Makale
Eğitimde Hayat/Müfredat Çatışması
Eğitimin insan hayatında ne kadar önemli ve belirleyici bir faktör olduğunu herkes itiraf eder. Zira insan, yaşamın bütün argümanlarını bu sahada üretir. Dolayısıyla insanın öğrendikleriyle yaşadıkları arasında kopmaz bir ilişki olması gerekir. Bu ilişki ve ardından gelen uyum kişinin hayatını kolaylaştırmanın yegâne sebebidir.
Kişinin öğrenip bildikleriyle yaşayıp gördükleri arasında uçurum varsa en hafif ifadeyle bu, umursamazlık doğurur. Tembelliğe kaynaklık eder. İnsan, anlamadığını düşünmeye başladığında bu onda yetersizlik hissine sebep olur. Başarısızlığa kapı aralar.
Babasını, annesini veya eşini bıçaklayan, toplu katliamlar yapabilen, hamile bir kadına tecavüz edip öldüren insanın, çocukken ne kadar masum ve sevecen olduğunu bilmeyen yoktur. Peki, bir çocuğu o masumiyetten canavara dönüştüren şey ne olabilir?
Hapishanelere ceza evi denir. Orada tutulmanın sebebi, kişinin muhayyilesinde bir daha o fiili işlemesini önleyecek bir karşılık/iz bırakmaktır. Ceza bu yüzden verilir. Bu da eğitimin bir parçasıdır. Peki, hapse girip çıktıktan sonra bu anlamda düzelen kaç kişi tanıyorsunuz?
Trafik cezaları da aynı şekilde kişinin o suçu bir daha işlemeyip kurallara uymasını sağlamaya yöneliktir. Trafikte kural ihlalleri sebebiyle hâlâ ne kadar çok insanın öldüğünü söylemeye gerek var mı?
Çevre kirliliğinin her geçen gün dünyayı yaşanmaz bir yer yaptığı bilinir. Hatta insanın aç gözlülüğünün; ozon tabakasının delinmesine, küresel ısınmaya, denizlerin kirlenmesine yol açıp dünyanın sonunu getireceği de bellidir. Yaptığı piknikten sonra alan temizliği yapan ya da kullandığı aracın egzozundan çıkan dumandan rahatsız olan kaç kişi tanıyorsunuz?
Velhasıl
Bütün bunların eğitimle halledilebilecek sorunlar olduğu açıkken, bu kadar bedbin ve kör davranılmasını nasıl açıklıyorsunuz?
Eğitimde en önemli etki, insanın bilgili olması değildir. Bilgiyi nasıl kullanacağını bilmesidir. Buna bilginin ahlakla evliliği denilebilir. Zira ahlaktan kasıt, kişinin doğru davranmasından da önce edindiği bilgileri kendi içinde içselleştirebilmesi, neye yaradığını ve nasıl kullanıldığını öğrenmesidir. Ahlaktan yoksun bir bilginin kişinin kendisine ve etrafına zarar verebilecek bir silaha dönüşebileceğini anlamak neden bu kadar zor?
Allah, Âdem’e eÅŸyanın isimlerini öğretip o da bunları sayınca melekler onun yaratılmasıyla ilgili itirazlarını/sorularını geri çekmiÅŸtir. Yani Âdem’in kan dökmesine engel olacak ÅŸey, bu isimleri ve onların taşıdığı deÄŸeri tanımasıdır. Muhtemelen bu isimlerden kasıt, Âdem’in çevresinde olup-biten her ÅŸeyden haberdar olması ve bütün yaratılmışlara isimleriyle hitap edecek bir bilinç taşımasıdır. Bu bilinç, onun kelime ve kavram bilgisine delâlet eder. Buna göre o, aÄŸaçtan, topraÄŸa, nehirlerden kuÅŸlara kadar her ÅŸeyi tanıyıp onların yaratılmasındaki hikmeti de kavradığını göstermiÅŸtir. Melekler önce Âdem’i yaratılış özellikleriyle tanışmış ve ondaki hırs, tamah, açgözlülük, cimrilik gibi hasletleri görünce kan dökeceÄŸi sonucuna varmıştır. Fakat onun gerçek bilgiye ve bu bilginin taşıdığı hikmete sahip olduÄŸunu görüp ardından merhamet, paylaÅŸma, onur ve diÄŸerkâmlık gibi özelliklerini de fark edince kan dökmeyebileceÄŸini düşünmüş olmalıdırlar.
Eşyanın isimleri bilgiyi tanımlar. Fakat bu isimlerden kasıt, eşyaya kuru ve yalın bir ad takmaktan ibaret değildir. Mesela melek dediğinizde zihninize sadece kanatlı bir varlık değil aynı zamanda iyilik, merhamet, güzellik gibi vasıflar hücum eder. Buna göre bilgi; yaratma, şekil, ölçü ve amaçla çevrelenir. Bir arabayla neler yapabileceğinizi bilmeden onun yalnızca mekanik aksamından haberdar olmanız yetmez. Nihayet neler yapılabileceği konusu da ahlaki kaygılarla güzel bir sonuç verecektir.
Âdem (as), eÅŸyayı isimleriyle sayması onun bilgiye tam anlamıyla hâkim olduÄŸu gösterir. Bunun yanı sıra Allah’ın onu savunması da çok önemli bir etki yapar. Zira böylece bu isimler vahyin desteÄŸiyle beraber deÄŸer kazanıp hikmetle yoÄŸrulur. Ä°ÅŸte o zaman meleklerin karşı çıkmalarını gerektiren gerekçeler kalmaz. Yani Âdem (as), önce isimleri öğrenip bilgi edinir, sonra onlara verilen deÄŸeri fark eder. Bu donanım Allah’ın kendisini savunmasıyla birlikte vahyin desteÄŸine kavuÅŸur. Böylece akıl ve vahiy, beraber bir yola çıkarlar.
O hâlde öğretimde öncelikle bilginin değeri üzerinde durulmalı, ardından bu bilgi, vahyin ahlaki donanımıyla birleşmelidir. Annesini ve babasını atası olarak öğrenen çocuk ardından onlara saygıda da kusur etmemelidir.
Masum bir çocuğu canavara dönüştüren şey, ilk olarak yanlış ya da az bilgi edinmesi, ardından edinilen bilgiyi yaşamında anlamlandıramaması, sonunda da bunu güzel bir ahlakla çerçevelendirememesidir.
“EÄŸitimde Hayat/Müfredat Çatışması” baÅŸlığı, bu sorunlardan öncelikle ikincisini ilgilendirir. Elbette zihin, bazı soyut kavramlarla da geliÅŸme gösterir. Ama bunların sayısı son derece azdır. Bu anlamda eÄŸitim/öğretim faaliyeti içinde iÅŸlenen derslerin pek çoÄŸunun, çocuÄŸun dünyasında karşılıklarının bulunması zorunludur. Nitekim eÄŸitim, öğretime nispetle uygulama faaliyeti de içerir. BaÅŸka bir ifade ile eÄŸitimin konuları hayatta ne iÅŸe yaradığıyla beraber iÅŸlenmelidir. Böylece öğrenmek de anlamak da daha kolay hâle gelir.
Mesela;
Öğrenci daha matematiğin ilk aşamasında doğal, asal, rasyonel, tam, pozitif, reel, karmaşık gibi sayı çeşitlerini öğrenir. Fakat bunlar arasındaki farkı ve neden bu ayrıma tabi tutulduğunu anlamaz. İşin mantığını çözemez. Ardından limit, türev, trigonometri, logaritma, kombinasyon türü işlemleri öğrenmeye çalışır ama ne işe yaradıklarını yine anlamaz. Çünkü bu konuların hemen hemen hiçbiri, hayattaki karşılıklarıyla öğretilmez. Hatta öyle ders içeriği vardır ki onlarla yaşam boyu da karşılaşılmaz. Çünkü bütünüyle sanal ya da soyuttur.
Lise eğitiminde çocuklara verilen bu bilgilerin yaşamlarında bir izdüşümü olmadığı veya olsa bile öğretilmediği düşünülünce bütün bu müfredatla neyin amaçlandığını sormak gerekmez mi? Acaba sadece zekâlarını geliştirmek için duygusal ya da düşsel bir bilmece dünyası mı oluşturulmaktadır! Bu durumda söz konusu işlemlerin zekâ geliştirdiği ileri sürülecekse bu, hangi bilimsel ya da tecrübi verilerle hazırlanmış olabilir?
Bir üçgenin dik açılarının toplamının kaç olduğunu bilmek elbette mühendislerin işine yarar. Ancak sosyal bir alan seçmek isteyen öğrencilere pi sayısını öğretilmesindeki amaç nedir? Öğrencilerin seviye ve kabiliyetlerinin neredeyse hiç tespit edilemediği bir eğitim faaliyetinde anlamadığı için kendisini başarısız addeden kaç kişi vardır, dersiniz!
Biyoloji den fiziğe, kimyadan psikolojiye pek çok öğretim materyalinin gereksiz ve ihtisas içeren konularla dolu olması ne anlama geliyor? Beden eğitiminde öğretmenin öğrencilere ellerinde top ve karşılarında pota varmış gibi basket atma egzersizi yaptırmasına benzeyen bu garip uygulamalar neyin nesi? Öğrenilen bilgilerin işe yaramadığı bir dünyada yaşamak, oyalanmadan veya oyun oynamaktan başka ne ifade ediyor?
Benzer bir yaklaşım din eğitiminde de söz konusudur. Hadis usulüne dair metruk, munkatı, müdrec hadisi öğrenmek veya vucuh-nezâir, nasih-mensuh, müphem, mücmel gibi tefsir konularına vakıf olmak, ilahiyat eğitimi almak istemeyen bir kişinin ne işine yarar. Ve bu konuların, lise düzeyinde bir öğrencinin hayatındaki karşılıkları nelerdir?
Lise düzeyinde Kur’an’ın bir çocuÄŸa ne ÅŸekilde rehberlik yapabileceÄŸi üzerinde yeterince durmak gerekir. Bunu ortaokul ve ilkokul seviyesinde de örneklendirilmesi bir ihtiyaçtır. Cin konusundan kıyamet sahnelerine kadar neyin hangi seviyede ne kadar verileceÄŸine dair pedagojik bir çalışma yapılmış mıdır?
Öğrencinin tefsir tarihi açısından Tabiin dönemini öğrenmesi ya da Müşkilu’l-Kur’an veya Garibu’l-Kur’an bahislerini görmesi ne kadar tutarlı olabilir. Mecaz mesel, kıssa, hitap, tekrar gibi Kur’an’ın üslup özellikleriyle tanışması, nasıl bir fayda saÄŸlayabilir? Kur’an ilk muhataplarına ve özellikle halka bunları mı öğretmiÅŸtir? Ä°htisas isteyen ve ayrıntı içeren bu hususlar, konunun uzmanları açısından öğrenilmesi gereken elbette önemli meselelerdir. Ancak bu konuda uzman hocaların dahi bir araç olarak kullanıp sonunda yararlı bir öğüde dönüştüreceÄŸi bu ve benzeri ayrıntılar, çocuÄŸun zihinsel veya ahlaksal geliÅŸiminde ne ÅŸekilde bir rol üstlenebilir?
Din öğretiminin ne kadar önemli olduğu dikkate alınırsa bu hususta hazırlanan müfredatı haklı çıkaracak tutarlı gerekçelerin bulunması gerekmez mi? Buna göre ders saatiyle işlenecek konunun genişliğinin örtüşmesi, öğretilecek bilginin çocuğun seviyesini gözetmesi, ünitelerin işlevsel hâle getirilmesi, etkinlik örneklerinin meseleyi daha iyi anlamaya kaynaklık etmesi ve en önemlisi de ders içeriğinin hayatla barışık, kişilik gelişmesine katkı sağlayacak şekilde seçilmesi, eğitim-öğretim faaliyetinde doğru sonuçlar elde etmek açısından bir ihtiyaçtır.
Müfredatın hayatla iç içe olması bir zarurettir. Özellikle meslek eğitiminde işgücüyle ortak hareket edilmelidir. Çocuğun okulda öğrendiğiyle hayatta karşılaştığı arasında uçurum olmamalıdır. Çekirdekten yetişmek tabiri burada işe yarar. Faydalı, işe yarar bilgiler edinmek her şeyden daha önemlidir. Sanal, sahte ve istikameti olmayan bilgiler, intibak ettiği zihni havada bırakır. Mezun olup diploma almış ama aklı bir karış havada tiplerden de bir hayır gelmez ve gelmeyecektir.
Henüz yorum yapılmamış.