Makale
Esmâu'l-Husnâ İfadesinin Bağlam İçinde Kazandığı Mânâ
Bir kimseyi, bir şeyi anlatmaya, tanımlamaya, açıklamaya, bildirmeye yarayan söze isim denilir. Herkesçe tanınmış veya işitilmiş olma durumu, ün, nam, şöhret veya canlı ve cansız varlıklar, duygu ve düşüncelerle önem atfedilen durumlar da isimle belirtilir.
Ä°simler, herhangi bir varlığın özellik ve niteliklerini göstermek ya da iÅŸaret etmek için seçilen kelimelerdir. Esmâ, ismin çoÄŸulu, el-husnâ ise, el-ahsen (en iyi/en güzel) sözcüğünün müennesidir. Buna göre, El-Esmâu’l-Husnâ terkibi, “En Güzel Ä°simler” demektir. (1) Söz konusu bu tabir, naslarda Allah’a nispet edilen isimleri ifade eder. Bazıları bunu ‘yetkinliÄŸe/kusursuzluÄŸa dair sıfatlar’ ÅŸeklinde çevirmiÅŸtir. (2) Ä°smin niteleme özelliÄŸi dikkate alındığında bu tanımlamalar, aslen en güzel nitelemelerin Allah için yapılabileceÄŸini anlatır. Şüphesiz Kur’an’da Allah’ın deÄŸiÅŸik isimlerinin âlem ve insanla nasıl bir iliÅŸkisi olduÄŸunu ortaya çıkarmak ve bu anlamda bizzat onu tanımak açısından önemli bir fonksiyonu vardır. Aynı ÅŸekilde Kitap Ehli de dâhil farklı kültürlerde yer verilen ilah/tanrı isimleri dikkate alındığında bu nitelemelerle önemli olan en yüksek vasıfları en güzel ÅŸekilde ifade edebilmektir. Bu anlamda en güzel isimlerin Allah’a ait olmasından kasıt, onunla ilgili ancak en güzel sıfatların/vasıfların kullanılabileceÄŸidir. En Güzel Ä°simler tabiri, Kur’an’da yalnız Allah için kullanılır ve dört yerde geçer. (3) Şüphesiz geçtiÄŸi her yer önce siyak-sibak açısından ve ardından geçtiÄŸi yerdeki surenin baÄŸlamına uygun ve anlam akışına dikkat edilerek ele alınmalıdır. Buna göre bu terkibin geçtiÄŸi yerlere göre kazandığı anlamlar ÅŸu ÅŸekildedir:
1- A’raf Suresi, 175-180. Ayetler (4)
“Ayetlerimiz kendisine ulaÅŸtığı ve onlarla karşılaÅŸtığı hâlde hiç üstüne alınmayıp sorumluluklarından sıyrılan o kimsenin durumunu onlara anlat. Böyle davranınca ÅŸeytan onu peÅŸine takmış ve sonunda haddini aÅŸanlardan olmayı seçmiÅŸti. (5) Ayetlerimize gereken önemi verseydi onun ÅŸerefini yükseltmeyi amaçlamıştık. (6) Ama onun tercihi arzularının peÅŸinde koÅŸarak dünyaya saplanmak oldu. Onun durumu, tahrik edip üzerine de varsan kendi hâline de bıraksan hiç tepki vermeyip sadece dilini sarkıtıp soluyan bir köpek gibidir. Gerçek ÅŸu ki ayetlerimizi yalanlayanların hâli bu adamın durumuna benzer. Sen düşünüp ibret almaları için bu konudan onlara bahset. Ayetlerimizi yalanladığı için doÄŸru tepkiler veremeyen ve bu ÅŸekilde kendilerine zulmeden bir toplumun durumu ne kötüdür! Allah, indirdiÄŸi ayetlerin rehberliÄŸine uyduÄŸu için kimi doÄŸru yola iletmiÅŸse, odur doÄŸru yolu bulan. Kim de bu sorumluluktan sıyrılıp kaçar ve doÄŸru olandan saparsa iÅŸte onlar, ziyana uÄŸrayanların ta kendileridir. Andolsun biz, cinler ve insanlardan, kalpleri olup da bunlarla anlamayan, gözleri olup da onlarla görmeyen, kulakları olup da bunlarla iÅŸitmeyen birçoklarını cehennem için var ettik. Ä°ÅŸte bunlar hayvanlar gibi hatta daha da aÅŸağıda ve bütünüyle gaflet içindedirler. Dikkat edin kusursuzluk bütünüyle Allah’a aittir ve o ancak mükemmel vasıflarıyla anılabilir. (O hâlde yaÅŸamlarında yaptıkları süflî seçimleriyle) onun (bu isim ve) nitelikleri konusunda gerçeklerden uzaklaşıp haktan sapanlardan uzak durun. Böyleleri yapıp ettiklerinden ötürü er geç cezalandırılacaklardır.” (7)
KusursuzluÄŸun bütünüyle Allah’a ait olduÄŸuna dikkat çeken bu ayetler, Allah-insan iliÅŸkisine dair ÅŸaÅŸmaz ipuçları verir. Bir yandan üzerine de varsan kendi hâline de bıraksan hiç tepki vermeyen birinden haber verilirken diÄŸer yandan en güzel isimlerin Allah’a ait olmasından bahsedilmesi, biri diÄŸerini yanlışlayan bir iliÅŸkiyi gündeme taşır. EÄŸer dünyada yaratılıştan kaynaklanan bir düzen ve amaç varsa günahları peÅŸinde durmadan haddini aÅŸan bu adam nasıl olur da olup bitenler karşısında bu derece vurdumduymaz davranabilir. Yok, eÄŸer sadece zevklerinin yol göstericiliÄŸini kabul eden bu kiÅŸinin yaptığı doÄŸruysa o zaman yaratıp düzene koyan, ölçüsünü belirleyip her ÅŸeyi bir anlam ve amaç doÄŸrultusunda yaratan bir ilahtan (hâÅŸâ) bahsedilebilir mi? Aklı başında herkesin bu soruya vereceÄŸi cevap bellidir. Yani burada sözü edilen kiÅŸinin vurdumduymazlığından yola çıkıldığında tenzih gerektiren bir durum oluÅŸmaktadır. Çünkü böyle birinin başıboÅŸluÄŸu âlemde bir düzen ve ilah bulunmadığı intibaı uyandırır. Nitekim muhtemelen hesap vermeye yanaÅŸmayan tutumuyla bu kiÅŸi de zaten böyle bir ilaha inanmamaktadır. KiÅŸinin Allah’ın varlığı ve tasarrufları (hâkimiyeti) hakkında zan doÄŸuran bu tavrı karşısında Rabbin isimleri, yani bu isimlerle ortaya çıkan nitelikleri hatırlanmalı ve böylece muhatabın kör, sağır ve anlama özürlü biri olduÄŸu hemen vurgulanmalıdır. (8) Aksi hâlde bu adamın durumu, âlemdeki düzen ve âlemlerin Rabbi hakkında yanlış anlamalara sebebiyet verebilir.
Hayatta insan için başıboÅŸluk yoktur. Her insan yaÅŸamında birtakım seçimler yapar ve yaptığı seçimlerden ÅŸu ya da bu ÅŸekilde mutlaka sorumludur. (9) Bu anlamda kiÅŸinin yaÅŸarken topluma ödediÄŸi ve ödettiÄŸi bedeller vardır. Dolayısıyla insanın nerede durduÄŸu ve ne yaptığı çok önemlidir. Burada çizilen insan tipi, olup biten her ÅŸeye kayıtsız kalan biridir. Asla risk üstlenmez. Olup biten hiçbir ÅŸeye kolay kolay üzülmez. Arzularının peÅŸinde koÅŸmaktan baÅŸka bir amacı yoktur. Bu haliyle ayetlere, yani hayatın önemli addedilen ölçülerine ilgisiz kalır. Bu ilgisizlik bir nevi yalanlama hâlidir ve zulüm olarak nitelendirilir. (10) Yalanlamak; bazen bir haksızlığa karşı çıkmak veya bir doÄŸruyu kabullenip gereÄŸini yapmak gibi hayata dair birtakım gerçek tespitlere karşı umursamaz bir tavır takınmak bazen ırk, millet veya ideoloji sebebiyle taraf olduÄŸu yapıyı ya da kiÅŸileri -adalet gözetmeksizin- ne pahasına olursa olsun desteklemek ve bazen de baÅŸka/öteki insanların baÅŸlarına gelenleri önemsememektir. BilindiÄŸi gibi bulunduÄŸu pozisyonu korumak adına haksız yere görüş oluÅŸturmak bile baÅŸlı başına bir insanı yalancı yapmaya yetebilir. (11)
Ä°nsanın olup biten ÅŸeylere karşı kayıtsız kalan yaÅŸam biçimi, ekseriyetle Allah’ı yok sayan bir tavra dönüşme tehlikesi taşır. Haksızlıklara seyirci kalmaya hatta seyirci kalarak bu ÅŸekilde olaya ortak olmaya baÅŸladığında kiÅŸiden Rabbi hakkında doÄŸru düşünmesi ve akabinde sâlih ameller iÅŸlemesi de beklenemez. (12) Bu tavrın baÅŸkalarını da yoldan çıkarmaması için Allah’ın doÄŸru tanınması/tanıtılması çok önemlidir. Nitekim dinin emir ve yasaklarını anlamlı hâle getiren, helal ve haramı önemli kılan, ahiret, hesap ve sorumluluk anlayışına deÄŸer katan hep onun benzersiz ve yüksek vasıflarıdır.
O hâlde ayette örneÄŸi verilen bu gibi tepkisiz kiÅŸilerle her karşılaşıldığında en güzel isimlerin ve bu isimler öncülüğünde en mükemmel niteliklerin Allah’a ait olduÄŸunu düşünmek bir zarurettir. Ayetin konuyu gündeme taşıması da bu hususta insanları uyarmaya yöneliktir. (13) Sonuç olarak ayetlere karşı ilgisizlik Allah’a bir iftiradır. Zulme ses çıkarmamak onu desteklemek anlamına gelir. Bu tavır, âlemlerin Rabbine karşı bir bühtandır ve tenzih gerektirir. (14) Ve tenzih, burada “En Güzel Ä°simler Allah’ındır.” diyerek gerçekleÅŸir. Böylece kiÅŸilerin Allah hakkında kötü nitelemelerde bulunmasının önüne geçilmiÅŸ ve bunun kabul edilemeyeceÄŸi ilan edilmiÅŸ olur.
“Dikkat edin kusursuzluk bütünüyle Allah’a aittir ve o ancak mükemmel vasıflarıyla anılabilir. (O hâlde yaÅŸamlarında yaptıkları süflî seçimleriyle) onun (bu isim ve) nitelikleri konusunda gerçeklerden uzaklaşıp haktan sapanlardan uzak durun.” ayeti, söz ya da fiilleriyle Allah hakkında bühtan oluÅŸmasına yol açan kiÅŸilerden uzak durulması gerektiÄŸini dile getirir. O yokmuÅŸ gibi yaÅŸayıp hesap soramazmış gibi davranan insanları da bu hesaba katmak yerinde olur. Bu insanlar oldukça tehlikelidir. Nerede ne yapıp nasıl davranacakları belli olmaz ve asla güven vermezler. Menfaatleri söz konusu olduÄŸunda bunlar, hiçbir sınır tanımazlar. Mamafih bu küstah kiÅŸiler, çoÄŸu zaman Allah’a yakıştıramadıkları vasıfları, kendilerine ya da baÅŸkalarına ait bir olgu hâline getirmekten de kaçınmazlar. Ä°man ettiklerini söyleseler bile bu boÅŸ bir söz olarak kalır ve doÄŸru bir istikamette sâlih amel üretmez. Zira Allah’ı ona yakışmayacak ÅŸekilde tanımlayan veya tasvir edenler, arzularını tanrı edinen gafil ve cahil insanlardır. Onlar, hayvanlarda bulunan insiyaki kabiliyetlerle hareket eder ama bir kararları olmadığı veya doÄŸru bir amaç edinmedikleri için çoÄŸu zaman bunu da kaybederler. Bu nedenle onlar için hayvanlardan da aÅŸağıdadırlar ifadesi kullanılmıştır.
A’raf suresinin ilk üç ayetinde şöyle buyrulur:
“Elif-Lâm-Mîm-Sâd. (Bu) Kitab sana indirildi -artık gönlünde bu konuda herhangi bir şüpheye yer verme- ki, onunla, (insanları) uyarabilesin ve inananlara da (ÅŸu) öğüdü verebilesin: Rabbinizin katından size indirilene uyun; Ondan baÅŸka birtakım dostlar/otoriteler/önderler edinip de onlara uymayın. Ne kadar da az düşünüyorsunuz!”
Buna göre surenin baÄŸlamı, bütününü de etkileyecek ÅŸekilde Allah dışında veya yanısıra otorite ve O’nun gönderdiÄŸi vahyin dışında bir rehber edinmemekten bahseder. Mamafih ortaya konan gerçekler karşısında tepkisiz köpek gibi davranıp hiç tahrik olmayan kiÅŸilerin tavrı bu örgü içinde deÄŸerlendirilmelidir. Dolayısıyla Allah’ın en güzel ÅŸekilde nitelendirilmesi, özellikle onun gözlemlenebilir hâkimiyeti/otoritesi ve gönderdiÄŸi Kitapları mesabesinde ele alınmalıdır.
Vahyin getirdiÄŸi doÄŸruları bildiÄŸi hâlde onları görmezden gelip sorumluluklarından sıyrılan kiÅŸilerin suç iÅŸlemekteki ısrarları bir hayli yüksektir. Bu nedenle onlarla mücadele eden müminlerin Allah hakkında doÄŸru düşünmeleri bir ihtiyaç hükmündedir. Böylece zihinlerinde ve kalplerinde sarsılmaz, mükemmel tek bir otoriteye baÄŸlı kalarak gerçeÄŸin, adaletin ve özgürlüğün deÄŸerini asla yere düşürmezler.
BaÄŸlam, sure içerisinde siyak-sibak açısından ortaya çıkan bu iliÅŸkiyi kurmak zorundadır. Böylece en güzel isimlerin Allah’a ait olmasının burada söz konusu edilmesinin anlamı belirgin hâle gelir.
2- Tâhâ Suresi, 1-8. Ayetler
“Tâhâ. Kur’an’ı sana sıkıntı çekip bedbaht olasın diye indirmediÄŸimizi bilmelisin. O’nu yeri ve yüksek gökleri yaratan Allah’a saygı duyan herkese bir öğüt olsun diye indirdik. O (kitabı indiren) Allah ki güç ve kudretiyle hükümranlık tahtına kurulmuÅŸtur. Göklerde, yerde, bunların arasında ve toprağın altında ne varsa hepsi ona aittir. Sözü açık söylesen de gizli söylesen de muhakkak O, gizliyi de ondan daha gizlisini de bilir. O hâlde kendisinden baÅŸka ilah olmayan Allah, ancak en güzel ÅŸekilde nitelenebilir.” (15)
Bu ayetler çerçevesinde Allah’ın kulları için asla kötü bir ÅŸey istemeyeceÄŸi ve buna göre normal ÅŸartlarda Kur’an, yani vahyin indiriliÅŸi ve yaÅŸanması ile zorluk ve sıkıntı hâlinin asla bir arada düşünülemeyeceÄŸi anlatılır. Allah’a saygı duyan herkes O’nun her ÅŸeyi kullarına lütfetmek için yarattığını bilir.
Vahiy, öğüt ÅŸeklinde insanı mutlu etmek için indirilmiÅŸtir. Amaç, insanın dünyasına barış ve huzuru hâkim kılmaktır. Fakat onun anlaşılması ve yaÅŸanması sırasında meydana gelen musibetler ve bunlarla mücadele edilirken ödenen bedeller vardır. Bu bedel, hiçbir ÅŸey kendisine gizli kalmayacak derecede her ÅŸeye hâkim ve her ÅŸeyin sahibi olan Allah’tan kaynaklanan bir ceza deÄŸildir. Kâfir ve müşrik gibi kötü insanların varlığından ve çıkarlarını korumak istemelerinden kaynaklanan bir karşılıktır. (16) Ve bazen de müminlerin hata, ihmal ve tembelliÄŸinden… Dolayısıyla “Sözü açık söylesen de gizli söylesen de muhakkak O, gizliyi de ondan daha gizlisini de bilir.” ifadesi, Allah hakkında doÄŸru düşünmekten baÅŸka bir yol bulunmadığını bildirir. O ancak en güzel ÅŸekilde nitelenebilir. Hiçbir kulunun kötülüğünü istemez. Ve asla kimseye zulmetmez. Bütün mükemmel vasıflar ona aittir. O hâlde baÅŸa gelen musibetlerin kaynağı vahiy olamaz. Öyleyse vahyin iniÅŸinden ve rehberliÄŸinden hareketle Allah hakkında hiçbir kötü zan veya düşünce oluÅŸmamalıdır.
Tâhâ suresi, ilk sekiz ayetinde Allah’ın vasıflarını dile getirerek Kur’an’ın indirilme sebebinden bahseder. Allah’ın mükemmelliÄŸi bir nevi indirdiÄŸi vahyin de garantisidir. Dolayısıyla vahyin rehberliÄŸinden şüphe etmek ya da ondan hareketle kötü bir zanna kapılmak Allah hakkında yanlış nitelemelere sebep teÅŸkil edecektir. Allah, ancak en güzel ÅŸekilde nitelenebileceÄŸine göre bu tutum onun vahyi için de geçerli sayılmalıdır. (17) BaÅŸka bir ifade ile vahyin içeriÄŸi ve saÄŸladığı güzellikler, onun ancak en güzel ÅŸekilde nitelendirilebileceÄŸinin kanıtıdır.
Tâhâ suresi, geçmiÅŸte bir yandan Firavun gibi dıştan, diÄŸer yandan Sâmiri gibi içten gelen tehlikelerle mücadele eden Musa (as)’nın yaÅŸadığı zorluklardan bahseder. Böylece inanıp dürüst ve erdemli davranışlar ortaya koyan kimselerin haksızlığa uÄŸramaktan ya da hak ettiÄŸi karşılıktan yoksun bırakılmaktan korkmasına hiçbir sebep bulunmadığı üzerinde durur. Vahyin rehberliÄŸi, onu takip edenlerde bir bilinç meydana getirir ki bu bilinç, kiÅŸide vahyin canlılığı ve gerçekleÅŸmek için zamana ihtiyaç duyduÄŸu konusunda bir farkındalık meydana getirir. Bu anlamda mümin sabretmeyi/direnmeyi öğrenir.
Sure içerisinde dile getirilen “haksızlığa uÄŸramak ya da hak ettiÄŸi karşılıktan yoksun bırakılmak” konusu, Allah hakkında zan oluÅŸturan yegâne sorundur. Küfür ve ÅŸirkin baskısı altında bunalan kiÅŸiler için, erdemli davranmayı terk etme tehlikesi söz konusudur. Müşriklerin teklif ve tehditleri, bu zanları etkili kılabilir. Nitekim zorluklara göğüs geren birinin zihninde Allah tasavvurunun en güzel ÅŸekilde muhafaza edilmesi bir ihtiyaçtır. Bu yüzden Allah kendisinin ancak en güzel ÅŸekilde nitelenebileceÄŸini bildirir. Böylece Rabb’ine güvenen ve O’nun niteliklerden şüphe duymayan kulun aynı ÅŸekilde O’nun vahyinin gerçekleÅŸme seyri hususunda da asla tereddüt etmemesi gerekir.
Peygamber (sav)’in hayatı Tâhâ suresinde anlatıldığı ya da Musa (as)’nın aktarılan yaÅŸamında olduÄŸu ÅŸekliyle baÅŸarıyla sonuçlanmıştır. Fakat surenin indiÄŸi dönem onun sabretmesini gerektiren zor zamanlardır. Bu anlamda Peygamber (sav), Kur’an’ı tebliÄŸ edip yaÅŸarken beklenmedik musibetlerle karşılaÅŸmıştır. Benzer ÅŸekilde arkadaÅŸları da çeÅŸitli belalarla uÄŸraÅŸmak zorunda kalmışlardır. Kâfir ve müşriklerin azabın hemen baÅŸlarına gelmesini istemeleri gibi alay ve hakaretlere varan ya da ticaretlerine engel olma ve ambargo uygulama gibi tehdit ifade eden teÅŸebbüslerinin inananları zor durumda bıraktığı açıktır. Onlardan, çektikleri bu çileler sebebiyle Allah hakkında kötü düşünmemeleri istenir. BaÅŸlarına gelenin vahyin muhtevasıyla bire bir ilgisi yoktur. Ya da bu onlara önceden takdir edilmiÅŸ bir kader deÄŸildir. Sadece zulmün ve küfrün onlara layık gördüğü muamelelerdir. Onlar, Allah yolunda, yani insanların kurtulması için sarf ettikleri bütün çabaların karşılığını bir gün mutlaka alacaklardır.
Sonuç olarak Kur’an insanları mutlu eder. Çünkü her ÅŸeyi bilen Allah tarafından indirilmiÅŸtir. Ä°nsanların başına gelen musibetlerin vahyin rehberliÄŸinden kaynaklanmayacağını herkesin bilmesi gerekir. Ä°nananlar bir gün hak ettikleri karşılığı mutlaka alacaklardır. Allah’ın vadi gerçekleÅŸecek ve iyilik kötülüğe galip gelecektir. Kitabın rehberliÄŸine uyanlar asla haksızlığa uÄŸramayacaklardır. Onları güzel bir gelecek beklemektedir. Zira o en güzel vasıflara sahip bir Rabb tarafından indirilmektedir. Şüphesiz Allah, müşriklerin zan ve vehimleriyle nitelendirilemeyecek kadar yücedir.
Dolayısıyla zorluklara göğüs geren birinin zihninde Allah tasavvurunun en güzel ÅŸekilde muhafaza edilmesi, yani Allah’ın her zaman en güzel ÅŸekilde nitelendirilmesi bir zarurettir.
3- Ä°srâ Suresi, 105-111. Ayetler
“Biz Kur’an’ı gerçeÄŸin bir ifadesi olarak indirdik, o da sana gerçeÄŸin ta kendisi olarak indi. Seni de (onun yanında) sadece müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik. Ve insanlara yavaÅŸ yavaÅŸ okuyasın diye onu bölümlere ayırarak peyderpey indirdik. De ki: ‘Ä°ster inanın ona, ister inanmayın. Åžu bir gerçektir ki daha önce kendilerine ilim verilenlere (Kur’an) okununca derhal yüzüstü secdeye kapanarak ‘Rabbimizin ÅŸanı yücedir. Rabbimizin sözü mutlaka gerçekleÅŸir/gerçekleÅŸecektir.’ derler.’ Ä°ÅŸte böyle çeneleri üzerine secdeye kapanırlarken gözyaÅŸları dökerler ve bu (Kur’an) onların vahye olan saygısını artırır. Åžimdi de ki: ‘Ä°ster Allah diye çağırın, ister Rahmân diye. O’nu hangi isimle çağırırsanız çağırın, zaten en güzel niteleme (isim)ler ona aittir. Ona dua ederken sesinizi fazla yükseltmeyin, çok fazla alçaltmayın da, ikisinin ortası bir yol tutun ve deyin ki: ‘Bütün övgüler, çocuk edinmeyen, egemenliÄŸinde ortağı bulunmayan, aciz olmadığından herhangi bir yardımcıya da ihtiyaç duymayan Allah’a yakışır.’ Ve onun her zaman en büyük olduÄŸunu asla unutmayın!” (18)
Ayetler, olaÄŸanüstü bir tablo çizer. Bu tabloda Kur’an, Allah’ın sözüdür ve Allah’ın övgüye deÄŸer bütün vasıflarından payına düşeni alır. Yani Allah kendisine gösterilmesi gereken saygı ile vahyin bir ürünü olan Kur’an’a karşı hürmeti birleÅŸtirir. Kur’an gerçekleÅŸmesi kaçınılmaz olan Allah’ın sözüdür. (19) Bu kitap inananlara bir nimet ve büyük bir lütuftur. GeçmiÅŸte tarihe ÅŸahit olanlar bu sözün önünde durulamayacağını bilirler. Bu nedenle Allah ya da Rahmân derken ve ardından bir talepte bulunurken sesi orta düzeyde ayarlamak gerekir. Bu ses ayarı dahi konunun somut gerçekliÄŸine ışık tutması için gündeme gelmiÅŸ gibidir. (20) Nitekim kiÅŸinin kendi duyabileceÄŸi ÅŸekilde dua etmesi, Allah’ın büyüklüğünü sürekli bir ÅŸekilde kendisine hatırlatması anlamına gelir. Böylece insanın mücadele azmi ile direnme çabası da seviye kazanır.
Peygamber (sav)’in yaÅŸamı, Kur’an’ın gerçekleÅŸme hızını bize göstermiÅŸtir. Ä°nsan ömrü açısından kısa sayılabilecek bir zaman içerisinde O ve ashabı Asr-ı Saadet dediÄŸimiz bir örnekliÄŸe imza atmıştır. Ä°srâ suresinin indirildiÄŸi Mekke döneminin zor ÅŸartlarında ona verilen öğüt, baskı ve tehditler altında yılmadan yoluna devam etmesidir. Çünkü vahiy ona gerçekleÅŸmesi önlenemeyecek bir alan açacaktır. Her geçen gün mutlu sona biraz daha yaklaÅŸacaktır. Dolayısıyla sabretmeli ve bu zor ÅŸartlar altında Allah hakkında doÄŸru nitelendirmelerde bulunmayı öğrenmelidir. O bütün müslümanlar için bir örnektir. Ä°ster Allah denilsin ister Rahmân, âlemlerin Rabbi dengi, ortağı bulunmayan, asla aciz bırakılamayacak kadar güçlü ve övülmeye layık olandır. Allah denildiÄŸinde o aynı zamanda Rahmân olandır ve onun bütün söz ve filleri rahmet içerir. “Ä°ster Allah diye çağırın, ister Rahmân diye.” ayeti, gerek Kitab’ın gerekse tabiatın (kevnî) ayetlerine bakan birinin her ikisinde de onu hatırlatan iÅŸaretler bulabileceÄŸini ilan eder. Bu ayetler, Allah’ın mükemmel bir yaratıcı, cömert bir Rabb, merhametli bir Ä°lah olduÄŸunu gösterir.
Daha önce kendilerine vahiy verilmiÅŸ olanlar, Allah’ın sözünde durduÄŸunu bilirler. Buna göre Kur’an da haktır ve asla gerçekleÅŸmeden sahayı terk etmez. O hâlde bütün zorlukların bir gün aşılacağını asla unutmamak, müjdeleme ve uyarı sorumluluÄŸunu terk etmemek gerekir.
Bütün bunlar en güzel ÅŸekilde nitelenen bir ilah anlayışıyla mümkün olur. Dolayısıyla özellikle haksızlıklarla yapılan mücadele sırasında Allah’a olan güvenin sarsılmasına ve onun hakkında kötü zan beslenmesine müsaade edilmemelidir.
Burada Allah’ın Rahmân ve Rahîm ÅŸeklinde nitelenmesiyle, yani en güzel isimlerin Allah’a ait olmasıyla, vahyin insanlara rahmet olarak yeryüzünde inÅŸa edilmesi birbiriyle örtüşür. Vahiy, bütün insanlara rahmettir. Kur’an da bunun dünyaya yansımasıdır.
Kur’an’ı gerçeÄŸin bir ifadesi olarak indirilmiÅŸ, elçi de müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderilmiÅŸtir. Ä°ster inansınlar ister inanmasınlar, Kur’an’ın hükümleri her zaman galip gelir. Daha önce kendilerine ilim verilenler hakikatin gücünü bilir ve kabul ederler. Dolayısıyla, ister Allah diye çağırsınlar, ister Rahmân, sonunda en güzel isimlerin O’nundur. Yani, bütün övgüler, egemenliÄŸinde ortağı bulunmayan ve hükümlerini gerçekleÅŸtirme konusunda aciz bırakılamayan Allah’a aittir. O, herhangi bir yardımcıya ihtiyaç duymaz ve her zaman en büyüktür. Burada en güzel isimlerin Allah’a ait olması, sonunda onun gönderdiÄŸi ayetlerde yazılı bulunan hükümlerini mutlaka gerçekleÅŸtirmesi ve bunun sonucunda hayırla anılacak ÅŸekilde adil ve merhametli davrandığının ortaya çıkmasıdır.
4- HaÅŸr Suresi, 19-24. Ayetler
“Allah’ı unuttuklarından dolayı Allah’ın da onlara kendileri (için neyin fayda vereceÄŸi)ni unutturduÄŸu kimseler gibi olmayın. Onlar, fâsık (yoldan çıkmış) insanlardır. Elbette cehennemliklerle cennet ehli bir olmaz. Cenneti hak etmiÅŸ olanlar, kurtuluÅŸa erecek olanlardır! Bu Kur’an’ı bir daÄŸa indirmiÅŸ olsaydık Allah korkusundan baÅŸ eÄŸerek parçalandığını görürdün. Bu misalleri insanlara düşünsünler diye veriyoruz. Allah’tan baÅŸka ilah yoktur. Görünmeyen ve görünen her ÅŸeyi bilir. O Rahmân’dır, Rahîm’dir. Allah O’dur ki O’ndan baÅŸka ilah yoktur. O Melik’tir, Kuddûs’tür, Selâm’dır, Mü’min’dir, Müheymin’dir, Azîz’dir, Cebbâr’dır, Mütekebbir’dir. Allah, müşriklerin iddialarından münezzeh ve yücedir. Allah o gerçek ilahtır ki Hâlık’tır, Bârî’dir, Musavvir’dir. O ancak en güzel ÅŸekilde nitelenebilir. Göklerde ne var, yerde ne varsa hepsi O’nu tesbih ve tenzih eder. O, Aziz’dir, Hâkim’dir.” (21)
Burada ayetlerin içeriÄŸi dikkate alındığında, Allah’ı unutunca kiÅŸinin kendisine neyin fayda vereceÄŸini bilemeyecek duruma geleceÄŸi anlatılır. Rabbine karşı yaptığı haksızlık kiÅŸiye geri dönmekte ve bu ÅŸekilde ilahi rehberlikten yoksun kalıp hak-batıl ayrımını kaybettiÄŸinde gerçek ile yalan birbirine karışmaktadır. Bunun sebebi, insanın fâsık olması, yani günahta ısrar edip rahmetten uzaklaÅŸmasıdır. Ardından cehennemliklerle cennet ehlinin bir olmayacağı, ancak cenneti hak etmiÅŸ olanların kurtulacağı belirtilir. Günahların peÅŸinde Allah’ı unutmak ve bu ÅŸeklide cehennemi hak etmek, Kur’an’ın rehberliÄŸinden uzaklaÅŸmaktır. Surede Allah’ı unutmak Kur’an’dan uzaklaÅŸmakla açılım kazanır.
HaÅŸr suresi, müminlerin birbirlerini bizzat kendilerine tercih etmelerinin, yani aralarındaki kardeÅŸlik bağının gereÄŸini yerine getirmelerinin ciddi bir sorumluluk olduÄŸunu bildirir. Bu ÅŸekilde onlar Rablerinin emrini yerine getirip O’nu en güzel ÅŸekilde tesbih ederler. Sure içerisinde ümmet bilincini canlı tutmak, peÅŸinden daÄŸları parçalayacak bir metaforla ciddi bir çizgiye çekilir. (22)
Surede Muhacir ve Ensar arasındaki iliÅŸki biçiminin karşısına Ehl-i Kitab ve münafıklar arasındaki menfaat iliÅŸkisi konur. Müminler, Rablerine inandıkları için kardeÅŸlerini kendilerine tercih ederler. Ãœstelik ihtiyaçları varken bile bu ahlaki yapılarını bozmazlar. Oysa diÄŸerleri arasındaki birliktelik asla saÄŸlam bir yapı oluÅŸturmaz. Ä°ÅŸte iman ile inkâr arasındaki uçurum ya da cennet ve cehennem ehli arasındaki fark da budur.
Surenin devam eden son ayetleri, Allah’ın isimlerini sayarak biter. Buradan da anlaşılacağı üzere kiÅŸinin Rabb’ine karşı tavrı ile Kur’an’a karşı tutumu arasında bir iliÅŸki vardır. Ayetlerle âdeta bu derece yüksek vasıflarla nitelenebilen bir Rabb önünde nasıl olur da sen sorumluluklarını unutabilir, onun kelamından uzak kalabilirsin, denilmektedir. (23) Fakat asıl önemlisi, müminler Allah’ın bu vasıflarına inandıkları için kendi ihtiyaçları olduÄŸu hâlde kardeÅŸlerini kendilerine tercih edebilmektedirler.
Allah’ın vasıfları, kendisine duyulması gereken saygıyı hatırlatır. Bu saygı, indirdiÄŸi kitaba ve o kitapta yer verdiÄŸi sözlerine saygı göstermekle anlam kazanır. DaÄŸları dahi yerinden oynatabilecek ağır bir sorumluluÄŸu yok sayan ve bu ÅŸekilde Allah’ın rahmetinden uzak kalan fâsık insanların umursamaz ve unutkan tavırları karşısında Rabb’i tenzih etmek, doÄŸru ve dürüst insanlar için bir ihtiyaçtır. Zira kiÅŸi hak ve hakikate karşı sevgisini ancak bu ÅŸekilde muhafaza edebilir. Bu nedenle onun isimleri ardı ardına sayılarak ancak en güzel ÅŸekilde nitelenebileceÄŸi anlatılmak istenir. Çünkü Rabb’ini unutan ve hesap vermeyeceÄŸini düşünen insanların tutumları (hâÅŸâ) onun aciz veya güçsüz olduÄŸu vehmini uyandırır. Hatta cehennem ehli ile cennet ehli arasındaki farkları yok eder. Amellerin sâlih olanı ile ihlasın itibarını düşürür. Hak yolda risk üstlenmeyi ve bedel ödemeyi anlamsızlaÅŸtırır. Bu yüzden müminler, en güzel isimlerin Rablerine ait olduÄŸunu ve onun ancak en iyi vasıflarla anılabileceÄŸini akıllarından çıkarmamalıdır.
Sonuç Olarak
Allah’ın güzel isimlerinin söz konusu edildiÄŸi dört ayrı yerde de Allah’ı tanımak ve doÄŸru nitelemekle Kitap, yani Kur’an arasında birebir iliÅŸki kurulmaktadır. Bu anlamda yukarıda ele alınan bütün ayetlerin başında ya da sonunda “Kur’an” ile ilgili bir vurgunun olması dikkat çekicidir. Bu durumda; “En güzel niteliklerin (yalnızca) Allah’a ait.” olması demek, insanın Kur’an’a verdiÄŸi deÄŸer ve önemle uyumlu bir davranış geliÅŸtirmesine ya da kiÅŸinin Rabb’ini yine onun kendisini Kitap’ta tanıttığı ÅŸekilde kabul etmesine baÄŸlanır. (24) O yokmuÅŸ, güç yetiremezmiÅŸ, hesap soramazmış, görmüyormuÅŸ, duymuyormuÅŸ, olup biten ÅŸeylerden habersizmiÅŸ, başıboÅŸ bırakmış ve amaçsız yaratmış zannı uyandıran her davranış kiÅŸinin Rabbine karşı yanlış nitelemelerde bulunduÄŸuna iÅŸaret eder. En güzel vasıfların Allah’a ait olduÄŸu vurgusu, onun hakkında kötü zan besleyerek hayat sürenler için önemli bir uyarı niteliÄŸindedir. (25) Buna göre insanın söz ve davranışlarının Rabbiyle olan iliÅŸkisinde tutarlı bir zemine oturması gerekir. Birey bu yüce, yetkin ve kusursuz vasıfları ondan baÅŸkasına ya da kendisine yakıştırmasının doÄŸuracağı kötü sonuçlardan uzak durmalıdır. Bu anlamda kiÅŸinin samimiyeti, Allah’a yani O’nun kelamıyla arasındaki yakınlığa endekslidir.
En güzel isimlerin Allah’a ait olması, bu isimlerle ifade edilen güzel vasıfların zihinde korunması gerektiÄŸini de akla getirir. Adalet, rahmet ve ÅŸeref gibi aslî unsurlar, insanın zihninde en yüksek ÅŸekilde anlamını ve deÄŸerini korumalıdır.
Nüzul sırasına göre Esmâu’l-Husnâ ifadesinin geçtiÄŸi ilk üç sure Mekkî’dir. Bu anlamda zor mücadele yıllarında Allah’ın ancak en güzel vasıflarla anılabileceÄŸinin vurgulanması, bir yandan kâfir ve müşrik muhatapları uyarmak, diÄŸer yandan inananları, inandıkları deÄŸerler açısından korumak amaçlanmaktadır. BilindiÄŸi gibi en büyü tehlike kiÅŸinin inandığı deÄŸerlerin zihninde yara almasıdır. Dışarıdan baskılarla oluÅŸan bu tehlikeye tenzih anlayışı çerçevesinde müsaade edilmemiÅŸtir. Nitekim o dönemde Mekkelilerin meÅŸruiyet arayışlarının temelinde çarpık din anlayışları yatar. Onlar çoÄŸu zaman yaptıkları iÅŸlerde Allah’ın rızasının bulunduÄŸunu ya da atalarının yolunu izlerken doÄŸal ve tabi olanı takip ettiklerini ve Allah’ın istediÄŸinin de bu olduÄŸunu iddia ederler. Elbette yaptıkları kötü ve iÄŸrenç iÅŸlere bu ÅŸekilde kılıf bulmaları içinde gizli bir inkâr barındırmaktadır. Ä°nen surelerin Allah’ı tenzih etmesi onların suçlarını deÅŸifre etmeye matuftur. Medenî olan son sureye gelince söz konusu en güzel vasıfların hatırlatılması, bu sefer içten gelebilecek bir tehlikeye dikkat çeker. Ensar ve Muhacir arasındaki kardeÅŸliÄŸin önemine deÄŸinir. Onlar Rablerinin bu güzel vasıflarına inandıkları için gerektiÄŸinde her türlü fedakârlığı gösterebilmektedirler. Böylece bu vasıflarla oluÅŸturulan önceki tenzih yaklaşımı, burada tesbih ve takdise dönüşür. Mamafih ister dıştan isterse içten gelsin asıl tehlike; kiÅŸinin Rabb’i hakkında ona yakışmayacak zanlar beslemesidir. Vahyin, gerek tuzak bozmak gerek yol göstermek, gerekse öğüt ve uyarılarda bulunmak ÅŸeklinde tezahür eden iÅŸlevi, bu tehlikeleri bertaraf etmeye yarar.
Allah’ı kendisini vahiyle tanımladığı ÅŸekilde nitelemek/anlatmak/tanımak en doÄŸru yoldur. Onun hakkında konuÅŸurken dikkat edilmelidir. (26) Vahiy, onun hakkında yanlış düşünceleri düzelttikten sonra tekrar eski cahiliye zanlarına dönmek doÄŸru olabilir mi? (27) Dolayısıyla en güzel nitelemeler ve bunlarla dile getirilen en güzel isimler ona aittir. O bütün vasıflarında yetkin ve kusursuzdur. Şüphesiz bu hususta haktan ayrılan kimselerden uzak durmak gerekir.
Yukarıda da belirtildiÄŸi gibi bu konuyla ilgili A’raf suresinde şöyle bir uyarıya yer verilmiÅŸtir:
…Ve Onun niteliklerinin anlamını eÄŸip büken kimselerden uzak durun…” (28) Bu konuda yukarıda geçen HaÅŸir suresinin on dokuzuncu ayetinde de şöyle buyrulur: “Allah’ı unuttuklarından dolayı Allah’ın da onlara kendileri (için neyin fayda vereceÄŸi)ni unutturduÄŸu kimseler gibi olmayın.” Ki bu ayet de Allah’ı unutan kiÅŸinin kendisi namına hiçbir iÅŸin sonundan hayır elde edemeyeceÄŸini ve âdeta kendisini unutan biri hâline geleceÄŸini vurgulamaktadır.
Allah’ın isimleri, yani nitelenmesi konusunda sapma (ilhad) sayılabilecek diÄŸer örneklerden bazıları ÅŸu ÅŸekilde verilebilir:
“Kendilerine, ‘Allah’ın size verdiÄŸi rızıktan baÅŸkaları için harcayın!’ denildiÄŸinde, hakikati inkâra ÅŸartlanmış olanlar, inananlara, ‘Rabb(iniz) dileseydi (kendisinin) besleyebileceÄŸi kimseleri biz mi besleyelim? DoÄŸrusu siz açık bir yanılgı içindesiniz!’ derler.” (29)
Burada kâfirlerin Allah’ı ona yakışmayacak ÅŸekilde suçladıkları görülür. Ä°nsanları aç bıraktığı iddiası kötü/yanlış bir nitelemedir. Bu yaklaşım, onu yok saymakla aynı sonucu verir.
“Yahudiler: ‘Allah’ın eli baÄŸlıdır (sıkıdır).’ dediler. Hay kendi elleri baÄŸlanası ve söyledikleri (bu söz) den dolayı mel’un olası (insanlar)!..” (30)
Ayette Allah’ın cimri olarak anıldığı anlatılır. Elbette bu sadece birilerinin gevelediÄŸi bir söz olmaktan öteye geçmez.
“Yoksa bize teslim olanlara suçlular ile aynı ÅŸekilde mi davranalım? Sizin neyiniz var? (Haklı ile haksız arasındaki) yargınızı neye dayandırıyorsunuz?” (31)
Ayet, Allah’ın adalet vasfıyla ilgili bir zannı dile getirir. Ve bunun asla doÄŸru olamayacağını ifade eder.
“Onlar bir kötülük yaptıkları zaman: ‘Babalarımızı bu yolda bulduk, bunu bize Allah emretti.’ dediler. ‘Allah kötülüğü emretmez.’ de, Allah’a karşı bilmediÄŸiniz ÅŸeyler mi söylüyorsunuz?’ ” (32)
Ayet, Allah’ın adını kendi yaptıkları gayrı meÅŸru iÅŸleri meÅŸru göstermek için kullananları uyarır. Her ne amaçla olursa olsun körü körüne ataları taklit etme taassubunun Allah hakkında doÄŸru düşünmenin önüne geçmesine müsaade etmez.
“Ehl-i kitaptan öylesi vardır ki, ona yüklerle mal emanet bıraksan, onu sana noksansız iade eder. Fakat onlardan öylesi de vardır ki, ona bir dinar emanet bıraksan, tepesine dikilip durmazsan onu sana iade etmez. Bu da onların, ‘Ãœmmîlere karşı yaptıklarımızdan dolayı bize vebal yoktur.’ demelerindendir. Allah adına bile bile yalan söylüyorlar.” (33)
Ayet, insanları sömürmek için dini ve Allah’ın adını kendi çıkarlarına alet edenlerin toplumu sınıflara ayırmasına imkân tanımaz.
“ ‘Allah çocuk edindi’ dediler. O, (bundan) yücedir; O, hiçbir ÅŸeye ihtiyacı olmayandır. Göklerde ve yerde ne varsa O’nundur. Kendinizde buna iliÅŸkin bir delil de yoktur. Allah’a karşı bilmeyeceÄŸiniz bir ÅŸeyi mi söylüyorsunuz?” (34)
Allah’ın yakını veya ayrıcalıklı kıldığı kulları olduÄŸu düşüncesiyle kendilerine üstünlük saÄŸlayacak imkânlar peÅŸinde koÅŸanlara dikkat edilmelidir. Buna göre Allah’ı aciz gösteren her yaklaşım hemen terk edilmelidir. Zira Allah’a yakınlık ihdasıyla ortaya çıkan her tasavvur insanlar arasında imtiyaz ve ayrıcalık doÄŸuracaktır.
“Allah hakkında yalan uyduran yahut kendisine hiçbir ÅŸey indirilmediÄŸi hâlde ‘Bu bana indirilmiÅŸtir!’ diyenden daha çarpık zihniyetli kim vardır? Yahut ‘Allah’ın indirdiÄŸinin benzerini ben de indirebilirim!’ diyenden? KeÅŸke görseydin (onların hâlini), bu zalimler kendilerini ölüm sancıları içinde bulduklarında ve melekler ellerini uzatarak, ‘Ruhlarınızı teslim edin! Allah’a gerçek olmayan ÅŸeyleri izafe ettiÄŸiniz ve kibre kapılarak Onun mesajlarını inatla küçümsediÄŸiniz için bugün aÅŸağılanma cezası ile cezalandırılacaksınız!’ diye seslendiklerinde.” (35)
Kibir içerisinde kendi söz ve yorumlarını Allah’ın sözleri gibi algılanmasını ve ona gösterilen saygının kendilerine de gösterilmesini isteyenler bir iftira peÅŸindedirler. Allah’a gerçek olmayan ÅŸeyleri izafe etmek ve onun mesajlarını küçümsemek, hayatı vahyin belirleyiciliÄŸi dışında baÅŸka güç telakkileri ile yönetip yönlendirmeyi amaçlamak anlamına gelir. Burada Allah hakkında yanlış düşünmenin hemen akabinde mesajları küçümsemekle bir tutulması, muhatapların tutumları hakkında bilgi verir. Ve bu ÅŸekilde büyüklenmenin cezası, aÅŸağılanma olacaktır.
“Derken, onların ardından yerlerine Kitab’a (Tevrat’a) varis olan (kötü) bir nesil geldi. Åžu geçici dünyanın deÄŸersiz malını alır ve ‘(Nasıl olsa) biz bağışlanacağız.’ derlerdi. Kendilerine benzeri bir mal gelse onu da alırlar. Allah hakkında, gerçek dışında bir ÅŸey söylemeyeceklerine dair onlardan Kitap’ta söz alınmamış mıydı? Onun içindekileri okumamışlar mıydı? Hâlbuki Allah’a karşı gelmekten sakınanlar için ahiret yurdu daha hayırlıdır. Hiç düşünmüyor musunuz?” (36)
Kur’an anlatımında kiÅŸilerin ortaya koydukları söz ve eylemlerin onların Allah hakkındaki düşünceleri/kanaatleriyle yakın bir iliÅŸkisi olduÄŸu göze çarpar. Burada “Nasıl olsa bağışlanacağız.” ifadesi, Allah hakkında bir yalan/bühtandır. Elbette hiçbir kaynaÄŸa veya ölçüye dayanmayan bu söz doÄŸru deÄŸildir. Allah’ın onların seçkinci/ayrıcalıklı tavrını kabul etmesi mümkün olmadığı gibi gerçek bir tövbe olmaksızın günahlarını affetmesi de söz konusu edilemez. Onlar, arzularını otorite edinmek, dilediÄŸince günah iÅŸleyebilmek, yani sorumluluk üstlenmemek ve sonrasında hesap vermemek için böyle davranmaktadırlar. Allah hakkında yalan söylemek veya bazı asılsız ifadeler ya da üslupla kendini ele vermek böyle olur. (37)
“Onlar müminler ile karşılaÅŸtıkları zaman ‘Ä°nandık.’ derler. Fakat ÅŸeytanları, elebaÅŸları ile baÅŸbaÅŸa kaldıkları zaman ‘Biz sizin yanınızdayız, onlarla sadece alay ediyoruz.’ derler. Aslında onlarla alay eden ve kendilerini azgınlıkları içinde debelenmeye bırakan Allah’tır.” (38)
Alay edenler bir süre sonra alay edilecek duruma düşerler.
“Ve (Allah) münafık erkek ve kadınlarla müşrik erkek ve kadınlara Allah hakkındaki kötü zanları sebebiyle azap etsin. O kötü zanları kendi baÅŸlarına gelsin ki Allah onlara gazap edip lanetlemiÅŸ ve onlar için cehennemi hazırlamıştır. Ne kötü bir varış yeridir orası!” (39)
Sonuç olarak Allah hakkında ileri sürülen her zan, sahibine geri dönmektedir. İnsanoğlu için bundan daha kötü bir akıbet düşünülebilir mi?
Verilen örneklerde de görüleceÄŸi gibi pek çok yol ve vesile ile Allah hakkında yanlış düşüncelerini ifade eden, bunları davranışlarıyla da destekleyen insanlar vardır. (40) Oysa Allah hakkında kötü zanda bulunmak ya da olmadık ÅŸeyleri ona isnat etmek çok büyük bir vicdansızlıktır. KiÅŸinin Allah düşüncesindeki en küçük sapma onun kiÅŸiliÄŸinde yara açar. Adalet, eÅŸitlik ve özgürlüğe dair inancını sarsar, ümidini kırar. Zaten en güzel vasıfları Allah’a ait kılmak, insanların bu vasıflar aracılığı ile birbirleri üstünde hâkimiyet kurmalarını engellemeye yarar. Bu nedenle ona denk veya eÅŸ hiçbir güç veya güçlü kabul edilmemesi önemlidir. Onunla aynı vasıflara sahip hiçbir güç yoktur. Bir ayette bu konu açıkça şöyle belirtilmiÅŸtir:
“Göklerin ve yerin Rabbi(dir O), ve bunların arasında var olan her ÅŸeyin! Öyleyse, yalnızca O’na kulluk et ve O’na kullukta devamlı ve sebatlı ol! Hiç, ismi O’nunla birlikte anılmaya deÄŸer bir baÅŸkasını tanıyor musun?” (41)
Hülâsa
En güzel isimler (en mükemmel vasıflar) Allah’a aittir
Yani, Allah, ancak en güzel şekilde nitelenebilir.
Bu hususta Kur’an-ı Kerim’in rehberliÄŸine baÅŸvurulmalıdır.
Kur’an’da
Allah kendisini nasıl tanıttıysa öyle kabul edilmelidir. (40)
A’raf suresinde;
Kur’an ayetleriyle karşılaÅŸtığı hâlde çevresinde olup bitenlere ilgisiz kalan…
Tâhâ suresinde;
Kur’an’ın içeriÄŸi ile hayatın zorlukları arasında bire bir iliÅŸki kuran…
Ä°srâ suresinde;
Kur’an ifadelerinin bir süre sonra mutlaka gerçekleÅŸeceÄŸine inanmayan…
HaÅŸr suresinde;
Kur’an ayetlerinin kendisine yüklediÄŸi sorumluluklardan kaçan insanlar… Allah hakkında birtakım zanlarda bulunmaktadırlar. Bu insanlar onunla ilgili bilmedikleri ve asla bilemeyecekleri nitelemelerde bulunurlar. O hâlde en güzel isimlerin ona ait olduÄŸu konusu ısrarla tekrarlanmalıdır. Allah, ancak en güzel ÅŸekilde nitelenebilir. Asla baÅŸka türlü deÄŸil. Ne olursa olsun Allah hakkında kötü düşünülemez. Çünkü o hiçbir zaman kullarının kötülüğünü istemez. Vahyin rehberliÄŸi, haksızlıklara karşı çıkmak adına bazı zorluklara kapı aralasa bile her zorluk ardından gelecek bir kolaylığa, özgürlük ve adalet adına ödenen her bedel, ardından getireceÄŸi bir rahmet ve kurtuluÅŸa gebedir. Allah’ın sözlerinin dinlendiÄŸi her yol sonunda mutlaka barış, huzur ve mutluluk getirir.
Allah’ın en güzel isimlerle anılması, kendisi hakkında doÄŸru düşüncelerin oluÅŸması, insanların söz ve tavırlarıyla iliÅŸkilidir. Dolayısıyla sözün baÄŸlamı, bir tavra ve bu tavır etrafında geliÅŸen bir zanna dayalıdır. BaÄŸlamı ve en azından siyak ve sibakı bilinmeden sözün maksadını, yani ne ifade ettiÄŸini anlamak mümkün olmaz. ÖrneÄŸin HaÅŸr suresinde sayılan güzel vasıflar, müminleri en zor zamanlarda bile kardeÅŸlerini kendilerine tercih ettiren yegâne sâiklerdir. Bunun yanısıra A’raf suresinin 175 ve 176. ayetlerinde sözü edilen insan tipi, hiçbir ÅŸekilde tepki vermeyen bir köpeÄŸe hatta devamla ondan da aÅŸağı bir derekeye indirgenir. Bu insanın olup biten ÅŸeylere kayıtsızlığının sebebi, hak ile batıl arasında ayrım gözeten ve hesap soran bir Allah tasavvuruna yabancı olmasından kaynaklanır. Öyle ki onun vurdumduymazlığı, Allah’a bühtana dönüşür. Ve onun yanında Allah’ı tenzih etmek gerekir. Ä°ÅŸte bu adam ve onun zan oluÅŸturan bu malum tavrı bilinmeden en güzel isimlerin neden Allah’a ait olduÄŸunun vurgulandığı anlaşılamaz. Dolayısıyla Allah’ın en güzel ÅŸekilde anılması hususu, onun hakkında kötü düşünmekten uzaklaÅŸmak anlamına gelir. Zira insanın doÄŸru yolda ilerlemesi açısından kendisini yaratan Rabb’i hakkında güzel düşünmekten baÅŸka çaresi bulunmamaktadır.
Dipnotlar:
1. Burada söz konusu ayetlerin indirildiği dönemde bugünkü dilbilgisinde bulunduğu şekliyle isim sıfat zamir gibi ayrımların henüz şekillenmediği de dikkate alınmalıdır.
2. M. Esed, Kur’an Mesajı, A’raf suresi. 180. ayet, dipnot, 145.
3. Tâhâ suresi, 8. ayet; Ä°srâ suresi, 110. ayet; A’raf suresi, 180. ayet; HaÅŸr suresi, 24. ayet.
4. Bu bölümde dört ayrı yerde “Aslen” denilerek ‘dipnotlarda’ verilen ayet mealleri, Elmalılı Hamdi Yazır’ın orijinal mealinden alınmıştır. (Muhtasar Hak dinî Kur’an Dili, Meal-Tefsir, Elmalılı Hamdi Yazır.).
5. Burada ayetler arasında yer alan “?” (f) edatı takip bildirir. Yani bu edatın yer aldığı her anlatımın öncesinde bir ÅŸeyler olduÄŸuna iÅŸaret eder. KiÅŸi, ayetlerle karşılaşır. Ardından (f) düşünür, taşınır. Ortaya çıkan sorumluluÄŸu ağır bulur. Vazgeçer. Ardından (f) ÅŸeytan onu peÅŸine takar. Yani günah iÅŸlemeye ve bunu sürdürmeye baÅŸlar. Ardından (f) azgınlardan olur. Yani haddini aÅŸmak artık onun âdeti hâline gelir.
6. Bu dileseydik” ifadesi, olaÄŸanüstü edebi bir anlatıma sahiptir. Bir yandan ilgisiz davranan muhatabın aslında bir hiç olduÄŸuna iÅŸaret eder. DiÄŸer yandan okuyucuya ÅŸeref ve haysiyetin gerçek kaynağını gösterir. Nitekim kiÅŸinin seçimleri neticesinde ortaya çıkan bütün güç gösterileri sahtedir ve sonunda bir hayra muhtaçtır ki bu da Allah’ın elindedir.
7. Aslen, “Onlara o herifin kıssasını da oku: ki ona ayetlerimizi sormuÅŸtuk da o, onlardan sıyrıldı çıktı, derken onu ÅŸeytan arkasına taktı da sapkınlardan oldu. EÄŸer dilese idik biz, onu o ayetlerle yükseltirdik velakin o, yere (alçaklığa) saplandı ve hevasının ardına düştü. Artık onun meseli o köpeÄŸin meseline benzer: Ãœzerine varsan dilini sal(ıp s)arkıtarak solur, bıraksan yine dilini sal(ıp s)arkıtarak solur. Bu iÅŸte ayetlerimizi tekzib eden (yalanlayan) o kavmin meseli. Kıssayı kendilerine bir nakleyle, gerektir ki bir düşünürler. Ne çirkin meseli var ayetlerimizi tekzib eden o kavmin ki: Sırf kendilerine zulmediyorlardı. Allah kime hidayet ederse hidayet bulan o, kimi de dalâlet(t)e bırakırsa hüsrana düşenler de iÅŸte onlar. Celâlim hakkı için cin ve ins(an kümelerin)den birçoÄŸunu cehennem için yarattık: Onların öyle kalpleri vardır ki onlarla duy(up anla)mazlar ve öyle gözleri vardır ki onlarla (hakkın delillerini) görmezler ve öyle kulakları vardır ki onlarla (hakkı) iÅŸitmezler. Ä°ÅŸte bunlar behâim (hayvanlar) gibi, hatta daha ÅŸaÅŸkındırlar. Ä°ÅŸte bunlar hep o gafiller. Hâlbuki Allah’ındır en güzel isim/(nitelik)ler onun için siz O’na onlarla çağırın ve O’nun isim/(nitelik)lerinde sapıklık eden mülhitleri bırakın, yarın onlar yaptıklarının cezasını çekecekler.” (A’raf suresi, 175–180. ayetler. Elmalılı Meali).
8. Bu anlamda hayvandan da aÅŸağı olmak, yaratılış amacının dışına çıkmaktır. Bu tipleri konu edinip topluma dönerek şöyle denilebilir: “Allah aÅŸkına bir bakın. Muhammed ne diyor ne yapıyor da ona eziyet ediliyor. Onun durmadan tehdit aldığını görmüyor musunuz? Sadece Rabb’im Allah diyen birine reva görülen bu cefa da neyin nesi? Oysa dedikodulara karşı çıkılsa, iftiralara dur denilse, kötü sözler ve haksız yakıştırmalar reddedilse bunlar olmayacak. DoÄŸruyu savunmak bu kadar mı zor! Bakın size söylüyorum sakın bu vurdumduymazlıktan yola çıkarak bir dünya görüşü oluÅŸturmaya kalkmayın. Allah’ı en güzel ÅŸekilde nitelemek dışında bir ÅŸey yapmayın. En güzel isimlerin ona ait olduÄŸunu bilin. Hiçbir ÅŸekilde tahrik olmayan, zulme karşı çıkmayan, daha fazla kazanmak ve harcamak dışında bir düşüncesi ve çabası bulunmayanlardan uzak durun. Ä°nsan dahi denemeyecek bu tiplerin zevklerine esir olan bu hâlleriyle bir iftira içinde olduklarını anlayın. Bir amacı olmayan, doÄŸru ve dürüst davranmak konusunda bir sorumluluk duymayan kiÅŸilere bakıp asla buradan bir Allah düşüncesine varmayın. Siz önce Rabbinizi doÄŸru tanıyın. Sonra bu adamsendeciliÄŸin ne kadar kötü olduÄŸunu fark edeceksiniz.”
9. Kâinatta var olan her ÅŸeyin bir anlamı ve yaratılış amacı vardır. Bu amacın dışına çıktığında yapması gerekenler hususunda hiç hareket etmeyen biri dahi öz benliÄŸine aykırı davranmış ve yolunu ÅŸaşırmış sayılır. Ä°nsan hayatında yaptığı seçimlerle hatta bu duyarsız tavırlarıyla nasıl bir Allah’a inandığını gösterir. EÄŸer harici bir zorlama ve mecburiyet yoksa tutum ve tavırları, kiÅŸinin kabul ve retleriyle oluÅŸturduÄŸu hayat anlayışını ele verir. Bu anlamda iman, sevgi, muhabbet gibi görülemeyen sâikler, davranışlarda tezahür eder ve kiÅŸinin zihin yapısı hakkında bilgi verir. Buna göre inandığını söyleyen ama buna uygun davranışlar sergilemeyenler yalancı konumuna düşer.
10. Böylesine ilgisiz ve kendi menfaatlerinden baÅŸka bir ÅŸey umurunda olmayan kiÅŸiye şöyle söylenebilir: “Bu kadar üzücü olay karşısında bile sen ey hiçbir ÅŸeyi dert edinmeyen adam! Senin kendinden baÅŸka kutsal saydığın ve deÄŸer verdiÄŸin bir ÅŸey yok mu? Nasıl bir Allah’a inanıyorsun acaba? Olup biten her ÅŸeye seyirci kalan ve sadece senin isteklerini gerçekleÅŸtirmekten usanmayan bir ilahın mı var? Yaratıcı irade senin zihninde baÅŸka hangi iÅŸlere bakar? Unutur ve her seferinde günahlarını affetmeye hazır mı bekler? Olup biten her ÅŸeye kayıtsız kalan yaÅŸam ÅŸeklinle ne demeye ve ne yapmaya çalışıyorsun? Ä°nkâr, haksızlık, açlık ve korku gördüğünde kıpırdamadan duruyorsun. Sen, başına gelmediÄŸi sürece hiçbir sıkıntıyı ciddiye almayacak mısın? Bu tavırlarından doÄŸru bir Allah tasavvuru çıkmayacağını bilmelisin. Bu konuda doÄŸru düşünmediÄŸin de çok açık. Bu nedenle Allah düşüncesini, senin vurdumduymazlığından ve zevklerinin peÅŸinde köle olan bu hâlinden tenzih etmek (uzaklaÅŸtırmak) gerekir. Yoksa zihnindeki atalet her yere bulaÅŸacak. Bu yaÅŸam ÅŸeklinle her adımında doÄŸru düşüncelerin üzerine çamur sıçrayacak. Ä°nsanlar sana bakıp yanlış ve aciz bir ilah düşünmeye baÅŸlayacak.”
11. Ayette geçen “onun (bu isim ve) nitelikleri konusunda gerçekten uzaklaşıp haktan sapanlar” ifadesi, söz ve davranışları itibariyle Allah hakkında yanlış tasavvurlar doÄŸmasına yol açan ve bu ÅŸekilde onun kulları nezdinde bulunması gereken mükemmel vasıflarına halel getirmeye çalışanlara dikkat çeker. Bunun sonucu, kiÅŸinin yapıp ettiklerinden dolayı mutlaka ama mutlaka cezalandırılacak olmasıdır.
12. Bu nedenle onu yanlış nitelendiren, eksik tanıtan bu tür tavırlardan ve sahiplerinden uzak durulmalıdır. Nitekim müminler açısından bu tutumlar kızgınlık sebebidir. (Mümin suresi, 35. ayet.) Samimi olmayan bu tavırlardan uzak durmak gerektiÄŸini belirten ayetlerden birkaçı ÅŸu ÅŸekildedir: “O (Allah), Kitap’ta size şöyle indirmiÅŸtir ki: Allah’ın ayetlerinin inkâr edildiÄŸini yahut onlarla alay edildiÄŸini iÅŸittiÄŸiniz zaman, onlar bundan baÅŸka bir söze dalıncaya (konuya geçinceye) kadar kâfirlerle beraber oturmayın; yoksa siz de onlar gibi olursunuz. Elbette Allah, münafıkları ve kâfirleri cehennemde bir araya getirecektir.” (Nisa suresi, 140. ayet. Diyânet Vakfı Meali); “Ayetlerimiz hakkında (münasebetsizliÄŸe) dalanları gördüğün zaman, onlar baÅŸka bir söze geçinceye kadar onlardan yüz çevir; eÄŸer ÅŸeytan sana (bunu) unutturursa hatırladıktan sonra (hemen kalk), o zalimler topluluÄŸuyla beraber oturma!” (En’am suresi, 68. ayet. S. AteÅŸ Meali).
13. Burada kiÅŸinin ayetlere karşı ilgisizliÄŸi, beraberinde Rabbine karşı umursamazlığa dönüşür. Åžeytanla beraber günah iÅŸleme konusundaki hırsı dünyaya batmasına yol açar. Arzularını ilah edindiÄŸinde artık hayvana, yani köpeÄŸe benzemeye baÅŸlar. Bir süre sonra iradesini kullanmak konusundaki beceriksizliÄŸi onu köpekten de aÅŸağıya düşmesine yol açacaktır. Dikkat edilirse bu kiÅŸinin ayetlere ilgisizliÄŸi bir zaman sonra Rabbine iftiraya dönüşmektedir. Bu iftira onun aciz, zayıf hatta yok olduÄŸu vehmine kadar varır. Bu nedenle Allah’ın bu tür insanların tavırlarından hemen tenzih edilmesi gerekir. Ayette bu tiplerin yaptıklarıyla cezalandırılacağı dile getirilir. Bunların yaptığı ÅŸey sorumluluk üstlenmemektir.
14. Ayette sözü edilen “ilhad” yani Allah’ın isimleri (nitelemeler) konusunda haktan sapmak budur.
15. Aslen, “Tâ-hâ. Kur’an’ı sana bedbaht olasın diye indirmedik; ancak saygısı olana tezkir (öğüt/hatırlatma) için – bir tenzil (lütuf) olarak – indirdik o yaratandan ki: hem arzı (yeri) yarattı hem o yüksek yüksek gökleri. O Rahmân arÅŸ üzerine istivâ buyurdu. Bütün semavâtta/(göklerde)kiler ve bütün arzdakiler ve bütün bunların aralarındakiler ve bütün yerin dibindekiler hep O’nun. Sen bu sözü (açıktan) ilan edeceksen de; O (yalnız açığı deÄŸil) hem sırrı (gizliyi) bilir hem (de gizlinin) daha gizlisini. Allah (ki) baÅŸka tanrı yok (ilah) ancak O; Hep O’nundur o en güzel isimler.” (Tâhâ suresi, 1–8. ayetler. Elmalılı Meali).
16. Kur’an’ın hayatın ölçülü hâlini resmettiÄŸi ve bunun bir benzerinin insan yaÅŸamında da görülmesi için vahyedildiÄŸi ve içindeki bütün ilkelerin insanın yaratılışıyla olaÄŸanüstü uyumu düşünülürse normal ÅŸartlarda bir sıkıntıyla karşılaşılmaması gerekir. Mamafih Kur’an’ı yaÅŸarken karşılaşılan sıkıntıların tamamı, menfaatleri sarsılan müstekbirlerin haksız yere gösterdikleri aşırı tepkilerden ve insanın aç gözlülüğünden kaynaklanır. Fakat yine de bütün sıkıntılı durumların faturası Allah’a kesilir. Bu nedenle onu tenzih etmek gerekir. En güzel isimlerin Allah’a ait olduÄŸunun söylenmesi bu anlamda bir uyarıdır. Mücadele içinde Peygamber (sav) ve arkadaÅŸlarının karşılaÅŸtığı güçlüklerin nereden kaynaklandığı ancak bu ÅŸekilde doÄŸru tespit edilebilir.
17. Bu konuda ÅŸu ayet de hatırlanmalıdır: “De ki: ‘EÄŸer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Çünkü Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.’ ” (Âl-i Ä°mran suresi, 31. ayet. Diyânet Meali.); Dolayısıyla Allah’ı seven O’nun Kitab’ına tabi olmalıdır. BaÅŸka bir ifade ile kiÅŸinin Kitab’a uzaklığı ile Rabbine karşı ilgisizliÄŸi arasında doÄŸru bir orantı vardır.
18. Aslen, “Bunu (Kur’an’ı) bihakkın indirdik ve (o da) bihakkın indi ve seni ancak sevabımızın müjdecisi ve azabımızın habercisi olarak gönderdik. Hem onu bir Kur’an (okunacak bir hitabe) olmak üzere ayet ayet ayırdık ki: nâsa (insanlara) dura dura (hâlin iktizasına göre) okuyasın. Hem de (onu) tenzil suretiyle ceste ceste (parça parça) indirdik. De ki; ister inanın ona ister inanmayın; çünkü bundan evvel ilim verilmiÅŸ olanlar, kendilerine (Kur’an) tilâvet olununca çeneleri üstü secdelere kapanıyorlar. Ve diyorlar ki: ‘Tesbih (tenzih ve takdis) Rabbimize! Hakikat (ÅŸu ki): Rabbimizin va’di kat’iyyen (kesin olarak) fiile çıkarılmış bulunuyor.’ Ve (iÅŸte böyle deyip) aÄŸlayarak çeneleri üstü (yerlere) kapanıyorlar, o (Kur’an’ın okunması) onların huÅŸûunu da artırıyor. De ki; ‘(ister) Allah deyin (ister) Rahman deyin, hangisini deseniz hep O’nundur o en güzel isim/(nitelik)ler. Bununla beraber salâtın/(duan)da pek bağırma, pek de (sesini) gizleme; ikisinin arası bir yol tut ve şöyle de: ‘Hamd o Allah’a ki hiçbir veled (çocuk) edinmedi, O’na mülkte bir ÅŸerik de (egemenlik te bir ortak da) olmadı, O’na zülden bir velî de olmadı.’ (Ä°ÅŸte) O’nu (bu ÅŸekilde) tekbir ile büyükle de büyükle!” (Ä°srâ suresi, 105–111. ayetler. Elmalılı Meali).
19. Bu anlamda vahiy, Allah’ın gerçekleÅŸtirilmesini bizzat üstüne aldığı ilkeler/sözler demektir.
20. Yüksek ses, bir güç gösterisidir ve bu yüzden sadece zor anlarda zulme uÄŸrayanlar için caizdir. Sessizlik ise kiÅŸiyi kendisine yabancılaÅŸtırır. DoÄŸru olan kiÅŸinin kendisinin de duyabileceÄŸi bir düzey yakalamasıdır. Böylece dile gelen ÅŸeylerin hem gerçek olduÄŸu vurgulanmış hem de tevazuuyla, yani hayâ perdesiyle birlikte paylaşılmış olur. Nihayet sözü söyleyenin kendini duyması, onun söz-amel dengesini saÄŸlaması anlamına gelir.
21. Aslen, “Ve onlar gibi olmayın ki: Allah’ı unutmuÅŸlardır da Allah da onlara kendilerini unutturmuÅŸtur, onlardır ki hep fâsık/(itaatten çıkmış)lardır. Ashâb-ı nar (ateÅŸ ehli) ile ashâbıı cennet (cennet ehli) müsavi olmaz. Ashâb-ı cennettir ki hep murada ermiÅŸlerdir. Biz bu Kur’anı bir dağın üzerine indirseydik her hâlde (şüphesiz) sen onu Allah korkusundan başını eÄŸmiÅŸ, çatlamış görürdün. O temsiller yok mu, iÅŸte biz onları insanlar için yapıyoruz gerek ki tefekkür ederler. O öyle Allah ki: O’ndan baÅŸka Tanrı yok; gaybı (hazırda olmayanı) da bilir ÅŸehadeti de (hazırda olanı da), o rahman/(rahmet kaynağı)dır, rahîm/(merhamet eden)dir. O öyle Allah ki; O’ndan baÅŸka tapılacak (ilah) yok, öyle melik (padiÅŸah) ki kuddûs (mukaddes), selam(et/esenlik kaynağı), iman ve emniyet veren/mü’min, gözeten-koruyan/müheymin, azîz (üstün/maÄŸlup olmaz bir galip), cebbar (eksikleri tamamlayan, ihtiyaçları gideren, iÅŸleri düzelten, dilediÄŸini yapmaya ve yaptırmaya kâdir olan), mütekebbir (ululuk ve azamet kendisinin hakkı olan). Tenzih o Allah’a (münezzeh ve yücedir Allah) müşriklerin ÅŸirkinden. O öyle Allah ki: hâlik, bârî, müsavvir. O, en güzel isimler (en mükemmel vasıflar) O’nun; bütün göklerdeki ve yerdeki(ler, dilleri veya lisân-ı hâlleriyle) O’na tesbih eder; (çünkü) O öyle azîz, öyle hakîm/(hikmetli)dir.” (HaÅŸr suresi, 19–24. ayetler. Elmalılı Meali).
22. Kur’an, bir daÄŸa indirilseydi, Allah korkusundan baÅŸ eÄŸerek, parça parça olacağı dile getirilir. Kur’an ile amel etmenin sorumluluÄŸu ağırdır. DaÄŸları yıkan bu ağır sorumluluk, insana bir ÅŸey yapmaz. Çünkü kiÅŸi bundan kaçar ve günah iÅŸlemenin kolaylığını tercih eder. Fakat bu ÅŸekilde kiÅŸi Rabbini de tanıyamaz. Oysa eÄŸer bu sorumluluÄŸun altına girip vahyin rehberliÄŸini izleseydi Rabbini; Rahmân, Rahîm, Melik, Kuddûs, Selâm, Mü’min, Müheymin, Azîz, Cebbâr ve Mütekebbir olarak bulacaktı. Allah, Hâlık, Bârî ve Musavvir di. Fakat o en güzel vasıflara sahip Rabb’iniden yüz çevirerek günahların içine batmayı tercih etti. Müminler, bu kimseler gibi olmamaya dikkat etmelidir.
23. Son olarak “Göklerde ne var, yerde ne varsa hepsi O’nu tesbih ve tenzih eder.” ifadesi, Allah’ın varlığının delillerinin çokluÄŸu nispetinde muhatabın unutkanlığının akıl almaz bir cehalet örneÄŸi sayılabileceÄŸine iÅŸaret etmektedir.
24. En güzel isimlerin Allah’a ait olduÄŸunun vurgulandığı her yerde Kur’an’dan bahsedilmesi, Allah’ın tanınması açısından kitabın tek kaynak kabul edilmesinin gereÄŸini ortaya koyar. Allah, ancak onun Kitap’ta kendisini tanıttığı gibi tanınmalıdır. Ä°ÅŸin hakkı budur. BaÄŸlam, bizi Kitap ile Allah arasında bu ÅŸekilde bir iliÅŸki kurmaya yönlendirir. Bunun yanı sıra Allah’ın doÄŸru ve güzel yani en iyi ÅŸekilde anılmasının, hakkında zanlara ve özellikle kötü düşüncelere yer verilmemesinin önemli olduÄŸu anlaşılmaktadır. BaÄŸlam, sure bütünlüğü içinde ele alınan konulardan hareketle Allah’ı en güzel vasıflar dışında anmanın doÄŸru olmayacağını öğretir.
25. BilindiÄŸi gibi Allah hakkında kötü zan beslemek çok tehlikelidir. Kur’an’da bir ayette şöyle buyrulmaktadır: “Allah hakkında kötü zanda bulunan münafık erkeklere ve münafık kadınlara; (Allah’a) ortak koÅŸan erkeklere ve ortak koÅŸan kadınlara da azâbetsin. (Onların, müslümanlar için istedikleri) Kötü olaylar, kendi baÅŸlarına gelsin. Allah, onlara gazabetmiÅŸ, onları lanetlemiÅŸ ve onlara cehennemi hazırlamıştır. Orası da ne kötü bir yerdir!” (Fetih suresi, 6. ayet. S. AteÅŸ Meali).
26. Bu hususta ÅŸu ayet hatırlanmalıdır: “De ki: Rabbim ancak açık ve gizli kötülükleri, günahı ve haksız yere sınırı aÅŸmayı, hakkında hiçbir delil indirmediÄŸi bir ÅŸeyi, Allah’a ortak koÅŸmanızı ve Allah hakkında bilmediÄŸiniz ÅŸeyleri söylemenizi haram kılmıştır.” (A’raf suresi, 33. ayet. Diyânet Vakfı Meali).
27. Bu konuda ÅŸu ayet hatırlanmalıdır: “Sonra o kederin arkasından Allah size bir güven indirdi ki, (bu güvenin yol açtığı) uyuklama hali bir kısmınızı kaplıyordu. Kendi canlarının kaygısına düşmüş bir gurup da, Allah’a karşı haksız yere cahiliye devrindekine benzer düşüncelere kapılıyorlar, «Bu iÅŸten bize ne!» diyorlardı. De ki: Ä°ÅŸ (zafer, yardım, her ÅŸeyin karar ve buyruÄŸu) tamamen Allah’a aittir. Onlar, sana açıklayamadıklarını içlerinde gizliyorlar. «Bu iÅŸten bize bir ÅŸey olsaydı, burada öldürülmezdik» diyorlar. Şöyle de: Evlerinizde kalmış olsaydınız bile, öldürülmesi takdir edilmiÅŸ olanlar, öldürülüp düşecekleri yerlere kendiliklerinden çıkıp giderlerdi. Allah, içinizdekileri yoklamak ve kalplerinizdekileri temizlemek için (böyle yaptı). Allah içinizde ne varsa hepsini bilir.” (Âl-i Ä°mran suresi, 154. ayet. Diyânet Vakfı Meali).
28. A’raf suresi, 180. ayet. (M. Esed Meali).
29. Yâsin suresi, 47. ayet. (M. Esed Meali).
30. Mâide suresi, 64. ayet. (H. B. Çantay Meali).
31. Kalem suresi, 35, 36. ayetler. (M. Esed Meali).
32. A’raf suresi 28. ayet. (S. AteÅŸ Meali).
33. Âl-i Ä°mran suresi, 75. ayet. (Diyânet Vakfı Meali).
34. Yunus suresi, 68. ayet. (A. Bulaç Meali).
35. En’am suresi, 93. ayet. M. Esed Meali; Benzer bir ayet de ÅŸu ÅŸekildedir: “Onlardan öylesi de var ki, (söyledikleri) Kitab-ı Mukaddes’den olmadığı hâlde ondan olduÄŸunu düşünesiniz diye dilleriyle Kitab-ı Mukaddes’i çarpıtırlar ve Allah’tan olmadığı halde, “Bu, Allah’tandır!’ derler; böylece bile bile Allah hakkında yalanlar uydururlar.” (Âl-i Ä°mran suresi, 78. ayet. M. Esed Meali).
36. A’raf suresi, 169. ayet. (Diyânet Meali).
37. Bu mevzuda ÅŸu ayet hatırlanmalıdır: “Biz dileseydik, onları sana gösterirdik de, sen onları yüzlerinden tanırdın. Andolsun, sen onları, konuÅŸma tarzlarından da tanırsın. Allah, yaptıklarınızı bilir.” (Muhammed suresi, 30. ayet. Diyânet Meali).
38. Bakara suresi, 14. ve 15. ayetler.
39. Fetih suresi, 6. ayet. (M. Esed Meali)
40. Kâinattaki ölçülü düzen âlemin bir yaratıcısı ve yol göstericisi olduÄŸunu tereddütsüz bir ÅŸekilde haykırır. Buna göre yaratılmış ama sistem içinde kendisine belli bir anlam ve amaç çerçevesinde sorumluluk yüklenmemiÅŸ hiçbir canlı yoktur. Bu yüzden insanın istisnasız her söz ve hareketi bu sistem içerisinde bir yere oturur. OturduÄŸu yer, onun âlem içinde kendine biçtiÄŸi deÄŸerle iliÅŸkilidir. Bir ayette şöyle buyrulur: “Ey insanlar, yerdeki ÅŸeylerden, helâl ve temiz olmak ÅŸartıyla, yiyin. Åžeytanın adımlarına uymayın. Çünkü o, size hakikaten apaçık bir düşmandır. O, size ancak kötülüğü, hayâsızlığı ve Allah’a karşı bilmeyeceÄŸiniz ÅŸeyleri söylemenizi emreder.” (Bakara suresi, 168, 169. ayetler. H. B. Çantay Meali); Ayet, kötülük yapıp, iÄŸrenç ve kötü iÅŸler yapmanın, ardından Allah’a bir ÅŸeyler isnat etmekle sonuçlanabileceÄŸini ifade eder.
41. Meryem suresi, 65. ayet. (M. Esed Meali).
42. En güzel isimlerin geçtiÄŸi yani Allah’ın nitelenmesinin söz konusu olduÄŸu her yerde vahyin dile getirilmesinin sebebi, insanların Rablerini tanımalarının en doÄŸru yolunun bu rehberlikten kaynaklanması gerektiÄŸine dairdir.
Not: Bu makâle “Sözün BaÄŸlamı” adlı eserden iktibas edilerek düzenlenmiÅŸtir.
Henüz yorum yapılmamış.