı göz ardı eden yaklaşımlarla bir yere varılamaz. Maharetini; yaptığı bombalar, iÅŸgal ettiÄŸi topraklar ve öldürdüÄŸü insanlarla gösteren bir medeniyeti geliÅŸmiÅŸ sayamayız.

—Anlaşılan içinde yaÅŸadığı toplumun sorunlarından uzak, sorumluluklarını göz ardı etmiÅŸ eylem türleri kiÅŸiyi Allah’a yaklaÅŸtırmıyor.

—Aynen öyle. Kur’an’da toplumsal sorumluluk ve insanların birlikteliÄŸi o kadar önemsenmiÅŸtir ki bizzat bireylerin iÅŸlediÄŸi suçlardan dahi toplum sorumlu tutulmuÅŸtur.(2/73) Toplum, kendi içinde iÅŸlenen suçlardan ve özellikle maÄŸdur kimselerden sorumludur. Bu yüzden bir mahallede bir insan acından ölse bütün mahalle “katil” damgası yer. Bu durumda komÅŸusu açken tok yatmak, sadece ahlaki bir zafiyeti deÄŸil aynı zamanda toplumsal bir suçu ve âhirete yönelik bir cezayı da hatıra getirmelidir.

—Farklı ÅŸeyler söylüyorsun. Ä°lgimi çekti. Seninle bu konuları zaman zaman konuÅŸsak diyorum.

—Niye olmasın! Yeter ki sen iste. Ayrılmadan önce sana son bir ayet daha okumak istiyorum.

—Neyle ilgili?

—Ä°nsan iliÅŸkileriyle. DoÄŸru dürüst anlaşılsa ve yaÅŸansa insan için ne türden kazanımlar saÄŸlayacağını düÅŸünmeni istediÄŸim için. Ä°nsan ve içinde yaÅŸadığı toplumun mutlu olması adına…

—Lütfen, okur musun?

—Ayet ÅŸu;

“Görme özürlü, topal veya hasta gibi özürlülerin sizin evlerinizden yemek yemelerinde mahzur olmadığı gibi, sizin de eÅŸlerinize yahut çocuklarınıza ait evlerinizden, babalarınızın evlerinden, annelerinizin evlerinden, erkek kardeÅŸlerinizin, kız kardeÅŸlerinizin evlerinden, amcalarınızın evlerinden, halalarınızın evlerinden, dayılarınızın evlerinden, teyzelerinizin evlerinden yahut anahtarları size bırakılıp sahip çıkmanız istenen yerlerden veya arkadaÅŸlarınızın evlerinden yemek yemenizde mahzur yoktur. Ä°ster toplu, ister ayrı ayrı yemenizde de sakınca yoktur. Evlerinize girdiÄŸiniz zaman Allah katından kutlu, feyizli ve bereketli bir iyi dilek temennisi olarak birbirinize selâm verin! Ä°ÅŸte Allah size ayetlerini böylece açıklıyor. Umulur ki düÅŸünüp hikmetini anlarsınız.” (Nur, 24/61)

—Buradan ne anlamalıyım çıkaramadım.

—KardeÅŸin, halan, teyzen, dayın, arkadaşın gibi ayette sayılan kiÅŸilerden birer taneye sahip olsan asgari on bir ev yapıyor. Sayı, sahip olduÄŸun akraba ve arkadaÅŸa göre çok daha fazla artabilir. Yani bu evlerden yiyebilecek durumda olmalısın anlamında. Aslında hepsi senin evin manasında. Tabii bunun için de onlara gerekli ilgi ve alakayı göster ve uzak durma diyor. Ä°nsan, sadece bu güvence ile bile hayata daha olumlu bakmaz mı? DoÄŸru olanı yapmak ve haksızlıklara karşı çıkmak adına daha cesur davranmaz mı? Çünkü her halükarda aç ve açıkta kalma tehlikesi ortadan kalkmış olmuyor mu? Bu durumda geleceÄŸe dair korkularımızın önemli bir kısmı kendiliÄŸinden yok olmayacak mı? Ä°ÅŸte sana mutlu bir insan ve saÄŸlıklı bir toplum tablosu.

—Aklıma “Evinden yiyebileceÄŸim acaba kaç arkadaşım ya da dostum var.” diye bir soru geldi. Haklısın, bu iliÅŸki biçimi tek başına pek çok sorunu halledebilir gibi gözüküyor. Peki, en azından inanan insanlar bunları bilmiyorlar mı? Neden yapmıyorlar?

—Bir kısmı inanıyor ve yapıyor. Bazıları da farkında deÄŸil. Ama asıl sorun aynı evde birbirine yabancı dede-torun, baba-oÄŸul, anne-kızlar yaÅŸaması. Bir toplumun yozlaşıp çürüyerek yıkılması sadece topla tüfekle olmuyor. En kötüsü kültürel erozyon. Sana ait bütün deÄŸerlerin buharlaÅŸmasıyla gerçekleÅŸen kimlik bunalımları. Batı kültürünün bize ait olmayan hızlı deÄŸiÅŸimini onlar gibi arka planda ödedikleri bedelleri yaÅŸamadan ithal edilince bu ÅŸaÅŸkınlıklar oluÅŸuyor. Belki aç gözlülüÄŸümüzü terbiye edecek olan Kur’an ahlakını göz ardı etmemizin sonuçlarını görüyoruz. Belki de peÅŸinden koÅŸtuÄŸumuz Batı’nın kültür emperyalizminin faturasını ödüyoruz.

—Ne “belki”si duruma bakılırsa “tamamen” öyle. Ne büyük bir bedel ama!

—GörüÅŸmek üzere. Selamun aleyküm.

—Bir dakika, ayrılırken de selamun aleyküm mü diyorsun?

—Evet, karşılaşınca da ayrılırken de denir.

—Bu sözün tam karşılığı nedir, söyler misin?

—“Selam sizin üzerinize olsun.” anlamında bir temenni, dua.

—Allah’ın selamı deÄŸil mi?

—Hayır, benim selamım. Sana selam veren benim. Åžimdi ayrılıyoruz. “Selam”; esenlik, rahmet, barış gibi anlamlara gelir. Biz kardeÅŸiz. Birbirimizden sorumluyuz. Dertlerimizi paylaÅŸarak çekilebilir hale getiririz. Dedikodunu yapmam, arkandan konuÅŸmam, kuyunu kazmam, benden sana “barış “ dışında bir ÅŸey gelmez. Sıkıntın mı var yanındayım; borcun mu var, yardım edeyim; hayattan korkma, arkandayım demektir. Kısacası “Benden sana zarar gelmez. EÄŸer bir sorunun varsa yardıma hazırım, temennim her ÅŸekilde selamete çıkmandır.” anlamında muhatabınla aranda imzaladığın bir nevi sözlü bir güvenlik belgesidir bu.

—Ä°yi de Allah bunun neresinde.

—Tam üstünde. Yani inanan bir kimse için selam da odur, selamet de ondandır. Ancak burada benim selamımla Allah arasında dolaylı bir iliÅŸki var. Selamı veren benim. Bu bir dua. Benim duamı gerçekleÅŸtirecek ve selamete çıkaracak olan o. Yani resmi ben yapıyorum ama çerçevesini ve kalitesini belirleyen o oluyor.

—Öyleyse sana da selamun aleyküm.

—Ve aleyküm selam.

Kaynak:  Söz ve Adalet / 8-9. Sayı

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.