Sosyal Medya

Makale

Cehalet Egemen Olursa Cehennem Kıpraşır

—Zalimlerin canı cehenneme—

Cehalet sadece bilgisizlik deÄŸil, haddini aÅŸmak anlamına da geliyor. Haddini bilmeyen insanlar elinde özgürlük, adalet ve eÅŸitlik gibi hayati deÄŸerler hala yeterince anlaşılamıyor ve yaÅŸanamıyor. Bu yüzden her ÅŸeyden korkan ve birbirine ÅŸüpheyle bakan insanlar olarak bir türlü tam bağımsız ve yeterince özgür olamıyoruz. Ne tam laik ne tam sünni ne tam alevi ne tam liberal ne de tam solcu olamadan yaÅŸayıp gidiyoruz. Birbirimizi korkutmaktan geri durmuyoruz. Bu korku yüzünden pek çoÄŸumuzda çift kiÅŸilikler oluÅŸuyor. Olmadığımız gibi davranmak zorunda kalıyor, inanmadığımız gibi yaşıyor düÅŸünmediÄŸimiz ÅŸekilde konuÅŸuyoruz. Bu yüzden insanlarımız hasta oluyor. Ve pek çoÄŸumuz hasta olduÄŸunun farkına bile varamıyor.

Artık sosyal, siyasi ve ekonomik olayların çok sebepli ve çok yönlü olduÄŸunu herkes biliyor. Üstelik sürekli bilinçli bir yaratma eylemi içinde olan Rabb’in müdahalesiyle bu tesadüfî gibi gözüken ancak harikulade ve ulaşılmaz bir planın iÅŸlemesi söz konusu. Bu planın belki de küçük bir parçası birbirini etkileyen ve tetikleyen olaylardan oluÅŸuyor. Buna “Kelebek Etkisi” deniliyor. Bir sistemin baÅŸlangıç verilerindeki ufak deÄŸiÅŸikliklerin, büyük ve öngörülemez sonuçlar doÄŸurabilmesine verilen isim. Ä°smi, Edward N. Lorenz’in hava durumuyla ilgili olarak verdiÄŸi örnekten geliyor. Yani; “Amazon Ormanları’nda bir kelebeÄŸin kanat çırpması, Avrupa’da fırtına kopmasına sebep olabilir.” ÅŸeklinde.

Fizik dünyamızda varsayılan bu etkinin insanların ekonomik, sosyal veya siyasal hayatında karşılığı olmalı. Ä°nandığı gibi yaÅŸayamayan, düÅŸündüklerini açıklayamayan, basit ve gülünç sebeplerle özgürlükleri kısıtlanıp iÅŸkence gören milyonlarca insan var. Ä°nsanlara tuzak kuran, aldatan, onların kiÅŸilikleriyle, düÅŸündükleriyle ve inandıklarıyla alay edip küçümseyenlerin yaptıkları zulüm ve çektirdikleri acıların hiçbiri yanlarına kâr kalmıyor. En azından kötü bir ÅŸöhret kazanıyor ve lanetle anılıyorlar. Nitekim bu lanet, zulme sessiz kalanları da yakaladığı gibi insanı ve toplumu hiç fark edemedikleri ÅŸekillerde ve bazen zulmün vaki olduÄŸu zamanın çok ilerisinde kendini gösterip yakalıyor. Sadece tanımlanmadığı, adının konmadığı, altının veya üstünün çizilmediÄŸi ve insanların vicdanında mahkûm edilmediÄŸi sürece fark edilmesi gecikebiliyor.

Kim olursa olsun birilerine karşı yapılan haksızlık veya iÅŸkencelerin “Kelebek Etkisi” bugün içinde yaÅŸadığımız kargaÅŸa ve kaosu baÅŸlatan bir ÅŸey. 12 Eylül döneminde Diyarbakır Hapishanesi’nde yapılan iÅŸkencelerin yol açtığı/açacağı etkiler gibi. Örgüt üyesi vs. adı altında müslümanlara yapılan iÅŸkence ve eziyetler gibi. Türk veya Kürd diye ölen binlerce gencin yakınlarının feryatları gibi. Başını örttüÄŸü için okula gidemeyen genç kızların bunalımları gibi. Evine ekmek götüremeyen bir babanın iç çekiÅŸi gibi. Fakir ya da aciz olduÄŸu için adalet yüzü görmeyen nice insanlar gibi…

Üç-beÅŸ kiÅŸi masa başında karar alıyor.

Diyarbakır cezaevinde

Birileri de bu kararı uygulayarak işkenceye başlıyor.

O sene PKK daÄŸa çıkıp silahlı eylem kararı alıyor.

Ardından yaklaşık 40 bin kiÅŸi ölüyor.

 

Üç-beÅŸ kiÅŸi masa başında karar alıyor.

BaÅŸörtülüler okullara alınmayacak deniliyor.

Açsa bir türlü kapasa bir türlü çeliÅŸkiler içinde

Binlerce kız bunalımda

Anneler etkisiz

Babalar aciz

Allah’la devlet arasında

Ä°nancıyla istikbalini çarpıştırıp

Her yönden baÅŸarısız ve yenik bir toplum oluÅŸturuluyor.

Ä°slam’ın insanları kardeÅŸ yapan yönünü görmeden sahip olduÄŸumuz deÄŸerlere savaÅŸ açan bu zihniyetin yaptığı tahribat çok büyük. Batı ile doÄŸu arasında sıkışmış ne olduÄŸu belli olmayan bir kimlik dayatılıyor. Yöneticilerinin yetersizliÄŸi ve hamakatı yüzünden bu toplum ciddi bedeller ödüyor. Batı’ya âşık DoÄŸu’ya küs, DoÄŸu’ya müptela Batı’ya düÅŸman gerekçeleri olmayan içgüdüsel tavırlar alıyoruz. Kendi kültüründen, tarihinden, dininden habersiz özenti züppeler oluÅŸturmada üstümüze yok. Talan etmeyi, kapıp kaçmayı, birden zengin, aniden mutlu olmayı istiyoruz. Bedel ödemeyi sevmiyoruz. KomÅŸumuz açken tok yatıyoruz. Domuz gibiyiz. Kıskanmadan, utanmadan, haksızlıkları haykırmadan, zulme karşı tavır almadan yaşıyoruz. Sadece yemek için. Daha fazla yemek. Birbirimize karşı merhametimiz gittikçe azalıyor. Kavga etmek için bahaneler arayan kimselere döndük. Karısının yanında dayak yiyen kocalar, babasının yanında laf atılan kızlar, çocuÄŸunu kesen anneler, annesini boÄŸan çocuklar ve daha nice saçma sapan olaylarla karşılaşıyoruz. Kimse yaÅŸadığımız toplumu bu hale getiren ÅŸeyleri ve getirenleri sorgulamıyor, sorgulayamıyor.

AÅŸağıda vereceÄŸimiz örnekle; önce bir insanın, sonra oÄŸlunun devamında uzak/yakın çevresinin akabinde torunlarının ve onların arkadaÅŸlarının zihninde ve kalbinde yer eden bir nefretin sebebini anlatmaya/anlamaya çalışalım. Siz beraberinde bir kelebeÄŸin kanat etkisiyle kıyaslayarak bu üzüntünün nelere yol açtığını/açabileceÄŸini kendiniz kurgulayın:

1928 doÄŸumlu. 10 yaşında hafız olmuÅŸ, 18 yaşına kadar Ä°spir’de ve Rize’de kıraat ve Arapça dersleri almış. 18 yaşından vefat ettiÄŸi 2005 yılına kadar doÄŸduÄŸu köyde imamlık yapmış. Bu süre içerisinde 2 yıllık askerlik dönemiyle, bir yıllık kıraat eÄŸitimi de yer almakta. 1973’e kadar köylünün yılda hane başı verdiÄŸi 1 god (yarım teneke) arpa karşılığında çalışmış. 1973’te sınav sonucu kadroya geçmiÅŸ.

Ä°mamlığa baÅŸlamasıyla birlikte halk, köhne bir caminin açılmasıyla bir araya gelmiÅŸ. Ara sıra kamu görevlilerinin köyde bulundukları zamanlarda Türkçe ezanın okunduÄŸu bir köy olmasına ve dini eÄŸitimin yasak olmasına raÄŸmen göreve baÅŸlamasıyla beraber bu yasakların hiç birisine uymamış. Ä°lk göreviyle birlikte caminin bitiÅŸiÄŸinde yer alan medresede köyün çocuklarına elif cüzünden baÅŸlamak suretiyle Kur’an eÄŸitimi vermeye baÅŸlamış.  Kur’an eÄŸitimi yasak olduÄŸu için çocuklar medreseye geldiÄŸi andan itibaren köyü ilçeye baÄŸlayan yolu görecek bir tepeye nöbetçi konulurmuÅŸ. Bu nöbetçiler eÄŸer resmi bir görevli veya asker kıyafetli birilerini görürlerse hemen haber verirler ve çocuklar evlerine gönderilirmiÅŸ.

Kendisinden önce köyde yaÅŸamış ve dini ilimlerle meÅŸgul olmuÅŸ birkaç kiÅŸinin kitapları kendisinde bulunmasına raÄŸmen Osmanlıca yazılı olduÄŸu için bu kitapları uzun yıllar bir hazine gibi eski bir çeyiz sandığı içerisinde kimsenin ulaÅŸamayacağı mahzen türü yerlerde saklamış. (Bu kitapların bir kısmı halen mevcut olmakla birlikte önemli bir kısmı saklı kaldığı dönemde ya farelerin yemi olmuÅŸ ya da küflenip çürüdüÄŸünden dolayı imha edilmiÅŸtir.) Latin harfleriyle okuma yazmayı çok iyi bilmesine raÄŸmen 90’lı yılların başına kadar genelde eski yazıyla yazılmış kitaplara itibar edermiÅŸ.

1997 yılında yaÅŸ haddinden emekli olmuÅŸ. Toplam görev süresi 49 yıl. 1994 yılında yakalandığı Parkinson hastalığıyla birlikte daha önce hiç kimseyle paylaÅŸmadığı pek çok sıkıntısı da gün yüzüne çıkmaya baÅŸlamış. BilindiÄŸi gibi bu hastalığın yol açtığı en büyük olumsuzluk, unutkanlık, zihnin bir takım fonksiyonları yerine getirememesi ve dolayısıyla insanda oluÅŸturduÄŸu ÅŸuur kaybıdır. Bunların sonucunda daha önce bilinçaltına attığı bir takım problemler kendini göstermeye baÅŸlamış.

Åžimdi bizzat oÄŸlundan dinleyelim:

“Televizyonda devlet adamlarından veya üniformalılardan birisini gördüÄŸü zaman eski yazıyla yazılmış kitapları saklamaya kalkışırdı. Evde kitaplarının görünür bir yerde olmasından rahatsız olurdu. Çünkü eve gelen yabancıların bu kitaplar yüzünden onu ÅŸikâyet edeceÄŸinden korkardı. Televizyonda yapılan konuÅŸmaları bazen anlayamazdı. Bu durumda kendisinin suçlandığını ve tutuklanacağını zannederek televizyonun karşısına geçip kendini onlara karşı savunmaya çalışırdı. Kendini savunamayacağını hissettiÄŸi zamanlarda televizyonun olduÄŸu odayı terk ederdi. ÇoÄŸu zaman televizyondakilerin kendisini gördüÄŸünü zannederdi. Evine kravatlı ve tanımadığı birisi geldiÄŸinde durum kendisine izah edilinceye kadar korkulu bir tedirginlik yaÅŸardı. Evde çok sıkılmasına raÄŸmen balkonda oturmak istemezdi. Çünkü yoldan geçen bir polisin onu görüp tutuklayabileceÄŸini düÅŸünürdü. Ä°ÅŸ dönüÅŸü biraz geciksem hemen beni polislerin tutuklayıp götürdüÄŸünü zanneder, panik yapar, telaÅŸlanırdı.”

Kayıtları tutulamayan bu türden pek çok faili meçhulün yaÅŸandığı bir ülke burası. Olup biten bu durum karşısında insanın tüyleri diken diken oluyor. Ä°nsanlara bu zulmü reva görenlerin kimler olduÄŸu tespit edip, onları tarih sahnesinde mahkûm etmeden bu zulümlerin tekrar etmesi önlenemeyecek gibi gözüküyor. Binlerce insanına iÅŸkence yapan, öldüren ya da aÅŸağılayarak insanlıktan çıkaran bir kültürün parçası olmamak için insanın mazisini sorgulaması gerekiyor. Ne yazık ki kendi halkına bu muameleleri reva görenler, yine bu halkın içinden çıkıyor. Bir ülkeyi kendi kendine bu kadar düÅŸman yapan ve bu bedelleri ödetenlerin bunları nasıl yapabildiklerine insan hayret ediyor. Bu zulümler; annelerinden hiç ninni dinlememiÅŸ, sevgi ve ilgiden nasibini almamış dolayısıyla vicdanı ve kiÅŸiliÄŸi geliÅŸmemiÅŸ birilerinin elinden çıkmışa benziyor. Üstelik bunlar; patates baskı yapmadan, salıncak kurup sallanmadan, dua edip yatmadan yani çocukluÄŸunu adamakıllı yaÅŸamadan aile kavgaları içinde büyümüÅŸ olmalılar.

Kalpleri hasta bu tiplerin, çevrelerinde olup biten ÅŸeyleri gereÄŸi gibi deÄŸerlendirmekten yoksun, önyargılı ve cahil oldukları anlaşılıyor. Yüzyıllardır kazandığı deÄŸerleri küçümseyerek yok saymış olmalarından bu milleti anlayamamış oldukları çok açık. Bazı kesimler tarafından benzer durumların bugün dahi sürdürülüyor olması insanı hayrete düÅŸürüyor. Duydukları her basit olayı ya da buldukları her önemsiz haberi kendi aleyhlerine düzenlenen bir komplo teorisinin parçası haline getirmeleri ilginç deÄŸil mi? Sürekli rejim tartışmalarının insanı bunaltan tarafı bu hasta insanların kuruntularından kaynaklanmıyor mu?

Bu kadar vehim sahibi olmalarının herkesin huzurunu kaçırması bir yana sistemi muhafaza etmekten ziyade bizzat kendi menfaatlerini korumaları adına yaptıkları bir faaliyet olduÄŸu da belli olmuyor mu?

“Åžimdi sen onları gördüÄŸünde dış görünüÅŸleri hoÅŸuna gider ve konuÅŸtuklarında ne söylediklerine kulak vermek istersin. Onlar, yere (saÄŸlam ÅŸekilde) dikilmiÅŸ kütükler gibi (olduklarına emin görünseler de) her çığlığı/gürültüyü kendilerine (yönelik) sanırlar. Onlar (bütün inançlara) düÅŸmandırlar, öyleyse onlara karşı dikkatli ol. (Ve bedduayı hak ederler:) “Allah onları kahretsin!” Akılları nasıl da (hakikatten) sapıyor!” (Münafikun, 63/4)

Bu durumu izaha ya da tenkide namuslu kelimeler yetmiyor. Geriye sadece bir durum tespiti yaparak biraz olsun teselli bulmak kalıyor. Anlaşılan insanları tehdit edip korkutarak güya düzen saÄŸlamaya çalışanlar, özgürlük alanlarını insanlık dışı yöntemlerle yok etmeye çalışmışlar. Belgesellerde izlemiÅŸ olmalısınız. VahÅŸi hayvanlar, sahayı kendilerine ait kılmak için belirli bir alanda çeÅŸitli yerlere iÅŸerler. Böylelikle “diÄŸer” lerine karşı bir “egemenlik” alanı oluÅŸtururlar. Yasakladıkları Kur’an’ın onlara benzettiÄŸi bu tipler, tarihte kendilerine alan açmak ve orada hâkim olmak adına küçücük beyinleriyle özgürlükleri yok sayarak bu halkın deÄŸerlerine pervasızca saldırıp saÄŸa sola iÅŸemiÅŸler. Åžimdi artık bu iÅŸkenceci ve zalim insanlar pisuvara döndürdükleri toprağın altındalar. Ve umarım korku artık onları takip ediyor. Ne diyelim cehenneme kadar yolları var…

“Hani onlardan bir topluluk demiÅŸti ki: “Siz, Allah’ın helâk edeceÄŸi veya ÅŸiddetli bir azaba uÄŸratacağı bir kavme ne diye (boÅŸ yere) öÄŸüt veriyorsunuz?” Onlar da, “Rabbinize bir mazeret beyan etmek için, bir de belki Allah’a karşı gelmekten sakınırlar diye (öÄŸüt veriyoruz)” demiÅŸlerdi. Onlar kendilerine hatırlatılanı unutunca, biz de kötülükten alıkoymaya çalışanları kurtardık. Zulmedenleri yoldan çıkmaları sebebiyle, ÅŸiddetli bir azapla yakaladık. Yasaklandıkları ÅŸeylerden vazgeçmeye yanaÅŸmayınca da onlara “aÅŸağılık maymunlar olun” dedik.” (Araf, 7/164–166)

 

Öneri:

BilindiÄŸi gibi bazı sivil toplum örgütleri zulme veya haksızlığa uÄŸrayan insanlarla ilgili çalışmalar yapmakta, kamuoyunu bilgilendirmekte ve gerekli gördükleri hallerde suç duyurusunda bulunmaktadırlar.

Aynı hassasiyeti yukarıda anlatılan olay gibi tarihte vuku bulmuÅŸ zulümlere de göstermelidirler. Kime, nerede ve nasıl yapılmış olursa olsun. Böylelikle yapılan haksızlıkların unutulmadığını göstermiÅŸ olacak, hiç deÄŸilse vicdanları rahatlatacak ve belki de tekrar etmesini önlemiÅŸ olacaklardır.

Kaynak:  Söz ve Adalet / 5. Sayı

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.