Makale
Tefsirde Duygusal Arka Planı Fark Etmek I
Allah, insanları düşünmeye ve aklını kullanmaya teÅŸvik eder. Onları iyiliÄŸe yöneltmek için bazen tahrik bazen de teÅŸvik edici üsluplar kullanır. Öğüt verir, nasihat eder. Vahiy metninin yazıya dökülmeden önce bir söz olarak ortaya çıktığı ve sözün muhataplar açısından son derece belagat yüklü bir hayli etkili bir uslupla dile getirildiÄŸi unutulmamalıdır. Kur’an anlatımında üslup, cümle yapısı ve ele alınan konular sadece düz bir anlatımdan ibaret deÄŸildir. Aynı zamanda duygu yüklüdür. Aklın yanısıra vicdanı da harekete geçirir. Ancak bu yönü ortaya çıkarabilmek için önce onu fark etmek sonra da tercüme edilen dile yansıtabilmek gerekir. Böylelikle okuyucunun o akıl ve duygu yüklü atmosfere sokulabilmesi mümkün olur. Kur’an’da alay, tehdit, tenkit içeren pek çok konu vardır.
Tehdit veya uyarı, övgü ya da teÅŸvik vb. anlatımlardaki duyguyu verebilmek kolay deÄŸildir. Buna raÄŸmen kullanılan üslup ifade edilen sözün arka planını âdeta ele verir. ÖrneÄŸin, “Onun kavminden (iman etmeyi) kibirlerine yediremeyen kodamanlar şöyle dedi: ‘Ey Åžuayb, seni ve beraberindeki iman edenleri ya muhakkak memleketimizden çıkaracağız yahut mutlaka bizim dinimize döneceksiniz.’ O: ‘Ya istemesek de mi?’ dedi.” (1) ayeti bu duygu yükünü çaresizlik olarak gösterir. Åžuayb bu ifadesiyle “Siz zorba mısınız?” sözünü öylesine kibar söylemiÅŸtir ki bu ifade ile hem tehditlere boyun eÄŸmeyeceÄŸini hem de düşüncelerini özgürce ortaya koyabilmenin kendi hakkı olduÄŸunu anlatmayı hedeflemiÅŸ olmalıdır. Burada Åžuayb (as)’ın inkâr edenlerin tehdidine verdiÄŸi karşılıkta özgürlük arayışı vardır. Bunu akıl fark edebilir. “Ä°stemesek de mi?” ifadenin başındaki hemze, hemze-i istifham; vav da vav-ı hâliyye kabul edilmiÅŸ ve buna göre sözün takdirinin, “Siz bizi isteme¬diÄŸimiz ve hoÅŸlanmadığımız hâlde mi, dininize döndüreceksiniz?” ÅŸeklinde olacağı ifade edilmiÅŸtir. (2) Bu duyguların hepsinin meale yansıtılması zordur. O, bir yandan tebliÄŸinde baÅŸarısız olduÄŸunu düşünerek Rabb’ine karşı hissettiÄŸi mahcubiyeti, diÄŸer yandan muhataplarının tehditlerine karşı içinde bulunduÄŸu durumun hassasiyetini ve baÅŸka bir açıdan da insanları bir kez daha zorbalıktan vazgeçmeye çağırmayı aynı anda bu ÅŸekilde dile getirmiÅŸtir. (3)
ﺙ
Duygusal baÄŸlamla, çatışma veya çaresizlik barındıran ortamın gerginliÄŸi yakalanmalıdır. Barış için de bu böyledir. Aksi takdirde cümleler, kastedilen anlamı vermeyebilir. Özellikle Mekke’de inen ayetlerde mücadele arka planının dikkate alınması çok önemlidir. “Hiç kimse yoktur ki üzerinde bir koruyucu, bir denetleyici bulunmasın.” (4) ayeti, önü ve arkası (siyak-sibak) ile birlikte surenin baÄŸlamı dikkate alındığında, kiÅŸinin Allah’ın yardımıyla kendisini koruması anlamına gelir. Târık suresi baÄŸlam itibariyle kötülüklerle dolu bir ortamda dürüst kalmanın önemine ve gereÄŸine vurgu yapar. Karanlık iÅŸlere bulaÅŸanların ve bunlara uyanların hesap vereceÄŸini anlatır. Herkesi ‘Târık’ olmaya çağırır.
Târık, karanlığı delen yıldız, yani Mekke’de Muhammed (sav) ve onun gibi davranan herkestir. Nebi (sav) gibi vahyin rehberliÄŸinde aklını, vicdanını ve diÄŸer bütün kabiliyetlerini sonuna kadar kullanmayı amaçlar. Bu baÄŸlam içinde söz konusu ayet, “Hiçbir insan korunmasız bırakılmamıştır.” anlamındadır. Burada karanlığa bulaÅŸmak istemeyen ve dürüst kalmak isteyenlerin bunu baÅŸarabilecekleri vurgusu vardır. Çünkü insana korunmak için gerekli direnme gücü verilmiÅŸtir. Hiç kimse ortama uyma ve sorgulamadan herkesin yaptığını yapma mazeretine sığınamaz. Bu ayette kiÅŸiden gayrı meÅŸru yollara sapmamak için direnmesi ve kendine güvenmesi istenir. Aynı ÅŸahıs, kötülüğe ihtiyaç duymayacak kadar iyiliÄŸin bulunduÄŸunu bilmelidir. Dikkat edilirse bu ayet, çatışma ortamında inmiÅŸtir ve direnme ahlakını öğretir. Bunu fark edemeyenler konuyla hiç alakası olmayan anlamlar üzerinde dururlar.
ﺙ
Duygusal baÄŸlam, muhatabı dikkate almayı gerektirir. Zira hemen her ayet aynı zamanda bir tebliÄŸ konusudur. Tebbet suresinde “Servet ve kazancının ona ne faydası olacak?” ÅŸeklinde soru formunda ifade edilen anlamın iki gerekçesi vardır. Birincisi hemen ardından gelen “(Sonunda) ÅŸiddetle parlayan bir ateÅŸe atıldığında” ayetidir. Böylece bir anlam akışı ve bütünlüğü gözetilmiÅŸ olur. Ama bundan daha önemlisi cevabın muhataba bırakılmasıdır. Böylece doÄŸru cevabın muhatap tarafından verilmesi istenir. Dolayısıyla ayetin başındaki “ma” edatının olumsuz anlamda deÄŸil soru anlamında ele alınması daha uygundur.
ﺙ
Duygusal arka plan, surelerin ana fikrini tespit etmekte de yardımcı olur. Nitekim ana fikir, surenin baÄŸlamını doÄŸru anlayabilmek için önemlidir. ÖrneÄŸin Duhâ ve Ä°nÅŸirah surelerinin arka planındaki duygu bilinirse surenin iniÅŸ amacı daha net ortaya çıkacaktır. Sureler, fetret dönemi dediÄŸimiz vahyin kesintiye uÄŸradığı bir dönemden hemen sonra gelen ilk surelerdir. Bu dönemde Peygamber (sav)’in nasıl bir duygu içinde olduÄŸu bilinir. Vahyin kesilmesi ve bununla ilgili olarak Mekkeli kâfir ve müşriklerin baÅŸlattığı alay sureci onu derinden etkilemiÅŸtir. Aslında birbirinin devamı olan bu iki surenin amacı Ä°nÅŸirah suresinin son ayetlerinde ortaya çıkar. “O hâlde boÅŸ kaldın mı hemen yorul; öyleyse (sıkıntıdan) kurtulduÄŸun zaman saÄŸlam dur; ÅŸu hâlde boÅŸ kaldığın zaman, durmaksızın (dua ve ibadetle) yorulmaya devam et; o hâlde (iÅŸlerinden) boÅŸaldığın zaman (ibadete) dur, o hâlde bir iÅŸi bitirince hemen baÅŸka iÅŸe giriÅŸ, onunla uÄŸraÅŸ.” (5) vb. anlamlar bu ayete surenin baÄŸlamı dikkate alınmadan verilmiÅŸtir. Hâlbuki sureler ihtiva ettikleri pek çok ayrıntıyı tek bir amaca yönelik olarak verirler.
Rasulullah (sav)’a ‘boÅŸ kaldığın zaman baÅŸka bir iÅŸle yorul’ demenin sure bütünüyle tek bir alâkası kurulabilir. Bu yaklaşım, “BoÅŸ kalınca düşünüp bunalıyorsun, öyleyse boÅŸ kalma, baÅŸka bir iÅŸle uÄŸraÅŸ ki olumsuz durumlardan fazla etkilenmeyesin.” anlamına gelir. Böylece anlam sadece psikolojik bir reçeteye dönüşür. “BoÅŸ kalınca ibadete koyul.” demenin de ibadet anlayışıyla ilgili parçacı bir yaklaşım olduÄŸunda şüphe yoktur. Ãœstelik ibadet konusunu boÅŸ zamanlara hasretmek baÅŸka bir sorun oluÅŸturur ki bu yaklaşım da diÄŸeri gibi yalnız manevi bir rehberlikten ibarettir.
Burada Peygamber (sav)’e Allah’ın daha önce kendisine verdiÄŸi destek hatırlatılarak asla yalnız ve yardımcısız bırakılmayacağı bildirilir. Rabb’inin nimetlerini düşünerek şükretmenin kendisine iyi geleceÄŸi tavsiye edilir. Bütün bunların amacı, her konuda O’nu sürekli vahiy bekleme durumundan kurtarmaktır. Vahiy gelmeden adım atamaz hâle gelmemesi için uyarmaktır. Buna göre ayet, “Bir daha vahiy kesildiÄŸinde/ondan fariÄŸ olduÄŸunda/kendini yalnız hissettiÄŸinde saÄŸlam/sıkı dur.” anlamında olmalıdır. Devamında da sadece Allah’a yönelmesi tavsiye edilerek müşriklerin kötü propagandasından daha az etkilenmesi amaçlanmıştır. Dikkat edilirse burada asıl olan elçinin boÅŸ zamanlarını doldurmak veya deÄŸerlendirmek deÄŸildir. Onun vahyin yönlendirmesine duyduÄŸu ihtiyacı, sorumluluklarını ve buna dair tebliÄŸ planlarını ihmal etmeyecek bir beklenti düzeyiyle sınırlamaktır. Görüldüğü gibi surelerin arka planındaki duygusal yön ve baÄŸlamın elverdiÄŸi anlam, ayetin içeriÄŸinin anlaşılmasına katkı saÄŸlamaktadır.
ﺙ
Âdiyât suresi, duygusal atmosferin tavan yaptığı bir diÄŸer suredir. Surenin ilk beÅŸ ayeti ile sonrakiler arasında bir uyum olabilmesi için önce ilk beÅŸ ayetin arzuları peÅŸinde koÅŸan ve hayata saldıran insanı tasvir ettiÄŸi kabul edilmelidir. Burada atların koÅŸması ve topluluÄŸa dalması ÅŸeklinde devam eden anlatım, cahiliye devrinde yaÅŸanan ve sonu her defasında kanlı biten anlamsız savaÅŸları temsil eder ki bu da yine vahyin rehberliÄŸine uymayan kiÅŸilerin baÅŸkalarına zarar veren ve dizginlenemeyen iÅŸtahlarını resmeder. Surenin bir bütün ÅŸeklinde ele alınması, yani baÄŸlam açısından ilk beÅŸ ayetin bu olumsuz tasvirle ele alınması bir zarurettir. Çünkü ancak bundan sonra 6. ayette insanın kendi menfaatine bu kadar düşkün olması kınanıp nankörlükle suçlanabilir. Asıl duygusal alan, “Ä°ÅŸte o gün onlar, Rablerinin kendilerinin her hâlinden mutlaka haberdar olacağını bilmiyorlar mı?”ayetidir. Ayet, “Benim her ÅŸeyden haberdar olmam onu ne zaman utandıracak?” anlamındadır. Ä°nsanın bu hayat için ödediÄŸi bedel yaÅŸamına anlam katmalıdır. Zamanın hızla akıp gidiÅŸi içinde onu mutlu edecek bir anlam ve amacı olmalıdır. Allah’ın her ÅŸeyi bilmesi ve bu kötü gidiÅŸata karşı insanın bizzat kendi ÅŸahitliÄŸi, onun vicdanını harekete geçirmeye ve bu saldırgan tavrına son vermeye yetmelidir. Hakikate olan saygısı ve bu uÄŸurda ödeyeceÄŸi bedel, onun baÅŸkalarını ezerek kazandığı servetten daha önemlidir. Aksi hâlde gemleyemediÄŸi iÅŸtahlarıyla Rabb’inin önüne gelecek ve ona verdiÄŸi bütün nimetlere karşı nasıl böylesine nankör kesildiÄŸinin hesabını verecektir. Ä°nsan, oluÅŸturduÄŸu kargaÅŸa ortamında bir ömrü heba etmenin kendisine nasıl bir fatura çıkardığına dikkat etmelidir.
KiÅŸinin kabul ettiÄŸi Ä°lah anlayışına göre Allah’ın her ÅŸeyden haberdar olduÄŸunun farkında olması gerekir. “Ve göğüslerde olanlar ortaya konulduÄŸu zaman”ayeti, o gün hiçbir ÅŸeyin gizli kalmayacağına insanın dikkatini çekerek onu hesap vermeye hazırlar. Ä°nsanı hevâ ve hevesi peÅŸinde koÅŸarak yol açtığı sonuçlardan vazgeçmeye çağıran bu sure, muhatabını utandırmaya ve Rabb’i karşısında bir kulun edinmesi gereken sorumluluÄŸu hatırlatarak duygusal anlamda etkilemeye çalışır. (6) Surenin ilk beÅŸ ayeti, insanın nankör tavrına iÅŸaret ederek yol açtığı sorunları düşünmeye, son ayetleri ise utanmaya davet eder. Göğüslerde bulunanların ortaya dökülmesi, kiÅŸinin hangi amaçlar peÅŸinde koÅŸtuÄŸunun açıkça görülmesi demektir. Ve muhtemelen bunların pek çoÄŸu herkes tarafından kınanması lazım gelen bencilce menfaat ve haksızlık içeren isteklerdir. Böylece baÄŸlam baÅŸtan sona insana hayatında bir anlam ve amaç olmadığında nasıl bir tabloyla karşılaÅŸacağını anlatmaya çalışmaktadır.
ﺙ
Duygusal baÄŸlam, inen ayetlerin insan fıtratını dikkate aldığını unutmamayı gerektirir. Ä°nsanın psikolojik yönünü dikkate alarak ona uygun tavsiye ve emirlerde bulunmak her zaman iyi/olumlu sonuçlar vermiÅŸtir. ÖrneÄŸin Müzzemmil suresinin ilk ayetleri ile son ayeti arasında böyle bir iliÅŸki vardır. BilindiÄŸi gibi son ayette Peygamber (sav)‘in arkadaÅŸlarına gece kalkma konusunda kendileri için kolay olanı tercih etmeleri söylenmiÅŸtir. Bu eylemi gerçekleÅŸtirmek adına kendini sorumlu hissedenlere karşı gösterilen bu kolaylık Allah’ın müslümanların takatine uygun ÅŸekilde bir ayarlama yaptığını gösterir. O, sırf ilkeler peÅŸinde koÅŸan ve kuru kuruya yasalar vazeden biri deÄŸildir. Müminlerin içinde bulunduÄŸu ÅŸartları dikkate alarak konuÅŸan ve ihtiyaçlarını göz önünde bulunduran bir Rabb’dir. Ayetlerde sözü edilen bu kolaylaÅŸtırıcı ve hafifletici yaklaşım müslümanları sevindirmiÅŸ olmalıdır. Bunun içinعَلِمَ اَنْ لَنْ تُحْصُوه ayetine “Allah; onu sayamayacağınızı, zamanını ayarlayamayacağınızı, gözetemeyeceÄŸinizi, iyi hesaplayamayacağınızı, layıkıyla hesaplayamayacağınızı, baÅŸaramayacağınızı, küçümsemeyeceÄŸinizi ve kuÅŸatamayacağınızı bildi.” ÅŸeklinde anlamlar yüklemek doÄŸru olmaz.
Ayetin başında “gecenin üçte ikisini, yarısını ya da üçte birini uyanık geçirmek” ÅŸeklinde verilen bir hesap vardır ve bu hesabın doÄŸru yapılıp yapılmadığı sorun olabilecektir. Bu anlamda ayet, “Allah, sizin onu (yeterince) hesaplayamayacağınızı bildiÄŸi için” anlamında ele alınmalıdır ki buna göre asıl mesele, bu konuya güç yetirememek ya da nasıl güç yetirileceÄŸi hususunda sürekli bir endiÅŸe taşımaktan ibarettir. Nitekim güç yetirememenin gerekçeleri ayetin devamında “…Allah, zaman zaman içinizde hastalar, Allah’ın lütfundan rızık aramak için yola koyulanlar ve Allah yolunda mücadele edenler olacağını bilir…” ÅŸeklinde verilmiÅŸtir. Dolayısıyla söz konusu ayet, müslümanları bu ÅŸekilde sürekli yapabilecekleri ve dayanabilecekleri bir ibadet temposuna yönlendirir. Ä°yi ve doÄŸru hesap yapamamaya dayandırılan bir gerekçe müslümanların bu ayetten hareketle duymaları gereken sevince gölge düşürür. Onlar, güç yetiremedikleri bir konuda Allah’ın kendileriyle ne kadar ilgili olduÄŸunu düşünürken böyle bir olumsuz karşılığı anlamak güçleÅŸecektir. Görüldüğü gibi arka planda ayetin amaçlarının gerçekleÅŸmesine paralel bir duygu atmosferi vardır. Bu uyumu bozacak bir anlam vermekten kaçınmak gerekir.
Müzzemmil suresinde, “Onların söylediklerine sabret ve onlardan güzellikle ayrıl. Nimet içinde yüzen o yalanlayıcıları bana bırak ve onlara biraz mühlet ver.” (7) denildiÄŸinde de bir baÅŸka kırılma noktası söz konusudur. Arka planda vahyin bir söz olarak gücünü kırmaya yönelik olarak Peygamber (sav) ve arkadaÅŸlarını ÅŸiddete yönelterek marjinalleÅŸtirme oyunu/hilesi söz konusudur. Buradaki taktik; kâfirlerin müslümanları kendi güçlü oldukları sahaya çekmek istemeleridir. Böylece ileri gelen varlık sahiplerinin, hem onları öldürmek için gerekçeleri olacak hem de kavga ortamında söylediklerinin düşünülmesini ve baÅŸkaları tarafından benimsenmesini önlemiÅŸ olacaklardır. Ä°lgili ayetler, Peygamber (sav)’in tuzaÄŸa düşmemesi için indirilmiÅŸtir. Allah, “Onlara biraz mühlet ver.”diyerek güçsüz gözüken Resulünün aslında çok güçlü olduÄŸunu bildirmiÅŸtir. Çünkü ancak güçlü olan mühlet verip müsamaha gösterebilir. Buradan hareketle vahyin rehberliÄŸindeki ahlakın onların tutarsız ön yargılarından ve kaba kuvvetinden daha güçlü ve etkili olduÄŸu vurgulanmıştır. Ayrıca “Onlardan güzellikle ayrıl.” diyerek Peygamber (sav)’in olası acizliÄŸi fazilete ve olgunluÄŸa dönüştürülmüştür. Aksi hâlde müslümanlar, tebliÄŸ sırasında karşılaÅŸtıkları sözlü ve fiili ÅŸiddete yeterince mukabelede bulunamayacaklar ve bu çaresizlikleri kendilerine yönelmiÅŸ bir iç sorgulamaya ve kavgaya dönüşebilecektir. Bu dönemde ÅŸiddete baÅŸvurmama emri, onları olaÄŸanüstü rahatlatmış ve kâfirlerin planlarını bozmuÅŸtur. Muhatapları karşısında aciz kalma duygusunu yok eden bu ayetler, Allah’ın “Onları bana bırak.”sözünün bir karşılığı olarak düşünülmelidir.
ﺙ
HaÅŸr suresinin 9. ve 10. ayetleri ÅŸu ÅŸekildedir:
“Kendilerinden önce o yurdu (Medine’yi) hazırlayıp imanı (gönüllerine) yerleÅŸtirenler ise, hicret edenleri severler ve onlara verilen ÅŸeylerden dolayı içlerinde bir ihtiyaç (arzusu) duymazlar. Kendilerinde bir açıklık (ihtiyaç) olsa bile (kardeÅŸlerini) öz nefislerine tercih ederler. Kim nefsinin ‘cimri ve bencil tutkularından’ korunmuÅŸsa, iÅŸte onlar, felah (kurtuluÅŸ) bulanlardır. Bir de onlardan sonra gelenler, derler ki: ‘Rabbimiz, bizi ve bizden önce iman etmiÅŸ olan kardeÅŸlerimizi bağışla ve kalplerimizde iman edenlere karşı bir kin bırakma. Rabbimiz, gerçekten sen, çok ÅŸefkatlisin, çok esirgeyicisin.’ ” (8)
Bu ayetler, Muhacir ve Ensar arasındaki kardeÅŸliÄŸi resmeder ve sure genelinde de ganimet konusunun bu iliÅŸkiyi bozmaması gerektiÄŸi üzerinde durulur. Buna göre 10. ayette yer verilen dua âdeta bu kardeÅŸliÄŸin tescilidir. Ve Ensar’ın Muhacirler hakkında yaptığı bir duadır. (9) Devamında surenin 21. ayeti, meseleyi Kur’an’a getirir. Zira bütün bu öğütlerin geçtiÄŸi yer bu Kitab’tır. Ayetin meali ÅŸu ÅŸekildedir:
“Åžayet biz bu Kur’an’ı bir dağın üzerine indirmiÅŸ olsaydık, andolsun onu Allah korkusundan saygı ile baÅŸ eÄŸmiÅŸ, parça parça olmuÅŸ görürdün. Ä°ÅŸte biz, belki düşünürler diye, insanlara böyle örnekler veririz.” (10)
Bu ayet, tamamen duygu yüklü bir metaforla tabiri caizse sorumluluÄŸu yüksek bir düzeyde gündeme oturtur. Buna göre ÅŸimdiye kadar anlatılan ve sorumluluk konusu olan her ne ise buna özellikle dikkat edilmesi gerektiÄŸinin altını çizer. Bu sorumluluk, surenin aynı zamanda merkezine oturtulan ana fikridir. Yani kendi ihtiyacı bulunduÄŸu hâlde kardeÅŸini kendine tercih etmektir. Güç, rahmet, üstünlük ve baÅŸarı, Ensar’ın Muhacirler için geliÅŸtirdiÄŸi bu davranış/iliÅŸki biçimindedir. Ayeti bu ÅŸekilde anlamak için baÄŸlamdan yardım alındığından şüphe yoktur. Fakat burada asıl önemli olan söz konusu metafordaki duygunun meseleyi sahiplenmek hususunda meydana getirdiÄŸi yüksek heyecandır. DaÄŸları bile parçalayan bir düzey, insanın asla göz ardı etmemesi gereken acil bir durumu resmeder. Aynı zamanda kardeÅŸlik hukukuna riayet öylesine önemli bir ibadettir ki bu sure içerisinde aynı zamanda Allah’ı tesbih etmenin bir ÅŸekli olarak sunulmaktadır.
Bu duygusal arka plan, meselenin önemini anlamaya yarar. Buna göre kardeşini kendine tercih etmek, bir öneri ya da tavsiye konusu değil, tam tersine bir surenin omurgasına oturtulmuş, üzerinde hassasiyetle durulması ve mutlaka gerçekleştirilmesi gereken çok değerli bir bilgidir. Bu bilgi sayesinde İslam toplumunda pek çok sorun kendiliğinden çözüme kavuşmaktadır. Başka bir ifade ile kardeşliğin değeri üzerinde durmak ve gereğini yapmak, basit bir ahlaki ödev ve sorumluluk olmaktan çok ötede asla terk edilmemesi gereken zaruri bir ölçüdür. Diğer pek çok şey, bu ölçü çerçevesinde düşünülmek durumundadır.
ﺙ
Kalem suresinde Peygamber (sav)’in cinlenmiÅŸ ve fitnelenmiÅŸ olduÄŸunu söyleyen müşrikler, ona çamur atarak taviz koparmaya çalışırlar. Böylece kendileriyle uzlaÅŸmasını temin etmek isterler. Dolayısıyla surenin “Onlar isterler ki, sen yumuÅŸak davranasın da onlar da sana yumuÅŸak davransınlar.” (11) ÅŸeklinde ifade edilen ayeti, bu taviz koparma ve baskı yaparak uzlaÅŸma arayışı içinde anlamak gerekir. Nitekim bir önceki ayet Peygamber (sav)’den “O hâlde, yalanlayanlara tabi olma!” ÅŸeklinde ciddi bir tavır göstermesini ister. Zira müşrikler Rasulullah (sav) hakkında ileri geri konuÅŸup dedikodular yaparak O’nu bunaltmaya ve tebliÄŸden vazgeçirmeye zorlamaktadırlar. Bu nedenle ilgili ayet, “Onlar, senin kendilerine yaranıp uzlaÅŸmanı arzu ettiler; o zaman onlar da sana yaranıp uzlaÅŸacaklardı.” anlamında arka planda bir tuzak /hile olduÄŸu intibaını vermelidir.
Benzer bir yaklaşım Abese suresinde de vardır. Rasulullah (sav)’ın yüzünü, temizlenmek/arınmak istemeyen yanlış tarafa çevirmesine engel olur. Elbette ileri gelenlere tebliÄŸ yapılması terk edilmez. Ama bu yaklaşım, onların şımarık, pazarlıkçı imtiyaz isteyen tavırlarının önünü alır. TebliÄŸ metodundan ve ana ilklerden taviz verilmesine müsaade etmez. Sermayenin, kötü ahlakın, makam ve mevkiinin deÄŸil; dürüstlüğün kazanacağını dile getirir. Saflığın, yoksunluÄŸun ve mahcubiyetin küçümsenmemesi gerektiÄŸini öğretir. Öğüt verip uyarır. Konu, sure baÄŸlamı açısından sadece görmeyen birine karşı gösterilen olumsuz bir tavırdan daha çok Peygamberimiz (sav)’in bu ÅŸahıs nezdinde halka yönelmesini saÄŸlamaktır.
Not: Bu yazı, “Sözün BaÄŸlamı” adlı eserden iktibas edilmiÅŸtir.
Dipnotlar:
1. A’raf suresi, 88. ayet. (H. B. Çantay Meali)
2. Râzî, Mefâtihu’l-Gayb, c. 10, s. 509-511.
3. Bir sonraki ayet, O’nun kararlığını dile getirir. Ama ne yazık ki toplumun devam eden tehditleri onların helakiyle sonuçlanacaktır.
4. Târık suresi, 4. ayet. (Diyânet Vakfı Meali)
5. Ä°nÅŸirah suresi, 7. ayet.
6. “Âdiyât Suresi”, Musa ÅžimÅŸekçakan, Sözün Gücü (Vahyin RehberliÄŸi), Nüzul Sırasına Göre Ä°lk Yirmi Ä°ki Surenin BaÄŸlamı ve Anlamı.
7. Müzzemmil suresi, 10, 11. ayetler.
8. A. Bulaç Meali.
9. Bu hususta gerekli açıklamalar surenin tevilinin yer aldığı bölümde yapılmıştır.
10. A. Bulaç Meali.
11. Kalem suresi, 9. ayet. (Diyânet Vakfı Meali)
Henüz yorum yapılmamış.