Makale
Tefsirde Duygusal Arka Planı Fark Etmek I
Allah, insanları düşünmeye ve aklını kullanmaya teşvik eder. Onları iyiliğe yöneltmek için bazen tahrik bazen de teşvik edici üsluplar kullanır. Öğüt verir, nasihat eder. Vahiy metninin yazıya dökülmeden önce bir söz olarak ortaya çıktığı ve sözün muhataplar açısından son derece belagat yüklü bir hayli etkili bir uslupla dile getirildiği unutulmamalıdır. Kur’an anlatımında üslup, cümle yapısı ve ele alınan konular sadece düz bir anlatımdan ibaret değildir. Aynı zamanda duygu yüklüdür. Aklın yanısıra vicdanı da harekete geçirir. Ancak bu yönü ortaya çıkarabilmek için önce onu fark etmek sonra da tercüme edilen dile yansıtabilmek gerekir. Böylelikle okuyucunun o akıl ve duygu yüklü atmosfere sokulabilmesi mümkün olur. Kur’an’da alay, tehdit, tenkit içeren pek çok konu vardır.
Tehdit veya uyarı, övgü ya da teşvik vb. anlatımlardaki duyguyu verebilmek kolay değildir. Buna rağmen kullanılan üslup ifade edilen sözün arka planını âdeta ele verir. Örneğin, “Onun kavminden (iman etmeyi) kibirlerine yediremeyen kodamanlar şöyle dedi: ‘Ey Şuayb, seni ve beraberindeki iman edenleri ya muhakkak memleketimizden çıkaracağız yahut mutlaka bizim dinimize döneceksiniz.’ O: ‘Ya istemesek de mi?’ dedi.” (1) ayeti bu duygu yükünü çaresizlik olarak gösterir. Şuayb bu ifadesiyle “Siz zorba mısınız?” sözünü öylesine kibar söylemiştir ki bu ifade ile hem tehditlere boyun eğmeyeceğini hem de düşüncelerini özgürce ortaya koyabilmenin kendi hakkı olduğunu anlatmayı hedeflemiş olmalıdır. Burada Şuayb (as)’ın inkâr edenlerin tehdidine verdiği karşılıkta özgürlük arayışı vardır. Bunu akıl fark edebilir. “İstemesek de mi?” ifadenin başındaki hemze, hemze-i istifham; vav da vav-ı hâliyye kabul edilmiş ve buna göre sözün takdirinin, “Siz bizi isteme¬diğimiz ve hoşlanmadığımız hâlde mi, dininize döndüreceksiniz?” şeklinde olacağı ifade edilmiştir. (2) Bu duyguların hepsinin meale yansıtılması zordur. O, bir yandan tebliğinde başarısız olduğunu düşünerek Rabb’ine karşı hissettiği mahcubiyeti, diğer yandan muhataplarının tehditlerine karşı içinde bulunduğu durumun hassasiyetini ve başka bir açıdan da insanları bir kez daha zorbalıktan vazgeçmeye çağırmayı aynı anda bu şekilde dile getirmiştir. (3)
ﺙ
Duygusal bağlamla, çatışma veya çaresizlik barındıran ortamın gerginliği yakalanmalıdır. Barış için de bu böyledir. Aksi takdirde cümleler, kastedilen anlamı vermeyebilir. Özellikle Mekke’de inen ayetlerde mücadele arka planının dikkate alınması çok önemlidir. “Hiç kimse yoktur ki üzerinde bir koruyucu, bir denetleyici bulunmasın.” (4) ayeti, önü ve arkası (siyak-sibak) ile birlikte surenin bağlamı dikkate alındığında, kişinin Allah’ın yardımıyla kendisini koruması anlamına gelir. Târık suresi bağlam itibariyle kötülüklerle dolu bir ortamda dürüst kalmanın önemine ve gereğine vurgu yapar. Karanlık işlere bulaşanların ve bunlara uyanların hesap vereceğini anlatır. Herkesi ‘Târık’ olmaya çağırır.
Târık, karanlığı delen yıldız, yani Mekke’de Muhammed (sav) ve onun gibi davranan herkestir. Nebi (sav) gibi vahyin rehberliğinde aklını, vicdanını ve diğer bütün kabiliyetlerini sonuna kadar kullanmayı amaçlar. Bu bağlam içinde söz konusu ayet, “Hiçbir insan korunmasız bırakılmamıştır.” anlamındadır. Burada karanlığa bulaşmak istemeyen ve dürüst kalmak isteyenlerin bunu başarabilecekleri vurgusu vardır. Çünkü insana korunmak için gerekli direnme gücü verilmiştir. Hiç kimse ortama uyma ve sorgulamadan herkesin yaptığını yapma mazeretine sığınamaz. Bu ayette kişiden gayrı meşru yollara sapmamak için direnmesi ve kendine güvenmesi istenir. Aynı şahıs, kötülüğe ihtiyaç duymayacak kadar iyiliğin bulunduğunu bilmelidir. Dikkat edilirse bu ayet, çatışma ortamında inmiştir ve direnme ahlakını öğretir. Bunu fark edemeyenler konuyla hiç alakası olmayan anlamlar üzerinde dururlar.
ﺙ
Duygusal bağlam, muhatabı dikkate almayı gerektirir. Zira hemen her ayet aynı zamanda bir tebliğ konusudur. Tebbet suresinde “Servet ve kazancının ona ne faydası olacak?” şeklinde soru formunda ifade edilen anlamın iki gerekçesi vardır. Birincisi hemen ardından gelen “(Sonunda) şiddetle parlayan bir ateşe atıldığında” ayetidir. Böylece bir anlam akışı ve bütünlüğü gözetilmiş olur. Ama bundan daha önemlisi cevabın muhataba bırakılmasıdır. Böylece doğru cevabın muhatap tarafından verilmesi istenir. Dolayısıyla ayetin başındaki “ma” edatının olumsuz anlamda değil soru anlamında ele alınması daha uygundur.
ﺙ
Duygusal arka plan, surelerin ana fikrini tespit etmekte de yardımcı olur. Nitekim ana fikir, surenin bağlamını doğru anlayabilmek için önemlidir. Örneğin Duhâ ve İnşirah surelerinin arka planındaki duygu bilinirse surenin iniş amacı daha net ortaya çıkacaktır. Sureler, fetret dönemi dediğimiz vahyin kesintiye uğradığı bir dönemden hemen sonra gelen ilk surelerdir. Bu dönemde Peygamber (sav)’in nasıl bir duygu içinde olduğu bilinir. Vahyin kesilmesi ve bununla ilgili olarak Mekkeli kâfir ve müşriklerin başlattığı alay sureci onu derinden etkilemiştir. Aslında birbirinin devamı olan bu iki surenin amacı İnşirah suresinin son ayetlerinde ortaya çıkar. “O hâlde boş kaldın mı hemen yorul; öyleyse (sıkıntıdan) kurtulduğun zaman sağlam dur; şu hâlde boş kaldığın zaman, durmaksızın (dua ve ibadetle) yorulmaya devam et; o hâlde (işlerinden) boşaldığın zaman (ibadete) dur, o hâlde bir işi bitirince hemen başka işe giriş, onunla uğraş.” (5) vb. anlamlar bu ayete surenin bağlamı dikkate alınmadan verilmiştir. Hâlbuki sureler ihtiva ettikleri pek çok ayrıntıyı tek bir amaca yönelik olarak verirler.
Rasulullah (sav)’a ‘boş kaldığın zaman başka bir işle yorul’ demenin sure bütünüyle tek bir alâkası kurulabilir. Bu yaklaşım, “Boş kalınca düşünüp bunalıyorsun, öyleyse boş kalma, başka bir işle uğraş ki olumsuz durumlardan fazla etkilenmeyesin.” anlamına gelir. Böylece anlam sadece psikolojik bir reçeteye dönüşür. “Boş kalınca ibadete koyul.” demenin de ibadet anlayışıyla ilgili parçacı bir yaklaşım olduğunda şüphe yoktur. Üstelik ibadet konusunu boş zamanlara hasretmek başka bir sorun oluşturur ki bu yaklaşım da diğeri gibi yalnız manevi bir rehberlikten ibarettir.
Burada Peygamber (sav)’e Allah’ın daha önce kendisine verdiği destek hatırlatılarak asla yalnız ve yardımcısız bırakılmayacağı bildirilir. Rabb’inin nimetlerini düşünerek şükretmenin kendisine iyi geleceği tavsiye edilir. Bütün bunların amacı, her konuda O’nu sürekli vahiy bekleme durumundan kurtarmaktır. Vahiy gelmeden adım atamaz hâle gelmemesi için uyarmaktır. Buna göre ayet, “Bir daha vahiy kesildiğinde/ondan fariğ olduğunda/kendini yalnız hissettiğinde sağlam/sıkı dur.” anlamında olmalıdır. Devamında da sadece Allah’a yönelmesi tavsiye edilerek müşriklerin kötü propagandasından daha az etkilenmesi amaçlanmıştır. Dikkat edilirse burada asıl olan elçinin boş zamanlarını doldurmak veya değerlendirmek değildir. Onun vahyin yönlendirmesine duyduğu ihtiyacı, sorumluluklarını ve buna dair tebliğ planlarını ihmal etmeyecek bir beklenti düzeyiyle sınırlamaktır. Görüldüğü gibi surelerin arka planındaki duygusal yön ve bağlamın elverdiği anlam, ayetin içeriğinin anlaşılmasına katkı sağlamaktadır.
ﺙ
Âdiyât suresi, duygusal atmosferin tavan yaptığı bir diğer suredir. Surenin ilk beş ayeti ile sonrakiler arasında bir uyum olabilmesi için önce ilk beş ayetin arzuları peşinde koşan ve hayata saldıran insanı tasvir ettiği kabul edilmelidir. Burada atların koşması ve topluluğa dalması şeklinde devam eden anlatım, cahiliye devrinde yaşanan ve sonu her defasında kanlı biten anlamsız savaşları temsil eder ki bu da yine vahyin rehberliğine uymayan kişilerin başkalarına zarar veren ve dizginlenemeyen iştahlarını resmeder. Surenin bir bütün şeklinde ele alınması, yani bağlam açısından ilk beş ayetin bu olumsuz tasvirle ele alınması bir zarurettir. Çünkü ancak bundan sonra 6. ayette insanın kendi menfaatine bu kadar düşkün olması kınanıp nankörlükle suçlanabilir. Asıl duygusal alan, “İşte o gün onlar, Rablerinin kendilerinin her hâlinden mutlaka haberdar olacağını bilmiyorlar mı?”ayetidir. Ayet, “Benim her şeyden haberdar olmam onu ne zaman utandıracak?” anlamındadır. İnsanın bu hayat için ödediği bedel yaşamına anlam katmalıdır. Zamanın hızla akıp gidişi içinde onu mutlu edecek bir anlam ve amacı olmalıdır. Allah’ın her şeyi bilmesi ve bu kötü gidişata karşı insanın bizzat kendi şahitliği, onun vicdanını harekete geçirmeye ve bu saldırgan tavrına son vermeye yetmelidir. Hakikate olan saygısı ve bu uğurda ödeyeceği bedel, onun başkalarını ezerek kazandığı servetten daha önemlidir. Aksi hâlde gemleyemediği iştahlarıyla Rabb’inin önüne gelecek ve ona verdiği bütün nimetlere karşı nasıl böylesine nankör kesildiğinin hesabını verecektir. İnsan, oluşturduğu kargaşa ortamında bir ömrü heba etmenin kendisine nasıl bir fatura çıkardığına dikkat etmelidir.
Kişinin kabul ettiği İlah anlayışına göre Allah’ın her şeyden haberdar olduğunun farkında olması gerekir. “Ve göğüslerde olanlar ortaya konulduğu zaman”ayeti, o gün hiçbir şeyin gizli kalmayacağına insanın dikkatini çekerek onu hesap vermeye hazırlar. İnsanı hevâ ve hevesi peşinde koşarak yol açtığı sonuçlardan vazgeçmeye çağıran bu sure, muhatabını utandırmaya ve Rabb’i karşısında bir kulun edinmesi gereken sorumluluğu hatırlatarak duygusal anlamda etkilemeye çalışır. (6) Surenin ilk beş ayeti, insanın nankör tavrına işaret ederek yol açtığı sorunları düşünmeye, son ayetleri ise utanmaya davet eder. Göğüslerde bulunanların ortaya dökülmesi, kişinin hangi amaçlar peşinde koştuğunun açıkça görülmesi demektir. Ve muhtemelen bunların pek çoğu herkes tarafından kınanması lazım gelen bencilce menfaat ve haksızlık içeren isteklerdir. Böylece bağlam baştan sona insana hayatında bir anlam ve amaç olmadığında nasıl bir tabloyla karşılaşacağını anlatmaya çalışmaktadır.
ﺙ
Duygusal bağlam, inen ayetlerin insan fıtratını dikkate aldığını unutmamayı gerektirir. İnsanın psikolojik yönünü dikkate alarak ona uygun tavsiye ve emirlerde bulunmak her zaman iyi/olumlu sonuçlar vermiştir. Örneğin Müzzemmil suresinin ilk ayetleri ile son ayeti arasında böyle bir ilişki vardır. Bilindiği gibi son ayette Peygamber (sav)‘in arkadaşlarına gece kalkma konusunda kendileri için kolay olanı tercih etmeleri söylenmiştir. Bu eylemi gerçekleştirmek adına kendini sorumlu hissedenlere karşı gösterilen bu kolaylık Allah’ın müslümanların takatine uygun şekilde bir ayarlama yaptığını gösterir. O, sırf ilkeler peşinde koşan ve kuru kuruya yasalar vazeden biri değildir. Müminlerin içinde bulunduğu şartları dikkate alarak konuşan ve ihtiyaçlarını göz önünde bulunduran bir Rabb’dir. Ayetlerde sözü edilen bu kolaylaştırıcı ve hafifletici yaklaşım müslümanları sevindirmiş olmalıdır. Bunun içinعَلِمَ اَنْ لَنْ تُحْصُوه ayetine “Allah; onu sayamayacağınızı, zamanını ayarlayamayacağınızı, gözetemeyeceğinizi, iyi hesaplayamayacağınızı, layıkıyla hesaplayamayacağınızı, başaramayacağınızı, küçümsemeyeceğinizi ve kuşatamayacağınızı bildi.” şeklinde anlamlar yüklemek doğru olmaz.
Ayetin başında “gecenin üçte ikisini, yarısını ya da üçte birini uyanık geçirmek” şeklinde verilen bir hesap vardır ve bu hesabın doğru yapılıp yapılmadığı sorun olabilecektir. Bu anlamda ayet, “Allah, sizin onu (yeterince) hesaplayamayacağınızı bildiği için” anlamında ele alınmalıdır ki buna göre asıl mesele, bu konuya güç yetirememek ya da nasıl güç yetirileceği hususunda sürekli bir endişe taşımaktan ibarettir. Nitekim güç yetirememenin gerekçeleri ayetin devamında “…Allah, zaman zaman içinizde hastalar, Allah’ın lütfundan rızık aramak için yola koyulanlar ve Allah yolunda mücadele edenler olacağını bilir…” şeklinde verilmiştir. Dolayısıyla söz konusu ayet, müslümanları bu şekilde sürekli yapabilecekleri ve dayanabilecekleri bir ibadet temposuna yönlendirir. İyi ve doğru hesap yapamamaya dayandırılan bir gerekçe müslümanların bu ayetten hareketle duymaları gereken sevince gölge düşürür. Onlar, güç yetiremedikleri bir konuda Allah’ın kendileriyle ne kadar ilgili olduğunu düşünürken böyle bir olumsuz karşılığı anlamak güçleşecektir. Görüldüğü gibi arka planda ayetin amaçlarının gerçekleşmesine paralel bir duygu atmosferi vardır. Bu uyumu bozacak bir anlam vermekten kaçınmak gerekir.
Müzzemmil suresinde, “Onların söylediklerine sabret ve onlardan güzellikle ayrıl. Nimet içinde yüzen o yalanlayıcıları bana bırak ve onlara biraz mühlet ver.” (7) denildiğinde de bir başka kırılma noktası söz konusudur. Arka planda vahyin bir söz olarak gücünü kırmaya yönelik olarak Peygamber (sav) ve arkadaşlarını şiddete yönelterek marjinalleştirme oyunu/hilesi söz konusudur. Buradaki taktik; kâfirlerin müslümanları kendi güçlü oldukları sahaya çekmek istemeleridir. Böylece ileri gelen varlık sahiplerinin, hem onları öldürmek için gerekçeleri olacak hem de kavga ortamında söylediklerinin düşünülmesini ve başkaları tarafından benimsenmesini önlemiş olacaklardır. İlgili ayetler, Peygamber (sav)’in tuzağa düşmemesi için indirilmiştir. Allah, “Onlara biraz mühlet ver.”diyerek güçsüz gözüken Resulünün aslında çok güçlü olduğunu bildirmiştir. Çünkü ancak güçlü olan mühlet verip müsamaha gösterebilir. Buradan hareketle vahyin rehberliğindeki ahlakın onların tutarsız ön yargılarından ve kaba kuvvetinden daha güçlü ve etkili olduğu vurgulanmıştır. Ayrıca “Onlardan güzellikle ayrıl.” diyerek Peygamber (sav)’in olası acizliği fazilete ve olgunluğa dönüştürülmüştür. Aksi hâlde müslümanlar, tebliğ sırasında karşılaştıkları sözlü ve fiili şiddete yeterince mukabelede bulunamayacaklar ve bu çaresizlikleri kendilerine yönelmiş bir iç sorgulamaya ve kavgaya dönüşebilecektir. Bu dönemde şiddete başvurmama emri, onları olağanüstü rahatlatmış ve kâfirlerin planlarını bozmuştur. Muhatapları karşısında aciz kalma duygusunu yok eden bu ayetler, Allah’ın “Onları bana bırak.”sözünün bir karşılığı olarak düşünülmelidir.
ﺙ
Haşr suresinin 9. ve 10. ayetleri şu şekildedir:
“Kendilerinden önce o yurdu (Medine’yi) hazırlayıp imanı (gönüllerine) yerleştirenler ise, hicret edenleri severler ve onlara verilen şeylerden dolayı içlerinde bir ihtiyaç (arzusu) duymazlar. Kendilerinde bir açıklık (ihtiyaç) olsa bile (kardeşlerini) öz nefislerine tercih ederler. Kim nefsinin ‘cimri ve bencil tutkularından’ korunmuşsa, işte onlar, felah (kurtuluş) bulanlardır. Bir de onlardan sonra gelenler, derler ki: ‘Rabbimiz, bizi ve bizden önce iman etmiş olan kardeşlerimizi bağışla ve kalplerimizde iman edenlere karşı bir kin bırakma. Rabbimiz, gerçekten sen, çok şefkatlisin, çok esirgeyicisin.’ ” (8)
Bu ayetler, Muhacir ve Ensar arasındaki kardeşliği resmeder ve sure genelinde de ganimet konusunun bu ilişkiyi bozmaması gerektiği üzerinde durulur. Buna göre 10. ayette yer verilen dua âdeta bu kardeşliğin tescilidir. Ve Ensar’ın Muhacirler hakkında yaptığı bir duadır. (9) Devamında surenin 21. ayeti, meseleyi Kur’an’a getirir. Zira bütün bu öğütlerin geçtiği yer bu Kitab’tır. Ayetin meali şu şekildedir:
“Şayet biz bu Kur’an’ı bir dağın üzerine indirmiş olsaydık, andolsun onu Allah korkusundan saygı ile baş eğmiş, parça parça olmuş görürdün. İşte biz, belki düşünürler diye, insanlara böyle örnekler veririz.” (10)
Bu ayet, tamamen duygu yüklü bir metaforla tabiri caizse sorumluluğu yüksek bir düzeyde gündeme oturtur. Buna göre şimdiye kadar anlatılan ve sorumluluk konusu olan her ne ise buna özellikle dikkat edilmesi gerektiğinin altını çizer. Bu sorumluluk, surenin aynı zamanda merkezine oturtulan ana fikridir. Yani kendi ihtiyacı bulunduğu hâlde kardeşini kendine tercih etmektir. Güç, rahmet, üstünlük ve başarı, Ensar’ın Muhacirler için geliştirdiği bu davranış/ilişki biçimindedir. Ayeti bu şekilde anlamak için bağlamdan yardım alındığından şüphe yoktur. Fakat burada asıl önemli olan söz konusu metafordaki duygunun meseleyi sahiplenmek hususunda meydana getirdiği yüksek heyecandır. Dağları bile parçalayan bir düzey, insanın asla göz ardı etmemesi gereken acil bir durumu resmeder. Aynı zamanda kardeşlik hukukuna riayet öylesine önemli bir ibadettir ki bu sure içerisinde aynı zamanda Allah’ı tesbih etmenin bir şekli olarak sunulmaktadır.
Bu duygusal arka plan, meselenin önemini anlamaya yarar. Buna göre kardeşini kendine tercih etmek, bir öneri ya da tavsiye konusu değil, tam tersine bir surenin omurgasına oturtulmuş, üzerinde hassasiyetle durulması ve mutlaka gerçekleştirilmesi gereken çok değerli bir bilgidir. Bu bilgi sayesinde İslam toplumunda pek çok sorun kendiliğinden çözüme kavuşmaktadır. Başka bir ifade ile kardeşliğin değeri üzerinde durmak ve gereğini yapmak, basit bir ahlaki ödev ve sorumluluk olmaktan çok ötede asla terk edilmemesi gereken zaruri bir ölçüdür. Diğer pek çok şey, bu ölçü çerçevesinde düşünülmek durumundadır.
ﺙ
Kalem suresinde Peygamber (sav)’in cinlenmiş ve fitnelenmiş olduğunu söyleyen müşrikler, ona çamur atarak taviz koparmaya çalışırlar. Böylece kendileriyle uzlaşmasını temin etmek isterler. Dolayısıyla surenin “Onlar isterler ki, sen yumuşak davranasın da onlar da sana yumuşak davransınlar.” (11) şeklinde ifade edilen ayeti, bu taviz koparma ve baskı yaparak uzlaşma arayışı içinde anlamak gerekir. Nitekim bir önceki ayet Peygamber (sav)’den “O hâlde, yalanlayanlara tabi olma!” şeklinde ciddi bir tavır göstermesini ister. Zira müşrikler Rasulullah (sav) hakkında ileri geri konuşup dedikodular yaparak O’nu bunaltmaya ve tebliğden vazgeçirmeye zorlamaktadırlar. Bu nedenle ilgili ayet, “Onlar, senin kendilerine yaranıp uzlaşmanı arzu ettiler; o zaman onlar da sana yaranıp uzlaşacaklardı.” anlamında arka planda bir tuzak /hile olduğu intibaını vermelidir.
Benzer bir yaklaşım Abese suresinde de vardır. Rasulullah (sav)’ın yüzünü, temizlenmek/arınmak istemeyen yanlış tarafa çevirmesine engel olur. Elbette ileri gelenlere tebliğ yapılması terk edilmez. Ama bu yaklaşım, onların şımarık, pazarlıkçı imtiyaz isteyen tavırlarının önünü alır. Tebliğ metodundan ve ana ilklerden taviz verilmesine müsaade etmez. Sermayenin, kötü ahlakın, makam ve mevkiinin değil; dürüstlüğün kazanacağını dile getirir. Saflığın, yoksunluğun ve mahcubiyetin küçümsenmemesi gerektiğini öğretir. Öğüt verip uyarır. Konu, sure bağlamı açısından sadece görmeyen birine karşı gösterilen olumsuz bir tavırdan daha çok Peygamberimiz (sav)’in bu şahıs nezdinde halka yönelmesini sağlamaktır.
Not: Bu yazı, “Sözün Bağlamı” adlı eserden iktibas edilmiştir.
Dipnotlar:
1. A’raf suresi, 88. ayet. (H. B. Çantay Meali)
2. Râzî, Mefâtihu’l-Gayb, c. 10, s. 509-511.
3. Bir sonraki ayet, O’nun kararlığını dile getirir. Ama ne yazık ki toplumun devam eden tehditleri onların helakiyle sonuçlanacaktır.
4. Târık suresi, 4. ayet. (Diyânet Vakfı Meali)
5. İnşirah suresi, 7. ayet.
6. “Âdiyât Suresi”, Musa Şimşekçakan, Sözün Gücü (Vahyin Rehberliği), Nüzul Sırasına Göre İlk Yirmi İki Surenin Bağlamı ve Anlamı.
7. Müzzemmil suresi, 10, 11. ayetler.
8. A. Bulaç Meali.
9. Bu hususta gerekli açıklamalar surenin tevilinin yer aldığı bölümde yapılmıştır.
10. A. Bulaç Meali.
11. Kalem suresi, 9. ayet. (Diyânet Vakfı Meali)
Henüz yorum yapılmamış.