Makale
Galip Zihinde Hakikat Arayışı ve Düşünce Özgürlüğü
Galip zihin, hakikat bilgisine zaten sahip olduÄŸunu düÅŸündüÄŸü için bir arayış içine girmez. Oysa Kur’an’ın bütünüyle hâkim olduÄŸu ve Peygamber (sav)’in yaÅŸadığı ilk zorlu dönemlerde bile hakikat arayışı asla terk edilmemiÅŸtir. Ama onun ölümünden kısa bir süre sonra baÅŸlayan siyasi çalkantılar olayın rengini deÄŸiÅŸtirmiÅŸtir. Fetih hareketleriyle baÅŸlayan kültürel etkileÅŸimler ve böylece gerek Ä°slam’ı savunmak gerekse ümmetin birliÄŸini saÄŸlamak adına ortaya çıkan pek çok görüÅŸ, devamında mezhep, fırka veya siyasi yapılanmalar ÅŸeklinde çoÄŸalmıştır. Hadis, kelam ve fıkıh ilimlerinin oluÅŸma süreci meydana gelen karışıklıkları önlemek için hızla ilerlemiÅŸ ve bu sahalarda yazılan eserler marifetiyle belli bir disiplin altına alınmıştır. Bütün bu çabaların önemli bir bölümü takdire ÅŸayandır. Fakat kaynağı beÅŸerî olan pek çok görüÅŸün zaman zaman kendisini hakikatin tek temsilcisi yerine koyması da bir vakıadır. BilindiÄŸi gibi kendisi dışında baÅŸkalarına hayat hakkı tanımamak açık bir taassuptur.
Usul bilgileriyle tamamen bir disiplin altına alınan ilimler ardından birtakım ana esaslar tespit etmiÅŸlerdir. Bunlara dayalı olarak ortaya konulması gereken, zaman-zemine göre hareket etmesi ve buna göre deÄŸiÅŸmesi ve geliÅŸmesi beklenen görüÅŸlerin tam tersine evrensel ilkelerin yerine göz dikmesi olacak ÅŸey deÄŸildir. Ä°çtihatla elde edilen sonuçlar esasın yerine geçmemelidir. Bazen bir ilim adamının herhangi bir konudaki görüÅŸ ve yorumları yüzyıllara baliÄŸ bir kanun hükmüne dönüÅŸebilir. Kutsalı çoÄŸaltan ve dokunulmaz kılan bu yaklaşım, yeni açılımların ve çözüm önerilerinin önünü tıkayan en önemli sebeplerden biri sayılmalıdır.
Kur’an’da iman ve ibadet esasları olarak bilinen temel faktörler bellidir. Bunun dışında hakikat arayışı bir süreklilik arz eder. Süreklilik deÄŸiÅŸimi gerekli kılar. Fâtiha suresinde yer alan “Bizi doÄŸru yola ilet.” ayeti bu yüzden tekrarlanır. Ayrıca bir ayette “Teslimiyet gösteren kimseler, doÄŸru yolu arayanlardır.” (1) ÅŸeklinde körü körüne teslim olmamak gerektiÄŸi beyan olunur. Kur’an, insanların adil ve özgür yaÅŸayabilmeleri ve kendi aralarında barışı saÄŸlayabilmeleri için önemli ve esas ilkelerden bahseder. Kitapta her ÅŸeyin bulunması da bu anlamdadır. Bunlar, ihtiyaç duyulan temel esaslar ve ana kurallardır. Rehberlik edecek ilkelerdir. Bu ilkeler, azami ölçüde dikkate alınmalıdır. Bu esasların insanda oluÅŸturduÄŸu meleke (bakış açısı) diÄŸer pek çok olay için de çözüm üretir. Önemli olan özgür, adil ve eÅŸit bir dünya kurmaktır. Amaç herhangi bir sebepten dolayı Allah dışında kimsenin önünde eÄŸilmek zorunda kalmamaktır. Kur’an’ın hiç deÄŸinmediÄŸi pek çok konuda, insana bırakılmış geniÅŸ bir saha vardır. Sahanın geniÅŸliÄŸi, insanın özgürlük alanını çoÄŸaltır.
Kur’an, hak ve özgürlükler konusunda son derece hassas bir çizgi üzerinde durur. Açık-seçik dile getirildiÄŸi zaman bu taleplerin mutlaka dikkate alınması gerektiÄŸini anlatır. Her ne olursa olsun müminlerin yaÅŸadıkları toplumda birbirlerinin önünü açmalarının önemini bildirir. O hâlde hiçbir sorunun toplumun huzurunu bozmasına müsaade edilmemelidir. Mücâdile suresi, hak ve özgürlükler hususunda müminleri dikkatli olmaya davet eder. Zira toplumun birliÄŸi ve düzeni buna baÄŸlıdır. Aksi hâlde gizli ve karanlık yollarla kötülük yapmak isteyenlerin önü açılır. Çünkü çözümlenmeyen her sorun, onların elinde bu birliÄŸi yok etmeye yarayan bir silaha dönüÅŸebilir.
Mücâdile suresiyle ilgili klasik eserlerde yer verilen açıklamalar kendi içinde kategorize edildiÄŸinde ÅŸu baÅŸlıklar ortaya çıkar:
1-4. ayetler; eÅŸi hakkında ÅŸikâyette bulunan hanımın durumu ve haklı bulunduÄŸu için kocasına verilen cezalar…
5, 6. ayetler; bu ÅŸikâyetin deÄŸerlendirilmesi…
7-10. ayetler; gizli konuÅŸmalar…
11. ayet; meclislerde yer açmak…
12, 13. ayetler; elçiyle gizli/özel konuÅŸma…
14-19. ayetler; münafıklarla dostluk kurmamak…
20-22. ayetler; elçiye karşı gelmek ve konunun deÄŸerlendirilmesi…
Ä°lk bakışta bu konular arasında bir bütünlük/baÄŸ yok gibi gelir. (2) Ama gerçek bunun tam tersidir. Åžimdi konunun daha fazla uzamaması için geleneksel açıklamaların önemli bir kısmını dipnotlara bırakıp olması gereken iliÅŸki ağına, yani baÄŸlama dikkat ederek bu baÅŸlıklar arasındaki ilgi/irtibat üzerinde durulacaktır.
Hanımın Åžikâyeti [1-4. ayetler]
Allah, kocası hakkında sana baÅŸvuran ve Allah’a ÅŸikâyette bulunan kadının sözlerini iÅŸitmiÅŸtir. Ve Allah ikinizin söylediklerini de mutlaka iÅŸitir. Åžüphesiz Allah her ÅŸeyi iÅŸiten, her ÅŸeyi görendir. [1. ayet] (3) (Bundan sonra) içinizden ‘Sen artık bana annem kadar haramsın!’ diyerek hanımlarından ayrılanlara gelince, (unutmasınlar ki) (eÅŸleri) hiçbir zaman anneleri (gibi) olamaz, kendilerini doÄŸuran kadından baÅŸkası anneleri olamaz. O hâlde, akla sığmayan bir sözdür söyledikleri, (bu nedenle de) asılsız ve düzmecedir. Ama Allah, gerçekten günahları affedicidir, çok bağışlayıcıdır. [2. ayet] O hâlde, ‘Sen bana annem kadar haramsın!’ diyerek hanımlarından ayrılanlara ve sonra söylediklerinden geri dönenlere gelince, (onların kefareti) eÅŸlerin tekrar birbirlerine dokunmalarından önce bir köleyi özgürlüÄŸüne kavuÅŸturmak olacaktır. (4) Size (burada) tavsiye edilen budur; çünkü Allah yaptığınız her ÅŸeyden tamamıyla haberdardır. [3. ayet] Ancak buna imkânı olmayan, (bunun yerine,) birbirlerine yeniden dokunmadan önce peÅŸ peÅŸe iki ay oruç tutacak ve buna gücü yetmeyen altmış yoksulu doyuracak. (5) Bu, Allah’a ve Elçisi’ne inancınızı ispat etmeniz için (gerekli)dir. Bunlar Allah’ın koyduÄŸu sınırlardır ve hakikati inkâr edenleri (öteki dünyada) ÅŸiddetli bir azap beklemektedir. [4. ayet]
Ä°lk planda, kendisine zıhar yapıldığı için kocası hakkında ÅŸikâyette bulunan hanımın durumu gözler önüne serilir. (6) BilindiÄŸi gibi zıhar, bir cahiliye âdeti olarak kocanın eÅŸini ne evli ne de boÅŸanmış denilebilecek ÅŸekilde askıda bırakmasıdır. (7) Bu uygulama hanımların haklarını göz ardı eden açık bir eziyettir. Söz konusu hanım, başına gelen bu olay sonrasında hakkını aramak adına Peygamber (sav)’e giderek durumundan ÅŸikâyet eder. Sonunda Allah, onu haklı bulur ve kocasına birtakım cezalar öngörür. (8)
Bunlar Allah’ın koyduÄŸu sınırlardır. (9)
KiÅŸinin inancını ispat etmesi için bu sınırlara dikkat etmesi gerekir.
Sınırları aÅŸmak yoluyla hakikati inkâr etmiÅŸ durumuna düÅŸen kâfirleri (öteki dünyada) ÅŸiddetli bir azap beklemektedir. (10)
Bu Åžikâyetin DeÄŸerlendirilmesi [5, 6. ayetler]
Allah’a ve Elçisi’ne karşı gelenler, onlardan önce yaÅŸamış olup da Biz (kendilerine) açık mesajlar gönderdikten sonra aÅŸağılanmış bulunan (zalim)ler kadar aÅŸağılanacaklardır. Ve (böylece,) hakikati inkâr edenleri utanç verici bir azap bekleyecektir. [5. ayet] Allah’ın onları dirilteceÄŸi ve (hayatta iken) yaptıkları her ÅŸeyi tam olarak (kendilerine) anlatacağı Gün, onlar unutmuÅŸ olsalar bile Allah onu (bütünüyle) hesaba katacaktır, çünkü Allah her ÅŸeye ÅŸahittir. [6. ayet]
Konu devam eden ayetlerde de aynı ağırlıkta ele alınır. Allah’ın sınırlarını ihlâl ederek karşı gelenler, daha öncekiler gibi aÅŸağılanacaklardır. (11) Dahası onları alçaltıcı bir azap beklemektedir. Dördüncü ayetin sonunda dile getirilen “ÅŸiddetli azap” vurgusu, Allah’ın koyduÄŸu sınırları aÅŸanları muhatap alır. BeÅŸinci ayetin sonunda bu azap “utanç verici azap” olur. Çünkü bu kimseler uyarıldıkları hâlde söz dinlememiÅŸlerdir. Demek ki bir büyüklenme içindedirler. O zaman geçmiÅŸe bir atıfla daha öncekiler gibi onlar da aÅŸağılanacaklardır. (12)
Dördüncü ve beÅŸinci ayetlerde sözü edilen Allah’ın sınırları (hududları), yukarıda ÅŸikâyette bulunan hanımın kocasına verilen cezalar ve bunların uygulanmasıdır. (13) Ancak bu küfür nispeti ve acıklı azap ÅŸeklinde ortaya çıkan ağır tehdit, meselenin takibi dahi yapılamayacak bu hadlerle sınırlandırılamayacağını, asıl meselenin bu hanımın ÅŸikâyet konusu yaptığı haklarla ilgisi bulunduÄŸunu gösterir. (14) O hâlde bu ağır tehdidin muhatabı, cezaların uygulanmasını da içerecek ÅŸekilde bu hanım nezdinde gündeme getirilen insan hakkı ihlalidir. (15) Haddin aşılması, bu hakkın ihlal edilmesidir. Bu meselede Allah, insanın sahip olduÄŸu hakların çerçevesini, kendi koyduÄŸu sınırlarla çizmiÅŸ ve bunların aşılmamasını istemiÅŸtir.
Hesap günü onlar yaptıklarını unutabilirler, ama Allah, hepsini kaydedip hesaba katmış ve katacaktır. “…Onlar unutmuÅŸ olsalar bile…” ayeti, onların haksızlık ve zulüm doÄŸuran bu amellerini önemsemeyip küçümseyebileceklerini, yani sorgulama konusu olabileceÄŸini dahi düÅŸünemediklerini anlatır. (16) Küçümsemenin hakikati inkâr anlamına gelmesi, bu meselenin basite alınmaması gerektiÄŸine iÅŸaret eder. Burada unutmak, hak ve özgürlükler hususunda gevÅŸek davranmakla aynı ÅŸeydir. (17) Buna karşılık Allah’ın her ÅŸeyi sayması (kaydetmesi) ve ÅŸahit olması ise bu türden sorumlulukların yerine getirilmesinin önemini ve dolayısıyla hesap konusu yapılacağını gösterir.
Buraya kadar ele alınan konu, ÅŸikâyetini/sorununu açık ve samimi bir ÅŸekilde dile getiren hanımın haklı bulunduÄŸudur. Meselenin üslubu, Allah’ın bu hak ihlallerini son derece dikkate alıp önem verdiÄŸini, bu konuda sınırı aÅŸanlara ceza verilmesi gerektiÄŸini hatta unuttuÄŸu veya önemsemediÄŸi için bunları yerine getirmeyenleri hakikati inkâr etmekle niteleyip azapla tehdit ettiÄŸini göstermektedir.
Gizli KonuÅŸmalar [7-10. ayetler]
(Ey Ä°nsanoÄŸlu!) Göklerde ve yerde olan her ÅŸeyi Allah’ın bildiÄŸinden haberin yok mu? Aralarında gizli gizli konuÅŸan her üç kiÅŸinin dördüncüsü mutlaka O’dur ve her beÅŸ kiÅŸinin altıncısı; ister daha az isterse çok olsunlar ve nerede bulunurlarsa bulunsunlar O’nsuz olamazlar. (18) Ama sonunda, Kıyâmet Günü, Allah, yaptıklarını onlara gösterecektir, çünkü Allah her ÅŸeyi hakkıyla bilendir. [7. ayet] (Ve sen ey Muhammed!) gizli konuÅŸmalar (yoluyla dolap çevirmek)ten men edilen, ama men edildikleri ÅŸeye (tekrar) baÅŸvurmaktan kaçınmayanların ve kötülükte bulunmaya, saldırganlığa ve Elçi’ye karşı gelmeye niyetlenerek fesatlık kuranların farkında deÄŸil misin? (19) Bu (insan)lar, sana ne zaman yaklaÅŸsalar Allah’ın asla hoÅŸ görmeyeceÄŸi tarzda seni selamlarlar ve birbirlerine: ‘Allah neden söylediklerimizden dolayı bizi cezalandırmıyor?’ derler. (20) Cehennemdir onların payına düÅŸecek olan, onlar iÅŸte oraya girecekler; o, ne kötü bir duraktır! [8. ayet] (21) (O hâlde,) ey iman etmiÅŸ olanlar, gizli konuÅŸmalarınızda, kötü fiiller, saldırgan davranışlar ve Elçi’ye itaatsizlik niyetiyle fesat kurmayı bırakın; (bunun yerine) fazilet ve Allah’a karşı sorumluluk bilinci üzerinde görüÅŸmeler yapın ve (her zaman) huzurunda toplanacağınız Allah’a karşı sorumluluÄŸunuzun bilincinde olun! [9. ayet] (Öteki her türlü) gizli konuÅŸmalar yalnızca ÅŸeytanın iÅŸidir, o ki inananlara bu ÅŸekilde üzüntü verir; ama Allah’ın izni olmadıkça onlara hiçbir zarar veremez; inananlar yalnızca Allah’a güvensinler! [10. ayet] (22)
Allah, her ÅŸeyi bilir. O’na hiçbir ÅŸey gizli kalmaz. Buna raÄŸmen günah, düÅŸmanlık ve elçiye isyan hususunda gizli konuÅŸmalar yoluyla birtakım dolaplar çevirenler, kulis yapanlar vardır. (23) Bu kiÅŸiler iyi niyetli deÄŸildir ve asla barışa yönelik bir amaç taşımazlar. Gizli konuÅŸtuklarında “…Allah neden söylediklerimizden dolayı bizi cezalandırmıyor?..” demeleri de onların ne kadar inkârcı olduklarını gösterir. Onlar için cehennem hazırlanmıştır.
Ä°man edenlerin konuÅŸmaları, yukarıda bahsi geçen hakkını arayan hanım örneÄŸinde olduÄŸu gibi asla onlar gibi günah, düÅŸmanlık ve elçiye isyan taşımaz. Müminlere yakışan iyilik ve takva üzere konuÅŸmaktır. Zira huzurunda hesap verilecek olan Allah’tan sakınılması gerekir. (24)
Kötü içerikli gizli konuÅŸmalar, ÅŸeytanın iÅŸidir. O, bu yolla inananlara üzüntü vermeye çalışır. Oysa müminler Rablerine güvendikleri ve emirlerini yerine getirdikleri sürece bu gizli kapaklı iÅŸlerinden zarar görmeyeceklerdir.
1-10. Ayetlerin Ä°liÅŸkisi
Müminler, kocasının kendisine yaptığı haksızlığa karşı çıkan, geleneksel kabullere ve toplumsal uygulamalara raÄŸmen hakkını savunan, adalet isteyen, tartışan bu kadın gibi hak ve özgürlükleri söz konusu olduÄŸunda bunu samimi bir ÅŸekilde ortaya koymalıdırlar. Ä°ÅŸte bu hanım, açık bir ÅŸekilde ortaya çıkmış, ısrarla hakkını aramış, tartışmış ve sonunda hak ettiÄŸi ona verilmiÅŸtir. Oysa gizli konuÅŸmaların içeriÄŸi masum deÄŸildir. Genellikle günah, düÅŸmanlık, Allah ve Elçisi’ne (otoriteye) isyan taşır. (25) Zaten bunun için gizlidir. Gizli veya sinsice hak aranmaz. Dolayısıyla çoÄŸu zaman bu tür taleplerin dürüst ve samimi bir karşılığı bulunmaz ve özellikle toplumu ilgilendiren hususların çoÄŸu kez gizliliÄŸi de olmaz.
Ana Fikir [11. ayet] (26)
Siz ey imana ermiÅŸ olanlar! Size, ‘Toplumsal hayatınızda birbirinize yer verin!’ (27) denildiÄŸinde yer verin! (28) (Karşılığında) Allah da (rahmetinde) size yer verir. Ve ne zaman size, ‘(Ä°yi bir iÅŸ için) ayaÄŸa kalkın!’ denildiÄŸinde ayaÄŸa kalkın! (29) (Ve) Allah, içinizden iman etmiÅŸ olanları ve (hepsinin üstünde,) kendilerine (doÄŸru) bilgi tevdi edilenleri (kat kat) yüceltecektir. Çünkü Allah bütün yapıp ettiklerinizden haberdardır. [11. ayet] (30)
Bu ayet, surenin ana fikri olarak anlamın merkezine oturur. GiriÅŸte sözü edilen hanımın hak talebinde olduÄŸu gibi toplumsal hayatta ortaya çıkan sorunların çözülmesi gerektiÄŸini ilan eder. Erkek ya da kadın toplumda birbirine yer açmalıdır. Yani hak ve özgürlüklerini kısıtlayan her konuda birbirlerine destek olmalıdırlar. Yoksa burada anlatılmak istenen ÅŸey, toplantıda/sohbette yeni gelen birine yer vermek/açmak deÄŸildir. (31) Elbette ayetin nüzul sebebi olarak dipnotta yer verilen bilgilerin en azından bir kısmının doÄŸru olma ihtimali vardır. Ancak muhtemelen bu ayetle iliÅŸkileri sonraki dönemlere aittir. Nitekim dipnotlarda belirtildiÄŸi gibi bazıları, bu ayetin sadece meclislerde yer açma ÅŸeklinde deÄŸerlendirilmesinin uygun düÅŸmeyeceÄŸini de açıkça ifade etmiÅŸtir.
(NüÅŸûz) fiili kalkmayı izah eder. Arkasında sorun gidermek adına birbirine yer açmak önünde ise iman ve ilimle yükselmek söz konusu edilir. Bu kalkış, iman edenlerin sahip oldukları ilimle birbirlerinin sorunlarını giderme, önünü açma gayretlerini anlatır. (32) Buna göre ayaÄŸa kalkmak, aynı ÅŸekilde karşılıklı toplumsal meselelerde sorumlulukların yerine getirilmesidir. (33) Kelime seçimi (nüÅŸûz), bu kalkışın açık seçik olduÄŸu sürece mutlaka yerine getirilmesi gerektiÄŸini vurgular. Ä°man ve bilgi vurgusu bu anlamı destekler. Zira bu türden toplumsal meselelerde iman, sorumluluÄŸu, o da bilgiyi tetikler. Nihayet toplumda kalıcı bir barış için gerekli güvenlik de ancak iman ve bilgiyle saÄŸlanabilir.
Gizli konuÅŸmalar, genellikle hile/tuzak içerir ve toplumun ifsadını amaçlar. Kötü niyetli kimseler, amaçlarını gerçekleÅŸtirmek için toplumda var olan sorunlara dadanır, onları kaşırlar. Haksızlıkları dile getirir, dedikodusunu yapar ama çözmek için samimi bir adım atmaz, asla risk üstlenmezler. Buna karşılık müminler, adaleti gözeterek toplumda birbirlerine yer açarlar. Böylece yaÅŸadıkları toplumu korur ve kötü/art niyetli kiÅŸilerin amaçlarına ulaÅŸmasına engel olurlar. O hâlde söz konusu hanımın yaptığı gibi sorunlar, gizli ve dolambaçlı yollarla deÄŸil, açık ve samimi bir ÅŸekilde ortaya serilmeli ve hep beraber çözüme kavuÅŸturulmaya çalışılmalıdır. (34) Bu anlamda toplumu geren, kiÅŸiyi sıkıştıran hiçbir soruna kayıtsız kalınmamalıdır. Yeter ki arka planda gizli, sinsi ve dolambaçlı yollara baÅŸvurulmasın. (35)
Elçiyle Gizli/Özel KonuÅŸma [12, 13. ayetler]
Siz ey iman etmiÅŸ olanlar! Elçi’ye ne zaman bir ÅŸey danış(maya niyetlen)irseniz, bu danışma vesilesi ile karşılıksız yardımda bulunun! (36) Bu sizin yararınıza olacak ve sizin (iç) temizliÄŸinizi saÄŸlayacaktır. (37) Ama buna gücünüz yetmezse (bilin ki) Allah çok affedicidir, rahmet kaynağıdır. [12. ayet] (Elçi’ye) danışmanız vesilesiyle kimseye bir yardımda bulunmamaktan dolayı (günah iÅŸlemiÅŸ olabileceÄŸinizden) korkuyor musunuz? (38) EÄŸer (imkânlarınızın olmamasından dolayı) bunu yapamazsanız ve Allah size affediciliÄŸini gösterirse, siz de namazlarınızda devamlı ve dikkatli olun ve (sadece) arındırıcı yükümlülüklerinizi yerine getirin ve (böylece) Allah’a ve Elçisi’ne itaat edin! Çünkü Allah yaptığınız her ÅŸeyden haberdardır. [13. ayet]
Sadaka vermeyi dile getiren 12. ayet, “Ama buna gücünüz yetmezse (bilin ki) Allah çok affedicidir.” diyerek biter. Yani sadaka verebilen verecektir, veremeyen ise affedilecektir. (39) Bu meselenin, vermeyi ve verememeyi aynı ayet içinde peÅŸ peÅŸe sıralanması, burada önce var olup sonra kaldırılan bir konu (nesh) bulunmadığını gösterir. (40)
13. ayette ise sadaka vermekten korkan müminler, bundan kaçındıkları takdirde Allah’ın affı söz konusu edilerek teselli edilir. (41)
Ayetlerde;
Ä°mkânınız yoksa vermeyin,
Ve birtakım endişeleriniz (korku vs.) varsa yine vermeyin, denildiğine;
Sadakanın miktarı ve şekli de belirtilmediğine,
Ve sonunda da Allah’ın affı gündeme getirildiÄŸine göre;
Sadaka vermek, muhatabın zihnini ve davranışlarını toplumun yararına yönlendirmek ve herkesin iyiliÄŸini istemekten ibaret kalır. (42) Buna göre konuya parmak basan bu ayetler çerçevesinde gizli görüÅŸmeleri zorunlu olmadıkça yapmamak; mecbur kalındığında ise bunu iyilik ve takva ile sınırlandırmak gerekecektir. (43)
Peygamber (sav) ile gizli görüÅŸmek isteyen sadaka vermelidir. Sadaka vermenin gerekçesi “…Bu sizin yararınıza olacak ve sizin (iç) temizliÄŸinizi saÄŸlayacaktır…” denilerek 12. ayette bildirilir. Buradan hareketle gizli görüÅŸme öncesinde fakirlere sadaka vermek birkaç açıdan fayda saÄŸlar.
Ä°lk olarak bu ayetler, toplumda Rasulullah (sav)’a yer açar. Otoritesini, saÄŸlamlaÅŸtırır. Binaenaleyh öncelikle toplumda sorunlar varsa gizli görüÅŸmeler yoluyla deÄŸil hanım örneÄŸinde gösterildiÄŸi gibi Rasulullah (sav)’a baÅŸvurarak çözümlenmelidir. Gizli ya da açık her mesele onun önüne gelmeli ve Ä°slam’a uygun bir ÅŸekilde çözümlenmelidir.
Ä°kinci olarak Peygamber (sav)’in yaptığı bütün görüÅŸmelerin toplum barışını saÄŸlamak dışında bir anlamı olamayacağı açıklık kazanır.
Üçüncü olarak gizli, iÅŸler çeviren, tuzak kuran, kulis yapan ve bu yollarla toplumsal hafızayı kirletmeye çalışanların faaliyetlerinin sorgulanması gerektiÄŸi hususunda bir uyanıklık oluÅŸturur. Buna göre müminlerin iyilik ve takva gibi herkesin iyiliÄŸini istemelerinin dışında gizli bir gündemleri yoktur. Öyleyse kimsenin de olmaması gerekir. (44) Dolayısıyla sadaka verme teklifi lüzumsuz/gereksiz gizli görüÅŸmelerin elenmesine sebep olur ve Peygamber (sav)’i dikkate alarak yapılan bu uygulama, diÄŸer bütün gizli görüÅŸmelerin de önünü tıkar.
Ayette hitabın “Siz ey iman etmiÅŸ olanlar!” ÅŸeklinde müminlere yapılması, Kuran’ın aklı başında ve vicdanı körelmemiÅŸ muhataplarını incitmeyen güzel üslubunun bir neticesidir. Burada görüldüÄŸü gibi doÄŸru bir eylemin örnek ÅŸahıslar üzerinden anlatılması çoÄŸu zaman baÅŸarılı sonuçlar verir. Aslında hitap, “Ey iman iddiasında bulunanlar” ÅŸeklinde bizzat gizli görüÅŸmeler ve kulis faaliyetleri dolaysıyla sorun çıkaran kiÅŸileredir. (45) EÄŸer gizli ve tumturaklı iÅŸlerden vaz geçerlerse Allah’ın affı onları beklemektedir. Bu yaklaşım, ‘Kızım sana söylüyorum gelinim sen anla!’ ÅŸeklindedir. Zira gerçek müminler nasıl konuÅŸurlarsa konuÅŸsunlar onların söz ve davranışlarından kimseye zarar verecek bir hâl zuhur etmez. (46) EÄŸer bunlar da iman iddialarında samimi iseler doÄŸru olanı yapmalıdırlar.
Hanımın kocası hakkındaki ÅŸikâyetinden hemen sonra gizli konuÅŸmalarda kötü/günah fiiller, saldırgan davranışlar/düÅŸmanlık ve Elçi’ye itaatsizlik niyetinin gündeme getirilmesi, bu türden ÅŸikâyetlerin açık seçik ve samimi bir ÅŸekilde ortaya konulması gerektiÄŸini anlatır. Çünkü ÅŸikâyet konusu olan meselede de olduÄŸu gibi asıl olan toplum barışının korunmasıdır. Buradan hareketle “Toplumsal sorunlarınızı birbirinize yer açarak, yani adil bir ÅŸekilde çözümleyerek ilerleyin.” emri verilir. Hiç kimse toplumu ilgilendiren bir sorunda kendi başına hareket edemez. Gizli yollarla çözüme doÄŸru ilerlediÄŸini de iddia edemez. Dolayısıyla bu tür kulis faaliyetleri yapanların iyi niyetli oldukları da söylenemez. Toplumun ıslahı ve hayrını düÅŸünen herkes açık ve samimi olmalıdır. (47) Buna göre örnek bir lider kabul edilen Peygamber (sav) ile bile özel görüÅŸme talebi, bir ayrıcalık/iltimas taşımamalıdır. Bu talepte bulunacak kiÅŸilerin iyi niyetli olduklarını ispat ve ilan etmeleri istenir. Bu kiÅŸiler, kendi istedikleri bir yere kendi karar verdikleri miktarda infak etmelidirler. Ä°nfak talebi, gizliden gizliye kulis yapanların iyi niyetli olmadıklarını ifÅŸa eder. EÄŸer samimi olsalar, toplumu ilgilendiren bir hak arayışında dedikodu, kulis faaliyetleri gibi gizli iÅŸler yapmamaları gerekir. Dolambaçlı, kirli ve tuzak kokan bu tür yaklaşımların hoÅŸ karşılanmaması, bu tür konuÅŸmalar yoluyla kötülüklerin yayılması ve etkili olmasını önlemiÅŸtir. (48) Burada amaç, ifsat edici gizli çabalardan toplumu kurtarmaktır. Ä°sfehânî’nin de belirttiÄŸi gibi bu mükellefiyet (emir), belli bir gaye için belirlenmiÅŸtir. Bu gaye, dürüst olanı olmayandan ayırmaktır. Dolayısıyla da nesh olarak görülemez. (49) Nihayet bu ayetler, gizli görüÅŸmelerin Allah’ın, elçisinin ve müminlerin takibinde ve gündeminde bulunduÄŸunu duyurur. Böylece bu toplumda yaÅŸayan herkesin barış ve huzuru ifsat edecek faaliyetlerden uzak durması beklenir.
Münafık (gizli iÅŸler peÅŸinde olan)larla Dostluk Kurmamak [14-19. ayetler]
Allah’ın gazabına uÄŸrayan bir toplum ile dostluk kuranların farkında deÄŸil misin? Onlar ne sizdendir (ey müminler) ne de o (hakikati inatla reddede)nlerden. Böylece onlar yalan ve düzmece (deÄŸerler) üstüne (onların yalan ve sahte olduklarını) bile bile yemin ederler. [14. ayet] Allah onlar için (öteki dünyada) ÅŸiddetli bir azap hazırlamıştır. Onların yapageldikleri ÅŸey gerçekten çok kötüdür. [15. ayet] Onlar ahidlerini (yalancılıklarına ve sahtekârlıklarına) örtü yaptılar ve böylece baÅŸkalarını Allah yolundan alıkoydular. Bu nedenle onları alçaltıcı bir azap beklemektedir. [16. ayet] Ne dünyevi servetleri ne de soy sopları onları Allah’a karşı koruyamayacaktır. Onlar, kalıcı meskenleri olan cehenneme mahkûm edilmiÅŸlerdir! [17. ayet] Allah’ın onların tümünü tekrar dirilteceÄŸi Gün, (ÅŸimdi) senin önünde yemin ettikleri gibi, (varsayımlarında) haklı oldukları zannıyla O’nun önünde de yemin edecekler. Gerçek ÅŸu ki, (en büyük) yalancılar onlardır! [18. ayet] Åžeytan, onlar üzerinde üstünlük kurmuÅŸ ve onları Allah’ı anmaktan uzaklaÅŸtırmıştır. Böyleleri Åžeytan’ın yandaÅŸlarıdır. Gerçekten hüsranda olanlar onlardır, Åžeytan’ın yandaÅŸları! [19. ayet]
Gizli gündemi olan, toplumda fesat yayan ve sadece kendilerini düÅŸünen bazı kimseler vardır. (50) Bunlar, kulis yapmaları, gizli görüÅŸmeler peÅŸinde olmaları ve ÅŸikâyet konularını dedikodu malzemesi yaparak çözümsüz kılmaya çabalamaları ile tanınırlar. Samimi olduklarına da yemin ederler. Bunlara azap olunacaktır. Çünkü onlar, gizli ve tumturaklı iÅŸleriyle baÅŸkalarını da kötü bir ÅŸekilde etkilemekte ve bulabildikleri her vesileyle toplumsal huzuru baltalamaktadırlar. Servetleri, soy ve sopları onları Allah’a karşı koruyamayacaktır. Cehenneme mahkûm edilmiÅŸlerdir! Zira ÅŸeytan, onlar üzerinde üstünlük kurmuÅŸ ve onları Allah’ı anmaktan uzaklaÅŸtırmıştır. Bu kiÅŸiler, hesap günü haklı oldukları iddiasıyla Allah’ın önünde bile yemin edebilecek kadar büyük yalancıdırlar. Ya da hesap günü amaçlarının iyilik yapmak olduÄŸunu söyleyebilecek kadar aymazlık içindedirler. Ahirette Allah’ın önünde dahi benzer yalan, mazeret ve haksız gerekçelerini yeminler eÅŸliÄŸinde sıralayacaklarının bildirilmesi, bu kiÅŸilerin kalplerine artık düzeltemeyecekleri ÅŸekilde maraz bulaÅŸtığına iÅŸaret eder. Asıl korkunç olan taraf da burasıdır. Çünkü KiÅŸinin her ÅŸeyden haberdar olan Rabb’i karşısında dahi yalan söyleyebilmesi, onun periÅŸan hâlini gösterir.
Elçiye Karşı Gelmek ve Konunun DeÄŸerlendirilmesi (20-22. ayetler)
Allah’a ve Elçisi’ne karşı gelenler, iÅŸte onlar (Hesap Günü) en sefiller arasında bulunacaklardır. [20. ayet] (Çünkü) Allah böyle buyurdu: ‘Ben kesinlikle üstün geleceÄŸim, Ben ve Elçim!’ Åžüphesiz Allah, güçlüdür, kudret sahibidir! [21. ayet] Allah’a ve Ahiret Günü’ne (gerçekten) inanan, ama (aynı zamanda) -babaları, oÄŸulları, kardeÅŸleri yahut (öteki) akrabaları bile olsa- Allah’a ve Elçisi’ne karşı çıkanları seven bir toplum göremezsin. (51) (Gerçek müminlere gelince,) Allah’ın kalplerine imanı nakÅŸettiÄŸi ve ilhamı ile güçlendirdiÄŸi kimseler onlardır ve (zamanı gelince) onları içlerinden ırmaklar akan bahçelerde barındıracaktır. Allah onlardan hoÅŸnuttur ve onlar da Allah’tan. Ä°ÅŸte onlar Allah’tan yana olanlardır. Ä°ÅŸte onlar, Allah’tan yana olanlar, mutluluÄŸa ulaÅŸacaklardır! [22. ayet]
Galibiyet ikrarı, arka planda surenin başından itibaren dile getirilen bir çekiÅŸmeyi hatırlatır. Bu mesele, gizli görüÅŸmeler, fısıldaÅŸmalar ve kulis faaliyetleriyle toplumu ifsat etmeye çalışanlarla, samimi müminler arasındadır. Fakat elbette Allah’a ve Elçisi’ne karşı gelenler, sefil insanlardır ve kaybetmeye mahkûmdurlar. Çünkü Allah ‘Ben ve elçilerim kesinlikle üstün geleceÄŸiz.’ demiÅŸtir. (52) Bu deÄŸiÅŸtirilemez.
Allah’a ve Ahiret Günü’ne inananlar; babaları, oÄŸulları, kardeÅŸleri yahut akrabaları bile olsa Allah’a ve Elçisi’ne karşı çıkanları sevmezler. Zira onlar, mümin bir toplumun istikbalinin onların ÅŸahsi çıkarlarından çok daha yüksek bulunduÄŸunu bilirler. Dolayısıyla onların varsa bu gizli ve ifsat edici gündemlerinin toplumda etkili olmasına izin vermezler. Allah’ın kalplerine imanı nakÅŸettiÄŸi ve ilhamı ile güçlendirdiÄŸi kimseler onlardır. Allah, bir gün onları içlerinden ırmaklar akan bahçelerde ağırlayacaktır. Allah onlardan hoÅŸnuttur, onlar da Allah’tan. Bu nedenle sonunda herkesin mutlu olduÄŸu bir gün mutlaka gelecektir.
Sonuç
Kocasından zulüm gören ve bu nedenle yardım edilen hanım örneÄŸinde olduÄŸu gibi müminler, birbirlerine toplumda yer açmalıdırlar. (53) Toplumu ilgilendiren sorunlarda herkes ayaÄŸa kalkmalı ve sorumluluklarını yerine getirmelidir. (54) Ä°yilik ve takva hususunda mutlaka yardımlaşılmalıdır. Bunun dışında gizli/özel görüÅŸmelere mahal yoktur. Toplum hayatında birbirine yer vermeyi ilke edinen ve barıştan baÅŸka bir talebi olmayan kiÅŸilerin –elçi de dahil olmak üzere– en yakınları dahi olsa adaletten vaz geçmemeleri gerekir. Toplumun akıl ve ruh saÄŸlığı ancak bu ÅŸekilde korunabilir.
Mücâdile suresi, Medine’de kurulmaya ve korunmaya çalışılan toplumsal birliÄŸi dile getirir. (55) Gizli görüÅŸmeler yoluyla kulis yapan münafıklara karşı samimi olmayı gündeme taşıyan sure, kocasına karşı hakkını arayan bir hanım üzerinden dürüst bir hak arayışının resmini çizer, örneÄŸini verir. Sonra buna benzer ÅŸekilde müminlerin, yani barıştan yana olan güvenilir kiÅŸilerin toplumda birbirlerine yer açmaları istenir. (56)
Surenin baÄŸlamı dikkate alındığında asıl olan, zıhar gibi haksızlık doÄŸuran ve kadın olsun erkek olsun kiÅŸiyi hakları hususunda köÅŸeye sıkıştırıp özgürlük alanını daraltan toplumu geren, sarsan, kısıtlayan ve üzen bütün uygulamaların mahkûm edilmesidir. Çünkü sure, müminlerin önünü tıkayan hususlarda karşılıklı birbirlerine yardımcı olmalarını ve toplumsal anlamda kardeÅŸlerine yer açmaları gerektiÄŸini anlatmaktadır. Buna göre baÄŸlam, zıhar gibi örnek bir uygulamaya takılmayı deÄŸil, haksızlık uyandıran benzer olayları ele almayı ve onları çözüme kavuÅŸturmayı dile getirir. Yeter ki soru ve sorunlar gizli olmayan, huzuru bozmayı amaçlamayan, arka planda tuzak barındırmayan samimi, açık seçik bir taleple gündeme getirilsin.
Mücâdile suresinde tek bir konu vardır. Ana fikir, müminlerin birbirine toplumda yer açması çerçevesinde ilerler ve bu baÄŸlamda surede yer verilen konular, belli bir anlam akışı içinde ÅŸu baÅŸlıklarla birbirini tamamlar:
1-4. ayetler; eÅŸi hakkında hiçbir gizli gündemi olmaksızın samimiyetle açıkça ÅŸikâyette bulunan/hakkını arayan hanımın durumu ve haklı bulunduÄŸu için kocasına verilen cezalar…
5, 6. ayetler; Allah’a ve Resulüne karşı gelinmemesi, yani bu hanımın hakkının iade edilmesinin gereÄŸi… Aksi hâlde kâfirleri acıklı bir azap beklemektedir ve ahirette bütün hesap eksiksiz önlerine konacaktır.
7-10. ayetler; yukarıdaki samimi yaklaşımın tersine toplumu ifsat etmeye yönelik kulis faaliyetleri ve gizli konuÅŸmalar…
11. ayet; ana fikir… Müminlerin toplumsal meselelerde ve önlerine çıkan ÅŸikâyet ve sorunlarda birbirlerinin önlerini açmaları gerekir. Onlar, hak ve özgürlükleri mümkün olan en geniÅŸ ÅŸekilde yorumlayarak birbirlerine toplumda yer vermelidirler. Böylece gizli konuÅŸmalar, dolambaçlı tutumlar ve tuzak kokan hileli tavırlardan etkilenmeyecek ve birlikteliklerini koruyabileceklerdir. (57)
12, 13. ayetler; elçiyle gizli/özel konuÅŸma… Söz konusu müminler olunca, onların örnek aldığı lider Peygamber (sav)’dir. Önce onun önü açılmalı ve toplumdaki yeri tartışma götürmeyecek ÅŸekilde saÄŸlamlaÅŸtırılmalıdır. O’nun iyilik ve takvadan baÅŸka bir amacı olmadığını herkes bilmelidir. Buna göre toplumsal sorunlara çözüm ararken gizli deÄŸil açık bir ÅŸekilde onun otoritesine baÅŸvurulmalı ve bu tür gizli/özel konuÅŸmalar sadece çok gerektiÄŸinde yapılmalıdır. Ä°nsanlar özel taleplerini toplumsal ifsada yol açacak ÅŸekilde gizli ve dolambaçlı yollarla deÄŸil açık seçik bir ÅŸekilde ortaya koymalıdır. Elçiyle özel görüÅŸmek için sadaka verilmelidir. Elbette bulamayan vermez. Ama herkes bu tür özel görüÅŸmelerin içeriÄŸinin topluma hizmet dışında bireysel çıkarlara veya ÅŸahsi imtiyazlara konu yapılamayacağını bilmeli ve öÄŸrenmelidir.
14-19. ayetler; münafıklarla dostluk kurmamak… Müminler, hak ve özgürlükleri, toplumun ıslahı ve hayrı için savunmaktan geri duran ve tavrını açıkça ortaya koymayan gizli ve gizemli iÅŸlerden uzak durmalıdırlar. Çünkü bu iÅŸlerle uÄŸraÅŸanlar tam bir yalancıdırlar.
20-22. ayetler; elçiye karşı gelmek ve konunun deÄŸerlendirilmesi… Allah ve elçisi galip gelecektir. Onlara muhalefet edenlere karşı sevgi beslemek de inananlar açısından mümkün deÄŸildir. Allah, hangi toplumsal mesele olursa olsun ancak adil davrananları sever. Mutlu olmanın yolu, Allah hakkında doÄŸru düÅŸünmek ve ondan razı olmak, yani doÄŸru ve samimi olanlarla birlikte hareket etmekle açılır. Müminler, en yakınları bile olsa onlara ayrıcalık tanımaktan uzak dururlar. Onların tavrı, herkese hakkını vererek birbirlerine toplumda yer açmaktan ibarettir.
Velhâsıl, 11. ayet, surenin omurgasıdır. Öncesinde hakkını arayan kadının samimiyeti, sonrasında ise gizli konuÅŸmalar yoluyla muhalefet oluÅŸturmaya çalışan samimiyetten uzak münafıklar yer alır. (58) Sure, toplumsal meselelerde müminlerin birbirlerine sıkışmışlıktan kurtarıp yer açmalarının önemi üzerinde durur. Böylece gizli ve tuzak kokan yaklaşımlardan etkilenmeyeceklerdir. Burada amaç, bir yanda sorunları çözmeye çalışırken diÄŸer yandan toplumu korumaktır.
Galip zihin, meclislerde birbirinize yer açın ayetinden bu sonuçları çıkaramaz. Konu bütünlüÄŸü içinde surelerden bu ÅŸekilde bir anlam çıkarılabilmesi için ilk olarak Kur’an’a bakış açısı revize edilmeli ve onun bir kurtuluÅŸ kitabı olduÄŸu gerçeÄŸiyle hareket edilmelidir. Mücâdile suresi, Medenî bir suredir. Mekke’de olduÄŸu gibi arka planda bir maÄŸduriyet yok ama farklı bir mücadele ortamı vardır. Burada adil ve özgür bir toplumun, barış ve huzur içerisinde yaÅŸaması için gereken çabalar söz konusudur. BilindiÄŸi gibi Ehl-i Kitap ve özellikle münafıkların içten içe yol açabilecekleri tahribat, beklenilenin çok üstünde hasarlara yol açabilmektedir. Galip zihin, siyasi hâkimiyeti zaman içerisinde öylesine abartmış ve mevcudu korumak adına öyle muhafazakâr davranmıştır ki Kur’an’ın rehberliÄŸinden faydalanmayı çoÄŸu kez ihmal etmiÅŸtir. (59) Oysa Kur’an bu sureden hareketle toplum içinde yükselen seslerin karşılık bulmasını ister. Ama hak ve özgürlükler adına çıkarılan seslerin çoÄŸu duyulmaz. Hatta bazen susturulmaya bile çalışılabilir. Çünkü galip zihin kendisini suçlu gösterecek her türlü ithamdan uzaklaşır. Mamafih bir toplumun saadeti, hak ve özgürlüklerin en geniÅŸ ÅŸekilde yorumlanıp uygulanmasındadır. Korunması da bu yolla olur. Normal ÅŸartlar altında toplumun uzun yıllar boyunca inÅŸa ettiÄŸi geleneksel kabullerine o toplumu birleÅŸtiren unsurlar gözüyle bakıldığı için karşı çıkılmaz ve ısrarla korunur. Ne var ki bazen bu kabuller, dinin emirlerinin yerine göz diker ve ibadet hükmünde algılanmaya baÅŸlarlar. Buna izin verilmemelidir. Dinin aslı, kiÅŸinin Allah dışında veya yanısıra baÅŸkalarının önünde eÄŸilmeden ayakta durmasını saÄŸlamaktır. Amaç, kiÅŸinin onurunu ve saygınlığını korumaktır. O hâlde hiçbir ÅŸeyin insanın özgürlüÄŸüne ve haklarına gölge düÅŸürmesine izin verilmemelidir.
Surenin ilk ayetlerinde yer verilen hakkını arayan hanımın durumu, baÄŸlamdan kopuk bir ÅŸekilde tek başına ele alındığında kadın hakları ve özellikle karı-koca iliÅŸkileri hususunda hanımlardan yana deÄŸerlendirilmesi gereken bir hayli çarpıcı ve olumlu bir örnek sunar. Buradan hareketle hanımların durumu onlara zarar vermeyecek ve haklarını ihlal etmeyecek ÅŸekilde dikkatle ele alınmasının gereÄŸi rahatlıkla ortaya çıkarılabilir. Aynı ÅŸekilde devam eden ayetlerden gizli konuÅŸmaların örf, âdet ve ahlak açısından mahkûm edilmesi söz konusudur. Fakat baÄŸlam, bu çıkarımlardan farklı olarak ÅŸunu söyler. Ä°lk ayetlerde hanımın hakkını aramasından daha önemli olan bu savunmanın ÅŸeklidir. Kadın ya da erkek demeden samimi ve açık bir ÅŸekilde dile getirilen her konu mutlaka dikkate alınmalı, olası bir hak ihlalinin toplumu germesine müsaade edilmemelidir. Bu anlamda hiçbir haksızlığın gelenek, örf veya tarihsel miras ÅŸemsiyesi/kılıfı/örtüsü altında savunulması söz konusu edilmemelidir. Buna karşılık gizli konuÅŸmaların bu suredeki durumu bir örf ya da ahlak kuralı olmaktan daha fazlasını ifade eder. Bu konuÅŸmalar, toplumun huzurunu bozmaya, elçiye, yani otoriteye isyana ve günah iÅŸlemeye dairdir. Samimi ve açık bir hak arayışı özelliÄŸi taşımaz. Nitekim toplumun ıslahına dair hiçbir teklif, ona zarar vermeyi içeremeyeceÄŸine göre burada gizliliÄŸe mahal bulunmaz.
Vahiy, indiÄŸi dönemde ortaya koyduÄŸu canlılığı bu sefer müminler eliyle sürdürmelidir. Ayetler o gün kocası hakkında ÅŸikâyet eden hanımı haklı bularak önünü açar. Hakları baÄŸlamında toplumda sıkışan bu hanımın yaÅŸam alanını geniÅŸletir ve ona bir yer verir. Aynı ÅŸey, bugün “Toplumsal hayatınızda birbirinize yer verin.” diyerek müminler tarafından sürdürülmelidir. O gün vahyin yaptığını bugün inanan toplum kendi kendisine yapacaktır. Bu anlamda insanların toplumda yer bulabilecekleri alanları açıp rahat ve özgürce yaÅŸamalarını saÄŸlamak ayaÄŸa kalkmaya gücü bulunan, yani mevcut sıkışmışlığın farkında olan herkesin sorumluluÄŸundadır. (60)
Mücâdile suresi, gizli ve kirli yollarla, açık ve samimi talepler arasında ciddi bir fark bulunduÄŸunu bildirir. (61) Ä°man iddiasında bulunanlar, surenin giriÅŸinde yer verilen hanım örneÄŸinde görüldüÄŸü gibi haklarını açık seçik bir ÅŸekilde savunmalıdırlar. Birbirlerine yer açmak gerektiÄŸinde ayaÄŸa kalkmalı ve gerektiÄŸinde ellerini taşın altına koymalıdırlar. Özel görüÅŸmelerin iyilik ve takva üzerinde yürümesine özen göstermelidirler. Allah ve Resul’ünün otoritesini göz önünde bulundurarak bütün iÅŸlerinde ÅŸeffaf olmaya dikkat etmelidirler. Gerçek müminler, toplumda birbirlerine yer açarlar. Hiçbir ÅŸeyin hak ve özgürlükleri sınırlandırmasına, bu hususta maÄŸdur ve mazlum kimliklerin oluÅŸmasına müsaade etmezler. Toplumun huzuru ve barışı, onların samimi çabalarına baÄŸlıdır. Onlar bu ÅŸekilde dürüst ve erdemli davrandığı zaman kimse onlara zarar veremeyecektir.
Galip zihnin hakikat anlayışı da sorunludur. Kendini hiçbir kısıtlama veya denetime baÄŸlı olmaksızın hakikatin vazgeçilemez temsilcisi sayar. Oysa doÄŸru ve gerçek kimsenin tekelinde deÄŸildir. Bu anlamda tarihte yer alan ve Ä°slami bir yapı arz ettiÄŸi düÅŸünülen pek çok tefsir /te’vil örneÄŸi aslında sadece insanların eseridir. Böyle olunca ortaya konan düÅŸünce ve yorumların eksik veya yanlış olma ihtimali her zaman vardır. Bu yüzden kaynağı beÅŸer/insan olan hiçbir çıkarım/eser/yorum asla kutsanmamalı, sorgulama ve eleÅŸtiriden uzak tutulmamalıdır. Önemli olan dinin aslı ile yorumları arasındaki farkı bilmek ve yorumları, aslın yerine koymamaktır. Bir düÅŸüncenin veya sahibinin takdir edilmesiyle otorite konumuna yükseltilip asla eleÅŸtirilmemesi arasında derin bir fark vardır ve bu fark sadece onun takdir edilmesi lehinde korunmalıdır. (62)
Sureleri galip zihinle okumak o sure hakkında daha önce söylenmemiÅŸ hiçbir ÅŸey olmadığını düÅŸündürebilir. Ama bilimsel çalışmalarda insanın son sözü söylemesi mümkün olmadığına göre farklı yaklaşımlar her zaman imkân dâhilindedir ve olacaktır. (63) Mücâdele ortamında ve zor ÅŸartlarda maÄŸdur ve mazlum durumda olan birilerinin üzerine inen ayetleri, zihnin arka planında yer alan galip bir ön yargıyla okumak, kendi düÅŸüncesini hâkim konuma yükseltmekten farklı deÄŸildir. Mekkî sureler açısından arka planda yer alan mücadele ortamından ÅŸüphe edilemez. Medenî surelere gelince Mücâdile suresinde de görüleceÄŸi gibi burada da yeni, ayakları yere basan ve saÄŸlam bir toplum inÅŸa etmenin sancıları hemen kendisini gösterir. Mekkeli müÅŸriklerle yapılan savaÅŸlar, Ehl-i Kitapla ve çevre kabilelerle iliÅŸkiler, münafıklar, eÄŸitim ve tebliÄŸ faaliyetleri, mücadele ortamının burada da farklı açılardan devam ettiÄŸini gösterir. Dolayısıyla ayetlerin baÄŸlamının nüzul ortamının bütün ÅŸartlarını ve surelerin indiÄŸi zaman ile deÄŸerlendirildiÄŸi zaman arasındaki farkları dikkate alması, doÄŸru manayı yakalayabilmek için bir zarurettir.
Kur’an’da insanların ve özellikle doÄŸruyu her fırsatta söyleyeceÄŸine güvenilen müslümanların düÅŸünce ve ifade özgürlüÄŸüne ayrı bir önem verilmiÅŸtir. ÖrneÄŸin inananların susturulması hâlinde kıyâmetin kopacağından bahsedilen Kamer suresinde bu özgürlük dile getirilir. Yani müminler, galip olsun maÄŸlup olsunlar her zaman ve zeminde doÄŸru olanı dile getirmek zorundadırlar ki onların maÄŸlup olduklarında doÄŸruyu ifade etmeleri zaten cihat kabul edilir.
Kamer suresi ve benzeri sure yorumları, ilk nesilde olduÄŸu gibi özgürce düÅŸüncenin ifade edilmesinin hayati bir öneme sahip olduÄŸunu gösterir. DüÅŸüncenin ifade edilmesine engel olmak, hakikate karşı kendi menfaatlerini savunan kâfir ve müÅŸriklerin iÅŸidir. Öyleyse gerçeÄŸe deÄŸer verdiÄŸini söyleyen hiç kimsenin düÅŸünme ve bunu ifade etme özgürlüÄŸünün yayılmasından korkmasına gerek yoktur. Nitekim Kur’an gerçeÄŸi, kökü yerde dalları gökte saÄŸlam bir aÄŸaca benzetir. (64) Kötü ve yalan söz ise bunun tam tersidir.
Hakikate sahip olduÄŸunu düÅŸünenler, düÅŸünce özgürlüÄŸüne önem vermezler. Ama Kur’an evrensel bir kitap olduÄŸuna ve hakikat arayışının sürekliliÄŸine vurgu yaptığına göre Kamer suresinin dile getirdiÄŸi gibi düÅŸünce özgürlüÄŸü, her zaman hayati bir öneme sahip olmalıdır. Ä°ÅŸte bu mana, surelerin baÄŸlam dikkate alınarak anlam bütünlüÄŸü ve arka plan eÅŸliÄŸinde okunmasının sonucudur.
Not: Bu makale, “Sözün BaÄŸlamı” adlı eserden iktibas edilmiÅŸtir.
Dipnotlar:
1. Bu ayetin bazı meallerdeki karşılığı ÅŸu ÅŸekildedir: “Ä°çimizde, (Allah’a) teslimiyet gösterenler de var, hak yoldan sapanlar da var. Teslimiyet gösteren kimseler, doÄŸru yolu arayanlardır.” (Diyânet Vakfı Meali); “Ama içimizde kendilerini Allah’a teslim edenler bulun(duÄŸu doÄŸrud)ur, tıpkı kendilerini zulme kaptıranlar bulunduÄŸu gibi. Kendilerini Allah’a teslim edenler doÄŸru ile eÄŸriyi ayırd etme bilincine ulaÅŸanlardır.” (M. Esed Meali); “Ve biz, bizden müslümanlar da var ve bizden doÄŸru yoldan sapanlar da var. Kimler müslüman olursa iÅŸte onlar doÄŸru yolu aramışlardır.” (S. AteÅŸ Meali); “Gerçek kimimiz müslümanlar, kimimiz ise zulmedenlerdir. Müslüman olan kiÅŸiler (yok mu?) iÅŸte onlar doÄŸru yolu ara (yıb bul) muÅŸlardır.” (H. B. Çantay Meali); “KuÅŸkusuz içimizde müslüman olanlar da var, hak yoldan sapanlar da var. Kim müslüman olursa, iÅŸte onlar doÄŸruyu arayıp bulmuÅŸlardır.” (Diyânet Meali); “Nihayet, bizden Allah’a teslim olanlar da var, haksızlığa sapıp çizgiden çıkanlar da var. Allah’a teslim olanlar, iÅŸte onlar, doÄŸruyu ve hayrı aramışlardır.” (Y. N. Öztürk Meali); “Ve elbette bizden müslüman olanlar da var, zulmedenler de. Ä°ÅŸte (Allah’a) teslim olanlar, artık onlar ‘gerçeÄŸi ve doÄŸruyu’ araÅŸtırıp bulanlardır.” (A. Bulaç Meali)
2. BaÄŸlam ortaya çıkmadan önce var olan her ayrıntı, baÄŸlam meydana çıkarıldıktan sonra da kaybolmaz. Aksine daha belirgin hâle gelir ve doÄŸru bir zemine kavuÅŸur. Bu nedenle sure içinde geçen her mesele, baÄŸlamdan onay aldıktan hemen sonra kendi başına ayrıntılı ÅŸekilde ele alınıp herhangi bir çalışmanın konusu yapılabilir. Böylece herhangi bir konu kendisinden kastedilenin dışında baÅŸka farklı mecralarda kullanılmamış, yani yanlış anlaşılmamış olacaktır.
3. Mücâdile suresinin 11. ayetine verdiÄŸi doÄŸru meal (mana) sebebiyle bu meselenin tümünde M. Esed’in Meali kullanılmıştır.
4. M. Esed, bir kölenin veya tutsağın özgürlüÄŸünü satın almak yahut onu serbest bırakmanın, modern çaÄŸlarda bir insanı büyük bir borç yükünün veya yoksulluÄŸun tutsağı olmaktan kurtarmayı içine alacak ÅŸekilde geniÅŸletilebileceÄŸinden bahseder. (M. Esed, Kur’an Mesajı, Mücâdile suresi, 3. ayet, dipnot; 5.).
5. M. Esed, bu hususta ÅŸu açıklamayı yapmaktadır: “Yani, Ramazan ayı boyunca tuttuÄŸu orucun tâbi olduÄŸu kurallar içinde (bknz. 2: 183-187). ‘Buna gücü yetmeyen (lem yecid)’ ifadesi ise, ya maddî imkânların yetersizliÄŸini yahut gerçek veya sembolik kölelikten (bknz. yukarıdaki 5. not) kurtarılabilecek birini bulmanın imkânsızlığını gösterir. Günümüzün birçok Ä°slam bilginine göre (mesela ReÅŸid Rıza, 4: 92 ile ilgili yorumunda) bu ifade, ilk bakışta, ‘köleliÄŸin Ä°slamî hedeflere uygun olarak ortadan kaldırılacağı’ ÅŸartlar ile ilgilidir [Menâr V, 337.]” (M. Esed, Kur’an Mesajı, Mücâdile suresi, 4. ayet, dipnot; 7.).
6. Bu tartışmada adı geçen kiÅŸinin genellikle Salebe kızı Havle (r. anha) olduÄŸu nakledilir. Kocası Ubâde b. Sâmid (ra)’in kar¬deÅŸi Evs b. Sâmid (ra)’tir. (Tefsîr-i Kebîr, Mukâtil b. Süleyman, c. 4, s. 172: Râzî, Mefâtihu’l-Gayb, c. 21, s. 349; Kurtubî, El-Câmi’u Li-Ahkâmi’l-Kur’an, c. 17, s. 124, 125.).
7. Zıhar, cahiliye dönemi talâk çeÅŸitlerinin en sıkıntılı ve ÅŸiddetli olanı ÅŸeklinde nitelenmiÅŸtir. (Râzî, Mefâtihu’l-Gayb, c. 21, s. 350.); Bununla beraber zıharı bâin talaka benzetenler (Ä°mam Mâlik) olduÄŸu gibi onu kefaret gerektiren bir yemin ÅŸeklinde düÅŸünenler de (Evzâî) vardır. (Kurtubî, El-Câmi’u Li-Ahkâmi’l-Kur’an, c. 17, s. 129, 133.); M. Esed, ayetteki “Kocası hakkında sana baÅŸvuran …” ifadesinde yer alan kadının belirsizliÄŸinden hareketle, bir kadının kocası hakkında ÅŸikâyette bulunma hakkına sahip olduÄŸu bütün durumları, yani, sadece haksız bir boÅŸamaya karşı deÄŸil, aynı zamanda bir kadının artık çekilmez hâle gelen bir evlilikten kurtulma taleplerini de kapsayacağını ifade eder. (M. Esed, Kur’an Mesajı, Mücâdile suresi, 1. ayet, dipnot; 1.); Bu meselenin ayrıntıları için ilgili kaynaklara müracaat edilebilir.
8. Bu cezalar ve ifade ettikleri anlam, “Galip Zihinde Kadının Yeri” baÅŸlığı altında iÅŸlenmiÅŸtir. Bu arada ayette yer alan cümle “Bunlar Allah’ın koyduÄŸu sınırlardır ve hakikati inkâr edenleri (öteki dünyada) ÅŸiddetli bir azap beklemektedir.” ÅŸeklindedir. Burada sınırı aÅŸmanın iki yolu vardır. Ä°lki Allah hoÅŸ görmediÄŸi ve hukukî anlamda bir karşılığı (deÄŸeri) kalmadığı hâlde zıhar ve benzeri yöntemlerle hanımlara eziyet etmeye devam etmek; diÄŸeri ise bu suçu iÅŸleyenlere lâyık görülen cezanın uygulanmaması. Köle azadı, arka arkaya iki ay oruç veya altmış fakiri doyurmanın hudud/sınır ifadesiyle karşılanması ve üstelik bunları yerine getirmeyenlerin kâfir olarak nitelenmesi, kiÅŸinin kendi kendine uygulayacağı bireysel cezaların basite indirgenmemesi hususunda önemli bir iÅŸarettir. Bu iÅŸaretlerden biri de kefaret ödemeleri içinde kiÅŸinin icbar edilebileceÄŸi tek çeÅŸidin zıhar olarak görülmesidir. (Râzî, Mefâtihu’l-Gayb, c. 21, s. 365.); Bu konuda Ä°. Derveze’nin yaptığı açıklama da ÅŸu ÅŸekildedir: “Müfessirler, zıhar yaptıktan sonra karısıyla cinsi münasebete girmek istemeyenler için kefaretin gerekmeyeceÄŸini söylemiÅŸlerdir. Bu çıkarsama, ayetin ana mesajıyla örtüÅŸebilir; ancak bizim algıladığımız kadarıyla, bu gibi durumlarda koca, ayetlerin satır aralarından sezilen ilahi gazabın muhatabı konumundadır. Dolayısıyla bundan dönüp piÅŸmanlık belirtmediÄŸi sürece, Allah’ın affını ve bağışlamasını hak etmez. ZemahÅŸerî der ki: Zıhar yapan (karısına senin sırtın annemin sırtı gibidir diyen) adam, ÅŸayet kefaret vermekten kaçınırsa, karısının kadıya baÅŸvurması gerekir ve kadı onu kefaret ödemeyi kabul edinceye kadar hapseder. Çünkü o, zıhar yapmakla karısına zarar vermiÅŸtir. ZemahÅŸerî’nin bu çıkarsaması isabetlidir. Çünkü daha önce iÅŸaret ettiÄŸi¬miz gibi, Kur’an ve sünnette çeÅŸitli münasebetlerle vurgulandığı üzere, kadının haklarının ko¬runması hedeflenmektedir.” (Derveze, Et-Tefsîru’l-Hadîs, c. 6, s. 393, 394.)
9. Elbette bu cezalar, bir sınır çizer. Buna göre verilen cezaları uygulamak hanımların haklarını savunmak ve onları koruyup gözetmek anlamına gelir. Surenin baÄŸlamına göre asıl sınır, bu örnekten hareketle ortaya çıkabilecek toplumsal sorunları, erkek olsun kadın olsun hak ve özgürlükleri savunmak ve yerine getirmektir. Buna göre kiÅŸilerin sahip oldukları hakların ihlal edilmesi sınırın aşılmasıdır.
10. Ayetin “Bunlar Allah’ın koyduÄŸu sınırlardır ve hakikati inkâr edenleri (öteki dünyada) ÅŸiddetli bir azap beklemektedir.” ifadesiyle bitmesi, bu hanımın ÅŸikâyet konusunun önemli bir hak ihlali olduÄŸuna iÅŸaret eder. Bu durumda mesele hassasiyetle ele alınmalı ve hanımın maÄŸduriyeti mutlaka giderilmelidir.
11. (Mühîn), horluk ve hakîrlik demektir. (Tefsîr-i Kebîr, Mukâtil b. Süleyman, c. 4, s. 175.); BilindiÄŸi gibi cezalarda asıl olan misliyle karşılık vermektir. Buna göre ayette bu kelimenin seçilmesi, kiÅŸinin zıhar yoluyla hanımını hor görmesinden de kaynaklanıyor olabilir.
12. Burada aÅŸağılanmaları onların büyüklenmelerine karşılık gelir. Ayrıca geçmiÅŸe atıf ceza vaadini güçlendirir.
13. Bazılarının kefaret ödemeleri içinde kiÅŸinin icbar edilebileceÄŸi tek çeÅŸidi zıhar olarak görmesine ve hatta kadının (mahkemenin) zoruyla yerine getirilmesinin istenebileceÄŸini belirtmesine raÄŸmen genellikle bu cezaların yerine getirilmesi, herhangi bir kolluk kuvvetinin müdahalesini veya takibini gerektirmez. Kadının ÅŸikâyeti olmadığı sürece genel tutum budur. Köle azadı, iki ay arka arkaya oruç veya altmış fakiri doyurmak ÅŸeklinde ifade edilen bu hadleri kiÅŸi kendi kendisine uygular. Bu yaklaşım, Ä°slam’ın kiÅŸinin iradesine verilen deÄŸeri ve ona son derece güvenildiÄŸini gösterir. Yani eÄŸer uygulamayacaksa kimse onu bunları yapmaya zorlayamaz. Bu nedenle ayette sözü edilen küfür ve azap konularının ağırlığının sebebinin kiÅŸiyi bu cezaları gerçekleÅŸtirme hususunda kendisini sorumlu hissetmesini saÄŸlamaya yönelik bir tahrik olabileceÄŸini de akla getirmektedir.
14. Cezaların uygulanması da bu konunun içinde mütalaa edilmelidir.
15. BilindiÄŸi gibi cezalar, kiÅŸinin muhayyilesinde o fiili bir daha yapmamayı düÅŸündürecek bir etki oluÅŸturmayı hedefler. Bu anlamda hatırlanması gereken en önemli ÅŸey, kiÅŸinin haddini aÅŸmasıyla ortaya çıkan kul hakkıdır.
16. Râzî, Mefâtihu’l-Gayb, c. 21, s. 371.
17. Ayette “…Onlar unutmuÅŸ olsalar bile Allah, onu (bütünüyle) hesaba katacaktır…” denildiÄŸinde fi’l hakika yapılan bütün haksızlıkların ahirette mutlaka sonuçlandırılacağı bildirilmiÅŸ olur. Fakat ahirete yönelik bu vurgunun asıl anlamı, hak ve özgürlükler baÄŸlamında dünyada da herkesin elinden geleni yapmasıdır. Yani Allah’ın ahirette hesaba katacağını, müminler dünyada da mutlaka hesap etmeli ve ona göre davranmalıdırlar.
18. Sirâr; iki kiÅŸi arasındaki fısıldaÅŸmadır; Necvâ ise bunun üç kiÅŸi arasında vuku bulmasıdır. Buna göre her bir sirâr (gizli konuÅŸma) aynı zamanda bir necvâ (fısıldaÅŸma)dır, de¬nilmiÅŸtir. (Kurtubî, El-Câmi’u Li-Ahkâmi’l-Kur’an, c. 17, s. 152.); ‘Necvâ’nın fiili olarak üç kiÅŸi arasındaki gizli konuÅŸmaları dile getirmesinden hareketle meselenin toplumsal boyutuna iÅŸaret edilmiÅŸ olabileceÄŸi de göz önünde bulundurulmalıdır.
19. M. Esed, bu konuda ÅŸu açıklamayı yapmaktadır: “Burada iÅŸaret edilen yasaklama, ‘normal olarak gizli toplanmalardan bir hayır çıkmaz; yardımlaÅŸmayı emretmeye, adil muameleler[i tartışma]ya veya insanlar arası iliÅŸkileri düzeltmeye adananlar hariç’ (bknz. 4: 114 ve ilgili not 138) ayetinden kaynaklanır. Klasik müfessirlerin iÅŸaret ettiÄŸi gibi, bu pasajda deÄŸinilen ‘gizli konuÅŸmalar’ın bazı inkârcı çaÄŸdaÅŸlarının Hz. Peygamber’e ve arkadaÅŸlarına karşı hazırlamak istedikleri komplolar ile ilgili bulunduÄŸuna kuÅŸku yoksa da, pasajın genel bir muhtevaya sahip olduÄŸu ve bu nedenle bütün çaÄŸlar için geçerli bulunduÄŸu da aynı ÅŸekilde ÅŸüphesizdir.” (M. Esed, Kur’an Mesajı, Mücâdile suresi, 8. ayet, dipnot; 11.)
20. Bu kiÅŸilerin kimler olduÄŸu hususunda ihtilaf edilmiÅŸ, münafıklar veya kâfirler ama daha çok Yahudiler olabileceÄŸi üzerinde durulmuÅŸtur. Onların doÄŸru dürüst selam vermek yerine “es-Sâmu aleyke” [Ölüm üzerine olsun (Hay canı çıkasıca!)] dedikleri aktarılmıştır. (Râzî, Mefâtihu’l-Gayb, c. 21, s. 375; Kurtubî, El-Câmi’u Li-Ahkâmi’l-Kur’an, c. 17, s. 155.); Bu ifadenin ‘Usanasınız da dininizi terk edesiniz.’ anlamında söylendiÄŸi de nakledilir. (Tefsîr-i Kebîr, Mukâtil b. Süleyman, c. 4, s. 176; Kurtubî, El-Câmi’u Li-Ahkâmi’l-Kur’an, c. 17, s. 157.); Ancak bu kiÅŸilerin ‘Allah neden söylediklerimizden dolayı bizi cezalandırmıyor?’ demelerine bakılırsa kâfir olduklarında bir ÅŸüphe yoktur. Nitekim her üç grubun ortak yönü de bu küfür meselesidir. Surenin baÄŸlamından bu kiÅŸilerin, günah, düÅŸmanlık ve elçiye isyan noktasında toplumsal yapıyı bozmaya çalıştıkları anlaşılmaktadır. Allah’ın selamlamadığı ÅŸekilde selamlamak iyilik ve hayırdan uzak durarak muhatabı için kötülük arzulamak demektir ki buna göre Allah’ın selamlaması Resulü için rahmet dilemesi/etmesi ve ondan razı olması anlamına gelir. Bu anlamda M. Esed’in ayete “Allah’ın asla hoÅŸ görmeyeceÄŸi tarzda seni selamlarlar.” ÅŸeklinde verdiÄŸi anlam, konunun doÄŸru anlaşılması açısından daha uygun (tercihe ÅŸayan) görülebilir.
21. “…Gizli konuÅŸmalar (yoluyla dolap çevirmek)ten men edilen…” buyruÄŸunun Yahudiler, münafıklar, hatta müslümanlar hakkında olduÄŸu da ifade edilmiÅŸtir. Ä°bn Abbas (ra)’dan bunun kendi aralarında fısıldaÅŸarak gizlice konuÅŸan ve bu arada müminlere bakıp birbirlerine göz kırpan Yahudilerle, münafıklar hak¬kında indiÄŸi aktarılır. Abdurrahman b. Zeyd b. Eslem’den nakledildiÄŸine göre bir kiÅŸi Peygamber (sav)’e geliyor, ondan bir ihtiyacını karşılamasını istiyor, onunla birlikte konuÅŸuyordu. O dö¬nemde oralarda savaÅŸ vardı. Böylelikle onu görenler Peygamber (sav) ile sa¬vaÅŸ, bir musibet yahut önemli bir iÅŸ hakkında konuÅŸtuÄŸunu zannediyor, bundan dolayı da korkuya kapılıyorlardı. Bunun üzerine bu ayetin nazil olduÄŸu dile getirilmiÅŸtir. (Kurtubî, El-Câmi’u Li-Ahkâmi’l-Kur’an, c. 17, s. 154.); Ä°. Derveze 7-10. ayetler hakkında farklı nüzul sebepleri bulunmasına raÄŸmen bu dört ayet arasında belir¬gin bir uyum olduÄŸundan bahseder. Buna göre rivayet edilen hususların tümünün, ayetlerin iniÅŸinden önce gerçekleÅŸmiÅŸ olabileceÄŸini belirterek bu durumun konuyla ilgili rivayetlerin sahih olmasına engel teÅŸkil etmeyeceÄŸi üzerinde durur. (Derveze, Et-Tefsîru’l-Hadîs, c. 6, s. 393, 394.)
22. Bu konuda mü¬nafıkların müslümanlara tuzak kurmak için toplantılar yaptıkları üzerinde durulmuÅŸtur. (Kurtubî, El-Câmi’u Li-Ahkâmi’l-Kur’an, c. 17, s. 160.)
23. “Necvâ”, karşılıklı olarak fısıldaÅŸma manasında masdardır. Nisa, 114. ayetindeki kelime de, aynı manadadır. Zeccâc, kelimenin (necve)den türemiÅŸ yüksek olan ve göze çarpan ÅŸey anlamında olduÄŸunu dile getirir. Buna göre bahse konu olan söz, bir sır gibi baÅŸkalarının ona ulaÅŸamayacağı kadar yüksekte kabul edilmiÅŸtir. Bunun yanısıra kelimenin bir sıfat ÅŸeklinde “fısıldaÅŸan topluluk” manasına gelebileceÄŸi de belirtilmiÅŸtir. (Râzî, Mefâtihu’l-Gayb, c. 21, s. 372, 373.)
24. Ä°. Derveze, gizli görüÅŸmelerden bahseden ayetlerden çıkarılacak sonuçları ÅŸöyle sıralar: 1) Allah’ın denetiminin her ÅŸeyin üzerinde ÅŸahit olduÄŸunu unutmamak gerekir. 2) Bundan dolayı, gizli veya açık olarak komplolar düzenlemekten, hileli düzenler kurmaktan, baÅŸkalarının başına çoraplar örmekten kaçınmak gerekir. 3- KuÅŸkulu, gizli toplantılar, oturumlar düzenlemek suretiyle toplumu huzursuz ede¬cek, gerecek, kaos ortamına sürükleyecek davranışlardan kaçınmak lazımdır. 4) Özellikle kriz dönemlerinde insanların duygularını, düÅŸüncelerini gözetmek bir zorunluluktur. 5) Azgınlık, günah ve isyan esaslı gizli toplantılar yasaklanır ve bunların çirkinliÄŸi dile getirilir. 6) SelamlaÅŸmada, insanlar arası iliÅŸkilerde kuÅŸkulu, elastiki, her yana çekilebilecek sözlerden kaçınmak gerekir. 7) Hâkim ve yasal yönetici bütün bunları yasaklamak ve yapanları cezalandırmak yetkisine sahiptir. 8) Müminler için en ideal örneklik ÅŸöyle tasvir edilir: Gizli, ÅŸer nitelikli toplantı¬lara katılmamalı, bir toplantıda kendi aralarında fısıldaÅŸmamalı, ancak hayır, iyilik ve takvadan söz etmeli, günah ve düÅŸmanlık esaslı davranışlardan kaçınmalıdır. (Derveze, Et-Tefsîru’l-Hadîs, c. 6, s. 402.); Bir sonraki (11.) ayetle ilgili olarak Derveze’nin açıklamalarına bakılırsa söz konusu ayetler arasındaki iliÅŸkinin konusu, müslümanların terbiyesidir.
25. Râzî, Allah’ın mümin kullarını, kin ve nefret sebebi olan ÅŸeyden (necvâ) nehyedip ÅŸimdi de onlara, “Meclislerde yer açın, birbirinize yer verin.” hitabıyla muhabbet ve sevgi sebebi olacak olan ÅŸeyi emrettiÄŸini dile getirir. Bu anlamı, ?????????? (tefessehu) fiilinin “Kenara çekilin, sıkışmayın…” ifadesinden çıkarır. Zira bu fiilin “geniÅŸ belde”, “geniÅŸ sığınak” anlamında “Bunda senin için bir geniÅŸlik var.” ÅŸeklinde kullanıldığı belirtilir. Bazıları, bu kelimeyi, “tefâsehû” ÅŸeklinde okumuÅŸlardır. Ä°bn Cinnî, bu okuyuÅŸun anlatılmak istenen manaya daha uygun olduÄŸunu, çünkü tefâ’ûl babının karşılıklı yapılan bir iÅŸi ifade ettiÄŸini ve burada karşılıklı yer açmanın söz konusu edildiÄŸini ifade eder. (Râzî, Mefâtihu’l-Gayb, c. 21, s. 379.)
26. Bu ayetin bazı farklı meallerdeki karşılığı ÅŸu ÅŸekildedir: “Ey inananlar, size: ‘Meclislerde yer açın’ dendiÄŸi zaman yer açın ki Allah da size geniÅŸlik versin. Size: ‘Kalkın’ dendiÄŸi zaman da, kalkın ki Allah sizden inananları ve kendilerine ilim verilenleri derecelerle yükseltsin. Allah yaptıklarınızı haber almaktadır.” (S. AteÅŸ Meali); “Ey iman edenler! Size ‘Meclislerde yer açın.’ denilince yer açın ki Allah da size geniÅŸlik versin. Size ‘Kalkın.’ denilince de kalkın ki Allah sizden inananları ve kendilerine ilim verilenleri derecelerle yükseltsin. Allah yaptıklarınızdan haberdardır.” (Diyânet Vakfı Meali)
27. Bu hususta M. Esed’in açıklaması ÅŸu ÅŸekildedir: “Lafzen, ‘meclislerde/toplantılarda (mecâlis)’. Bu ifadenin, Hz. Peygamber’in düzenlediÄŸi sohbet toplantılarına -ki, bu toplantılarda müminler O’nun söylediklerini daha iyi duyabilmek için heyecanla etrafını çevirirlerdi- veya daha sonraki dönemlerde camilerdeki toplu ibadetlere iÅŸaret ettiÄŸi çoÄŸunlukla ileri sürülmüÅŸse de, ben, (Râzî ile birlikte) mecâlis çoÄŸul isminin burada kinâye yoluyla veya mecazî olarak insanın sosyal hayatının tümünü ifade ettiÄŸi görüÅŸündeyim. Bu anlamda alınınca, ‘birbirlerine yer verme’, toplumun bütün fertlerine, özellikle muhtaç veya engelli durumdaki mensuplarına karşılıklı olarak temiz ve yeterli bir hayat imkânı saÄŸlamayı ifade eder.” (M. Esed, Kur’an Mesajı, Mücâdile suresi, 11. ayet, dipnot; 18.); Sülemî, Zirr b. HubeyÅŸ ve Âsım’ın ??? ???????????? (meclislerde) ifadesini ‘toplantı yerlerinde’ ÅŸeklinde okudukları nakledilir. (Kurtubî, El-Câmi’u Li-Ahkâmi’l-Kur’an, c. 17, s. 163.); Surenin baÄŸlamı, mecâlis kelimesinin sosyal hayatla bu ÅŸekilde kurulan iliÅŸkisini destekler. (Kelimenin çoÄŸul yapısı da bu anlama uyum saÄŸlar.) Buna göre samimi bir ÅŸekilde hakkını arayan bir hanımın ÅŸikâyeti ile buna karşılık kulis yapıp gizli görüÅŸmeler yoluyla fitne çıkarmaya çalışmak, toplumsal/sosyal hayatın birer izdüÅŸümleridir. Meclislerde yer açmak, sosyal hayatı samimi ÅŸikâyetler ve açık seçik baÅŸvurular gibi olumlu hak arayış örnekleri eÅŸliÄŸinde herkesin rahat edebileceÄŸi bir ortama dönüÅŸtürmektir. Bu anlamda surenin baÄŸlamı/konu bütünlüÄŸü, bu kelimeden hareketle meselenin sosyal bir sorumluluk ÅŸeklinde toplumsal açıdan ele alınmasını gerektirir.
28. B. Bayraklı bu hususta ÅŸöyle demektedir: “Ayetteki ‘meclisler’ kavramını Muhammed Esed’in anladığı ÅŸekilde de manâlandırıp yorumlayabiliriz. ‘Toplumsal hayatınızda birbirinize yer verin, denildiÄŸinde yer verin.” O zaman ayetteki ‘meclisler’ kavramının toplum hayatının çeÅŸitli sınıflarını, sosyal tabakalarını ifade etiÄŸini söyleyebiliriz. O zaman meclislerde yer açmak, sınıflar arası sosyal mobiliteyi, hareketliliÄŸi, dinamikliÄŸi ifade etmektedir. Alt tabakadakini veya alt sınıftakinin üst tabakaya, üst sınıfa çıkışı için yer açılmasını emretmektedir. ‘Bir insanın çalışasına, kabiliyetine göre sosyal statüsünü yükseltmesi için ona fırsat verin; sosyal tabaka ve sınıflar arasındaki hareketliliÄŸi engellemeyin, o insanlara da yer açın, onları engellemeyin.’ anlamı burada söz konusu edilebilir. Meclisleri toplumun boyutları olarak alırsak ayete ‘Kimsesizlere, yetimlere, fakirlere sofranızda yer ayırın, onlara temiz ve onurlu bir hayat sunun, onlara aranıza girmeleri için yer ayırın, yer verin.’ anlamı da verilebilir.” (B. Bayraklı, Yeni Anlayışın Işığında Kur’an Tefsiri, c. 19, s. 110.); Burada da görüldüÄŸü gibi ‘meclisler’ (mecâlis) kelimesinden hareketle sosyal hayatın tümünü kapsayacak ÅŸekilde pek çok konu dolaylı bir ÅŸekilde gündeme getirilebilir. Ancak surede iÅŸlenen asıl mevzu kocası hakkında ÅŸikâyet eden hanım örneÄŸinden yola çıkarak toplumsal sorunların çözüme kavuÅŸturulması, yani hak ve özgürlükler açısından müminlerin önünün açılmasıdır. Nihayet saÄŸlıklı bir toplum, gizli görüÅŸmeler ve kulis faaliyetleri yoluyla deÄŸil, samimi hak arayışları ve bunlara getirilen hakperest çözüm önerileriyle ayakta durabilir.
29. M. Esed bu mevzuda ÅŸu açıklamayı yapmaktadır: “Parantez içine aldığım ‘iyi bir iÅŸ için’ sözleriyle ifade edilen yorum, birçok klasik müfessirin ve özellikle de Tâberî’nin görüÅŸlerine paraleldir: Aynı yerde geçen Katâde’nin sözleriyle: ‘Her ne zaman iyi bir iÅŸ yapmaya çaÄŸrılırsanız, bu çaÄŸrıya uyun.’ ” (M. Esed, Kur’an Mesajı, Mücâdile suresi, 11. ayet, dipnot; 20.)
30. Ayetin nüzul sebebi ile ilgili birkaç vecih zikredilmiÅŸtir. Åžöyle ki: 1) Burada kastedilen, Peygamber (sav)’in meclisidir. a- Mukâtil b. Hayyân ÅŸöyle demiÅŸtir: Peygamber (sav), Cuma günü Suffa’da bulunurdu. Orası da gayet dar idi. Rasulullah (sav), Muhacir ve Ensar’dan, Bedir savaşına katılmış olanlara daha bir öncelik verirdi. Binâenaleyh, Bedir ehlinden bir cemaat geldi ve meclisin en ön safına geçtiler. Derken, Peygamber (sav)’in tam karşısına geçip onun kendilerine yer açtırmasını beklediler. Peygamber (sav), onları böyle tam karşısına dikilmeye sevk eden ÅŸeyi anladı da, bu ona ağır geldi. Etrafında bulunan ve Bedir’e katılmamış olan kimselere, “Ey falan, kalk; ey falanca kalk…” dedi ve önünde ayakta dikili bulunan kimseler sayısınca adam kaldırdı. Bu durumun onun meclisinden kaldırılanların hoÅŸuna gitmediÄŸi (gücüne gittiÄŸi) yüzlerinden okunuyordu. Münafıklar da bunu dillerine doladılar ve ‘Allah’a andolsun ki peygamber, bunlara âdil davranmadı. Çünkü bir gurup önceden gelip, yerlerini aldılar ve peygambere yakın olmak istediler. O da onları oradan kaldırıp, onların yerine uzakta kalmış olanları oturttu.’ dediler. Bunun üzerine, Cuma günü bu ayet nazil oldu. Fakat buna karşılık bir kimsenin yerinden kaldırılarak bir baÅŸkasının oraya oturtulmasını yasaklayan veya kötü gören rivayetlerden de bahsedilir. (Kurtubî, El-Câmi’u Li-Ahkâmi’l-Kur’an, c. 17, s. 163, 164.) b- Ä°bn Abbas (ra)’dan rivayet edildiÄŸine göre, o ÅŸöyle demiÅŸtir: ‘Bu ayet, Sabit b. Kays b. eÅŸ-Åžemmâs hakkında nazil oldu. Åžöyle ki: O, daha önce herkes meclisteki yerlerini almış iken, mescide girdi. Kulaklarındaki ağırlıktan ötürü, Peygamber (sav)’e yakın oturmayı istiyordu. Bundan dolayı iyice yaklaşıncaya kadar, ona yer açtılar. Sonra biri onu sıkıştırınca, onunla o kiÅŸi arasında, bir söz alış-veriÅŸi oldu. O da, sözünü duyabilmek için, Peygamber (sav)’e yakın olmayı istediÄŸini ve fakat falancanın kendisine yer açmadığını Nebi (sav)’ye söyledi. Bunun üzerine bu ayet nazil oldu. Peygamber (sav) de cemaate, oldukları yerde (biraz sıkışarak) yer açmalarını, hiç kimsenin, hiç kimse için yerinden kalkmamasını emretti. c- Onlar, Rasulullah (sav)’e yakın olmayı arzuluyorlardı. Her biri, kendisinin sıkıştırılmasını da istemiyordu. Bazen, bir (din) kardeÅŸi kendisine yer açmasını istediÄŸinde, bundan kaçınıyordu. Ä°ÅŸte bundan dolayı Allah onlara, birbirlerine ÅŸefkatle davranmalarını ve bunun için biraz sıkıntıya katlanmalarını emretti. Yine onlar arasında, kendisine bazılarının dokunmasından hoÅŸlanmayanlar vardı. Çünkü Ehl-i Suffa yün elbise giyiyor ve bu sebeple de kokuyorlardı. 2) Hasan el-Basrî’nin tercihine göre mana, ‘SavaÅŸ meydanlarında birbirinize yer açın.’ ÅŸeklindedir. KiÅŸi, savaÅŸ safına gelip, ‘Yer açın, bana yer açın!’ diyor, ama ön safta bulunanlar, ÅŸehit düÅŸme arzusuyla, ona yer vermek istemiyorlardı. 3) Bundan murat, bütün meclisler ve tüm toplantı yerleridir. Bazılarına göre doÄŸruya en yakın olan, bundan kastedilenin, Peygamber (sav)’in meclisi olmasıdır. Çünkü Allah ‘mecalis’ ifadesini, bunun malûm (bilinen) bir meclis olduÄŸunu belirtir bir ÅŸekilde zikretmiÅŸtir. Ayetin nazil olduÄŸu zamanda malûm olan insanların girmek için birbiriyle büyük yarışa girdiÄŸi yegâne meclis ise Peygamber (sav)’in meclisidir. Zira Nebi (sav)’ye yakın olmanın, onun sözünü dinleme ve böylece büyük bir mertebeye nail olma açısından önemi üzerinde durulur. Bundan ötürü, mümkün olduÄŸu nispette yer açmakla emrolunmuÅŸlardır. Bu yaklaşım cihat hususunda da geçerlidir. SavaÅŸma kabiliyeti ve gücü çok olan kimseye yer açmak gerekir. Ä°lim ve zikir meclisleri de buna kıyas edilir. Râzî’nin bu konuda ifade ettiÄŸi en önemli yaklaşım ÅŸudur: “Allah da size geniÅŸlik versin.’ hitabı, insanların, mekân, rızık, göÄŸüs, kabir, cennet gibi geniÅŸliÄŸini istedikleri her ÅŸey hakkında umumi, mutlak bir ifadedir. Bil ki bu ayet, kullarına hayır ve rahat kapılarını açan herkese, Allah Teâlâ’nın da, dünya ve ahiretin hayırlarını geniÅŸlettiÄŸine delâlet eder. Akıllı bir kimsenin, bu ayetin sadece meclislerde yer açma manasında olduÄŸunu söylemesi uygun düÅŸmez. Aksine bundan murad, müslümana hayırları ulaÅŸtırmak ve onun kalbine neÅŸe ve sürür vermektir.” (Tefsîr-i Kebîr, Mukâtil b. Süleyman, C. 4, s. 178, 179; Râzî, Mefâtihu’l-Gayb, c. 21, s. 379-381; ZemahÅŸerî, KeÅŸÅŸaf, c. 4, s. 479; Kurtubî, El-Câmi’u Li-Ahkâmi’l-Kur’an, c. 17, s. 162.); Yukarıda ayetin nüzul sebebi olarak sıralanan bazı rivayetlerin en azından içerik (metin) açısından tahkik edilmesi bir ihtiyaçtır.
31. Mecliste yeni gelen birine veya birilerine yer açmak bir nezâkettir. Ve ancak toplumda birbirine yer vermenin sembolik ve dolaylı bir uzantısı ÅŸeklinde deÄŸerlendirilebilir.
32. (Ve-i?â kîle-nÅŸuzû) kelimesi ile ilgili olarak Ä°bn Abbas (ra) ÅŸöyle demiÅŸtir: Bu, ‘Size, yerinizden kalkın denildiÄŸinde, kalkın.’ demektir. Buradaki ‘nüÅŸûz’ kelimesi, birkaç manaya gelebilir: 1) Bu, ‘Size, gelene yer açmak için, kalkın denildiÄŸinde kalkın.’ demektir. 2) Bu, ‘Size Allah’ın Resulünün huzurundan kalkın, denildiÄŸinde, sözü uzatmayıp, kalkın. Onun yanında çakılıp kalmayın.’ demektir. Bu tıpkı, “Siz ey imana ermiÅŸ olanlar! Ä°zin verilmedikçe Peygamber’in evlerine girmeyin ve yemek için (davet edildiÄŸiniz zaman erkenden) gidip hazırlanmasını beklemeye kalkışmayın, çaÄŸrıldığınızda (en uygun zamanda) girin, yemeÄŸi yiyince hemen ayrılın, lafa dalmayın. Bu durum Peygamberi üzebilir, ama sizden (gitmenizi istemeye de) çekinebilir fakat Allah doÄŸru(yu size öÄŸretmek)ten çekinmez…” (Ahzab suresi, 53. ayet.) ayeti gibidir. Bu görüÅŸün Zeccac’a ait olduÄŸu bildirilir. 3) Ayet, ‘Namaza, cihada ve hayır iÅŸlerine kalkın, bunlar için hazırlanın, bunlarla meÅŸgul olun ve bu konuda ağır davranmayın.’ demektir. Dahhak ve Ä°bn Zeyd’in ‘Bir topluluk namaz konusunda ağır davrandı da, bunun üzerine ezan okunduÄŸu zaman, namaza hemen kalkmakla emrolundular.’ dedikleri nakledilir. (Râzî, Mefâtihu’l-Gayb, c. 21, s. 381; Kurtubî, El-Câmi’u Li-Ahkâmi’l-Kur’an, c. 17, s. 165.); Burada kalkmak fiili, elbette öncesiyle birlikte bir anlam kazanmalıdır. Buna göre konu, toplumsal hayatta birbirine yer vermekle ilgilidir. O hâlde fiil bu hususta üstünüze düÅŸen sorumluluÄŸu yerine getirin anlamındadır.
33. Elbette ‘yer açın’ fiili mümkün olan en geniÅŸ manasıyla deÄŸerlendirilmelidir. Ancak burada namaz, cihad veya hayır iÅŸleri gibi konular arasında surenin baÄŸlamına uygun bir yaklaşımın sergilenmesi gerekir. Dolayısıyla yer açın husussu ne ile ilgili ise kalkın fiili de onunla ilgilidir. O hâlde ayaÄŸa kalkmak ile toplumsal meselelerde birbirine yer vermek, sorunlarını ortak bir ÅŸekilde çözerek birbirinin önünü açmak için seferber olmaktır. AyaÄŸa kalkmaktan yola çıkarak bu seferberliÄŸin, sorun çözerken sorumluluk üstlenmek ve çözüm sürecinde risk belirdiÄŸinde elini taşın altına koymakla iliÅŸkisine dikkat edilmelidir. Çünkü nüÅŸûz, Nisa suresi 34. ayetten de anlaşılacağı üzere içinde baÅŸkaldırı bulunan bir kalkıştır. Bu baÅŸkaldırı, surenin başında söz konusu edilen hanım örneÄŸinde görüldüÄŸü gibi açık-seçik (ÅŸeffaf) bir hak arayışına eÅŸlik eder. Yani kiÅŸi hak ve özgürlükleri için samimi bir ÅŸekilde ayaÄŸa kalkar ve kalkmalıdır da. Bu anlamda gelenek, örf, adet veya toplumsal/mahalli yaptırım gibi unsurların baskısına direnmek ve onlara karşı ayaÄŸa kalkmak gerekir. Ayet, gizli görüÅŸmeler ve kulis faaliyetleri yoluyla deÄŸil, ama mesele toplumda birbirine yer açmak olduÄŸunda birbirinin önünü açacak ÅŸekilde bütün müminlerin ayaÄŸa kalkmasının, yani sorumlu bulundukları konularda bunun gereÄŸini yerine getirmelerinin önemini hatırlatır.
34. Bu iliÅŸki ÅŸu ÅŸekilde dile getirilmiÅŸtir: “GiriÅŸte örnek gösterilen kendini ifade eden kadınla, özel görüÅŸme arasındaki baÄŸ ÅŸu olsa gerektir: Bu kadın gibi kendinizi açıkça ifade edersiniz, özel görüÅŸme gibi dolambaçlı ve ÅŸaibeli yollara gerek kalmaz.” (M. Ä°slamoÄŸlu, Hayat Kitabı Kur’an, Mücâdile suresi, 10. ayet, dipnot: 5.)
35. Burada Peygamber (sav)’in Mekke döneminin zor ÅŸartlarında açık ve samimi bir ÅŸekilde sürdürdüÄŸü tebliÄŸi hatırlanmalıdır. Hatta bu yaklaşımın risâletin ilk yıllarında gizli bir tebliÄŸ faaliyeti olamayacağına iliÅŸkin yorumları desteklediÄŸi de düÅŸünülmelidir.
36. Burada M. Esed ÅŸöyle demektedir: “KiÅŸinin Allah’ın Elçisi’ne her ‘danışma’sı vesilesiyle (beyne yedey) karşılıksız yardımda bulunmaya çaÄŸrılması, çoÄŸu zaman yanlış anlaşılmış ve onunla, yani yaÅŸadığı dönemde gerçekten yapılan konuÅŸmalar/danışmalar ile sınırlandırılmıştır. Bunun sebebi, muhtemelen, yaÅŸadığı zamanda bazı çok heyecanlı müminlerin rahatsız edici ölçüdeki ilgilerini azaltmaktı. Bu yanlış anlama, bir sonraki ayette ifade edilen yukarıdaki istisna ile birlikte, bazı müfessirleri, bu emrin ‘nesh edilmiÅŸ’ olduÄŸu ÅŸeklinde temelsiz bir kanaate sevk etmiÅŸtir. Ama böyle bir ‘nesih’ teorisinin hiçbir ÅŸekilde savunulamaz olduÄŸu gerçeÄŸi (bknz. 2: 106 ve ilgili not 87) yanında, ayrıca ‘Elçi’ (Resul) teriminin Kur’an’da yalnızca Peygamber Muhammed (s)’in benzersiz kiÅŸiliÄŸi anlamında deÄŸil, ama aynı zamanda onun tarafından dünyaya aktarılan öÄŸretiler bütünü anlamında kullanıldığını bilirsek bu ayeti doÄŸru ÅŸekilde anlayabiliriz. Bu, birçok Kur’anî öÄŸütten de anlaşılmaktadır: ‘Allah’a ve Resul’üne kulak verin.’ ve daha belirgin olarak (4: 59’da): ‘EÄŸer herhangi bir konuda anlaÅŸmazlığa/ayrılığa düÅŸerseniz onu Allah’a [yani Kur’an’a] ve Elçi’ye [yani, onun sünnetine] götürün’, ki bu ayet birinciyi açıklamak gibi bir fonksiyon taşımaktadır. Bu anlamda alınınca yukarıdaki ‘Elçi’ye danışma’ ifadesi, yalnız O’nun kiÅŸiliÄŸine ve çaÄŸdaÅŸlarına deÄŸil, daha çok O’nun genel öÄŸretilerine ve bütün zamanlar ve mekânlardaki müminlere iÅŸaret eder. BaÅŸka bir deyimle, her mümin, ne zaman kendisini Elçi’nin öÄŸretilerini araÅŸtırmaya/öÄŸrenmeye verse yahut Kur’an’ın tanımladığı gibi, ilahî kelâmı bize aktaran Elçi’ye ‘danışma’ya niyetlense, ‘karşılıksız yardımda bulunma’sı -bu hem muhtaç bir kiÅŸiye maddî yardımda bulunma olabilir, hem de aydınlanmaya muhtaç olan bir kiÅŸiyi bilgilendirme ya da sadece zayıf bir insana iltifatta bulunma bile olabilir- tavsiye edilmiÅŸtir.” (M. Esed, Kur’an Mesajı, Mücâdile suresi, 12. ayet, dipnot; 22.)
37. “Siz ey iman etmiÅŸ olanlar! Elçi’ye ne zaman bir ÅŸey danış(maya niyetlen)irseniz…” ayeti hakkında Ä°bn Abbas (ra)’dan bu ayetin müslümanların Rasulullah (sav)’a sıkıntı ve¬recek noktaya gelinceye kadar çokça soru sormaları sebebiyle indiÄŸi nakledilmiÅŸtir. Allah, böylece Rasulullah (sav)’ın yükünü hafifletmek ister. Zira bu buyruÄŸu indi¬rince insanların birçoÄŸu bu iÅŸten vazgeçer. Daha sonra Allah, bun¬dan sonraki ayet ile onların hareket alanlarını geniÅŸletir. Hasen’e göre, ayetin iniÅŸ sebebi müslümanlardan bir topluluÄŸun Peygamber (sav) ile baÅŸ baÅŸa bir tarafa çekilip gizli konuÅŸmasıdır. Müslümanlardan bir baÅŸka topluluk, onların bu gizli konuÅŸ¬malarında kendileri hakkında küçültücü ifadeler kullandıklarını zannederler. Bu iÅŸ onlara ağır gelince, Allah, Nebi (sav) ile baÅŸ baÅŸa kalmala¬rını önlemek için sadaka vermelerini emreder. Zeyd b. Eslem’e göre, ayet Peygamber (sav) ile gizlice konuÅŸan ve ‘O bir kulaktır, ken¬disine söylenen her ÅŸeye kulak verir.’ diyen münafıklarla Yahudiler sebebiyle inmiÅŸ ve bu durum müslümanlara ağır gelmiÅŸtir. (Kurtubî, El-Câmi’u Li-Ahkâmi’l-Kur’an, c. 17, s. 168, 169.); Derveze, müfessirlerin dikkate aldığı rivayetlere göre, burada insanların Nebi (sav)’ye sıkça gelip sorular sorması, bunun Peygamber (sav) için sıkıntı oluÅŸturacak bir düzeye gelmesi veya zenginlerin Rasulullah (sav)’ın meclisinde sıkça bulu¬nmasından fakirlere fırsat kalmaması gibi rivayetlerin makul olmadığı üzerinde durur. O’na göre bunlar, Nebi (sav)’ye isnat edilemez. Kal¬dı ki ayetlerin içeriÄŸi ile bu rivayetler arasında bir uyum bulunmadığı gibi riva¬yetlerin isnadı da saÄŸlam deÄŸildir. Nitekim ona göre bir sonraki ayette müslümanların azarlanması, burada amacın yoksulların Rasulullah (sav)’a daha çok yaklaÅŸmasına imkân saÄŸlamak veya elçiye daha az baÅŸvurmak olmadığını göstermektedir. (Derveze, Et-Tefsîru’l-Hadîs, c. 6, s. 406, 407.)
38. “…Yoksa… korktunuz mu?..” buyruÄŸu takrir (söyletmek) anlamında bir istifham kabul edilmiÅŸtir. Ä°bn Abbas (ra) ayeti, ‘Sadaka vermekten yana cimrilik mi ettiniz?’ diye açıklamıştır. ‘Korktunuz mu?’ diye de açıklanmıştır. Çünkü??????? ‘HoÅŸlanılmayan ÅŸeyden korkmak’ demektir. Buna göre anlamın, ‘Siz sadaka vermek hu¬susunda korkuya kapıldınız, cimrilik ettiniz ve bu size ağır geldi.’ ÅŸeklinde olabileceÄŸi üzerinde durulmuÅŸ ve ayrıca ayette sözü edilen zekâtın sadakayı neshettiÄŸi açıklanmıştır. (Kurtubî, El-Câmi’u Li-Ahkâmi’l-Kur’an, c. 17, s. 171.)
39. BilindiÄŸi gibi sadaka kabul etmek peygamberlere yasaklanmıştır. Dolayısıyla sadakalar sadece ihtiyaç sahiplerine verilebilir.
40. Sadaka vermek/verebilmek hem miktarı hem de verilme ÅŸekli açısından çok geniÅŸ bir çerçeveye sahiptir. Az ya da çok verilen maddi yardımlardan, tebliÄŸ faaliyetlerine, hasta ziyaretinden, muhataba gülümsemeye varıncaya kadar sonunda hayır hâsıl olan bir hayli etkinlik bu kavram içinde deÄŸerlendirilebilir. Bu yaklaşım, başından itibaren sadaka vermeyi pratik uygulamadan uzak mesaj yüklü sembolik bir anlama kavuÅŸturur. Zira kimsenin özel görüÅŸme talebi öncesinde sadaka verip vermediÄŸi kontrol edilemeyecek kadar indî bir meseledir. Bu nedenle teklif, insanları ikiyüzlülükten vaz geçmeye davet eden samimi bir mesaj özelliÄŸi taşır. Gizli görüÅŸme talebinden önce sadaka verin demek, mümkünse gizli görüÅŸmeyin, yok eÄŸer görüÅŸecekseniz de bu isteÄŸinizin iyilik dışında baÅŸka bir niyet ve amaç taşımasına müsaade etmeyin, yani sadaka vererek önce toplumun iyiliÄŸini istediÄŸinizi kanıtlayın, demektir. Bu hususta kendini temizlemek, gizli/özel görüÅŸmelerin olumsuz yönlerini bertaraf edip bu yolla ayrıcalık ve menfaat temin etmenin yasak olduÄŸunu izah eder. O hâlde bu sembolik anlam üzerinden nesh konusunun gündeme getirilmesinin de bir önemi kalmamaktadır. Zira burada önemli olan bir hükmün önce koyulup sonra kaldırılması deÄŸil, o hüküm sayesinde Peygamber (sav)’in önünün açılması ve kötü muhalefetin önünün tıkanmasıdır.
41. 13. ayet hiçbir ÅŸey deÄŸiÅŸtirmeden 12. ayeti bir ÅŸekilde tefsir eder. Böylece sadaka veremeyecek durumda olanların bundan dolayı bir korku/endiÅŸe taşımalarının önüne geçilir. Ayetin devamında “…Siz de namazlarınızda devamlı ve dikkatli olun ve (sadece) arındırıcı yükümlülüklerinizi yerine getirin…” denir. Yani her hâlükârda namaz ve zekâtın verilmesi gerektiÄŸi ifade edilir. M. Esed, burada bir müminin servetini ve gelirini bencilliÄŸin kirinden arındırmayı hedefleyen zorunlu vergiyi (zekât) vermesi dışında karşılıksız yardım olarak daha fazlasını yapma imkânına sahip olmamasının bir günah sayılamayacağı üzerinde durur. (M. Esed, Kur’an Mesajı, Mücâdile suresi, 13. ayet, dipnot; 24.); Burada gizli görüÅŸme öncesinde sadaka veremeyen kiÅŸiye bir günah iÅŸlemiÅŸ olmayacağı ve vereceÄŸi zekâtın bu tür görüÅŸme talebi, yani samimiyetinin ispatı açısından yeterli bulunduÄŸu bildirilir.
42. Özel görüÅŸme öncesinde fakirlere sadaka vermek; hak ve özgürlükler baÄŸlamında yapılan her teÅŸebbüsün, toplumun yararına açık ve meÅŸru bir çizgide ilerlemesinin lüzumunu gösterir. Toplumun yararına olmayan bir iÅŸte müminlerin katkısı olamaz. Onlar, en yakınları bile olsa kimsenin özel bir statü kazanmasına müsaade etmez, kiÅŸisel menfaat elde etme yoluyla ortaya çıkabilecek haksızlıkların önünü açmazlar. Anlamın tamamen yerine oturması açısından surenin Medine’de indiÄŸi ve okunduÄŸu da hesaba katılmalıdır. Çünkü yaÅŸanmışlık doÄŸru anlamanın püf noktalarından biridir. Münafıkları gizli görüÅŸmelerden ve kulis yapmaktan men eden bu ayetler, toplum içine nifak sokmaya ve fitne yaymaya çalışan bazı kimseleri uyarır. Yani birilerini gayrı meÅŸru çabaları nedeniyle suçlar ve doÄŸru davranmaya davet eder. DoÄŸru davranmak, gizli görüÅŸmeleri terk etmek ve elçiyle bile özel görüÅŸmek istendiÄŸinde fakirlere sadaka vermektir.
43. Elçiyle gizli konuÅŸma taleplerinden önce sadaka vermek, bazı sebeplerden dolayı müminlere zor gelir. Bu sebep her ne ise kiÅŸiler sadaka vermekten kaçınırlar. Ayeti daha doÄŸru anlayabilmek açısından gizli görüÅŸmeden önce sadaka vermekten çekinmenin/korkmanın/endiÅŸe etmenin sebebi üzerinde durulmalıdır. Ä°sfehânî’nin de belirttiÄŸi gibi????? fiil korkuyla karışık bir inâyet/iyilik ifade eder. (Râgıb el-Ä°sfehânî, Müfredat, s. 458.); Yani burada kiÅŸi sadaka verememekten dolayı kendi başına gelecek bir ÅŸeyden korkar. Çünkü kiÅŸi herkesten çok kendisine karşı müÅŸfik, yani merhametlidir. M. Esed’e göre bu sebep, kiÅŸinin kimseye yardımda bulunamamaktan dolayı günah iÅŸlemiÅŸ olabileceÄŸini düÅŸünmesidir. Bu düÅŸünce, sadaka verecek yeterince bir ÅŸey bulamamaktan kaynaklanır. Aslında burada çekinmek/korkmak ifadesiyle sadaka vermek suretiyle bir nevi samimiyet testinden geçmiÅŸ olmayı müminlerin kendi adlarına ağır bulmuÅŸ olabilecekleri düÅŸünülebilir. Nitekim ayetin özellikle münafıkları uyardığı düÅŸünülürse bu endiÅŸeyi duyanlar haksız da sayılmazlar. Ayetin sonunda namaz kılmanın ve hassaten zekât vermenin dile getirilmiÅŸ olması da bu ihtimali güçlendirir. Zira sadaka veremeyenin zekât vermesini istemek, meselenin sadaka verememekle ilgisini yok eder. Sonunda Allah, gerçek müminlerin canlarından çok sevdikleri Peygamber (sav) ile görüÅŸmek için böylesine bir ÅŸey yapmayı ağır bulacaklarını ve yapmayacaklarını, ama bunun affedileceÄŸini bildirir. Bu yaklaşım, gizli/özel görüÅŸme talepleri öncesinde sadaka vermeyi sembolik bir duruma sokar. Buna göre bunlar sadaka veremeyen kiÅŸiler deÄŸil, sadaka vererek samimi olduklarını ispat etmekten kaçınan kiÅŸilerdir. Bu durumda eÄŸer endiÅŸenin kaynağı samimiyet testine tabi tutulmak olarak anlaşılacaksa ayetin mealinin ÅŸöyle verilmesi gerekir: “(Elçi ile) gizli/özel görüÅŸmeniz öncesinde sadaka vermekten (ve bu ÅŸekilde samimiyet testine tabi olmaktan) çekinir de bunu yapmaktan vazgeçerseniz (bundan dolayı) Allah’ın sizi affettiÄŸini bilin. Siz namazınızı kılın ve zekâtınızı verin ve (bu ÅŸekilde) Allah’a ve Elçisi’ne itaatinizi gösterin. Zira Allah yaptığınız her ÅŸeyden haberdardır.”
44. Bu anlamda devletin bütün icraatları ÅŸeffaflık ilkesiyle sürdürülmelidir.
45. Hitabın direk onlara yapılmamasının sebebi, hem içlerinde düzelme imkânı bulunanları bütünüyle kötülüÄŸe itmemek hem de kalbi hasta olanların tescilli bir ÅŸekilde gruplaÅŸmasına engel olmaktır.
46. Aynı ifade “(O hâlde,) ey iman etmiÅŸ olanlar, gizli konuÅŸmalarınızda, kötü fiiller, saldırgan davranışlar ve Elçi’ye itaatsizlik niyetiyle fesat kurmayı bırakın…” ayeti için söz konusu edilmiÅŸtir. Râzî, “Ey iman edenler!” hitabının muhatabının kim olduÄŸu hususunda iki görüÅŸ bulunduÄŸunu bildirir. Bir önceki ayette geçen, “Men edildikleri o ÅŸeye dönmekte olanları görmedin mi?…” (8) ifadesi Yahudilere hamledilirse 9. ayetteki hitabın da, “Ey dilleriyle iman edenler…” anlamında münafıklara hamledilebileceÄŸini aktarır. Ayrıca önceki ayet, Yahudi-münafık bütün kâfirlere hamledilip sonrakinin müminlere hamledilebileceÄŸi üzerinde de durur. (Râzî, Mefâtihu’l-Gayb, c. 21, s. 377.)
47. Zıharla ilgili olarak rivayetlerde Peygamber (sav)’in kefaret ödemesi için suçlu kiÅŸiye yardım ettiÄŸi nakledilir. O’nun bu tutumu, samimi bir çabanın dikkate alındığını gösteren önemli bir örnektir.
48. Peygamber (sav) ile baÅŸ baÅŸa (özel) görüÅŸmenin ve bundan önce sadaka vermeyi gerekli görmenin faydalarına gelince bu konuda; “Onunla yapılan görüÅŸmeyi zorlaÅŸtırarak Peygamber (sav)’in deÄŸerini arttırmak; bu yolla fakirlere fayda saÄŸlamak; fakirlerin derecelerini fazlalaÅŸtırırken, zenginlerin derecelerini alçaltmak; Peygamber (sav)’in yükünü hafifletmek ve ona kolaylık saÄŸlamak; bu ÅŸekilde ahireti arzu edenle dünyayı isteyen kimseleri birbirinden ayırabilmek gibi” faydalar dile getirilmiÅŸtir. (Râzî, Mefâtihu’l-Gayb, c. 21, s. 382, 383.); Bu ayetlerin fakirleri elçiyle görüÅŸmek hususunda zenginlerin önüne geçirmeyi amaçladığı üzerinde de durulmuÅŸtur. (Tefsîr-i Kebîr, Mukâtil b. Süleyman, c. 4, s. 180.); Bu rivayetlerin bazılarının Peygamber (sav)’in bizzat kendisine diÄŸer bir kısmının da surenin baÄŸlamına uyum saÄŸlamakta zorlandığı ve bu anlamda pek çok açıdan tenkit edilmeye ihtiyaç duyduÄŸu açıktır.
49. Ebu Müslim el-Ä°sfehânî’nin burada neshi kabul etmeyerek ÅŸöyle dediÄŸi aktarılır: “Münafıklar, sadaka vermekten kaçınıyorlardı. Bunlardan bir gurup, münafıklığı bırakmış ve gerçek iman ile zahiren ve batınen mümin olmuÅŸlardı. Bunun üzerine Allah onları diÄŸer münafıklardan ayırmayı dilemiÅŸ ve Peygamber (sav) ile fısıldaÅŸmadan önce tasaddukta bulunulmasını emretmiÅŸti. Ä°ÅŸte bu emir, o zaman için belirlenmiÅŸ olan bu maslahattan ötürüdür.” Râzî, Ebu Müslim’in izahında bir sakınca görmez. Ama cumhur nezdinde bilinen ve meÅŸhur olanın ise, bu sadaka hükmünün nesh olduÄŸunu belirtir. Âlimler arasında, bu sadakanın, zekâtın farz olduÄŸunu bildiren hükümle neshedildiÄŸini söyleyenler de vardır. (Râzî, Mefâtihu’l-Gayb, c. 21, s. 385.)
50. “Allah’ın gazabına uÄŸrayan bir toplum ile dostluk kuranların farkında deÄŸil misin? Onlar ne sizdendir (ey müminler) ne de o (hakikati inatla reddede)nlerden.” ifadesinde geçen (gadibe) fiili, bu kimselerin Yahudiler olduÄŸu intibaını verir. Zira “De ki: ‘Allah katında bunlardan daha ÅŸiddetli bir cezayı hak edenleri size söyleyeyim mi?’ Onlar, ‘Allah’ın lanetledikleridir; onlar Allah’ın gazap ettikleridir ve ÅŸeytani güçlere taptıkları için Allah’ın maymuna ve domuza çevirdikleridir: Bunlar durumu en kötü olanlar ve doÄŸru yoldan (alaya alıcılardan) daha fazla sapanlardır.’ ” (Mâide suresi, 60. ayet.) ayetinin buna iÅŸaret ettiÄŸi belirtilir. Buna göre münafıkların, Yahudileri dost edinip, müminlerin sırlarını onlara aktardıkları dile getirilmiÅŸtir. Onlar, yalan yere yemin eder ve kendilerinin müslüman olduklarını iddia ederler. Ama hile yapıp dururlar. Binâenaleyh onlara, ‘Siz ÅŸunu yaptınız.’ denilse, korkar ve ‘Ben bunu demedim, ben bunu yapmadım!’ diye yemin ederler, Ä°ÅŸte, hakkında yemin ettikleri yalanın bu olduÄŸu üzerinde durulmuÅŸtur. (Râzî, Mefâtihu’l-Gayb, c. 21, s. 387.)
51. Ä°. Derveze, bu ayetlerle ilgili olarak ÅŸu açıklamayı yapmaktadır: “Müfessirler bu ayetin Hz. Ebubekir veya Ebu Ubeyde ya da Mus’ab b. Umeyr yahut Ali ve Hamza hakkında indiÄŸine iliÅŸkin deÄŸiÅŸik ve ihtilaflı rivayetlere yer vermiÅŸlerdir. Ki bu müminlerin, kâfir babalarına ve yakın akrabalarına karşı takındıkları sert tavra dikkat çekilmiÅŸtir. Biz bu rivayetleri ihtiyatla karşılıyoruz. Bizim kanaatimize göre bu ayetle önceki ayetler arasında güçlü bir baÄŸlantı vardır. Dolayısıyla bu ayet, önceki ayetlere yönelik bir deÄŸerlendirme cümlesi konumundadır. Demek isteniyor ki, samimi müminler, önce¬ki ayetlerde davranışlarının bir tablosu verilen münafıklara özgü eylemlerden uzaktırlar… Bu ayette ise, Allah ve Resul’üne karşı çıkan kimse, insanın babası dahi olsa ona sevgi beslenemeyeceÄŸi kesin bir ifadeyle dile getiriliyor. Hiç kuÅŸkusuz bu tedricilik, Peygamberi¬miz ve Muhacirlerle Mekke kâfirleri arasındaki mücadelenin kirli bir çatışmaya gelip dayanmasıyla izah edilebilir. Ayrılık fiili bir çatışmanın eÅŸiÄŸine geldi mi, yumuÅŸaklığı, uzlaÅŸmacılığı, kolaylaÅŸtırıcılığı veya genel olarak müslümanların ve Ä°slam’ın zararına olacak bir iliÅŸkiyi kaldıramaz olur. Bu arada, ayetin Ensar’dan bazı kimselere yönelik bir öÄŸüt içermesi de ihtimal dâhilindedir. Allah’a ve Resul’üne karşı çıkma niteliÄŸine sahip bazı münafık akrabalarıyla iliÅŸkileri baÄŸlamında bir uyarı da olabilir.” (Derveze, Et-Tefsîru’l-Hadîs, c. 6, s. 412, 413.)
52. Müslümanlar, ‘Biz, Fars ve Roma’ya karşı, Allah’ın bize yardım edeceÄŸini umuyoruz.’ derler. Bunun üzerine, münafıkların reisi olan Abdullah Ä°bn Ubey, ‘Siz, Fars ve Roma’nın, yendiÄŸiniz bazı memleketler gibi mi olduÄŸunu zannediyorsunuz? Hayır, vallahi onlar, sayıca ve güç bakımından çok üstündürler.’ dediÄŸi rivayet edilmiÅŸtir. Bunun üzerine Allah’ın bu ayeti indirdiÄŸi nakledilmiÅŸtir. (Tefsîr-i Kebîr, Mukâtil b. Süleyman, c. 4, s. 180.); Bu aktarımın doÄŸru olması, ayetin iniÅŸ sebebi olmasını gerektirmez. Muhtemelen bu rivayetler, gerçekleÅŸmiÅŸ ama konuyla sonradan iliÅŸkilendirilmiÅŸtir.
53. Burada önemli olan Araplara has bir adet olan “zıhar” ın bizzat kendisi deÄŸildir. Toplumun önemli bir parçası olan bir hanımın gene toplumda önemli yer tutan evlilikle ilgili bu uygulama sebebiyle haksızlığa uÄŸramasıdır. Allah, bu hanımın sorununu çözmüÅŸ ve ona toplumda hayatını zulüm görmeden ve sıkışmadan sürdürebileceÄŸi bir yer açmıştır.
54. Bu olayın, halktan ümidini kesip de, Allah’tan baÅŸka hiç kimseden bir ÅŸey beklemeyen kimseye, o iÅŸ hususunda, Allah’ın yeteceÄŸine delâlet edeceÄŸi belirtilmiÅŸtir. (Râzî, Mefâtihu’l-Gayb, c. 21, s. 350.); Bu doÄŸrudur. Fakat burada Allah’ın yardımının toplumsal sorumluluklarını yerine getiren müminler eliyle gelebileceÄŸi unutulmamalıdır. Söz konusu hanımın yerinde olmanın imkânı, sorunlarını toplum önünde samimiyetle ortaya sermek ve hak talebinde bulunmaktan geçer. Dolayısıyla sorunların çözümünde toplumun müdahalesine ihtiyaç duyulan bu aÅŸamada o gün vahiy yoluyla gerçekleÅŸen hak, yine vahyin gösterdiÄŸi gibi bugün de toplumda insanların birbirinin önünü açması ve yer vermesiyle gerçekleÅŸecektir. KiÅŸi, hakları hususunda çaresiz bırakılmamalıdır. Bu anlamda Allah’tan baÅŸka hiç kimseden bir ÅŸey beklememek demek, hakları söz konusu olduÄŸunda hiç kimseyi baÅŸkasına muhtaç durumda bırakmamak anlamındadır.
55. Zıhar ve onunla ilgili bahisler, tefsir kitaplarında da rahatlıkla müÅŸahede edilebileceÄŸi gibi uzun uzadıya tartışılmıştır. (Râzî, Mefâtihu’l-Gayb, c. 21, s. 351-369; Kurtubî, El-Câmi’u Li-Ahkâmi’l-Kur’an, c. 17, s. 124-151.); Mezhep imamlarının bu konudaki görüÅŸlerinin nakledilmesinden de görüleceÄŸi gibi zıhar uygulamasının cahiliye dönemi adetleriyle sınırlı kalmadığı ve farklı yollarla da olsa devam ettiÄŸi düÅŸünülebilir. Elbette burada asıl önemli olan maruz kaldığı haksızlık dolayısıyla bir hanımın ihtiyaç duyduÄŸu güvenliÄŸin saÄŸlanmasıdır.
56. Zıharın çirkin/kabih bir söz ÅŸeklinde tescil edilerek engellenmesi, çok evlilikte erkeÄŸin cinsel iliÅŸkiyi hanımına karşı cezalandırma aracı, yani bir silah olarak kullanmasına engel olmayı amaçlar. Dolayısıyla zıharı meydana getirdiÄŸi haksızlık sebebiyle boÅŸanma çeÅŸitleri arasından çıkarıp tartışmaya mahal bırakmayacak ÅŸekilde bir cahiliye âdeti olarak yok sayıp reddetmek gerekir. Önemli olan evlilik süresi boyunca hanımları askıda bırakan ve eziyete dönüÅŸen bir uygulamadan vazgeçilmesidir. Ancak tek eÅŸlilikte bu eziyetin ibresi, erkeÄŸe dönmüÅŸtür. Yani bu sefer cinsel iliÅŸkiyi bir silah olarak kullanan hanımlardır. Buradan hareketle erkek ya da kadın olsun toplumda birbirine yer açmanın anlamı, eziyet konusu olan hususlardan uzak durmak yani birbirine silah doÄŸrultmamaktır.
57. Son ayette “…Allah onlardan hoÅŸnuttur ve onlar da Allah’tan…” ifadesi, yukarıda söz edilen gizli konuÅŸmaların netice itibariyle Allah hakkında zan doÄŸurduÄŸu intibaını verir. Nitekim çözümlenmesi gereken toplumsal sorunları dedikoduyla gizli bir gündemin konusu yapmanın insanlara bir faydası dokunmayacaktır.
58. Burada samimiyetten kasıt, hem ÅŸikâyetin (hak arayışının) gizli deÄŸil, açık-seçik hem de bizzat toplumun lideri/önderi/yöneticisi konumunda bulunan kiÅŸiye, yani Rasulullah (sav)’a yapılmasıdır. Yoksa burada sözü edilen samimiyet bir niyet okuma iÅŸi deÄŸildir.
59. Peygamber (sav)’in vefatını takip eden süreçte yakın denilebilecek bir zaman sonra ortaya çıkan olaylar ve sonuçları, bu rehberliÄŸin ne kadar önemli olduÄŸunu yeterince göstermiÅŸtir.
60. Nitekim pek çok açıklamada belirtildiÄŸi gibi surenin indiÄŸi zaman aralığında pek çok sorun da dâhil olmak üzere bütün meselelerin görüÅŸüldüÄŸü yer Peygamber (sav)’in meclisi, yani mescididir. Orada birbirine yer açmak da aynı anlama gelir. Yani bu mecliste yer açmak, problem çözmektir. Zira kararların alındığı, istiÅŸarelerin yapıldığı yer orasıdır. Herkes hiçbir ayrım görmeden samimi bir ÅŸekilde burada kendisine bir yer bulabilir. Müminler kardeÅŸtir ve bu yüzden mecliste/toplumda sürekli olarak birbirlerinin önünü açar ve karşılıklı sorunları söz konusu olduÄŸunda yekdiÄŸerine merhamet ederler. Hatta cemaate katılmanın ve safları arada ayrım olmayacak ÅŸekilde sıklaÅŸtırmanın anlamı da budur. Bir arada olmak ve kenetlenmek…
61. Mücâdile suresinin geleneksel anlatımda yer verilen nüzul sebepleri dikkate alınarak parça parça inmiÅŸ olduÄŸu düÅŸünüldüÄŸünde ilk muhataplarının topyekûn bundan toplumsal sorunların çözümüne dair sonuçlar çıkarmış olmaları pek mümkün deÄŸildir. Hâlbuki inen surenin taşıdığı anlamla yaÅŸanılan hayat arasında soru sormalarına dahi mahal bırakmayacak ÅŸekilde o kadar birebir iliÅŸki vardır ki mevcut tablonun görülmemesine imkân yoktur. Bu anlamda surenin bir bütün olarak indiÄŸinden ÅŸüphe duyulmamalıdır. Ancak ilk muhataplar açısından ve Peygamber (sav)’in rehberliÄŸinde bu derece açık olan anlam, sonradan arka plandan ve baÄŸlamın saÄŸladığı bütünlükten yoksun nesiller (zihinler) elinde son derece kapalı hâle gelebilmiÅŸtir.
62. DüÅŸünceler, özgürce ifade edildiÄŸinde her ÅŸey yerine oturur. Hakikat ışığı, düÅŸüncelerin bu ÅŸekilde özgürce dolaşıp çarpışmasıyla ortaya çıkar. Fakat her zaman galip olmak isteyen zihin kaybetmek korkusuyla düÅŸüncelerden seçtikleriyle hâkim bir yapı kurmaya çalışır. Kendisine bir çerçeve çizer ve onu canhıraÅŸ savunur. Çünkü kendi varlık sebebiyle o yapı arasında birebir iliÅŸki kurar. O yapı içinde her ÅŸey bütünüyle doÄŸru kabul edilir. Bazı yanlışlıkların olması da doÄŸal sayılır. Bu yüzden ciddi bir muhalefet yapacak bir konu da muhatap da bulunmaz. Burada eleÅŸtiri yapmak, istikrarın ve düzenin bozulması ve fitne çıkması anlamına gelir ki bu katilden beter bir durum kabul edilir ve buna asla izin verilmemesi gerektiÄŸi düÅŸünülür. Hâlbuki adı ne olursa olsun insanın ürettiÄŸi bütün yapıların ve uygulamaların kaynağı beÅŸerdir. Buna karşılık Allah dışında hayatın merkezine konulmaya deÄŸecek hiçbir kıymet bulunmadığı da bilinmelidir. Hakarete varmadığı sürece düÅŸünce özgürlüÄŸünün de engellenmemesi gerekir. KiÅŸi bir ÅŸeye bağımlı kalmaktan ancak o ÅŸey hakkında deÄŸiÅŸik düÅŸünceleri duyarak korunabilir ki yine Allah dışında her ÅŸeyin eksik bir tarafı vardır ve bunun duyulmasına müsaade edilmesi bir zarurettir.
63. Nitekim farklı yaklaşımları anlamaya çalışmadan reddetmek, belli bir kalıp içinde hareket etmek anlamına gelir ki bir mezhep, ekol, cemaat ya da müfessirin yorumlarına tanınan öncelik okuyucuyu yanlış yönlendirebilir. Önemli olan Kur’an’ın ana ilkelerine ve bütününe ters düÅŸmemektir. Fakat bunun anlaşılması için dahi yorumlama çabalarına ihtiyaç duyulur. Öyleyse hiçbir düÅŸünce bir diÄŸeri adına düÅŸman ilan edilmeden hakkın batılı yok etmesi için gereken süre beklenmelidir.
64. Ä°brahim suresi, 24–26. ayetler.
Henüz yorum yapılmamış.