Makale
Galip Zihinde Sembollerin Anlam Kaybına Uğraması
Semboller, bilgi taşıyan çok önemli öğelerdir. Bunlar aracılığı ile bilginin kapsamı genişler, işlevselliği artar ve zaman üstü bir nitelik kazanır. Galip zihin, sembollerle ifade edilen anlamları yönetim/yönetici ilişkileri açısından dikkate almaz. Çünkü bu sembollerin geçtiği ayetlerin muhataplarını bulamaz. Mesela Firavun, Kârun, Hâman gibi kavramların sistem içerisinde yeri ve karşılıkları bulunmaz. (1) Bunlar umumiyetle küfür diyarının örnekleridir. Hakikati taşıyan bir düzenin bunlardan alacağı bir ders olamayacağı düşünülür. Hâlbuki bu sembollerden adına Şeytan Üçgeni denilebilecek bir çerçeve çizilebilir. Sistem eleştirisi açısından bu semboller etrafında bulunması gereken anlamların nasıl kaybedildiğini göstermek gerekirse şu hususlara dikkat edilmelidir:
Åžeytan Üçgeni ve Zayıflık…
Firavun siyasi otoriteyi simgeler. Onun ÅŸahsında Kur’an’da anlatılan olaylar halkına karşı zulmeden kötü bir yöneticinin nasıl davranacağının bilgisini verir. (2) Mesela yaptıklarını baÅŸa kakan, insanları sınıflara ayıran, kendisine yakınlık ve ayrıcalık ihdas eden ve halkını aÅŸağılayan tavırlar ona aittir. Firavun’un alt sınıfına mele denir. Bunlar yönetimde söz sahibi ve siyasi anlamda üst düzey bürokratlardır. Firavun, yine kendi menfaati için otoritesini görünüşte de olsa onlarla paylaşır.
Kârun, sermayenin kötü ellerde nasıl kullanıldığını temsil eder. Servet sahibi, bunları birtakım kabiliyetleri/özellikleri sebebiyle elde ettiÄŸini düşünür. Bu nedenle hiçbir ÅŸeyini paylaÅŸmaz. Kârun’un alt tabakasına mütref denir. Bunlar da şımarık zenginlerdir. Hevâ ve hevesini ilah edinmek söz konusu olduÄŸunda onlardan daha iyisi bulunmaz.
Hâman ise ilmi yani bilgiyi gayrı meÅŸru yollarda kullanan ilim adamı tipidir. Firavun ve Kârun’un yaptıklarını meÅŸru göstermeye çalışır. Hâlihazırdaki sistemi korur. Hâman’ın alt tabakası Belam’dır. Belam, bazen din adamı, bazen de teknolojiyi küfrün emrinde kullandıran mühendis takımıdır. Bilgiyi ve tekniÄŸi, sermaye ve siyasetin emrine veren bu kesimdir. DoÄŸru bunların elinde öyle bir hâl alır ki çok az kimse ne olup bittiÄŸinin farkına varabilir.
Firavun, Kârun ve Hâman üçlüsü, kendi arasında paslaşır ve birbirlerini desteklerler. Siyaset, sermaye ve ilmin kötü yolda beraberliÄŸidir olup biten. Bütün peygamberlere karşı çıkanlar bunlardır. Halktan hiç kimsenin elçilere muhalefet ettiÄŸi görülmemiÅŸtir. Çünkü peygamberlerin tebliÄŸleri ile menfaatleri sarsılanlar da bu kiÅŸilerdir. Ä°nsanlar bu üçgen içinde mengeneye tutulurlar. Zayıf düşürülürler. Elbette bu zayıflık Kur’an tarafından asla onaylanmaz ve onlara karşı bir uyanıklık meydana getirilmeye çalışılır.
Zayıflar…
Kur’an’ın zayıflığa yaklaşımı ÅŸu ÅŸekildedir:
Acizlik ya da zayıflık denildiÄŸinde genellikle kiÅŸinin sahip olduÄŸu haklardan mahrum edilmesi anlaşılır. Bu anlamda insanı aciz veya zayıf duruma düşüren yine kendi hemcinsleridir. Firavun gibi kendisini büyüklük duygusuna kaptırmış liderler elinde ülke halkları kastlara, sınıflara ayrılır. Halkın bir kısmını diÄŸerine karşı iyice hor ve güçsüz kılan birtakım uygulamalar, bu liderler elinden çıkar. Buna karşılık Allah yeryüzünde hor ve güçsüz görülen kimselerden yana onların öncüler olmasını istemektedir. (6) Bütün peygamberlere kendilerini güçlü gören toplumun ileri gelenleri ile şımarık zenginleri karşı çıkmıştır. (7) Böyle olunca inananlar baÅŸlangıçta hep azınlık ve güçsüz kalmışlardır. (8) Nice peygamberler müminlerle birlikte Allah yolunda savaÅŸmış ama çektikleri sıkıntılardan dolayı ne korkuya kapılmışlar, ne zayıf düşmüşler ve ne de kendilerini baÅŸkalarının önünde küçük düşürmüşlerdir. (9) Dolayısıyla insanın zayıf yaratılması, kendisini diÄŸerleriyle eÅŸit kılan vahyi ve aklını rehber edindiÄŸi sürece onun hemcinsleri arasında büyüklenmeden uyumlu yaÅŸamasını saÄŸlayan olumlu yönüdür. Nitekim Allah, insanı hakikat bilgisinden hiç mahrum etmemiÅŸ ve insanların birbirleri üzerinde tahakkümüne imkân tanıyan bir zayıflığı da hoÅŸ karşılamamıştır. Çünkü vahyi göz ardı ettiÄŸinde bu zayıflığın sorun teÅŸkil eden bir yönü vardır. Bu da insanın güvenlik ve açlık endiÅŸesiyle baÅŸkalarını taklit ve takip etmek konusundaki ısrarıyla ortaya çıkmaktadır. (10)
Sorgulamadan Tabi Olanlar…
Bu insanlar, batıla dalanlarla hiç sorgulamadan birlikte olmayı seçerler. (11) Hayatta taş gibi yuvarlanıp gidenler bunlardır. Haram-helal demezler. Sınırları ve ilkeleri yoktur. Zevklerinin esiridirler. İradeleri haktan yana bedel ödemeye yanaşmaz. Asla risk üstlenmez ve doğru olandan yana taraf tutmazlar.
“(Ama) hakikati inkâra ÅŸartlanmış olanlar, ‘Biz ne bu Kur’an’a inanırız, ne de önceki vahiylerden bugüne kalanlara!’ dediler. Sen (Hesap Günü) Rablerinin huzurunda suçu birbirlerinin üzerine atıp durdukları zaman bu zalimleri(n halini) bir görseydin!
(Yeryüzünde) güçsüz olanlar küstahça böbürlenenlere:
‘Siz olmasaydınız kesinlikle inanmışlardan olurduk!’ diyeceklerdir
Küstahça böbürlenenler ise güçsüzlere:
‘Nasıl olur? DoÄŸru yol size açıkça gösterildikten sonra biz mi sizi (zorla) ondan alıkoyduk? Hayır, suçlu olan sizdiniz!’ diyeceklerdir.
Ama güçsüzler, küstahça büyüklük taslayanlara:
‘Hayır!’ diyecekler. ‘(Bizi ondan alıkoyan, sizin) gece gündüz (Allah’ın mesajlarına karşı) yanlış ve yanıltıcı itirazlar geliÅŸtirmenizdi; (tıpkı) Allah’ı tanımamaya ve O’na rakip güçler bulunduÄŸuna bizi ikna ettiÄŸiniz (gibi)!’ diyeceklerdir.
Ve onlar (kendilerini bekleyen) azabı görünce (derin) piÅŸmanlıklarını ifade etmeye imkân bulamayacaklar; çünkü biz hakikati inkâra ÅŸartlanmış olanların boyunlarına halkalar geçireceÄŸiz. Bu, yaptıklarının (adil) bir karşılığı deÄŸil midir?” (12)
Bu insanlar, fakir ama namussuz, zayıf ancak ahlaksız, pek çok şeyden yoksun fakat kimliksiz ve şahsiyetsiz tiplerdir. (13) Ömürleri başkalarının peşinde kuyruk olmakla geçer.
Åžikâyet Etmeyenler…
Hak-batıl ölçüsü herkese lazımdır. KiÅŸinin neyin zulüm olduÄŸuyla ilgili bir fikri mutlaka olmalıdır. Buna göre insanın bütünüyle baÅŸa çıkmayı beceremese veya güç yetiremese de ÅŸikâyet edip en azından dile getireceÄŸi haksızlıklar her zaman vardır. Haksızlıklar karşısında susmak onlara katılmak anlamına gelir. Dolayısıyla kurtulmak istemek veya bir arayış içinde bulunmak önemli bir sorumluluktur. Zira hak-batıl, doÄŸru yanlış, iyi-kötü ölçüleri olmadan kiÅŸinin insani deÄŸerlere sahip olması da mümkün deÄŸildir.
“Melekler, kendilerine zulmeden kimselere canlarını alırken soracaklar:
‘Neyiniz vardı sizin?’
Onlar:
‘Biz, yeryüzünde çok güçsüzdük.’ diye cevap verecekler.
(Melekler),
‘Allah’ın arzı sizin kötülük diyarını terk etmenize yetecek kadar geniÅŸ deÄŸil miydi?’ diyecekler.
Böylelerinin varış yeri cehennemdir, ne kötü bir varış yeri! Ama -erkek olsun, kadın olsun, çocuk olsun- hiçbir gücü olmayan ve kendilerine doÄŸru yol gösterilmeyen çaresiz kimseler bunların dışındadır.” (14)
Ayette geçen ve altı çizilmesi gereken husus suçlu kabul edilen kiÅŸinin ruh hâlidir. O kendisini cehenneme götüren sebebi anlayamaz. Zayıf olmayı, kendisini kurtaracak dercede yeterli bir mazeret sayar. Bu kiÅŸiler, “Biz, yeryüzünde çok güçsüzdük.” derken âdeta şöyle söylemektedir:
“Yahu ben karnımı zor doyurur, aileme zor bakardım. Neyin cihadını yapacak nasıl mücadele edecektim ki? Beni ne hakla tutukluyor ve hangi sebeple cehenneme atıyorsunuz?”
Meleklerin “Allah’ın arzı sizin kötülük diyarını terk etmenize yetecek kadar geniÅŸ deÄŸil miydi?” sözü ise ÅŸu anlama gelir:
“Tamam fakirdin. Arkan yoktu. Çaresizlikler yakanı bırakmıyordu. Geçim derdiyle boÄŸuÅŸup duruyordun. Ama sen hiç ama hiç ÅŸikâyet etmedin ki! Olup bitene razıydın. Sana bu hayatı reva görenleri her seferinde destekledin. Sorgulamadın. Hesap sormaya çalışmadın. En azından bunu dile getirmeye bile çalışmadın. Bir yol aradın mı? Kurtulmaya çalıştın mı? Üç beÅŸ kuruÅŸ eline geçtiÄŸinde her ÅŸeyi unutan kimdi? Senin derdin onlar gibi olmaktı. Hak ve adalet aramak deÄŸil. Åžimdi aradığını bulacak ve onlarla aynı muameleyi göreceksin.”
Bunlar, “hiçbir gücü olmayan ve kendilerine doÄŸru yol gösterilmeyen çaresiz kimseler” deÄŸillerdir. Çünkü sorgulamadan tabi olanlar, en ufak bir fırsatta günaha yönelenler ve suç iÅŸleyenlere imrenerek bakanlar bunlardır. Pek çok ÅŸeyin farkında olmalarına raÄŸmen ömürlerinde bir kere dahi gerçeÄŸi aramayan, sormayan, ÅŸikâyet etmeyen ve her seferinde zorluklara katlanmak zorunda kalan bu bedbaht insanlar, hem dünyayı hem de ahireti kaybettikleri için bir hayli kötü durumdadırlar.
Åžikâyet Edenler…
Kur’an’da tek makbul zayıf kiÅŸiler, kurtulmak isteyen ve bunu ÅŸu ya da bu ÅŸekilde dile getirenlerdir. Zira bilindiÄŸi gibi zulme rıza zulümdür.
“Nasıl olur da Allah yolunda savaÅŸmayı ve ‘Ey Rabbimiz! Bizi halkı zalim olan bu topraklardan kurtar(ıp özgürlüğe kavuÅŸtur) ve rahmetinle bizim için bir koruyucu ve destek olacak bir yardımcı gönder!’ (15) diye yalvaran çaresiz erkekler, kadınlar ve çocuklar için savaÅŸmayı reddedersiniz?” (16)
Sonuçta Åžeytan Üçgeni ve zayıf düşürülenlerin durumu, galip zihnin ders konusu edinebileceÄŸi bir yaklaşım oluÅŸturmaz. Oysa söz konusu semboller ve onlar altında iÅŸlenen konular, iman ettiÄŸi iddiasında bulunan kiÅŸiler için vazgeçilmez ölçüler barındırır. Bu ölçüler, ne yazık ki Ä°slam’ın hâkim olduÄŸu yerde mecrasını bir türlü bulamaz ve anlam kaybına uÄŸrayarak buharlaşır.
Not: Bu makale, “Sözün BaÄŸlamı” adlı eserden iktibas edilmiÅŸtir.
Dipnotlar:
1. Bu isimler çerçevesinde ele alınan konuların tamamı Peygamber (sav)’in yaÅŸadığı ortamda iÅŸlenmiÅŸtir.
2. Ebu Leheb gibi ki o da bu açıdan Firavun’a benzer. Ä°ki elini yani iktidar ve servetini insanlara haksızlık/eziyet etmek için kullanan kiÅŸileri hatırlatır.
3. Nisa suresi, 28. ayet.
4. Târık suresi, 4. ayet.
5. Tevbe suresi, 91. ayet.
6. Kasas suresi, 4, 5. ayetler; Enfal suresi, 26. ayet.
7. Sebe suresi, 34. ayet; Zuhruf suresi, 23. ayet;
8. A’raf suresi, 75. ayet; Hud suresi, 91. ayet.
9. Âl-i İmran suresi, 146. ayet.
10. Bu nedenle insanın güvenlik ve açlık korkularının suistimal edilemeyecek şekilde giderilmesi bir ihtyaçtır.
11. Müddessir suresi, 45. ayet; Tevbe suresi, 65. ayet.
12. Sebe suresi, 31-33. ayetler. (M. Esed Meali)
13. Bu hususta ÅŸu ayetler de hatırlanmalıdır: “Onlar, (hayatta iken hakikati inkâr etmiÅŸ olanlar, içine atıldıkları öteki dünyanın) ateÅŸi ortasında birbirleriyle tartışacaklar ve zayıf olanlar küstahça böbürlenenlere: ‘DoÄŸrusu biz sadece size uymuÅŸtuk, o halde, ÅŸu ateÅŸten (bize düşen) payı hafifletebilir misiniz?’ diyeceklerdir. Büyüklük taslayanlar ise, ‘Biz hepimiz onun içindeyiz! Allah, (artık) kulları arasında hüküm vermiÅŸ bulunmaktadır!’ diye cevap verecekler. Ve ateÅŸin içinde olanlar cehennemin bekçilerine, ‘Ne olur Rabbinize yalvarın da bir gün (bile olsa) bu azabımızı hafifletsin!’ diyecekler. (Cehennemin bekçileri): ‘Elçileriniz size hakikatin bütün kanıtlarını getirmiÅŸ deÄŸiller miydi?’ diye soracaklar. O (ateÅŸdeki)ler, ‘Evet, öyleydi!’ diyecekler. (Ve cehennemin bekçileri,) ‘Madem öyle yalvarıp durun!’ diye cevap verecekler; çünkü inkâr edenlerin yalvarması, avunmadan baÅŸka bir anlam taşımaz.” (Mümin suresi, 47-50. ayetler. M. Esed Meali)
14. Nisa suresi, 97, 98. ayetler. (M. Esed Meali)
15. Bu ve benzeri ifadelerde geçen “halkı zalim” tespiti çok önemlidir. Muhtemelen sözü söyleyenler açısından bu halkın, zulümden kurtulmak adına hiçbir gayreti olmadığını anlatır. Burada aynı ifadenin, Firavun’un hanımının dilinden de döküldüğü hatırlanmalıdır.
16. Nisa suresi, 75. ayet. (M. Esed Meali)
Henüz yorum yapılmamış.