Makale
Galip Zihinde Olması Gereken Bulunmaz
-Yasal olanla helal olanın örtüşmesi-
“Siz ey imana ermiÅŸ olanlar! Birbirinizin mallarını haksız yollarla -karşılıklı rızaya dayanan ticaret yoluyla da olsa- heba etmeyin ve birbirinizi mahvetmeyin; zira Allah, sizin için bir rahmet kaynağıdır.” (1)
Ayet, ticarette gösterilmesi gereken ahlaki duruÅŸa parmak basar. Burada satın alacağınız bir malın sahibinin rızası dahi olsa onu hakkından daha aÅŸağı bir deÄŸerde almak doÄŸru kabul edilmez. Zira düşük deÄŸer muhtemelen satıcının maÄŸduriyetinden kaynaklanmaktadır. Buna göre o razı olsa bile Allah razı olmaz. Allah’ın razı gelmediÄŸi yerde bir mümin de bu yönde bir tasarrufta bulunmaz.
Ä°nsanın Allah tasavvuru ile sahip olduÄŸu veya olmayı düşündüğü serveti arasında birbirini besleyen çok yakın bir iliÅŸki vardır. Ä°nsanlar, sahip oldukları ÅŸeylerin Allah’tan gelip gelmediÄŸi konusunda yeterince dikkatli davranmazlar. Karışık iliÅŸkiler ağı içinde yaÅŸayan insan için başına gelen olaylarda doÄŸru tespitler yapabilmek her zaman mümkün olmayabilir. Ãœstelik maÄŸdur olduÄŸu zor zamanlarında insanın bakış açısı daralır ve pek çok konuda saÄŸlıklı düşünemez. Özellikle rızık konusundaki korkuların boy attığı yerler, insanın zaaflarının tavan yaptığı sahalardır. Bu yüzden Kur’an’da; kardeÅŸlik, yardımlaÅŸma, birbirinin evinden yeme gibi tavsiyelerle bu korkunun insana hükmetmesine engel olunmaya çalışılır. (2) Ä°nsan bu korkularını yenmeden gerçek manada özgür de olamaz. BeslendiÄŸi yerlere bağımlılık ve tarafgirlik oluÅŸturur. (3) Bu nedenle rızkın Allah’tan geldiÄŸini kabul etmek, yani bütün asli ihtiyaçlarını kimseye muhtaç olmadan karşılayabilmek gerekir.
Galip zihin, rızkın Allah’tan geldiÄŸini kabul eder. Ama fakirin eline niye ulaÅŸamadığını sorgulamaz. Çünkü bu sefer fakir, müstekbir düzenlerin, taÄŸutî sistemlerin deÄŸil, kendi fakiridir. Kendi fakiri olunca insan yardım etmek ister ama onun fukaralığının temelinde yatan sebepleri kurcalamaya yanaÅŸmaz. Çünkü sorgulama konusu olacak her meselede karşısına kendi resminin de çıkacağını bilir. ÖrneÄŸin Fâtır suresinde, Allah’ın insanlar için açacağı rahmet kapısını kimsenin kapatamayacağı ve onun kapattığını da kimsenin açamayacağı anlatılır. (4) Kapıların açık olmasıyla ilk bakışta kiÅŸinin, münferit eylemleriyle kendi yükseliÅŸini planlamasında bir engel bulunmadığı zannedilir. Fakat toplum açısından yükselme bütün haksız uygulamaları saf dışı bırakmayı gerektirir. Çünkü toplum yükselemiyorsa bireyin yükselmesi bir aldanmadan ibarettir. Herkesin mutlu olması amaçlanıp bu uÄŸurda gayret gösterilmeden aklıselim ve vicdan sahibi kiÅŸilerin kendi içlerinde de barış ve huzuru sürekli kılmaları mümkün deÄŸildir.
Ä°nsan hakkını aldığında bunu Allah’tan sayması doÄŸru bir yaklaşımdır. EÄŸer alamıyorsa bu Allah’tan sayılmaz. Çünkü Allah asla haksızlığa razı olmaz. Kur’an’da “rızık” konusu ile ilgili olarak doÄŸru bir Allah anlayışına sahip olunmasının istenmesi ve ekonomik talep ve dengelerin Allah tasavvuruyla bu kadar iç içe olması da dikkate deÄŸer. Cahiliye devri ekonomik faaliyetlerinde müstekbirlerin tek taraflı olarak aldıkları kararların faturalarını Allah’a kesmek istemeleri bir tuzak ve mazlum yaratan bir girdaptır. Buradan kurtulmanın yolu Allah’tan baÅŸkasının ilah tanınmamasına baÄŸlıdır. Menfaat iliÅŸkilerinin ilah edinmeye varmaması ve rızkın adil bir ÅŸekilde hak edene ulaÅŸması için Allah dışında otorite tanınmamalıdır. Zira her yeni otorite kendi büyüklüğünü baÅŸkalarının küçüklüğüyle saÄŸlayacaktır. BilindiÄŸi gibi bütün sahte ilahlar kullarından beslenir. Oysa Allah’ın bütün emir ve yasaklarının faydaları yine onlara geri dönüşlüdür, yani kulları içindir ve O asla kendisi için bir ÅŸey istemez. (5) Galip zihinde mevcut yapının korunması için her ÅŸey feda edilir. Hatta olmayacak ÅŸeylere de fetva verilebilir. Hâlbuki bütün sistemlerin varlığı, evvela insanı yüceltmek ve onun saygınlığını korumak olmalıdır. Bu anlamda merkeze konulması ve korunması gereken en önemli deÄŸer insan haklarıdır.
Cahiliye devrinde müşrikler, dünyanın fotoÄŸrafını çekmiÅŸ ve elde ettikleri resmin Allah’ın takdiri olduÄŸunu söylemiÅŸlerdir. Mevcut iÅŸleyiÅŸi kutsayan bu yaklaşımda kendilerine ayrılan yer, en iyi konumdur. Sevildikleri ve hak ettikleri için zengin olmuÅŸlardır. Bu yüzden fakirliÄŸin bütün paylaşım taleplerinin bir sömürü ve menfaat beklentisinden kaynaklandığını düşünürler. Bu insanlar, hiçbir ÅŸey için kendilerini mecbur hissetmeye dayanamazlar. Güçlü olduklarını düşündükleri konularda asla rekabet kabul etmezler. Servet sahibi olmak konusunda bir müşrikle mümini birbirinden ayıran en önemli özellik, elde ettiklerini bir güç gösterisine dönüştürmek ile onun kendisi için bir emanet olduÄŸunu bilmektir. Cömertlik de arka planda paylaÅŸmak, yani müstaÄŸni davranmamakla cimrilikten ayrılır.
Galip zihnin, istikrar, düzen, huzur adına mevcudu dokunulmaz kılar. Hakikati siyasete feda etmeye her zaman hazırdır. Zira gerçek, mevcut yapıyı muhafaza etmekle aynı ÅŸeydir. Oysa dinin vazgeçilmez aslî unsurları ile yorumları arasında fark vardır. Fakat zaman içerisinde yorumlar aslın yerine geçip savunulur hâle gelebilir. Bu anlamda galip zihin rızık konusunda kaderci bir tavır takınır. Her ÅŸeyi Allah’a havale eder. Fakirlik ve yoksulluk da takdiri ilahiye dayalı bir kaderdir. Sonuç itibariyle Allah suçlanmayacağına göre bu yaklaşım, mevcut yapının bütün kötülüklerini veya eksikliklerini/aksaklıklarını örtmeye yarayacaktır. (6)
Not: Bu yazı, “Sözün BaÄŸlamı” adlı eserden iktibas edilmiÅŸtir.
Dipnotlar:
1. Nisa suresi, 29. ayet. (M. Esed Meali); Bu ayetin anlamı farklı meallerde ÅŸu ÅŸekildedir: “Ey iman edenler! Mallarınızı aranızda batıl yollarla yemeyin. Ancak karşılıklı rıza ile yapılan ticaretle olursa baÅŸka. Kendinizi helâk etmeyin. Şüphesiz Allah, size karşı çok merhametlidir.” (Diyânet Meali); “Ey inananlar, mallarınızı aranızda bâtılla (doÄŸru olmayan yollarla, haksız yere) yemeyin. Kendi rızanızla yaptığınız ticaret olursa baÅŸka. Canlarınızı da öldürmeyin. DoÄŸrusu Allah, size karşı çok merhametlidir.” (S. AteÅŸ Meali); “Ey iman edenler, birbirinizin mallarınızı haram sebeplerle yemeyin. MeÄŸerki (o mallar) sizden karşılıklı bir rızadan (doÄŸan) bir ticaret (malı) ola. Kendilerinizi öldürmeyin. Şüphe yok ki Allah sizi çok esirgeyicidir.” (H. B. Çantay Meali); Bu ayet hakkında M. Esed’in yaptığı açıklamaya hak vermemek elde deÄŸildir. Şöyle ki: “Yukarıdaki cümleciÄŸin başındaki illâ edatına alışılmış karşılığı olan ‘hariç’ veya ‘olmadıkça’ anlamları verildiÄŸi takdirde ibareyi ÅŸu ÅŸekilde çevirmek gerekecektir: ‘Karşılıklı anlaÅŸmaya dayanan ticar(î bir faaliy)et olmadıkça.’ Ancak bu formül birçok müfessiri ÅŸaşırtmıştır. Çünkü lafzî anlamıyla alındığında yukarıdaki ibare, karşılıklı anlaÅŸmaya dayalı ticaretten doÄŸan haksız kazançların, ‘birbirinizin mallarını haksız yollarla heba etmeyin.’ ÅŸeklindeki genel yasaklamanın dışında tutulduÄŸu intibaını vermektedir. Bu, Kur’an’ın öngördüğü ahlakî çerçeve ışığında kabulü mümkün olmayan bir varsayımdır. Müfessirlerin çoÄŸunluÄŸu, bu güçlüğü aÅŸabilmek için, illâ edatının bu baÄŸlamda ’ama’ anlamına geldiÄŸi ve dolayısıyla yukarıdaki cümleciÄŸin ÅŸu ÅŸekilde anlaşılması gerektiÄŸi görüşünü ifade etmiÅŸlerdir: ‘Ama karşılıklı anlaÅŸmaya dayalı yasal ticaret yoluyla birbirinizin mallarından yararlanmanız sizin için meÅŸrudur.’ Ne var ki bu yorum, hayli zorlama ve sunî olması dışında, ‘yasal ticaret’in burada neden baÅŸka birinden ekonomik menfaat saÄŸlamanın tek meÅŸru aracı olarak sayıldığını açıklayamamaktadır. Nitekim Râzî’nin bu ayet ile ilgili yorumunda haklı olarak belirttiÄŸi gibi, ‘hediye, vasiyet, kanunî miras, sadaka, mehir veya uÄŸranılan zararlardan dolayı alınan tazminat gibi araçlar yoluyla ekonomik kazanç saÄŸlamak daha az meÅŸru deÄŸildir; öyleyse ticaret dışında, [meÅŸru] servet edinmenin pek çok yolu vardır.’ O halde neden burada yalnızca ticaret vurgulanmıştır -üstelik özel olarak ticarî konularla ilgili olmayan bir baÄŸlamda? Bana göre, bu bilmecenin gerçekten tatminkâr bir cevabı ancak illâ edatının dilbilimsel bir analizi yoluyla elde edilebilir. Bu edat, alışılmış ‘hariç’ veya ‘olmadıkça’ anlamları dışında bazen -Kâmûs ve MuÄŸnî’de de iÅŸaret edildiÄŸi gibi- sadece ‘ve’ baÄŸlacı anlamına da gelmektedir; aynı ÅŸekilde, eÄŸer önüne negatif bir cümlecik gelirse, ‘ne’ veya ‘ve ne de’ (ve-lâ) ile eÅŸanlamlı olur. Mesela 27:10-11’de olduÄŸu gibi, ‘Benim katımda elçiler için korku yok, … kimse için de (illâ).’ Åžimdi illâ’nın bu özel kullanımını konumuz olan pasaja uygularsak ÅŸu karşılığı elde ederiz: ‘Ne de karşılıklı anlaÅŸmaya dayanan ticaret yoluyla [onu yapamazsın]’, veya sadece ‘hatta karşılıklı anlaÅŸmaya dayanan ticaret yoluyla da olsa’, ki bu karşılıkta anlam daha bir belirginlik kazanmış olur. Müminler, baÅŸka bir kimsenin mal varlığını haksız ÅŸekilde tüketmekten alıkonulmuÅŸlardır, bu baÅŸka kiÅŸi -zayıf taraf olarak- ÅŸartların baskısıyla böyle bir haksızlığa veya sömürülmeye razı olsa bile. Ayrıca, benim tercih ettiÄŸim karşılık, müminlere baÅŸkasının mal varlığına imrenmemeyi tavsiye eden 32. ayetle de mantıkî bir baÄŸlantı içindedir.” (M. Esed, Kur’an Mesajı, Nisa suresi, 29. ayet, dipnot; 38.)
2. Bu hususta ÅŸu ayet hatırlanmalıdır: “Köre güçlük yoktur, topala güçlük yoktur, hastaya güçlük yoktur. Size de kendi evlerinizden yahut babalarınızın evlerinden yahut annelerinizin evlerinden yahut kardeÅŸlerinizin evlerinden yahut kız kardeÅŸlerinizin evlerinden yahut amcalarınızın evlerinden yahut halalarınızın evlerinden yahut dayılarınızın evlerinden yahut teyzelerinizin evlerinden yahut anahtarları ellerinizde bulunan evlerden yahut arkadaşınızın evlerinden yemenizde bir güçlük yoktur. Toplu olarak yahut ayrı ayrı yemenizde de üzerinize bir günah yoktur. Evlere girdiÄŸiniz zaman Allah tarafından kutlu, güzel bir yaÅŸama dileÄŸi olarak kendinize (kendinizden olan ev halkına) selâm verin. Ä°ÅŸte Allah, ayetleri size böyle açıklıyor ki düşünüp anlayasınız.” (Nur suresi, 61.ayet.)
3. İnsana yemekte önüne gelen ketçabın tarlada yetişen, yağmur ve toprakla büyüyen bir domates (nimet) olduğunu anlatmak kolay olmayabilir. Teknolojik aygıtlarla çevrili dünyasında süslü ve boyalı beton yığınları arasında insanın fıtratının ona göstereceği yolu bulması zordur. Bu anlamda insanın yaratıcısını bulması için gözü önünden çekip atmanız gereken onlarca oyuncak bulunabilir.
4. Fâtır suresi, 2. ayet.
5. Tâhâ suresi, 132. ayet; Zâriyat suresi, 57. ayet.
6. Galip zihnin rızık anlayışından hareketle ortaya çıkan tablo, galip olmayı yermek ya da yok etmek deÄŸildir. Meselelere galip zihinle bakılması gereken yerler de vardır. Burada üzerinde durulması gereken nokta, özellikle Mekkî surelerde ayetlere anlam kazandırırken arka planda mücadele etmekten kaynaklanan maÄŸdur ve mazlum kimlikleri görmek ve bu anlamda doÄŸru tespit ve açıklamalar yapabilmektir. Tekrar etmek gerekirse Kur’an, gerçekleÅŸmek için bekleyen canlı bir söz olarak galiptir, ama onu deÄŸerlendiren gözün arka planda yaÅŸanan mücadeleler içinde galip kılınmadan önce maÄŸdur edilmiÅŸ muhatapları doÄŸru teÅŸhis etmesi gerekir. Kur’an, ilk muhatapları için onları karanlıktan aydınlığa ve maÄŸduriyetten zafere çıkaran bir kurtuluÅŸ rehberidir. Bu anlamda ÅŸimdi galip olanlar, önce maÄŸdurdurlar.
Henüz yorum yapılmamış.