Sosyal Medya

Makale

Deistler İçin Doğru Yol Haritası

Ä°slam ansiklopedisinin “Deizm” maddesinde ÅŸunlar yazar:

“Tanrı’nın varlığını ve âlemin ilk sebebi olduÄŸunu kabul etmekle birlikte akla dayalı bir tabii din anlayışı çerçevesinde nübüvveti şüphe ile karşılayan veya inkâr eden felsefî ekolün adı. Deizm Latince’de “Tanrı” anlamına gelen deus kelimesinden türetilmiÅŸ olup Grekçe’de yine “Tanrı” anlamındaki theostan gelen teizm terimiyle aynı sözlük anlamına sahiptir. Ancak XVI. yüzyıldan itibaren Hristiyan dünyasında baÅŸlayan felsefî ve teolojik tartışmalarla birlikte teizm terimi Ortodoks inançları savunan kesim için, deizm ise geleneksel inançlardan sapan düşünürler için kullanılmaya baÅŸlanmıştır. Deizm kelimesinin ilk kullanılışlarından birine, Calvinci bir ilâhiyatçı olan Pierre Viret’nin Instruction Chrestienne (Cenova 1564) adlı eserinde rastlanmaktadır. Viret bu eserinde, kendilerini ateistlerden ayırmak için deist ismini alan bir grup filozof ve edipten bahsetmiÅŸ, kimliklerini vermediÄŸi bu kiÅŸileri, Allah’a ve O’nun âlemi yarattığına inanmakla birlikte Ä°sa Mesih’i ve Hıristiyanlık doktrinlerini inkâr eden ateistler olarak suçlamıştır.”

Allah’a inanan ama dini reddeden bu görüş, geleneksel mevcut yapısı içinde dinin ıslah edilemeyeceÄŸini düşünerek reddeder. Genellikle buna sebep olarak din adına ortaya çıkan kötü örnekler gösterilir. Zira felsefi anlamda tutarlı bir arka plandan yoksun, akla ve ahlaka ters düşen Yahudi ve Hristiyanlar için makul sayılabilecek bu görüş son zamanlarda Müslümanlar arasında da yayınlaÅŸmaktadır.

Hâlbuki Allah’ın varlığını kabul eden, yani yaratıcı bir iradenin olması gereÄŸini akleden kiÅŸinin onun düzenleyici kimliÄŸi üzerinde de durması gerekir. Buna göre yaratan, aynı zamanda terbiye edendir. Nitekim A’lâ suresi; Allah’ı yaratıcı, ÅŸekil veren, ölçüsünü koyan ve yol gösterici ÅŸeklinde tanıtarak tesbih/tenzih eder. Tesbih ve tenzih konusu olan eylemler, müdahaleyle ortaya çıkar. Ardından Allah hakkında doÄŸru düşünmek, bir ihtiyaç ve zorunluluk hâlini alır.

Kâinatta ki her ÅŸeyin ona hizmet ettiÄŸi düşünülürse Allah’ın insana deÄŸer verdiÄŸi, yaratılışın merkezine onu koyduÄŸu açıktır. Dolayısıyla ona bir amaç belirlemesi, hayatını anlamlandırması, yani onunla iletiÅŸime geçmesi de aklen bir zorunluluktur. Mesela Kur’an, putların birileri tarafından üretilip uyduruldukları için konuÅŸamadıklarını söyler. Buna göre Allah’ın konuÅŸması, yol göstermesi onun varlığının zorunlu bir sonudur. Nihayet dinin kaynağı, yani aslı da onun sözlerini bir araya toplayan vahiyden ibarettir.

Allah katında tek din Ä°slam’dır. Yahudilik ve Hristiyanlık diye ayrı dinler yoktur. Ä°brahim (as) de, Musa (as) da, Ä°sa (as) da Muhammed (sav) de müslümandır. Getirdikleri din de sadece Ä°slam’dır. Aradaki ufak tefek ÅŸeriat farklılıkları göz ardı edilebilirse bütün peygamberler; Allah’ın birliÄŸi, ahiretin varlığı, iyilik yapmak ve kötülükten sakınmak gibi ortak ilkeler üzerinde dururlar. Çok küçük ayrıntılar dışında neredeyse ibadetler de ortak bir zemin üzerinde ilerler. Mesela Bakara suresinin 183. ayetinde, “Ey inananlar, sizden öncekilere yazıldığı gibi (günahlardan) korunmanız için sizin üzerinize de oruç yazıldı.” denilir. Bütün peygamberler aynı çizgi üzerinde ve hemen hemen aynı arka plana sahiptirler. Nitekim Kur’an pek çok kere tarihten ve onların hayatlarından örneklerle doludur. Ne yazık ki Yahudi ve Hristiyanlar daha sonra akla zarar yorumlarla tahrif süreci yaÅŸamış ve kendilerine has, farklı bir din hâline gelmiÅŸlerdir. Tahrif süreci yorumları aslın yerine koymak suretiyle hızlanmış ve sonunda kendi elleriyle yazdıklarını Allah katından saymışlardır.

Ne yazık ki dinin aslıyla yorumları arasındaki farkları bilmeyenler ve beşeri çıkarımları dinin kendisi sananlar elinde iş daha da karışık hâle getirilmiş, sonunda dinden uzaklaşmak, özgür kalmak anlamına gelmiştir.

Ä°sa’nın Allah’ın oÄŸlu olması, yani Allah’ın bir insana hulul etmesi, ya da insan ÅŸeklinde görünebilmesi, elbette papazların iÅŸine gelir. Bugün de Allah adına konuÅŸabilen, onu temsil eden onlardır. Günah çıkarmaktan, vaftiz etmeye varıncaya kadar pek çok konu, onların inhisarında gerçekleÅŸmektedir. Onların özellikle ortaçaÄŸda elde ettikleri ayrıcalıkları bilmeyen yoktur. LaikliÄŸin ihdası da bu çerçeve karşısında bir gereklilik addedilmiÅŸtir. Din savaÅŸlarından ve yaÅŸanan bütün kötü örneklerden sonra bugün batı da laiklik adı altında dinin iÅŸlevselliÄŸinin resmi ya da gayr-ı resmi ÅŸekillerde sınırlandırıldığı bilinmektedir.

Yahudi ve Hristiyanlara karşı geliÅŸtirilen tezlerin bugün vahyin son eseri içinde geçerliymiÅŸ zannedilmesi üzücüdür. Zira Kur’an’ın emir, yasak ve tavsiyelerinde akıl dışı ilkeler bulunmaz. Çok şükür, Kur’an açısından diÄŸerlerinde görüldüğü gibi bir tahrif süreci de yaÅŸanmamıştır. Zira hangi görüşten olursa olsun muhkem ayetler çerçevesinde dinin aslı herkes için aynıdır. Dinin aslı Allah’ın açık-seçik dedikleridir. Farklı yorumların yapılabildiÄŸi ayetler ise dinin omurgasını oluÅŸturmaz. Nihayet yorumlamaya açık ayetlerde bile “Allah’ın dediÄŸi budur.” denilmez, “Allah’ın dediÄŸinden benim anladığım budur.” denilir. Elbette din adı altında yapılan bazı yorumlarda; mezhep, tarikat, cemaat gibi oluÅŸumlar elinde zaman zaman kötü örnekler ortaya çıkmıştır. Bunlar dinin aslından deÄŸildir. DeÄŸiÅŸebilir, düzeltilebilir, ertelenebilir veya reddedilebilir. Hiçbir yorum kendisini hakikatin tek temsilcisi de saymaz, sayamaz.

Dinin iki kaynağı kabul edilen Kur’an ve hadislerin tek amacı da en genel anlamıyla insanın onurunu korumaktır. Ve kaynağından yola çıkarak elde edilen bir hükmün de bu amaca hizmet etmesi zorunludur. Bu anlamda içtihatlar, sorun çözmeye ve hayatı kolaylaÅŸtırmaya matuftur. Kaynağı beÅŸeri olan kiÅŸisel çıkarımların zorla kabul edilmesi düşünülemez. Dolayısıyla sadece insanların iyiliÄŸini isteyen bir dinin yok sayılması veya yoruma açık meselelerin dinin aslından sayılması ya da bazı müntesipleri elinde kötü örnekler sergilemesi, o dinin kötü olduÄŸu anlamına gelmez. Elbette dinin aslından haberi olmayanlara bunu anlatmak zordur. Nitekim hak-batıl mücadelesinde pek çok kötü örnekle karşılaşılması da ÅŸaşırtıcı gelmemelidir.

Bu hususta verilebilecek en önemli örneklerden biri dini yok sayanlar için indirilmiÅŸ olan Tîn suresidir. Surenin başında; incir, zeytin, Tur dağı ve Emin Belde’den bahsedilir. Bunların hepsi peygamberlerle anılan birer semboldür. Ä°ncir, Âdem (as)’i; zeytin, Ä°sa (as)’yı; Tur dağı, Musa (as)’yı; Emin Belde Mekke ise Muhammed (sav)’i temsil eder. Bu ÅŸekilde Âdem (as)’den Muhammed (sav)’e âdeta peygamberlerin üzerinde durduÄŸu çizgi (tarih) gözler önüne serilir. Surenin sonunda “ Siz hâlâ dini nasıl yok sayabilirsiniz?” denir. Böylece bunun mümkün olmadığı anlatılmak istenir.

Din yok sayıldığında Âdem (as) ve onun hakkında anlatılanlar, Ä°sa (as) ve Zeytin dağında yaÅŸananlar, Musa (as) ve Tur dağında olup biten her ÅŸey, Muhammed (sav) ve Mekke’de verilen mücadelenin tarihi, buralarda yaÅŸayanlar ve yaÅŸananlarla birlikte ayaÄŸa kalkar ve inkâr edenin üstüne gelir. Yani Muhammed (sav)’i reddetmek bütün bir insanlık tarihini, verilen mücadeleleri, yapılan iyilikleri, çekilen dertleri ve ortaya çıkan emeÄŸi yok saymakla aynı ÅŸeydir. Din, hemen bir çırpıda yalanlanabilecek kadar kolay bir olgu deÄŸildir. Ãœstelik iman ve sâlih amel ikilisinin meydana getirdiÄŸi onca güzel örnek de varken. Ve Allah’ın insana verdiÄŸi özgür iradenin bu iki önemli ilke ile yaratılışı nasıl güzelleÅŸtirdiÄŸi de bilinirken…

Benzer bir bakış açısı da Necm suresinde sergilenir. Surede aralarında mukayese edilemeyecek kadar fark bulunduÄŸu vurgulanarak vahyin çıkarımları ile put üreten müşrik zihniyetin arka planı masaya yatırılır. Vahyin içeriÄŸinde Peygamber (sav)’in dahi ÅŸahsi görüşleri, arzuları veya istekleri yoktur. Oysa müşriklerin elinde kutsanan her ÅŸey, onların menfaatlerini meÅŸrulaÅŸtırmaya yaramaktadır. Her put, arkasında birilerinin çıkarlarını gizlemektedir. Hak din ile sahteleri arasındaki fark iki ölçüyle ortaya çıkar. Biri “Kimse baÅŸkasının günahını yüklenemez.”, diÄŸeri de “Ä°nsan için ancak çalıştığının karşılığı vardır.” anlayışıdır. Bu ilkeler, sahte olanı ortaya çıkarır. Yani insan için ancak emeÄŸinin karşılığı vardır ve bunu da mutlaka almalıdır. Ä°nsanlar sorumluluklarının farkına varmalı ve suçu birbirlerinin üzerine atmamalıdır. Vahiy, herkesin yaptığının karşılığını bulabildiÄŸi adil bir sistem içerisinde hareket etmeyi önerir. Oysa putlar kendilerini üreten kimselere dokunamazlar.

Necm suresi, insanı vahyin içeriÄŸi ile putların arkasında yatan menfaatler arasında mukayese yapmaya, yani birilerini çıkarlarına alet olup asılsız temenniler peÅŸinden koÅŸmaktansa, çalıştığının karşılığını alacağı adil bir beklenti içinde sadece Allah’a kul olup hakikate teslim olmaya çağırır. EmeÄŸinin karşılığını almaya ve adalete davet eden bir dini yok saymak ancak cahillikle mümkündür. Zira Kur’an’da insanlara zarar verebilecek hiçbir ÅŸey yoktur. Allah, kullarının yalnızca iyiliÄŸini ister. Surede “Allah, kötülük yapanlara yaptıklarının karşılığını verecek ve iyilik yapanları da yaptıklarının en güzeliyle ödüllendirecektir.” (31) buyrulmaktadır ki bu adaletin ta kendisidir.

O hâlde deistler ya batıda gerçekleÅŸmiÅŸ muhalefeti taklit ediyor ya da sahte dinlerle gerçeÄŸi arasındaki farkı bilmiyorlar, demektir. Dini yorumları aslının yerine koymak ve bir takım aşırılıkları, Allah’ın sözleriyle bir tutmak asla kabul edilemez. Hakikati arayanlar için gerçek din, onları sadece doÄŸru yola, ÅŸaÅŸmaz bir istikamete davet etmektedir.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.