Makale
Galip Zihnin Mağdur Zihnin Yerini Alması
Galip veya baskın zihinden kasıt kendini güvende hisseden ve bulunduğu ortamda hâkim olduğunu düşünen zihindir. İçinde bulunduğu hâkim yapıyla özdeşleştiği için sistem sorgulaması yapamaz. Esastan uzaklaşıp ayrıntılara boğulur. Mağlup zihin ise bu yapıdan zarar gören mazlum ve mağdurların düşüncelerinden oluşur. Öncelikler sıralaması yapar. Sorgulamadan geçmez.
Hâkim (galip/baskın) zihin, düşünce ortamında kendisine yer aramaz. Dayanakları her zaman vardır. Güven sorunu yoktur. Hakîm olduÄŸu için ideolojik kaygı gütmez ve bu yüzden olsa gerek sistem sorgulamasından uzaktır. OlmuÅŸ bitmiÅŸ ÅŸeylerle ilgisi yüzünden bir konunun daha ziyade “nasıl”lığıyla ilgilidir. Niçin diye hiç sormaz. Bütün galip zihin örneklerinde görüleceÄŸi üzere kaderci eÄŸilimlidir ve bu anlamda ‘niçin’ sorusunun cevabına zaten sahip olduÄŸunu düşünür. (1)
MaÄŸlup (maÄŸdur/mazlum) zihin ise böyle deÄŸildir. Bütünü göremediÄŸinden onun yanlış bir parçası olmaktan korkar. Çatısı yoktur. Mücadele ortamının ürünüdür. Sürekli kendini kanıtlamaya çalışır. Kurtulmak ister. Şüphecidir ve soru sorar. Olup biten her ÅŸeyde hikmet arar. Nitekim bu zihinde anlama çabalarına deÄŸer katıp onu canlı tutan ÅŸeyler, konunun “niçin” öyle gerçekleÅŸtiÄŸiyle ilgilidir.
Kur’an tefsiri/te’vili söz konusu olduÄŸunda baÅŸlangıç itibariyle özellikle Mekkî ayetlerde maÄŸlup zihinle hareket etmek gerekir. Mekke’de hazır hiçbir ÅŸey yoktur. Ä°nananlar arayış içindedir. Ortamın maÄŸdurudurlar. Mücadele ederek kurtulmaya çalışmaktadırlar. Bu nedenle onlar için vahyin ilk örneklerini taşıyan Kitap kurtarıcıdır. BilindiÄŸi gibi kurtarıcı sözler bire bir takip edilir ve onun gerçekleÅŸme seyri her durumda mensuplarını heyecanlandırır.
Kur’an ayetlerinin doÄŸru anlaşılabilmesi için nüzul ortamı oldukça önemli bir etkendir. Ä°lk inmeye baÅŸladığı zaman aralığı içindeki muhataplarının içinde bulunduÄŸu durum, ayetlerin anlamına farklı bir deÄŸer ve anlam katar. Heyecan, korku, yetersizlik hissi, sorumluluÄŸun ağır baskısı, muhalefetin doÄŸurduÄŸu tehlikeler, tebliÄŸ sonucunda üstlenilen riskler gibi mücadeleye konu olan etkenler dikkate alınmadığı zaman anlam kaymaları ve kayıpları yaÅŸanır.
Bunun gibi maÄŸdur ve mazlum konumu ile galip ve muzaffer olma durumu da ayetlerin anlaşılması konusunda dikkate alınmalıdır. Arka plan açısından Mekke’de inen ayetlerle Medine’de inen ayetler arasında bu farkın gözetilmesi bir zarurettir.
Ä°slam dünyası Medine’de Ä°slamî bir yapı kazandığından bu yana galip konumunu muhafaza etmiÅŸtir. Zaman zaman Ä°slam ile baÄŸdaÅŸtırılmayan ve eleÅŸtirilen uygulamalara rastlanmasına raÄŸmen Kur’an’ın tefsirine dair yapılan yorumların neredeyse tamamı, galip zihnin ürünleridir. Bütün ümmeti temsil eden bir halifenin baÅŸta bulunduÄŸu, Ä°slam hukukunun şöyle ya da böyle yürürlükte olduÄŸu dönemler bu ÅŸartların hiçbirinin geçerli olmadığı bir dönemi anlamakta zorluk çekmiÅŸtir. Bu dönem Mekke devridir. Nitekim sonunda Peygamber (sav)’i öldürme kararı alınıncaya kadar devam eden bu zaman aralığının baskı ve zulümden kurtulmak isteyen maÄŸdur/mazlum bir yapı arz ettiÄŸi göz ardı edilmemelidir.
Kur’an, indiÄŸi dönemde bir hidayet rehberi olarak inananlara yol gösterir. Onlara nasıl ve niçin mücadele vereceklerini öğreterek onlar adına kavga edip hakikati inkâr edenlerin itirazlarına gerekli gördüğü yerlerde cevaplar üretir. (2) Vahye tabi olan ilk nesil onu bu mücadele içinde tanımış, ona inanıp güvenmiÅŸtir. Bizzat kâfirler tarafından basit görüşlü ayak takımı diye nitelenen bu nesilden düşünüp doÄŸru kararlar verebilen örnek bir toplum yetiÅŸmiÅŸtir. Bu rehberlik altında ilk nesil, tek bir ilah kabul edilmesinin hikmetlerini anlayıp hiç kimsenin bir baÅŸkası önünde eÄŸilmemesi gerektiÄŸini kavramışlardır. Ardından insanlık onuru için yapılan bu savaÅŸ kazanılmıştır. Bu müthiÅŸ kazanım, sonraki nesiller elinde bir gün tekrar eski cahiliye adetlerine geri dönülebileceÄŸini düşünmeye engel olmuÅŸ, arka planda yaÅŸanan mücadele ortamı buharlaÅŸmıştır.
Kur’an ile muhatap olan ilk nesil, uÄŸrunda pek çok arkadaÅŸlarını kaybettikleri ve ciddi bedeller ödedikleri bu baÅŸarının, kıyâmete kadar süreceÄŸini düşünmüşlerdir. (3) Buna göre hak ortaya çıkmış ve batıl yok olmuÅŸtur. Hâlbuki Ä°slam dünyası her geçen gün geniÅŸlemiÅŸ, farklı din ve kültürlerle karşılaşılmış, refah ortamı yaygınlaÅŸmış ve bu arada Kur’an ayetlerinin iniÅŸ sebepleri unutulmuÅŸtur. BaÅŸlangıçta yapılan fedakârlıklar önemini günbegün kaybetmiÅŸtir. Ammar ailesine ve Bilal’e yapılan iÅŸkenceler, Bedir ve Uhud’da yaÅŸananlar hikâyeye dönüşmüş, hicret bir yolculuktan ibaret kalmıştır. Zulme engel olmak adına evini ve servetini bölüşen Ensar’ın yaptıkları anlam kaybına uÄŸramıştır. Hemen herkesin müslüman olduÄŸunu ilen ettiÄŸi geniÅŸ bir coÄŸrafyada zamanla kâfir ve müşriklerden bahseden ayetler, aynı heyecanı uyandırmaz olmuÅŸtur. Bütün bu olumsuzluklar, müslümanlarla yaÅŸadıkları ÅŸartlar arasında kurulması gereken ama bir türlü doÄŸru dürüst kurulamayan düşünsel iliÅŸkilerden kaynaklanır. Bunun sebebi, ilk bakışta çevre ÅŸartlarına yenik düşmektir. Yani, müslümanlar fetihlerle beraber ortaya çıkan ve bir türlü önü alınamayan ganimet talebinin getirdiÄŸi refah düzeyiyle yeterince doÄŸru bir ÅŸekilde baÅŸ edememiÅŸ ve bu fetih hareketleri neticesinde karşılaşılan kültürlerden haddinden fazla etkilenmiÅŸlerdir. Fakat asıl sorun müslümanların Kur’an’a galip bir zihinle yaklaÅŸmalarıdır. İçinde bulunulan yüzyılın son çeyreÄŸi dikkate alınmazsa bu kadar uzun süre iktidarda kalan Ä°slam düşüncesinin ilk nesli kurtaran aklı ve duyguyu bir daha yakalamasına gerek duyulmamıştır. Bu durumda küfür, ÅŸirk ve onların yol açtığı zulümden bahseden ayetler gerçek muhataplarını kaybetmiÅŸ ve özgürleÅŸmek adına bir misyon üstlenmenin gereÄŸi ortadan kaybolmuÅŸtur.
Mekke’de Peygamber (sav)’in sürdürdüğü mücadelenin bütün gerekçeleri kendisine bir daha ihtiyaç duyulmayacak ÅŸekilde buharlaÅŸmıştır. Kur’an surelerinin niye indiÄŸi, neyi gerçekleÅŸtirdiÄŸi ve neyi deÄŸiÅŸtirdiÄŸi tam anlamıyla açıklığa kavuÅŸturulmamıştır.
Ä°lerleyen zaman içerisinde ortaya çıkan sonraki nesiller, Medine’de saÄŸlanan toplumsal huzur ve barışı hazır bulmuÅŸlar, bu uÄŸurda verilen mücadeleye tanık olmamışlardır. Özgür ve bağımsız olmak için bedel ödemeyen nesiller elinde Kur’an ibadet ve muamelat kitabına dönüşmüştür. Şüphesiz Kur’an, bu galip zihin için de her zaman önemini korumuÅŸtur. Ancak ilk nesil için ifade ettiÄŸi misyon daha sonra bir türlü yakalanamamıştır. Ä°lk nesil için Kur’an bir “KurtuluÅŸ Rehberi” dir. KiÅŸiyi içinde bulunduÄŸu karanlıklardan vahyin aydınlığına taşıyan gerçek bir yol göstericidir. Sonraki nesiller için böyle bir çıkış noktası veya kurtulma ihtiyacı söz konusu deÄŸildir. Hâkim zihnin, kurtulmak adına “Kur’an bize nasıl yardım edebilir?” gibi bir sorusu yoktur. Zira galip olunduÄŸu için herhangi bir durumdan kurtulmayı da düşünememiÅŸtir. Bu soru, Ä°slam dünyası liderliÄŸini kaybettiÄŸi dönemde tekrar gündeme gelmiÅŸtir. YenilmiÅŸ ve özgürlüğünü kaybetmiÅŸ bir neslin çocukları olarak Kur’an’a bakmakla galip bir neslin bireyleri olarak onu ele almak arasında ciddi farklar vardır. Halife ya da eleÅŸtirmekten korkulan kralların olmadığı bir dönem tefsirin yön deÄŸiÅŸtirdiÄŸi bir dönemdir. Bu durumda maÄŸdur bir neslin çocukları olarak bizim sorduÄŸumuz sorularla ilk neslin sorularının aynı olması ihtimali yüksektir. Dolayısıyla alacağımız cevaplar da onlarınkiyle benzer olacaktır. (4)
Risâletin ilk yıllarında horlanan, ezilen ve tehdit edilerek bu zor ÅŸartlara tanık olan sahabelerin (r. anhum) ayetleri algılama ve anlama seviyeleri sonraki nesiller elinde yeterince doÄŸru bir ÅŸekilde deÄŸerlendirilememiÅŸtir. Nesiller arasındaki bu algılama ve teslimiyet düzeyi Asr-ı Saadet’ten çok kısa bir zaman sonra dahi ÅŸikâyet konusu olmuÅŸtur.
Galip zihnin etkilerinin görüleceÄŸi surelerden biri Tekâsür suresidir. Sure, içinde geçen “mekâbir” (kabirler) kelimesi yüzünden ilgili ayet, tefsirlerde kabir ziyareti ile iliÅŸkilendirmiÅŸtir. Oysa “Kabirleri ziyaret edinceye kadar” ifadesi “ölünceye kadar” anlamındadır. Bu deyim, insanın çok ÅŸey istemesini, dizginleyemediÄŸi hırslarını, yani bitmek bilmeyen aç gözlülüğünü resmeder. Bu yöneliÅŸin nerdeyse ölünceye kadar sürdüreceÄŸini anlatır. Konuyu burada kabir ziyaretiyle iliÅŸkilendirmek kabul edilemez. Tekâsür suresi, Kevser suresinin bir devamı olarak gelir. Bu anlamda müminleri hayırdan kesmekle tehdit eden kâfirlerin iç yüzünü ortaya sererek onları tehdit eder. Zaten hayatı inananlar için cehenneme çevirenlerin onlar olduklarını dolayısıyla bu tehditlerinin yeni bir ÅŸey olmadığını dile getirir. Sure aynı zamanda, hayatı içinden çıkılmaz bir hâle getiren tavrın müşrikler/kâfirlerden kaynaklandığını belirterek Allah’ı tenzih eder. Onlar kendilerine verilen nimetleri gasp etmenin ve bu ÅŸekilde fütursuzca kullanmanın hesabını bir gün mutlaka vereceklerdir.
Surenin mücadele içinde hayatı cehenneme çeviren kiÅŸileri, cehennemle tehdit etmesi, galip zihinde bir karşılık bulamaz. Ä°slam’ın hâkim olduÄŸu bir yerde kim hayatı cehenneme çevirmekle suçlanabilir ki? Ancak zengin ama hırsları elinde oyuncak olmuÅŸ, baÅŸkalarına kötü örnek teÅŸkil eden kiÅŸiler bu sureden üzerine düşen payı alabilir. Allah insanlara nimetlerini hayatı cehenneme çevirsinler diye vermemektedir. Gerek ümmet dışında gerekse Ä°slam ümmeti içerisinde bu türden sorgulamaların zaman zaman yapılması gerekir. Çokluk yarışı içinde zengin ile fakir arasında meydana gelen uçurum bu surenin ışığında görülebilir. Sure, çokluk yarışı yapmamak ve ahlaklı kalmak için çok önemli bir uyarıdır. Hayatı kendi dışındakiler için cehenneme çeviren birilerinin elinde oluÅŸan sosyal adaletsizliÄŸin altı da yine bu surelerden çıkarılacak sonuçlarla çizilebilir. Ehl-i Kitap içinde bu ÅŸekilde ortaya çıkan haksız uygulamalar bu sure baÄŸlamında mahkûm edilip sorgulama konusu yapılabilir. Fakat galip zihin bu sureden soyla övünmenin doÄŸru olmadığını, kabir ziyaretinin adabını ve bir gün herkese verilen nimetlerin hesabının sorulacağı anlamlarını çıkarmıştır. Şüphesiz herkes sahip olduklarının hesabını verir. Ama bu surenin indiÄŸi aÅŸamada kendilerinden hesap sorulacak olanlar müminleri hayırdan kesmekle tehdit eden nimet gaspçısı kâfirlerdir. Herkes deÄŸil.
Âdiyât suresi de galip zihnin müdahalesinden nasibini almıştır. BilindiÄŸi gibi galip zihinde surenin ilk beÅŸ ayetinde cihat eden süvariler konu edinilir. Fakat bu bakış açısı, sureye sonradan Ä°slam’ın galip geldiÄŸi asırların bir hediyesidir. Zira ilk beÅŸ ayetin bu ÅŸekilde anlaşılması durumunda sonraki ayetlerle arasında bir kopukluk meydana gelir. KoÅŸan atların mücahitleri akla getirmesi Mekke döneminin ÅŸartlarını aÅŸar. Nitekim bu atların cahiliye dönemindeki baskınları ve dolayısıyla insan nefsinin sınır tanımayan yönünü resmettiÄŸi ifade edilmiÅŸtir. Böylece surenin başından sonuna kadar sürdürülebilen bir anlam bütünü içinde öğüt verebilmesi mümkün olabilmektedir.
Âdiyât suresi, insanın hayata ilkesizce saldırmasını kınar. Bir takım suni hedefler peÅŸinde anlamsızca koÅŸmasına kızar. Şükretmeyen, dolayısıyla paylaÅŸmayan insanın nankör tavrını eleÅŸtirir. Ä°nsanı bir gün her ÅŸeyin ortaya çıkacağı bilgisiyle utanmaya ve doÄŸru/dürüst davranmaya çağırır. Bütün bu öğüt konuları cihat eden atlılar elinde galip zihin tarafından yok edilir. Böylece gerçek anlamda sureden çıkan sonuçlar buharlaşır ve ibret alınamaz ÅŸekle bürünür.
Ä°hlas suresi, galip zihinde sadece Allah’ı över. MaÄŸdur zihinde putlar eleÅŸtirilmeden Allah övülmez. Allah’ın bir olması, Ä°slam’ın hâkim olduÄŸu yerlerde devletin gücünü gösterir. MaÄŸdur zihinde Allah’ın birliÄŸi, onun dışında veya yanısıra tapınılan ve kutsanan ne varsa onların güçsüzlüğüne iÅŸarettir. “Allah birdir, yani Samed’dir. O’nun gücü parçalanamaz, doÄŸmamış ve doÄŸurmamıştır. (Baba ya da oÄŸul deÄŸildir.) Hiçbir ÅŸey de onun dengi olmamıştır.” ayetinin karşılığı galip zihinde göktedir. Ara sıra aÅŸağı inerse de bu Ehl-i Kitab’ı gösterir. Burada amaç Allah’ı övüp Hristiyanları aÅŸağılamaktır. Oysa maÄŸdur zihinde amaç, insanın saygınlığını korumaktır. Nitekim surenin indiÄŸi dönemde Mekke’nin ilk yıllarında Allah’ın doÄŸmamış veya doÄŸurmamış olması veya denginin bulunmaması, ona gösterilen hürmet ve saygıya birilerinin talip olmamasının gereÄŸini anlatır. Ä°nsanlardan kimi Allah’ın oÄŸlu, yakını, dostu gibi davranmakta ve ayrıcalıklı bir tavır sergilemektedir. Servet ve iktidar, kiÅŸileri dokunulmaz kılmaktadır. Ä°hlas suresi, bunun mümkün olamayacağını ifade eder. Böylece insanları Rableri karşısında eÅŸitler. Allah’ı överken insanın saygınlığını korumayı amaçlar. KiÅŸinin hemcinsleri arasında haksız yere imtiyaz kazanmasına müsaade etmez. Allah’ın birliÄŸini O’nun Samed olması açısından delillendirir. Samed ise Allah’ın gücünün parçalanamayacak ÅŸekilde bir bütün olduÄŸunu anlatır. Ä°hlas suresi, halk arasında ayrıcalıklı ve imtiyaz sahibi kiÅŸileri Allah’tan rol çalmama konusunda uyarır. Buna göre insanların eÅŸit olması, bu sure baÄŸlamında çok rahat savunulabilir.
?
Bedir savaşı ve sonrası hakkında inen ayetlerden birinde şöyle buyrulur:
“(SavaÅŸta) inkâr edenlerle karşılaÅŸtığınız zaman boyunlarını vurun. Nihâyet onları iyice vurup sindirince bağı sıkıca baÄŸlayın (onları esir alın). Ondan sonra artık ya lütfen bırakır veya karşılığında fidye alırsınız. Harb, ağırlıklarını bırakıncaya (savaÅŸ sona erinceye) kadar (böyle yaparsınız). Allah dileseydi (kendisi) onlardan öç alırdı, fakat sizi birbirinizle denemek için (size savaşı emrediyor). Allah, kendi yolunda öldürülenlerin yaptıkları iÅŸleri zayi etmeyecektir.” (5)
“…Ondan sonra artık ya lütfen bırakır veya karşılığında fidye alırsınız…”ayetinde sözün başında öldürme söz konusu edildi¬ÄŸinden onunla yetinilerek burada ayrıca öldürmekten bahsedilmediÄŸi ve buna göre ayetin savaşı emreden diÄŸer ayetlerle (6) nesh edildiÄŸini söyleyenler olduÄŸu gibi bunun tersini, yani bu ayetin diÄŸerlerini nesh ettiÄŸini dile getirenler de vardır. Fakat bu konudaki tartışma daha çok savaÅŸ hukuku çerçevesinde sürdürülür ki bu anlamda düşmanın kuvvetlenmesine müsaade edilmemesi ve gücünün bir daha saldırmaya elvermeyecek ÅŸekilde kırılması gerektiÄŸi açıktır. Konu savaÅŸ bittikten sonra elde edilen esirlerle ilgili olduÄŸunda da tartışma yine bu minvalden çıkmaz. KöleliÄŸin açıkça yasaklanmamış olmasından kaynaklanan bir arka plan her yerde kendisini hissettirir. Mesela EÅŸ’as, el-Hasen’in “…ya lütfen bırakır veya karşılığında fidye alırsınız…” buyruÄŸunu okuyarak esirlerin öldürülmesini hoÅŸ karşılamadığını ifade eder. el-Hasen’in iddiasına göre Ä°mam (Devlet BaÅŸkanı) esirleri ele geçirdikten sonra öldürmek hakkına sahip deÄŸildir. Åžu kadar var ki üç şık-tan birisini tercih edebilir: Ya karşılıksız serbest bırakır yahut fidye karşılı¬ÄŸÄ±nda bırakır ya da köleleÅŸtirir. Ä°mamın her konuda muhayyer olduÄŸunu söyleyenler de vardır. Bazıları ise öldürmek, esir almak, köleleÅŸtirmek, fidye karşılığı veya karşılıksız ser¬best bırakmak gibi müslümanların menfaatine hangisi uygun ise onun caiz olacağını dile getirmiÅŸtir. (7) Ancak hiçbir örnekte Peygamber (sav)’in insanları köleleÅŸtirdiÄŸine dair sahih bir delil/kanıt bulunmaz/bulunamaz.
SavaÅŸ esirlerinin her hâlükârda bırakılmasını dile getiren bu ayetin köleliÄŸin tek kaynağını kurutmayı amaçladığı üzerinde durulmalıdır. (8) Bu durumda bir yandan kefaretler, bir yandan mukâtebe, yani anlaÅŸma yoluyla, bir yandan da infak, sadaka, iyilik gibi kendiliÄŸinden hürleÅŸtirme imkânıyla köleliÄŸi bitirme, yok etmenin amaçlandığından şüphe yoktur. Burada Kur’an’ın insanı Allah dışındaki bütün hâkimiyet iddiaları karşısında cesaretlendirip özgürleÅŸtiren yapısı hatırlanmalıdır. Fakat galip zihin bu ayetten böyle bir amaç ya da sonuç çıkaramamıştır. Ancak adalet, eÅŸitlik ve özgürlük gibi maÄŸdur zihnin ilgilendiÄŸi deÄŸerler, galip zihin için doÄŸal olarak öncelikli ve önemli olmamıştır. Zira sorunların varlığını kabul etmek, önce kendi içinde bir sorgulama yapmak anlamına gelir. Oysa galip zihin, kendi içinde böylesine bir sorgulama yapmaya yanaÅŸmaz. Sorunların kaynağını dışarıda arar. (9) Bu nedenle de çoÄŸu zaman bulamaz.
?
Fecr suresinde de imtihan konusu olarak Allah’ın vermesi veya vermemesi hususu çok önemlidir. Surede paylaÅŸmanın önemini kavrayamayan ve baÅŸkaları adına sorumluluk duymayan kimselerin “Rabb’im bana verdi.” demeleriyle “Vermedi.” demeleri arasında hiçbir fark bulunmadığı vurgulanmaktadır. Nitekim her iki tavrın da doÄŸru bir Allah inancından kaynaklanmadığı bilinir. Sure, Allah’ın verdiÄŸinden, ama sadece verdiÄŸinden bahseder. O, ya fazla verir ya da dengeli/ölçülü. Ama asla az vermez. Aç bırakarak imtihan etmez. O’nun vermediÄŸini söyleyen odak müşrik zihindir. Oysa aç veya açıkta kalmak, Allah’ın emirlerinin uygulanmadığı toplumların sebep olduÄŸu bir sorundur. (10) Fakat galip zihin surenin vurguladığı incelikleri göz ardı ederek bunu aç/tok anlamında bir imtihan konusu yapmıştır.
Not: Bu makale, “Sözün BaÄŸlamı” adlı eserden iktibas edilmiÅŸtir.
Dipnotlar:
1. “Nasıl” sorusu, esasları tespit edilmiÅŸ bir düşüncenin ne ÅŸekilde yerleÅŸip yayılacağı ile ilgilidir. “Niçin”e gelince o bu esasların hangi gerekçelere dayandığını sorgular.
2. En zor zamanlarda bile müminlere kâfirlere mühlet vermeyi tavsiye eden Kur’an her zaman galiptir. Ancak insanı maÄŸdur eden ÅŸeyler bilinmeyince bu galibiyet de anlam kaybına uÄŸramaktadır.
3. Peygamber (sav)’in vefatından kısa bir süre sonra bu bedelleri ödememiÅŸ, maÄŸdur ve mazlum konuma düşmemiÅŸ, imanı uÄŸrunda yurdunu ve sahip olduÄŸu diÄŸer ÅŸeyleri terk etmek zorunda kalmamış nesiller elinde Kur’an’ı kurtuluÅŸ kitabı olarak gören ilk muhataplarının bakış açısı kaybedilmiÅŸtir. Mesela HaÅŸr suresi gibi koskoca bir sure, kendi ihtiyacı olduÄŸu hâlde kardeÅŸini kendisine tercih etmenin önemi üzerine bina edilmiÅŸtir. Bu kardeÅŸlik ahlakı, mücadele içinde geçen zor zamanların eylemidir. Refah içinde yaÅŸayanların deÄŸil. Bu kardeÅŸlik ve bunun gerektirdiÄŸi sorumlulukla ilgili bakış açısı, Mekke veya Medine demeden indirilen ayetlerin her satırında içkindir. Ama bunu anlamak için o zemini bilmek icap eder. Müminlerin kardeÅŸliÄŸi, Kur’an tarafından ontolojik olarak da desteklenmektedir. Ä°nananlar bütün insanları Âdem’in çocukları kabul ederler. Bu anlamda ÂdemoÄŸulları demek anne-babası bir, eÅŸit ve hür insanları akla getirir. Âdem’in çocuklarından Hâbil, kardeÅŸi kendisini öldürmek istediÄŸinde “Beni öldürmek için el uzatsan bile, ben öldürmek için sana el uzatmayacağım: Ben bütün âlemlerin Rabbi Allahtan korkarım.” (Mâide suresi, 28. ayet. M. Esed Meali) der. Kur’an’da Kâbil’in Hâbil’i öldürme sebebinden bahsedilmemesi, hiçbir gerekçenin kardeÅŸini öldürmek adına geçerli (meÅŸru) kabul edilemeyeceÄŸi anlamına gelir. Elbette kiÅŸi düşmanına karşı kendisini müdafaa etmeli ve gerektiÄŸinde mukabelede bulunmalıdır. Fakat karşısında kardeÅŸi olduÄŸunda buna gerek duyulmaz. HaÅŸr suresi, kendi ihtiyacı olduÄŸu hâlde kardeÅŸini kendisine tercih eden bir ahlak önerir. Ä°slam tarihinin en ÅŸerefli/önemli halkalarından biri Ensar ile Muhacir arasındaki kardeÅŸliktir. Bütün baÅŸarı bu kardeÅŸlik üzerine bina edilmiÅŸtir.
4. İlk muhataplarının inen ayetleri nasıl anladığı en önemli sorudur. Kişinin ilgili ayetleri kendisiyle ilişkilendirmesinin ilk adımı, bu sorunu çözmesinden sonraya bırakılmalıdır. Zira ayetlerin gerçekleştirmek istediği amaç ve ilk muhatapların zihninde oluşturduğu anlam ortaya çıkarılmadan yapılacak yorumlar doğru sonuçlar vermeyebilir.
5. Muhammed suresi, 4. ayet. (S. AteÅŸ Meali); Bu ayetin diÄŸer bazı meallerdeki karşılığı ÅŸudur: “Ä°mdi, (savaÅŸta) hakikati inkâra ÅŸartlanmış olanlar ile karşılaÅŸtığınız zaman onları alt edinceye kadar boyunlarını vurun ve sonra iplerini sıklaÅŸtırın ama sonra ya bir lütuf olarak yahut fidye karşılığı (onları serbest bırakın) ki savaşın izleri tamamıyla silinebilsin, (yapmanız gereken) budur. Ve (bilin ki) Allah dilemiÅŸ olsaydı onları (bizzat kendisi) cezalandırabilirdi ama (O, mücadele etmenizi istiyor ki) sizi birbiriniz aracılığıyla sınasın. Allah yolunda öldürülenlere gelince, Allah onların yaptıklarını zayi etmeyecektir.” (M. Esed Meali); “Onun için o küfredenlerle (muharebede) karşılaÅŸdığınız vakit boyunlarını vurun. Nihayet onları mecalsiz bir hale getirdiÄŸiniz zaman artık bağı sıkı tutun. (Ondan) sonra ise ya iyilik (yapın), yahud fidye (alın). Yeter ki harb (erbabı) ağırlıklarını bıraksın. (Emir) böyledir. EÄŸer Allah dileseydi onlardan (muharebesiz olarak da) elbet intikam alırdı. Fakat (muharebeyi emr etmesi) sizi birbirinizle imtihan etmesi içindir. Allah yolunda öldürülenlerin amel (ve hizmet) lerini asla boÅŸa çıkarmaz O.” (H. B. Çantay Meali); “(SavaÅŸta) inkâr edenlerle karşılaÅŸtığınız zaman boyunlarını vurun. Nihayet onlara iyice vurup sindirince bağı sıkıca baÄŸlayın (esir alın). SavaÅŸ sona erince de artık ya karşılıksız veya fidye karşılığı salıverin. Durum ÅŸu ki, Allah dileseydi, onlardan intikam alırdı. Fakat sizi birbirinizle denemek ister. Allah yolunda öldürülenlere gelince, Allah onların yaptıklarını boÅŸa çıkarmaz.” (Diyânet Vakfı Meali); “Küfre batmışlarla burun buruna geldiÄŸinizde, boyunlar vurulur. Nihayet onları bastırıp sindirdiÄŸinizde, antlaÅŸma bağını sıkı baÄŸlayın. Artık bundan sonrası ya bir bağışlama ya bir fidyedir. Nihayet, harp, ağırlıklarını yere bırakır. Ä°ÅŸte böyle! EÄŸer Allah dileseydi, onlardan öç alırdı. Ama kiminizi kiminizle denemek için böyledir. Allah yolunda öldürülenlerin amelleri asla göz ardı edilmeyecektir.” (Y. N. Öztürk Meali)
6. Ayeti nesh ettiÄŸi söylenen diÄŸer ayetler ÅŸunlardır: “Haram aylar çıkınca (Allah’a) ortak koÅŸanları nerede bulursanız öldürün…” (Tevbe suresi, 5. ayet. S. AteÅŸ Meali); “SavaÅŸta onları yakalarsan, onlar(a vereceÄŸin cezâ) ile arkalarında bulunan kimseleri de dağıt ki ibret alsınlar.” (Enfal suresi, 57. ayet. S. AteÅŸ Meali); “…(Allah’a) ortak koÅŸanlar nasıl sizinle topyekûn savaşıyorlarsa, siz de onlarla topyekûn savaşın…” Tevbe suresi, 36. ayet. S. AteÅŸ Meali); Burada Kur’an’da nesh olmuÅŸ ayet bulunmadığı dikkatten kaçırılmamalıdır.
7. Kurtubî, El-Câmi’u Li-Ahkâmi’l-Kur’an, c. 16, s. 115-117.
8. Derveze, ayeti kerimede düşman erleri esir alındıktan sonra öldürüleceklerine dair herhan¬gi bir hüküm bulunmadığı gibi, bu ayeti nesh eden ve esirlerin öldürülmelerini ifade eden bir ayet de yoktur, der. Tevbe süresinde zikredilen ayetin ise, müşriklerin bulundukları yerde öldürülmelerini emrettiÄŸi, esir alındıktan sonra öldürülmelerini ifade etmediÄŸini dile getirir. Ona göre ayette esirleri mutlak surette köle edinmeye dair bir ifade bulunmamakla birlikte Kur’an’da bunu açıklayan herhangi bir nas da yoktur. Ayrıca Nebi (sav)’nin fidyesiz bazı esirleri serbest bıraktığına dair bazı rivayetler zikredil¬miÅŸtir. Dolayısıyla fidye karşılığı veya fidyesiz esirleri serbest bırak¬mayı öngören bu ayete raÄŸmen esirlerin öldürülemeyeceÄŸinden bahseder. Derveze bu ayetin köle edinme geleneÄŸi¬ne kesin bir darbe indirdiÄŸini, Kur’an ve sünnetin kölelik müessesesini ortadan kaldırmayı hedeflediÄŸini, kölelik konusunda varit olan hükümlerin amacının, köleliÄŸi onaylayıp teyit etmek deÄŸil, pratikte uygulanan bir olayı takip etmek ve ona gö¬re hükmünü belirlemek olduÄŸunu söyler. (Derveze, Et-Tefsîru’l-Hadîs, c. 6, s. 258-261)
9. Müslümanların, savaÅŸta esir aldıkları Arapları köle edinmeleri, onlar Peygamber (sav)’in soyundan geldikleri için caiz görülmemiÅŸtir. Dolayısıyla bu emirde, köle edinmekten bahsedilmediÄŸi üzerinde durulmuÅŸtur. (Râzî, Mefâtihu’l-Gayb, c. 20, s. 75.); Köle edinmenin veya edinmemenin soyla bir alakası yoktur. Burada kastedilen her ne ÅŸekilde olursa olsun savaÅŸta ele geçirilen esirlerin köleleÅŸtirilmesine müsaade etmemektir. Onlar bu emirden sonra artık ya kendiliÄŸinden ya da fidye karşılığında serbest bırakılmalıdır.
10. “Fecr suresi”, Musa ÅžimÅŸekçakan, Sözün Gücü, (Ä°lahî Vahyin RehberliÄŸi)
Henüz yorum yapılmamış.