Sosyal Medya

Makale

Ä°nsan; Haddini BilendirÂ…

Modern kültürün üzerine kurulu olduğu görelilik aynı zamanda sınırları buharlaştırarak bir karmaşayı zorunlu kılmıştır. O yüzden modern batılı değerlerin hâkimiyetinin başlaması ile birlikte yaşanan iki dünya savaşı ve onlarca irili ufaklı işgal girişimleri ve savaşlar bu sınırların nasıl kolayca aşılabildiğini göstermektedir. Modern dönemde sınırlar güçle ve bilgi ile belirlenmiş durumdadır. Hiçbir sınır, aşılamaz özellikte değildir. Modern kültürün evrenselci yaklaşımı ve tek tip, tek boyutlu insanı ve kültürü inşa etmesi de bu sınırların sınır olma özelliğinin kalmadığının göstergesidir. O yüzden bugün kişiler, kurumlar, kuruluşlar, sahip oldukları güç, iktidar ve teknik kadar sınırlarını genişletme imkânlarına haizdirler. Bu da sürekli bir sınır aşınmasını ve yeni karmaşaların varlığını kaçınılmaz kılıyor.

Hâlbuki her şey bir sınıra göre belirlenmiştir. Bu sınır, karışıklığı ortadan kaldıran ve varlığı benlik üzere tanımlayan bir temeldir. Siyasi, toplumsal ve bireysel zeminde de bu böyledir. Adalet, bu sınırın muhafazası ve geliştirilmesine dayalı bir dünya görüşü üzerinden temellenir. Haklar ve bu hakların korunması da bu bağlama göre biçimlenir. Yoksa zulüm ve tuğyan başlar. İşte bütün hikâye bu sınırı korumaktır. Tevhit, bu sınırın dikkate alınması üzerine temellenir. Allah'ın büyüklüğü, sınır hesaba katılarak betimlenir. Yani ilahi sıfatlar ve onların yansıması, yaratılmışların kendi aralarındaki ilişkilerinin niteliği sınır tarafından belirlenir. O yüzden tevazu İslam düşüncesi bağlamında bir sınır olma halidir. Müminin haddini bilmesidir. Ama maalesef günümüzde siyaset, duyular ve ekonominin oluşturduğu talepler sınırı aşmak için süreklilik kazanan bir baskıyı oluşturur. Bu baskı aynı zamanda şeytanın ve şeytani tuzakların müdahalesini belirginleştiren şeydir.

Bu sınır aşıldığında fesat dediğimiz fasit durum başlıyor. Çünkü o zaman kendi sınırlarını aşan birisinin başka bir sınıra müdahil olduğu gerçeğini de beraberinde taşıyor. Bu sınır aşma ve başkasına ait bir sınıra müdahil olma ise bir çatışmayı ve kaosu oluşturur. O zaman adalet ortadan kalkar. Çünkü adaletin tanımının yapılabilmesi için bir sınır durumuna ihtiyaç vardır. Eğer sınırlar belirgin değilse adaletin tahakkuku ve iyiliğin gerçekleştirilmesi mümkün olamaz! Bu da fesadın kalıcı bir yaşam tarzına dönüşmesinin teminatı olacaktır.


Şimdi yeniden düşünelim! Biz kendi sınırımızı biliyor muyuz? Farkında olarak yâda olmayarak kendi sınırımızı aşıp başka sınırlara tecavüz ediyor muyuz/ etmiyor muyuz? Soru bu. Cevabı ise her varlığın kendi uhdesinde bulunmaktadır. Doğru cevabı ise sadece kendine dürüst ve samimi olanlar verebilir...

Sınır durumu aynı zamanda bir değer durumu ile eşdeğer bir konumu ihtiva ediyor. O zaman anlam ve değer ancak insanın kendi dışından bir gerçekliğe haiz olursa mümkün olur. Yoksa insanın kendisinden hareketle bir değer inşa etmeye kalkarsak bugünkü durumdan farklı bir zemin ortaya çıkmaz! O zaman varlığın yaratılmışlığını kabul ederek bu yaratılmışlığın kendisinden hareketle bir sınır çizme ve bu sınırları belirleme imtiyazının bizzat Yaratıcıya ait olduğunu belirleme gibi bir yükümlülüğümüz vardır. Bu noktada yaratılış amacına matuf olarak bize belirlenen sınırları doğru bir şekilde anladığımız zaman sınır alanlarımızı da doğru bir şekilde belirleme imtiyazı kazanırız. Varlığın kendi arasındaki ilişkisinin niteliğini ve mahiyetini de Yaratıcının o varlığa yüklediği anlamı çerçevesinde ve gönderdiği bilgiye istinaden belirleme yükümlülüğü sınırımızın da başlangıcını oluşturacaktır.

İstikamet ve samimiyet bu sınırı belirgin kılar. Bilmenin anahtarı sorularda saklıdır. Her doğru soru bizi doğru cevaplara taşıyacak bir zemini işaret eder. Samimiyet bu soruların sahici ve gerçeklik içermesini sağlayacaktır. Bu sorulara verilen cevabın sahici ve hakikatli olması ise istikamet ve samimiyetin niteliği ile de ilişkilidir. İşte bu ilişki bizi gerçeklik zeminine ulaştıracaktır. Bu gerçeklik zemininde ise kendi varlığımızın anlamını ve bu anlamın sahici bir şekilde hayatımızı ve kültürümüzü beslemesine neden olacak ruhu bulabiliriz. Bu ruhun besleme kaynakları ise irade ve benliğimizin doğal gücü ve bu gücü besleyen safiyetimiz olacaktır.

Ama şunu da unutmamak lazımdır ki süreçle insanlar kendi doğalarından uzaklaşarak unutkanlık içinde yanlışlara imza atarlar ve bu yanlış imzalar yeni bir kültürün kodlarını oluşturur. Ve bu kodlar tarafından oluşturulmuş yeni vicdan yeni bir ruhu harekete geçirerek yeni şeylerin başlangıcını oluşturur. İşte bu yeni şeyler insanı kendi doğallığından uzaklaştırır, iyilik ve güzellik gibi temel değerler yerine otoriterlik ve totaliterlik gibi baskıcı özellikler ile zulüm ve kötülük kol gezecek düzeye erişebilir. Buna da yine insanın doğasının üzerinde bulunduğu temel yapıdan hareketle muhalefet yapılabilir. Yeni bir zemin üzerinden yeni bir vasatın oluşturulması sağlanabilir.

Aslında her şeyin cevabı biraz da insanın kendi vicdanında bulunuyor. O yüzden vicdanı dışlayan her hangi bir şey sınırın ihlalini de içermektedir. Samimiyet, vicdan ve istikamet bizi kendi cevaplarımıza taşıyacaktır. Yani bilinemezlik ancak duyguların itminanı ile sekinet içinde vicdana yaslanarak aşılabilir...

Müslümanlar, Allaha tevekkül ederek gaybe dair bir bilinemezliği tezekkür (hatırlama) üzerinden kalbini (vicdanını) itminana erdirir ve böylece anlamı ve ruhu tezkiye ederek vicdan üzerinden o belirsizliğin olumsuz yansımalarından kurtularak sınırı muhafazayı sağlarlar.

 Her kes kendi sınırını bilecek. Sorun bu sınırı bilmek. Neyle sınırını belirliyorsan o senin bileceÄŸin bir ÅŸey. Adalet, senin bu sınır çizmenin sonuçları ile yüzleÅŸmendir. Temel ölçü samimiyet ve onu besleyen vicdandır. Vicdanına sor?

Bireysel ve toplumsal kargaşanın nedeni de tam olarak bu sınır tanımamazlıktır...

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.