Makale
Putlar KonuÅŸamaz KonuÅŸturulur
Puta tapma bir taşa tapma eylemi değildir. Arkasında özellikle geçim sıkıntısı çeken mağdur ve mazlum geniş halk kitlelerinin beklentilerini karşılayacak şekilde bir düşünce barındırır. Gelecek ayarı yapar. Böylece statükoyu koruma altına alır. Sermayenin el değiştirmesini önler. Bu nedenle görünenin aksine puta en çok siyasi anlamda ileri gelenlerle şımarık zenginler ihtiyaç duyar. Çünkü onların sahip olduğu mülkü muhafaza etmeye yarar.
Her put, birilerinin menfaatlerini arkasında gizleyen semboldür. Ve bu sebeple kutsanarak, dokunulmaz kılınırlar. İnsanları disipline etmek dünyanın en zor işlerinden biridir. Ve bunu sahtekârlar da bilir. Kurtuluşa çağıran, emek ve adaletten bahseden pek çok görüş bu disiplinden faydalanmak ister. Durduramadığı seli barajla önler. Önleyemiyorsa yolunu değiştirir, kanalize eder.
Mesela Ebu Leheb gibi haris ama son derce kurnaz birinin taÅŸa taptığını düşünmek safdillik olur. Mekke’deki her put, bir kabilenin tanrısını temsil eder. Bu ÅŸekilde kabile oradaki varlığını ve dolayısıyla güç ve saygınlığını tescil eder. Putlar insanları çevresinde toplar. Ortak tapınmalar birlik gücü aşılar. Aidiyet hissini besler. Ortak mekânlarda panayır (fuar) ve pazarlar kurulur. Ve her zaman olduÄŸu gibi yine sermaye kazanır.
Hangi görüş hâkim olursa olsun, asla kaybetmeyen bir güruh vardır. Bunlar insanların inanma ihtiyacının farkındadır. Sâmiri gibi elçinin izinden alıp insanların beklentilerinden bir put inşa ederler. Hayalleri ve umutları bu puta yüklerler.
Bu konuda şu ayet dikkat çekicidir:
“Fakat sonra, (onların Musa’ya anlattıklarına göre, Sâmiri) onlara (erimiÅŸ altından), böğüren bir buzağı heykeli yapıp çıkardı ve bunun üzerine onlar da (birbirlerine:) ‘Ä°ÅŸte sizin tanrınız da, Musa’nın tanrısı da budur; ne var ki, o (geçmiÅŸini) unuttu!’ dediler. Peki, görmüyorlar mıydı ki, (bu heykel) onlara cevap veremez; onlara ne zarar verebilir, ne de bir yarar saÄŸlayabilir?”[1]
Sâmiri cahil ama muhteris halkın beklentilerinden somut, dokunabilecekleri altın bir heykel, put üretmiÅŸtir. Ãœretilen put, insanların umut ettikleri zenginliÄŸi müjdeler. Ä°nsanlar ne istiyorlarsa putları da o cinsten olur. Elçinin izi, herkesin tapınmaya ihtiyacı olduÄŸu gerçeÄŸi, yani Musa (as)’nın öğretilerinden bir demet bilgidir. Sâmiri, bu bilgiyle muhataplarının gemleyemedikleri arzularını buluÅŸturur.
Putlar konuşamadıkları için kişiye takdir hakkı verirler. Bu şekilde olup biteni insanın kendi istediği şekilde betimleme imkânı doğar. Bu da kişinin suçlu çıkmasını önler. Eğer putu konuşturan başkasıysa, yani kişi bir ideolojiye tabi oluyorsa bu durum da acziyeti örter. Başa edilemeyen güçlere karşı teslim olmaktan başka çare yoktur. Ve burada teslimiyet, insanın mücadele etmekteki acziyeti veya sorgulamadaki çaresizliği gibi bütün ayıplarını buharlaştırıverir.
Bir ayette puta tapanlar onları konuşturanın kendileri ya da birileri olduğunu anlayınca bunu zulüm olarak nitelerler. Çünkü sorun yaratan ve bunlara sahte cevaplar bulan bizzat kendileridir.
“(Ä°brahim:) ‘Bu iÅŸi, belli ki, ÅŸu yapmıştır, putların en irisi yani: ama en iyisi, siz kendiniz onlara sorun; tabii, eÄŸer konuÅŸmasını biliyorlarsa!’ Bunun üzerine birbirlerine dönüp: ‘DoÄŸrusu, asıl zalim olan sizlermiÅŸsiniz!’ dediler. Ama çok geçmeden yine eski düşünce tarzlarına döndüler ve (Ä°brahim’e:) ‘Bu (put)ların konuÅŸamadıklarını kendin de pekâlâ biliyorsun!’ dediler. (Ä°brahim:) ‘O hâlde Allah’ı bırakıp da, size hiçbir ÅŸekilde ne yararı ne de zararı dokunmayan ÅŸeylere mi tapınıyorsunuz? Yazıklar olsun size de, Allah yerine tapınıp durduÄŸunuz bütün bu nesnelere de! Hala aklınızı kullanmayacak mısınız?’ dedi.”[2]
Günahlar kolektif bir özellik kazandığında meşrulaşır. Zira herkesin yaptığı şey, kınanma konusu olmaz. Tabi bir hâl alır.
“Onlar, kendilerinin inkâr ettiÄŸi gibi, sizin de hakikati inkâr etmenizi isterlerdi ki siz de onlar gibi olasınız…”[3]
Bunun yanı sıra uydum kalabalığa anlayışı vicdanı rahatlatan bir işlev görür.
“Ve (O, ÅŸunu da bilir ki,) hakkı inkâr edenler, (her zaman olduÄŸu gibi,) inananlara: ‘(Gelin) bizim (hayat) tarzımıza uyun, günahlarınız bizim boynumuza!’ derler. Hâlbuki onlar, (bu ÅŸekilde yanılttıkları kimselerin) hiçbir günahını yüklenmezler: Dikkat edin, onlar yalancıdırlar!”[4]
Bu şekilde arzular, otorite (ilah) olur. Zevk vermeye devam eder. Günahı üstlenmek iddiası yalandır. Ama muhatabı rahatlatır. Kişinin doğruyla karşılaşmasını önler. Vicdan azabından korur. Ayrıca toplu işlendiğinde bireysel sorumluluğu da yok eder.
Kur’an içi boÅŸ, peÅŸinde sürüklenilen kalabalıkları doÄŸru bulmaz. Bu hususta ÅŸu ayet gayet çarpıcıdır:
“De ki: ‘Size bir tek öğüdüm var; ister baÅŸkalarıyla birlikte iken ister yalnız, Allah’ın huzurunda (bulunduÄŸunuzun bilincinde) olun ve sonra kendi kendinize, (bu elçi olarak görevlendirilen) arkadaşınızda bir delilik olmadığını düşünün! O, yaÅŸayacağınız ÅŸiddetli azaba karşı sizi uyarmaktan baÅŸka bir ÅŸey yapmıyor.’ ”[5]
Yeryüzünde herkese yetecek kadar nimet vardır. O hâlde hiç kimsenin aç ya da açıkta kalmaması gerekir. Ä°nsanları aç bırakan veya fakir kılan bir tanrı olamaz. EÄŸer bu duruma sokan kendisi ise sonrasında kurtarmak istemesine de kimse inanmaz. Kur’an’da Allah’ın çeÅŸitli vesilelerle tenzih edilmesinin sebebi, ihtiyaçların suistimal edilip sahte ilahlara tapınmaya dönüşmesini önlemektir. Bu nedenle Allah’ın yaratıcı ve cömert olduÄŸunu bilmek bir zarurettir.
Bütün sahte ve sanal ilahlar, kendi kullarından beslenir. Oysa Allah, kendisi için bir ÅŸey istemez. Kur’an’da “Ben onlardan rızık istemiyorum, beni beslemelerini de istemiyorum.”[6] denilmektedir. Fâtiha suresinde vurgulandığı gibi yalnız Allah’tan yardım istemenin açılımı da budur. Hiç kimse herhangi bir ihtiyacından dolayı baÅŸkalarından yardım istemek zorunda bırakılmamalıdır. Çünkü acze düşen insanın ne yapacağı belli olmaz. Hatta kiÅŸiye borç vermenin ya da infak ederek sorununu çözmenin gereÄŸi de budur. Amaç kiÅŸinin yere düşmesini önlemektir. Zira dinin amacı insanı yardımlaÅŸma yoluyla ayakta tutmak, ÅŸerefini korumaktır. Bu nedenle müslümanlar arasında kârın yanı sıra zararı da paylaÅŸmak çok önemli bir ilkedir.
Kâbe’yi tavaf etmenin anlamı, Allah’ın yaÅŸamın merkezine alındığının ilan edilmesidir. Allah’ı hayatın merkezine oturtmak, adalet ve özgürlükten taviz vermemeye söz vermek anlamına gelir. Bu yere talip olan her ÅŸey, putlaÅŸma eÄŸilimi gösterir. Yani, bir ÅŸeyi put yapan ÅŸey, onun Kâbe gibi hayatın merkezine oturtulmasıdır. Allah’ın evinin merkeze alınması, insanı deÄŸer verdiÄŸi bütün saiklerin Allah tarafından onaylanmasını gerektirir. Zira bir ÅŸeye haddinden fazla deÄŸer vermek hayatın dengesini bozar. Nitekim “Allah’tan baÅŸka ilah yok.” derken kastedilen gerçeklerden biri de nasıl yaÅŸayacakları konusunda insanların baÅŸkalarından emir almasını önlemektir. Bu konuda bir ayette “…Ä°yi bilin ki, yaratma ve emir O’na aittir…”[7] denilmektedir.
Aç ve açıkta hiç kimse kalmadığında put üretmek zorlaşır. İnsanlar ihtiyaçlarını kimseye boyun eğmeden karşılayabildiğinde putlara tapınmaya gerek kalmaz. O hâlde Allah dışında veya yanı sıra insanları itaate çağıran, emreden ve nasıl yaşayacağımızı söyleyen her otorite puttur. Başkalarının dolabına beygir olmanın gereği de yoktur.
[1] Tâhâ suresi, 88, 89. ayetler.
[2] Enbiya suresi, 63-67. ayetler.
[3] Nisa suresi, 89. ayet.
[4] Ankebut suresi, 12. ayet.
[5] Sebe suresi, 46. ayet.
[6] Zâriyat suresi, 57. ayet.
[7] A’raf suresi, 54. ayet.
Henüz yorum yapılmamış.