Makale
Hoca Olmak Kolay DeÄŸildir
İnsan daha çok şey bildiği için hoca olur. Buna öğretmen denir. Bildiklerini öğrettiğinde ise öğrencilerinden bir farkı kalmaz. Kişi tecrübelerini aktardığı için de hoca kabul edilir. Bunun sonunda da dinleyenler eğer yeterince anladılarsa onunla yine aynı seviyeye gelir. Hatta iyi bir hoca, öğrencisini kabiliyeti nispetinde kendisinden daha iyi bir noktaya getirmeyi de bilir. Elbette öğretmek saygıdeğer bir iştir ve bu anlamda bilgiye, tecrübeye ve yaşın getirdiği olgunluğa saygı gösterilmelidir.
İlkokul düzeyinde; öğretmenler, çocuklar için eğitim-öğretim faaliyetinin çok üstünde bir itibar görür. Bu dönemde sevgi bağı, çok güçlüdür ve genellikle ayar tutmaz. Çocuk, zaman zaman öğretmenine olan sevgi ve ilgisini olması gerekenden çok daha ileri bir noktaya taşır. Fakat ilerleyen süreçte bu belli bir dengeye oturur. Ve doğru bir istikamette mecrasını bulur. Ne yazık ki pek çok insan, bu çocukluk devresini aşamaz. Sevgi ve saygı dengesini yerine oturtamaz. Aldığı yanlış eğitimin sonuçlarını hayatı boyunca üzerinde taşır. Zira belli bir amaç çerçevesinde işlevsel bir metot takip edilmediği için algı düzeyini doğru mecrada şekillendirmeyen sadece bilgi aktarmakla yetinen pedagojik yaklaşımlar, doğru sonuçlar vermez. Yaşamın zorlukları, aile içi sorunlar, akran tehditleri ve olumsuz çevre etkileri de buna eklenince kişinin fıtratından kaynaklanan tabi özellikleri bozulur. Bozulunca da o masum ve sevimli çocuk kaba-saba bir magandaya veya canavara dönüşebilir.
İnsanların tapınmadan yapamadığı ve iman etmenin fıtratının tabi bir özelliği olduğu çok belirgindir. Onun zihnindeki bu yer, piyasada bilim-kurgu filmlerine konu edilen pek çok olağanüstü kurtarıcı ve kahraman üretmiştir. Çocukluk aşamasında kalanlar okudukları masallar, seyrettikleri filmlerdeki bu karakterleri zihinlerinde taşımaya devam eder ve hayallerindeki vasıfları seçtikleri bu tiplemeye yüklerler. Aşk da böyle bir şeydir. Bütün beklentilerin ortasına yerleştirilip modifiye edilen bir muhatapla gerçekleşir. Bu da psikolojide korkmaya denk gelir. Hocaların kişilerdeki bu zafiyeti bilmesi ve öğrencilerinin buna uygun şekilde yönlendirmesi; insanın ancak emek harcadığı bir işte karşılık bulabileceğini örneklerle öğretmesi gerekir. İlk aşamada hoca kendisini, daha sonra da muhatabını ayakları yere basacak şekilde yönlendirmeyi ve tanıtmayı ilke edinmelidir. Aksi hâlde o çocukluk kahramanları ve kurtarıcılar, hayat boyu insanın yakasından düşmez. Ve hayat algısı, bu derekede mazlum ve mağdur üretmekten bir türlü vazgeçmez.
EÄŸitim-öğretim faaliyetinin, insanın kiÅŸilik özelliklerini onurunu koruyacak ÅŸekilde inÅŸa etmesi gerekirken maalesef halk nezdinde karı-koca, ÅŸeyh-mürit, hoca-öğrenci münasebeti, Ä°lah-kul iliÅŸkisine dönüşür. Karısını kendi kulu zanneden, ÅŸeyhini veya hocasını sorgulanamaz derecede gözünde büyüten bir hayli insan vardır. Bunlar, muhataplarının ilminden ve tecrübesinden yaralanmakla yetinmez. Sevgi ve saygıyı abartır. Böylece kendi ÅŸahsiyetini ve özgüvenini bir türlü inÅŸa edemez. BaÅŸkasına kuyruk olmaktan kurtulamaz. Kalabalıklar içinde yok olur gider. Bu sorun öncelikle hamdi, sadece Allah’a has kılmakla çözülür. Zira hamdi diÄŸer övgü çeÅŸitlerinden ayıran biricik sebep, yalnız tek bir Ä°lah’ın dışında veya yanı sıra vazgeçilmez hiçbir otorite kabul etmemektir. Bunu bildiklerinden olsa gerek gerçek hocalar övülmekten hoÅŸlanmaz, layık da olsalar makam ve mevkie talip olmazlar. Bunun Allah’ın gücüne gideceÄŸinden korkarlar.
Bireyin kendi başına ayakta kalmasını temin edemeyen bir eğitim, hocasız yapamaz. Ömür boyu hocasız yapamayan toplumlarda bireyler bulunmaz. Sürü psikolojisi hâkim olur. Bir toplum sürü olmayı seçtiğinde de boyunduruk altından kurtulamaz.
Bazı hocalar, Allah ile aralarında özel bir hat varmış intibaı verir. Çünkü ilim ölçülebilir bir yapı arz eder ve sınırları vardır. Bu handikaptan kurtulmanın tek yolu gayba dair gizli ve gizemli bir kapı açmaktır. Bilindiği gibi bu saha oldukça spekülatiftir ve kontrol edilemez. Hocaların gayba dair bilgi aktarımı, bir yandan kendilerine tabi olanların acziyetlerinin örterek rahatlatırken diğer yandan insanlara bütün hayallerini gerçekleştirme gücü vererek ümit aşılar. Ancak hiçbir zaman gerçek ve kalıcı sonuçlar üretmez.
Öğretme ve öğrenme faaliyeti tamamen somut verilere dayalı, sonuçları tartışılabilen bir iştir. İnsanı olumlu yönde değiştirip geliştirmeyi hedefler. Hocaların insan olduğu ve bilgileri de dâhil olmak üzere sahip oldukları her şeyin bir sınırı bulunduğu akıldan çıkarılmamadır. Onlara saygı duymak ve gerekli hürmeti göstermek şüphesiz edebin/ahlakın bir gereğidir. Ancak öğrettiğini uygulamayan, çevresinin sorunlarını çözmekten uzak duran ve sadece kendi itibarına çalışan kişiler, hoca addedilmeye layık değildir. Hocalığın ölçüsü öğretmektir. Bir ileriki aşaması, öğrettiklerini herkese faydalı olacak şekilde uygulamaktır. Sorun çözmeyen ve insanlara yarar sağlamayan, kişilerin hocalığı ise tartışmalıdır.
Din eğitiminde herhangi bir ayeti veya hadisi ezberleyip aktarmak ancak okutmanlıkla eşdeğerdir. Fakat asıl hocalık, herhangi bir ayeti veya hadisi daha iyi ve doğru anlamaya veya fıkhî bir sorunu adamakıllı çözüme kavuşturmaya çalışmak ya da bir öğretiyi hayata aktarırken karşılaşılan zorluklarla mücadele etmeyi bilmek ve göstermektir. Dahası kişinin öğrendikleriyle hayatı arasında köprüler kurmasına yardımcı olmaktır. Bir insan, bunların hiçbirini yapmadan hoca olamaz.
Kimsenin bilmediği şeyi bilmek, sadece anlıktır. Aktarıldığında artık herkes bunu öğrenmiş olur. Gizli bilgi olmaz ya da bilgi gizlenmez. Dahası gizlenen bilgiden kimseye bir fayda gelmez. Bu durumda kişinin ne söylediği, ne yaptığı ve hangi değerleri üretip nasıl katkı sağladığına bakılmalıdır. Elbette sadece okutman/öğretmen olmak da başlı başına bir değerdir. Ancak hiçbir şey üretmeden ya da hiçbir sorunu çözmeden daha fazla saygı hak edilemez. Bu anlamda Akademilerde yüksek lisans tezleri, bir araştırmanın nasıl yapılacağını öğretir. Doktora ise kişinin bir iddiası olmasını gerektirir. Yeni veya farklı bir tez ileri süremeyen, şimdiye kadar bilinmeyen bir eser ortaya koyamayan ya da bilinen bir müellif ve eseri ile ilgili olarak farklı bir açı yakalayamayanların doktora unvanı havada kalır. Akademi dışında yapılan çalışmalarda da benzer ölçüler geçerlidir. Ve asıl unvan, kişinin ortaya koyduğu somut eserdir.
Hocalar gördükleri saygıyla yetinmeyi bilmeli ve kendileriyle diÄŸerleri arasında bağımlılık doÄŸuran bir iliÅŸki kurmamalıdır. Zira hoca olmak, öğrencisinin kimlik ve ÅŸahsiyetini geliÅŸtirmek demektir. Ä°slam’ın ayet/hadis içeriÄŸi ve bunlara dair yapılan yorumları itibariyle asıl ve bütün amacı, insanın onurunu korumak ve ayakları üstünde bir birey olarak durmasını saÄŸlamaktır. Zira kiÅŸiyi yere yatıran, bağımlı kılan, baÅŸkalarına kuyruk yapan, ÅŸahsiyetini küçük düşüren hiçbir ÅŸey, dinden onay alamaz. Zira insanın imanının aklıyla paralele bir çizgide ilerlemesi bir ihtiyaçtır. Nitekim hoca olmak, herkesten gördüğü öncelik ve itibarı, ahirette herkesten önce hesap vermeye dönüştürür. Ve bunun ciddiyet ve sorumluluk doÄŸurmasından daha evla ne olabilir?
Sorumluluk, önceliklerin tespit edilmesini gerektirir. Ayrıntı ve özel ihtisas gerektiren konularda bahis açmak ve bunu halkın önünde tartışmak kibirdir. Somut çözüm arayan meseleler dururken, kendi liyakatini göstermek adına girişilen bütün işler malayani sayılır. Boş işler kategorisine girer. Dolayısıyla hoca olmak, tevazu ve vakar ister. Nihayet hocalar, bildiğini satmaz sadece ikram ederler.
Henüz yorum yapılmamış.