Makale
Galip Zihinde Rızık Anlayışı
Rızık denildiÄŸinde genellikle dünya nimetleri anlaşılır. Ve bilindiÄŸi gibi dünyada herkese yetecek kadar nimet de vardır. Allah’ın bütün rızıkların yaratıcısı, cömert (Kerîm) bir Rabb olarak zikredilmesi ise bir zarurettir. Çünkü rızık, asli ihtiyaçlardandır ve azlığı ya da yokluÄŸunun insana boyun eÄŸdirme riski taşır. Fâtiha suresinde yardım istemenin sadece Allah’a has kılınmasının sebebi budur. Hiç kimse bir ihtiyacı nedeniyle baÅŸka bir hemcinsinin önünde boyun eÄŸmek veya küçülmek zorunda kalmamalı/bırakılmamalıdır. Binaenaleyh rızık söz konusu edildiÄŸinde her nimetin Allah’tan geldiÄŸinin itiraf edilmesi ve bu anlamda adalete özen gösterilmesi de insanın onurunu korumaya yöneliktir. Normal olan, rızkın Allah’tan geldiÄŸinin bilinmesi, yani herkesin karnının doymasıdır. (1)
Rızık meselesi, galip zihnin yumuÅŸak karnıdır. Dolayasıyla asla sorgulanma konusu yapılmaz. Oysa rızkın elde edilmesi ve dağıtılması maÄŸdur olanların kendi lehlerine kullanacakları bir delildir. Ä°ster nüzul sırasına göre ister bugünkü tertipte ele alınsın, surelerin pek çok kere vurguladığı hakikatlerin mihenk noktası, yetim ve yoksullar etrafında döner. Hatta nüzul sırası itibariyle bu vurgu Mekkî ayetlerde çok sık rastlanan dikkat çekici bir unsurdur. BaÅŸka bir ifade ile Mekke’nin ileri gelenlerinin (mele) ve şımarık zenginlerinin (mütref) samimi olmadıkları, onların insanların aç ve açıkta kalmasına rıza göstermeleriyle ya da sahip oldukları hiçbir ÅŸeyi baÅŸkalarıyla paylaÅŸmayan tavırlarıyla ortaya konulur.
Alak suresi, kendini yeterli gördüğü için baÅŸkalarını engellemeye kalkan müstaÄŸni bir tavırdan bahseder. Bu tavır Kalem suresinde bahçe sahiplerinin ürünlerini yoksullardan sakınmasıyla sürdürülür. Müzzemmil suresinde nimet içinde oldukları hâlde hakikati yalanlayanların akıbeti söz konusu edilir. Bunlar aynı zamanda Müddessir suresinde her seferinde daha fazlasını isteyen kiÅŸilerdir. Tebbet suresi, sermaye (servet) ve onunla kazanılan gücün insanların zararına kullanılmasına tahammül edilmemesi gerektiÄŸini Ebu Leheb sembolü/örneÄŸiyle anlatır. Böyle davrananlara hep beraber “kahrolsun” demeyi salık verir. Tekvir suresinde diri diri gömülen kız çocuklarının hesabının sorulacağı ve bunun toplumsal boyutu gündeme getirilir. BilindiÄŸi gibi bu cinayetin asıl ve en önemli sebebi açlık korkusudur. A’lâ suresi, ahiretin kalıcılığına raÄŸmen herkesin dünyayı tercih ettiÄŸini açıkça ilan eder. Leyl suresinde ise hayatı zorlaÅŸtıran asıl sorunun doÄŸru olanı yalanlamanın hemen öncesinde cimri ve müstaÄŸni davranmaktan kaynaklandığı ifade edilir. Fecr suresi, az verip aç bırakmayı imtihan konusu olmaktan çıkarır. Allah, ölçülü/yeterince/dengeli hatta fazla fazla verir. Ama asla aç bırakmaz. Bu ÅŸekilde kulun Rabb’inden razı olması istenir. Böylece hayatın kötü gidiÅŸinden yetime cömert davranmayan, yoksulu doyurmayı teÅŸvik etmeyen her türlü mirası hadsiz bir ÅŸekilde alabildiÄŸine tüketen ve mal sevgisi ciÄŸerine iÅŸlemiÅŸ kiÅŸileri sorumlu tutar. Bütün sorunların bu kiÅŸilerden kaynaklandığını öğretir. Duhâ ve Ä°nÅŸirah suresinde yetime sahip çıkmak tekrarlanır. Âdiyât suresi, insanı Rabbi karşısında nankör konuma düşüren ve gemlenmeyen hırslarından dem vurur. Kevser suresi, tehditler karşısında Allah’a kulluktan taviz vermemeyi ve sahip olunan çok ÅŸeyin sadece maddi olmayabileceÄŸini hatırlatır. Tekâsür suresi, insanı hayatı kendi dışındakiler için cehennem çeviren açgözlü tavrının sonuçlarını düşünmeye çağırır. Mâun suresi, yetim ve yoksula gözünü kapayan bütün itaat/ibadet ÅŸekillerini gösteriÅŸ olarak niteler. Kâfirun suresinde bu gösteriÅŸ sahipleri küfürle itham edilir. (2) Velhasıl neredeyse bütün surelere damgasını vuran yapı ezilen kesimlerin mazlum durumlarının Allah’tan kaynaklanan bir ceza veya imtihan olmadığıdır. (3) MaÄŸdur olan bu bilinci kazanmalı ve hakkını aramayı sürdürmelidir. (4)
İlk inen surelerde yetim ve yoksullarla ilgili temalar, vahyin rehberliğinde yürüyen müminleri de içine alır. Yani vahyi taşıyan ve tebliğ eden kişiler, yetim ve yoksulların mağduriyetini neredeyse bire bir paylaşır. Sonraki dönemlerde oluşan galip zihin bu samimiyeti asla yakalayamamış, dolayısıyla sorunların tespitinde akim kalmış, fakir fukaraya karşıdan bakmıştır.
Kalem suresinde meselenin ele alınış tarzı olaÄŸanüstü dikkat çekicidir. “ve onlar hiçbir istisna yapmıyor (yani Allah’ın iradesi ile ilgili bir ölçü de edinmiyor)lardı.” (5) ifadesi, fakirlerin payını gözetmiyor/ayırmıyorlardı, anlamındadır. Bu ayet, devamında gelen “Derken onlar aralarında ‘Sakın, bugün hiçbir yoksul bahçeye girip yanınıza sokulmasın.’ diye fısıldaÅŸarak gittiler.” (6) ayetleriyle açıklık kazanır. Sonunda bahçeyi harap olmuÅŸ bir vaziyette görünce, “En makul olanları ise: ‘Ben size Allah’ı tesbih etmeniz gerektiÄŸini söylememiÅŸ miydim!’ dedi.” (7) ayeti konuya açıklık kazandırır ki zaten hep birlikte şöyle derler:
‘‘Rabbimizi tesbih ederiz, doÄŸrusu biz zulmedenlermiÅŸiz!’ dediler.” (8)
Burada ayetlerin açtığı kapıdan bakıldığında Allah’ı iÅŸin içinde saymak, yani onun takdirini hesaba katmak, yoksulların hakkını gözetmekle aynı ÅŸeydir. Daha da önemlisi yoksulları gözetmekle Allah’ı tesbih etmek aynı anlama gelir. Mekke döneminin mücadele içinde geçen puslu havasında bu yaklaşım, müşriklerin ipliÄŸini pazara çıkarır. Onların çevrelerinde olup biten haksızlıklarla ilgili olarak samimi davranmadıklarını, Allah’a iman ve onu tesbih etmek gibi konularda asla gerçeÄŸin, doÄŸrunun, peÅŸinde olmadıklarını gösterir.
Dar/zor zamanda tesbih etmek, fakirlerin hakkını gözetmek, yoksulları ve yetimleri düşünmektir. Galip zihinde bu tesbih çekmeye dönüşür. MaÄŸdur zihinde “Allah için” demek, mazlum, maÄŸdur ve mustazaflar için demektir. (9) Fakat galip zihinde bu sadece kendini affettirmeye, bir nevi günah çıkarmaya evrilir. Aynı ÅŸekilde Tebbet, Leyl ve Fecr suresinde de tenzih ile yoksulları tercih etmek birlikte yürür. Fecr suresinde açlık, imtihan konuları içinden çıkarılıp devre dışı kalınca insanların aç kalmasının sorumluları belli olur. Yani tesbih, tenzihe tenzih de suçluların tespitine yardımcı olur. Ama galip zihin, rızkın daralmasını takdiri ilahiden sayıp bunu da sabredilmesi gereken bir imtihan sorusu yapar.
Bu derece sık gündemde tutulan yetim ve yoksullar, yani adalet ve eÅŸit haklar hususunda oluÅŸan maÄŸduriyetlerin önceliÄŸi, galip zihinde doÄŸal olarak hak ettiÄŸi yeri bulamaz. Çünkü eleÅŸtiri konusu yapılan hemen her mesele müslümanların bu vasıflarla iÅŸi olamayacağı düşünüldüğünden küfür, ÅŸirk, zulüm gibi örtülerle örtülür. Bahsi geçen konular ve burada ortaya çıkan sorunlar bu örtülerle kaplanınca, ibret, ders, öğüt alma hususu müslümanlardan uzaklaşır. Muhataplar eÄŸer tarihte hapsedilmediyse sınırların dışına çıkarılır. Surelerin yukarıda sözü edilen mesajlarının çoÄŸu kez ÅŸehrin ileri gelenlerini suçlayan bir içerik taşıdığını herkes itiraf eder. Sistem sorgulaması denilebilecek tarzda ele alınan hususların Mekke ileri gelenlerini oldukça rahatsız ettiÄŸi ve onların da buna göre karşı ataklar planlayıp tuzaklar kurmakla meÅŸgul oldukları da bilinir. Fakat bu eleÅŸtirilerin Ä°slam’ın hâkim olduÄŸu dönemler içinde önemini yitirdiÄŸi de bir gerçektir. Hâlbuki tefsir/te’vil çabalarının istenen düzeyde geliÅŸmesi durumunda belki küfrün deÄŸil ama diÄŸer bütün kötü vasıfların müslüman çevrelerde de pek çok örneÄŸi ve karşılığı bulunabilir. Ãœstelik bu vasıflardan ve onları taşıyan kalıplaÅŸmış kiÅŸilerden azade olunabilirse vakıa olarak benzer pek çok yanlış uygulamaların Ä°slam’ın bireysel düzeyde yaÅŸandığı toplumlarda da örnekleri vardır. Kâfirlerin acımasızca hayatı zora soktuklarından veya kendi menfaatleri uÄŸrunda kimsenin gözünün yaşına bakmadıklarından şüphe edilmez. Ancak yanlış yapan ve zulmedenlerin hepsi kâfir de deÄŸildir. (10) Ne yazık ki sömürgeci batı uygarlığının etkisi altında yaÅŸayan, onlarla karışan kimliklerden pek çok kötü örnek de bulunabilir.
Serveti elinde bulunduranların rızık anlayışı, çoÄŸu zaman kendi servetlerinin meÅŸru hakları olduÄŸunu iddia etmeleri açısından sorunludur. Müslüman da olsa, helâl yollarla da kazansa kiÅŸinin sermaye/servet ve bununla elde ettiÄŸi gücün baÅŸkalarına zarar vermesine müsaade edilemez. Son derece önemli olmasına raÄŸmen rızkın Allah’tan geldiÄŸini kabul etmek yetmez. Aynı zamanda adil dağılımına ya da adil olmayan uygulamaların engellendiÄŸine de ÅŸahitlik edilmelidir. Bu anlamda infak gibi gönüllü veya zekât gibi zorunlu harcamaların yerli, yerinde yapılması gerekir. Sermayenin yalnız zenginler arasında dolaÅŸan bir güç olmasına müsaade etmemek, tekelleÅŸmelerin önüne geçmek ve gayrı meÅŸru haram yollardan kâr elde etmeyi önlemek, emeÄŸin hakkını savunmak ve almak, zenginle fakir arasında uçurum oluÅŸmasını engellemek gibi pek çok sorumluluÄŸun yerine getirilmesi esastır. Bunlar olmadan rızkın hak edenin eline geçmesi çoÄŸu kere mümkün olamaz. Hatta öyle durumlar vardır ki görünüşte hemen her ÅŸey yerinde ve düzgündür, fakat adalet yine de gerçekleÅŸmez. Çünkü üzerinde durulan konunun ahlaki yönü ihmal edilmiÅŸtir.
Not: Bu yazı, “Sözün BaÄŸlamı” adlı eserden iktibas edilmiÅŸtir.
Dipnotlar:
1. Rızık konusu bir hayli netameli bir konudur. Sadece yemek-içmek gibi maddi değil aynı zamanda yer altında ve yer üstünde bulunan ve kendisinden faydalanılan her türlü nimetten sağlık, mutluluk gibi insan psikolojisinin üzerinde durduğu bütün donanımlara kadar sahip olunan her şeyi kapsayacak şekilde geniş bir yelpazede ele alınmalıdır.
2. Burada Kureyş suresinin açlık ve güvenlik endişeleri ve bunun kulluk ile ilişkisine yaptığı vurgu hatırlanmalıdır.
3. Ä°slam’ın insan fıtratına bire bir uyan emir ve yasakları tam anlamıyla bir lütuftur. Zekât, sadaka, bağış, karzu hasen gibi infak yolları o derece etkili olmuÅŸtur ki Ä°slam’ın top yekûn uygulanmadığı bireysel ahlakî ödevlere kitlendiÄŸi veya cami çevresinden daha uzaÄŸa yayılmasına müsaade edilmediÄŸi dönemlerde dahi, rızık konusu, genellikle insanların isyan ettiÄŸi bir konu olmamıştır. Hatta olamamıştır. Ä°slam dininin kiÅŸiyi ve toplumu sarıp kuÅŸatan ahlakî ilkelerinin ÅŸaşırtıcı etkisi, en zor zamanlarda dahi buna izin vermemiÅŸtir.
4. Surelerle ilgili bu tespitlerin ayrıntıları, Musa ÅžimÅŸekçakan, Sözün Gücü, (Ä°lahî Vahyin RehberliÄŸi) adlı eserden takip edilmelidir.
5. Kalem suresi, 16. ayet.
6. Kalem suresi, 23, 24. ayetler.
7. Kalem suresi, 28. ayet.
8. Kalem suresi, 29. ayet.
9. Müddessir suresi, 7. ayet, Musa ÅžimÅŸekçakan, Sözün Gücü, (Ä°lahî Vahyin RehberliÄŸi)
10. O hâlde Mâun suresi sadece müşriklere deÄŸil müslümanlara da hitap eder. Yetimler, adaletin mutlaka gerçekleÅŸmesini hatırlatan birer semboldürler. Yoksulluk mutlaka yenilmesi gereken arızi bir durumdur. Onların somut sorunlarıyla hemhâl olmak, çözüm için çaba sarf etmek ve bu yolda vakit harcamak diÄŸer bütün ibadet ÅŸekillerine öncelik kazanmalıdır. KuÅŸkusuz burada beÅŸ vakit namaz kılmak gibi rutin ve süreklilik isteyen ibadetlerden taviz vermek kastedilmemektedir. Kastedilen ÅŸey, onların sorunları çözülmediÄŸi sürece, bütün ibadetlerin gösteriÅŸ sayılma tehlikesi taşımasıdır. Nitekim ÅŸirk, bilindiÄŸi üzere imana bulaÅŸan bir hastalıktır.
Henüz yorum yapılmamış.