Sosyal Medya

Makale

Hidayete Ermek

Hidâyet yol göstermektir. Bir nevi adres tarifidir. Allah, insanlara cennete ve cehenneme giden yolları göstermiÅŸtir. Hidayet, Allah’tandır. Yani doÄŸru yolu o gösterir. Bundan sonra adresi bulmak insana kalır. DoÄŸru yolda gidenler desteklenir (tevfîk). Yanlış yolları seçenlerden de yardım kesilir (hızlan).

Allah, hak etmeden kimseye durup dururken hidayet vermez. Bu yüzden tebliÄŸde kiÅŸinin muhatabını harekete geçirmesi esastır. İçinde bulunduÄŸu kötü durumu terk etme ya da iyi olana karşı bir adım atma yönünde hareket etmedikçe kimse yardım göremez. Dolayısıyla tebliÄŸ, kiÅŸiye bu adımı attırmaktan ibarettir. Ä°nsanı irade, eylem ve sorumluluk açısından pasif duruma düşüren yaklaşımlar, farkında olmadan olası kötülüklerin hepsini Allah’ın hesabına yazarlar. Oysa sorumluluk özgür iradeyi, özgür irade eylem ve hareketi, hareket ise sonunda hesap vermeyi gerektirir. ÖrneÄŸin “Allah dileseydi, hepinizi, bir tek ümmet yapardı, fakat (O), dilediÄŸini ÅŸaşırtır, dilediÄŸini doÄŸru yola iletir. Ve siz, mutlaka yaptığınız ÅŸeylerden sorulacaksınız.” (1) ayetinde geçen dilemenin insanların eylemleriyle iliÅŸkili olduÄŸu açıktır. “DilediÄŸini saptırmak dilediÄŸini hidayete erdirmek” konusu, ilk bakışta insanın buna icbar edildiÄŸini düşündürür. Hâlbuki Allah adildir. Kimseyi durup dururken bir ÅŸeye mecbur bırakmaz. Ä°nsanın bütün bunları hak etmesi gerekir. Öyleyse ayete anlam verilirken insanın bu ihtiyarını ve gayretini ortaya çıkaracak bir tefsir cümlesine ihtiyaç vardır. “Mutlaka yaptığınız ÅŸeylerden sorulacaksınız.”cümlesi, ayetin başında geçen “dileme/isteme” konusunun kulun davranışlarıyla ilgili olduÄŸunu yeterince gösterir. Öyleyse Allah kendi istediÄŸini zecri bir iradeyle gerçekleÅŸtiriyor ve buna göre kimini kurtarıyor ya da kimine azap ediyor deÄŸildir. Mealde bu anlamı ortaya çıkaracak bir cümle yanlış anlaşılmaya yol açar. Öyleyse cümleyi kulun iradesini öne çıkaracak ÅŸekilde kurmak gerekir. Bu yüzden ayeti, “Allah (sapmak) isteyeni saptırıp, (doÄŸru yola ulaÅŸmak) isteyeni de doÄŸru yola yöneltir.” ÅŸeklinde anlamak gerekir.

Allah’ın iradesi ve bunun nasıl tecelli ettiÄŸi konusu çok önemlidir. Bu nedenle Allah’ın dilemesi, çok dikkatle anlamlandırılması gereken önemli bir husustur. Amacı ders ve öğüt vermek, insanları doÄŸru yola sevk etmek, onları sorumluluk sahibi olmaya davet etmek ve herkesin hesap vereceÄŸi bir güne hazırlamak olan bir Kitab’ın insana kendi düşünceleriyle eylemleri arasında doÄŸru bir iliÅŸki kurmasına yardımcı olması beklenir. Allah’ın iradesini, yol açtığı ve açacağı eylem türleri açısından tarif eden her teÅŸebbüs, tarih boyunca suistimale uÄŸramıştır. Zira dinin emir ve yasaklarının en önemli veçhesi bu tarif üzerinden anlam kazanır. Mekke’de de durum farklı deÄŸildir. “O dilemeseydi…” ifadesiyle baÅŸlayan ve kiÅŸinin bütün sorumluluklarını yok sayan yaklaşımlar, müşrik tutumun ayrılmaz bir parçasıdır. (2)

Ä°slam inancını diÄŸer batıl ve çok tanrıcı yaklaşımlardan ayıran en bariz fark, egemenliÄŸin tek bir otorite etrafında toplanmasıdır. Bütün gücün Allah’ın sarsılmaz otoritesinde bulunduÄŸunu kabul etmek kiÅŸinin özgürlüğünün baÅŸladığı noktadır. Çünkü bu durumda O’nun dışındaki her ÅŸey eÅŸitlenmektedir. Bu yüzden Kur’an, Allah’ın dışında veya yanısıra hiçbir ÅŸeye izin vermez. Hatta buna o kadar özen gösterir ki bu anlamda oluÅŸturulan din dili, çerçevenin bütününü yani Kur’an’ın inÅŸa ettiÄŸi yapının tamamını bilmeyi gerektirir. Aksi hâlde yanlış anlaşılmalara da yol açabilir. (3) Buna göre şüphesiz Allah’ın iradesini her ÅŸeyin üstünde gösteren dilin yapısı korunmalı ancak insanın kendisini sorumluluktan sıyıracağı bir duruma da mahal verilmemelidir. Ele alınan konunun baÄŸlamı, birini diÄŸerine feda etmeden her iki açının da dengeli ve tutarlı bir ÅŸekilde ifade edilmesinde önemli bir rol oynayacaktır. (4)

AÅŸağıda iki ayrı meali verilen ayette insan iradesini edilgen kılan en önemli konulardan birisine “Hidâyet/Dalâlet” anlayışına dikkat çekilmiÅŸtir. Mealler arasındaki fark anlatılmak istenen hususa ışık tutacaktır. Şöyle ki:

“Onların tümü toplanıp (kıyâmette) Allah’ın huzuruna çıktılar da zayıflar (mustazaflar) büyüklük taslayanlara (müstekbirlere) dedi ki: ‘Şüphesiz, biz size tâbi idik; ÅŸimdi siz, bizden Allah’ın azabından herhangi bir ÅŸeyi önleyebiliyor musunuz?’ Dediler ki: ‘EÄŸer Allah bize doÄŸru yolu gösterseydi biz de sizlere doÄŸru yolu gösterirdik. Åžimdi yakınsak da, sabretsek de fark etmez, bizim için kaçacak bir yer yoktur.’ ” (5)

“EÄŸer Allah bize doÄŸru yolu gösterseydi…” ifadesinden anlaşılan mana ÅŸudur: “Allah, büyüklük taslayanlara dünyada doÄŸru yolu göstermemiÅŸtir. Onlar da güya öğrenemedikleri bu doÄŸru yolu kendilerine tabi olan zayıflara gösterememiÅŸlerdir.” Cümle, bu hâliyle ancak kâfirlerin alaycı tutumlarını ve onların yanlış düşüncelerini göz önüne sermek için dile getiriliyor ve dünyada yaptıklarına benzer bir ÅŸekilde bu sefer onlar küçümseniyor olabilir. Belki de onlar konuya bu ÅŸekilde yaklaÅŸarak yoldan çıktıklarını itiraf etmektedirler. Fakat ayetin bütünü bu yaklaşımları haklı çıkarmaz. Ayet ilk bakışta dünyaya ait bir söz gibi algılansa da aslında konu ahirette azaptan kurtuluÅŸla ilgilidir. Zira Allah’ın hiç kimseye hak etmeden hidayet vermeyeceÄŸini bile bile böyle söylemelerinin baÅŸka bir anlamı olamaz. Sözün baÄŸlamı ahirette azaptan kurtulmanın bir yolu olmadığına dairdir. (6) Hidayet dünyaya ait bir fiil ÅŸeklinde kullanıldığında özellikle doÄŸru yol bilgisidir. Oysa defterlerin kapatıldığı ve bütün hesabın görüldüğü günde artık doÄŸru yolu bulmak bu anlamda önemini kaybeder. Dolayısıyla yukarıdaki cümlede kullanılan ‘hedâ’ fiili, bu saatten sonra kurtuluÅŸa ait bir yol veya sebep bulunamadığının itiraf edilmesi anlamına gelir.

Dolayısıyla doğru meal şu şekilde olmalıdır:
“Ve (o Yargı Günü’nde insanların) hepsi Allah’ın huzuruna çıkacaklar; iÅŸte o zaman, zayıf olanlar bir vakitler büyüklük taslamış olanlara; ‘Bakın, bizler sizin izleyicilerinizdik, o hâlde ÅŸimdi bizden Allah’ın azabını biraz olsun savabilecek güçte misiniz?’ diyecekler. (Ötekiler ise buna şöyle) cevap verecekler; ‘EÄŸer Allah bize (kurtuluÅŸ) yolu(nu) gösterirse, şüphesiz, biz sizi de peÅŸimizden sürükleriz; fakat görebildiÄŸimiz kadarıyla, ÅŸimdi artık sızlansak da, (hak ettiÄŸimiz azaba) katlansak da, hepsi bir: bizim için artık kurtuluÅŸ yok!’ “ (7)

Burada müstekbir-mustazaf iliÅŸkisi gündeme getirilir. Bunlar birbirlerine tabi olmuÅŸ, taklit etmiÅŸ, sorgulamadan peÅŸinden gitmiÅŸ, birbirlerinin izini takip etmiÅŸlerdir. Nitekim burada büyüklenenlerden kasıt o toplumun ileri gelenleridir. Vurgulanan nokta budur. Bu iliÅŸki biçiminin aynı ÅŸekilde ahirette de süreceÄŸi ama kurtuluÅŸun bulunamayacağı dile getirilir. Ayet, zayıf düşürülenlerin büyüklük taslayanların peÅŸinden gitmesini kınar. “EÄŸer Allah bize (kurtuluÅŸ) yolu(nu) gösterirse”ifadesi, piÅŸmanlık ifade eder. Nitekim akabinde “…Bizim için artık kurtuluÅŸ yok”denilir. Dolayısıyla “EÄŸer Allah bize doÄŸru yolu gösterseydi biz de sizlere doÄŸru yolu gösterirdik.” sözü hem bu iliÅŸki biçiminde iyi niyet olduÄŸuna dair hem de bu diyaloÄŸun dünyada gerçekleÅŸmesinin gerektiÄŸine dair okuyucuyu yanıltır. “EÄŸer Allah bize (kurtuluÅŸ) yolu(nu) gösterirse, şüphesiz, biz sizi de peÅŸimizden sürükleriz.” ayeti, ahirette azaba uÄŸramadan önce “Bu suçu hep beraber iÅŸledik. Siz bize tabi oldunuz ve hep beraber cezalandırılıyoruz. Ama sizin sızlanmaya hiç hakkınız yok. Zira sadece tabi olmaktan baÅŸka bir ÅŸey de yapmadınız, yapmıyorsunuz. O hâlde bekleyin. Biz kurtulursak sizi de kurtarırız.” anlamındadır. Bu yaklaşımda muhatabını suçlayan ve suça ortak olurken dahi bunu hak etmediÄŸini ortaya çıkaran bir üslup vardır. Mustazaflar adına bu bir hayli küçük düşürücü bir tavırdır. Zaten bu belagat ve ifade biçimi onları dünyadayken müstekbirlerle bu tür bir iliÅŸkiye girmemeye davet eder. Çünkü sonuçta her ÅŸekilde aÅŸağılanan ve kaybeden yine onlar olacaktır.

Burada Allah’ın iradesine müstekbirler (büyüklenenler) tarafından yapılan atıf kurtuluÅŸun O’nun elinde olduÄŸu ama cehennemin önündeyken bunun mümkün olamayacağının itirafıdır. Dolaysıyla konu dünyada kiÅŸinin eylemlerinin kaynağını sorgulayan bir açıya sahiptir. O hâlde hesap gününden önce kiÅŸi, kurtuluÅŸuna dair tek başına bir sorumluluk edinmeli, baÅŸkalarına tabi olup taklit etmekten vazgeçmeli, doÄŸru yola girmeyi istemelidir. (8)

Allah’ın iradesi ve dilemesi konusu iyi anlaşılamayan konulardan biridir. Bu konuda yeterince kayda deÄŸer araÅŸtırma ve çözümleme yapılmamıştır. Kur’an bütünü, sure bütünlüğü ve baÄŸlamla ilgili olarak bilgi sahibi olmak bu araÅŸtırmaları yapabilmenin en önemli ÅŸartıdır. Allah’ın dilediÄŸini hidayete, dilediÄŸini delalete sürüklediÄŸini ifade eden ayetlerin ne demek istediÄŸi, umumiyetle içinde bulunulan baÄŸlamla ilgilidir. Bu hususta bir örnek vermek gerekirse Müddessir suresinin ilgili ayetleri konuya açıklık getirecektir. Şöyle ki:

“Hayır, düşündükleri gibi deÄŸil! Şüphesiz bu (Kur’an) bir uyarıdır. Artık kim dilerse ondan öğüt alır. Ama o (öteki dünyaya inanmaya)nlar, Allah dilemedikçe ondan ders almazlar çünkü O, Allah’a karşı sorumluluk bilincinin ve maÄŸfiretin kaynağıdır.” (9)

Ayette önce, “Dileyen, isteyen herkes öğüt alır.” der. Ardından “Allah dilemedikçe öğüt alamazlar.” diye ekler. Bunu da takva ve affa baÄŸlar. O hâlde “sakınılmaya ve affetmeye layık olan o ise bu konuda, yani ancak O’nun affedebileceÄŸi hususunda bir düşüncesi/imanı olmayanın öğüt alması imkânsızdır.” demektir.

Onlar önce Allah’ın varlığını kabul edecekler; sonra bir yandan onun yoksul bırakılanların hesabını soracağını fark edecekler; ama diÄŸer yandan kendileri de hesap vermeyi akıllarından çıkarmayacaklardır. (10) Ardından günah iÅŸlemeyi terk edip tövbe etmeleri gerekir. Böylece affın ve takvanın (sakınmanın) kaynağı olarak onu görüp tasdik edeceklerdir. Bu, ondan sakınmadıkça ve af dilemedikçe öğüt alamayacakları anlamına gelir. Ayetler, Allah’ın bir toplumda sorumluluÄŸun ve affın kaynağı olarak görülmediÄŸi sürece orada barış, huzur ve adaletin asla gerçekleÅŸemeyeceÄŸine vurgu yapar. (11)

Affın kaynağı olarak Allah’ı kabul etmek, kendini toplumun eÅŸit bir parçası saymaktır. KiÅŸinin kendisini farklı ve üstün görmesine engel olan düşünce budur. Burada anlaşılması istenen bireyin müstaÄŸni davranmaması gerektiÄŸidir. Affın kaynağı olarak O’nu kabul etmedikleri ve müstaÄŸni tavırlarıyla istedikleri her ÅŸeyi yapmaya kendilerini yetkili gördükleri müddetçe öğüt alamayacaklardır. Allah’ı af dilemenin kaynağı olarak görmek suç ve suçlulara dair bir fikir sahibi olmak anlamına gelir. Günaha karşı affolunma isteÄŸi suçluluÄŸa engel olur. Allah’tan sakınıp af dilenmedikçe güç dengelerinin yerine oturmayacağının bilinmesi gerekir. Burada denge, insanların eÅŸit olduÄŸunu kabul etmektir.

Allah, kitap ve peygamber göndererek onların öğüt almasını istemiÅŸtir. Ancak bu istek onların aktif bir kabulüne baÄŸlanmıştır. Bu kabul, affın ve sorumluluÄŸun kaynağı olarak Allah’ı tasdik etmeleridir. Affın kaynağının Ä°lahi irade olduÄŸunu tasdik etmek Rabb’in neyi suç saydığı hususunda bir ön kabul gerektirir. Bunun yanısıra rahmetin herkesi kuÅŸatmasının gereÄŸi de insanları eÅŸit sayarak adaleti gerçekleÅŸtirmeyi esas alır. O hâlde herkes gibi hesap vermeye yanaÅŸmadıkları sürece de öğüt alamazlar. Görüldüğü gibi burada asıl aktif olan insanın iradesidir. Allah’ın dilemesi, insanın tavrına göre ÅŸekillenmektedir. “Allah dilemedikçe öğüt alamazlar.” ifadesi, Allah’a doÄŸru dürüst iman edip onu hayatın kaynağı kabul etmedikçe bu konuda baÅŸarı kazanamayacaklarını anlatır. Ä°nsanı af dileme ve sorumluluk alma konusunda tahrik ve teÅŸvik eden bu yaklaşımı bir kenara bırakıp tam tersine insanı zecri bir iradenin mahkûmu ÅŸeklinde deÄŸerlendirmek mümkün deÄŸildir.

Not: Bu yazı, “Sözün BaÄŸlamı” adlı eserden iktibas edilmiÅŸtir.

Dipnotlar:

1. Nahl suresi, 93. ayet. (S. AteÅŸ Meali)
2. Bu hususta ÅŸu ayet hatırlanmalıdır: “Allah’a ortak koÅŸanlar diyecekler ki: ‘EÄŸer Allah dileseydi, biz de ortak koÅŸmazdık, babalarımız da. Hiçbir ÅŸeyi de haram kılmazdık.’ Onlardan öncekiler de (peygamberlerini) böyle yalanlamışlardı da sonunda azabımızı tatmışlardı. De ki: ‘Sizin (iddialarınızı ispat edecek) bir bilginiz var mı ki onu bize gösteresiniz? Siz ancak kuruntuya uyuyorsunuz ve siz sadece yalan söylüyorsunuz.’ ” (En’am suresi, 148. ayet. Diyânet Meali).
3. Peygamber (sav)’in örnekliÄŸi burada daha da önemli hâle gelir. Zira onun hayatı Allah’ın iradesiyle kulun eylemleri arasında kurulabilecek en tabii iliÅŸkinin kayda deÄŸer bir örneÄŸidir. Yani, Rabbin kulundan istediÄŸi ile kulun sorumluluÄŸu arasındaki baÄŸ, onun ÅŸahsında doÄŸru bir çizgiye oturur.
4. Ne yazık ki bu konuya yeterince hassasiyet gösterildiği söylenemez.
5. İbrahim suresi, 21. ayet. (A. Bulaç Meali).
6. Derveze, ayet ile ilgili ÅŸu açıklamalarda bulunur: “Allah’ın huzuruna çıkarılıp, hüküm ve ceza verilmesi için tutulduklarında, piÅŸ¬manlık duyacaklar ve varacakları yerin dehÅŸetini anlayıp hemen liderlerin, ileri gelen büyüklerin yönlendirmesine kapılan halk kesimi onları kınayacak, serzeniÅŸte bulunarak şöyle diyecekler: ‘Biz dünyadayken size tâbi idik, sizin yönlendirmenize uyduk ve Al¬lah’ın peygamberlerini yalanladık, onların davetinden yüz çevirdik. Acaba bugün siz bi¬zi O’nun azabından koruyacak mısınız? Onlar da ümitsizlik içerisinde cevap verirler: ‘Åžayet Allah bizi doÄŸru yola iletseydi, biz de sizi doÄŸru yola iletirdik.’ Bizim de sizin de durumunuz aynıdır. Ä°ster yakınalım, ister sabredelim fark etmez. Ne bizim, ne de sizin bundan kurtuluÅŸ yolumuz yoktur.” (Derveze, Et-Tefsîru’l-Hadîs, c. 4, s. 96.)
7. Ä°brahim suresi, 21. ayet. (M. Esed Meali)
8. Fâtiha suresi, 6. ayet.
9. Müddessir suresi, 54–56. ayetler.
10. Ahirete iman, adalet beklentisinin olmazsa olmaz sonucudur. Ahiret düşüncesi cehennem anlayışıyla beraber insanın kendini sorumlu hissetmesinin ve yaptıkları yüzünden kendisini af dilemek zorunda hissetmesinin kaynağıdır.
11. “Müddessir Suresi”, Musa ÅžimÅŸekçakan, Sözün Gücü (Vahyin RehberliÄŸi), Nüzul Sırasına Göre Ä°lk Yirmi Ä°ki Surenin BaÄŸlamı ve Anlamı.

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.