Makale
Düşüncede somutluk arayışı
Somutluk arayışı insanın ontolojik güvenlik arayışına denk bir arayışa tekabül eder. İnsan, dokunmak, tatmak ve duymak ister. Bizzat kendisinin tecrübesinden geçen somut, kesin ve açık olanı tercih eder. Düşünce dünyası da bu kesinliği taşıma kapasitesi ölçüsünce makbule mazhar olur. Buönerme, özellikle büyük kalabalıkların bir düşünceye nasıl sahip çıktığı ile ilgili temel yaklaşıma da bir göndermedir.
Düşünce faaliyeti ise somutun oluşum şartları ve nasıl biçimlendiği üzerinde durur. Bu biçimi ile düşünce aslında somut değil, somutu ortaya çıkaran şartların oluşumunu dikkate alarak soyut bir zeminde kalmayı kaydadeğer görür. Böylece düşünce soyuttanhareketle somutun varoluşsal zeminine bir yolculuk yaparak göreli bir alanda görüşler serdeder.
Düşünce tarihi açısından meseleye bakıldığında her düşünce mevcut somut duruma bir itiraz ve bu somut durumun değişmesini öne çıkarmaya matuf yaklaşımını önceleyerek varlık kazanır. Düşünce varlık kazandığı andan itibaren taraftar toplayarak o düşünceye inananları yeni düşünme biçimleri ile buluşturur ve onlara kendi somut dünyalarını daha sağlıklı bir şekilde kuracakları yeni bir somut ilkeler sunar. Düşünce tarafından üretilen her ilke soyut olarak çok güzel, adalet, hakkaniyet ve fayda ile temayüz eder. Ancak bu ilkeler, somutun dünyasına indikçe orada neşvünema bulan somutun karanlığında kirletici unsurlarla buluştuğunda o güzelim ilkeler, kısa bir sürede değişime ve başkalaşıma uğrar. İşte bu noktada düşüncede ıslah faaliyetleri devreye girerek o ilkenin ahlaki yapısına gönderme yaparak somutta meydana gelen o ilkenin gayri ahlaki bir düzlemde iğdiş edildiği meselesi üzerinden yeniden ilkenin amacını gerçekleştirme çağrısı yapılır. Islahfaaliyeti, somut dünyanın ilkeyi sürekli değişime uğratma hamlesine karşı düşüncenin kendini imar etme hamlesi olarak tebarüz eder.
Düşünce açısından bir konuyu tartıştığımızda, o konunun neye tekabül ettiÄŸi meselesi tartışılan konunun üzerinde bir mutabakata varmanın ön koÅŸuludur. Neyi, neye göre tartıştığını bilmeyen tarafların birbirlerini hem anlamaları hem de ortak bir noktaya varmaları muhaldir. Bu yüzden meselenin oluÅŸ sürecine matuf açıklama ile meselenin somut durumuna yönelik etkisine dair bir açıklama aynı ÅŸey demek deÄŸildir. Bir konu müzakere edilecekse öncelikle konunun tam bir açıklıkla ortaya konması ve hangi yönden müzakere edileceÄŸi meselesi de açıklığa kavuÅŸturulabilirse, verimli olurve doÄŸruya ulaÅŸmaya imkânsaÄŸlar.
Konuyu biraz daha netleÅŸtirelim: Ä°slam’a yönelik eleÅŸtirileri, farklı baÄŸlamlar üzerinden deÄŸerlendirebiliriz; örneÄŸin; en çok gündeme taşınan kölelik, kadın hakları ve özgürlük meselesi üzerinden deÄŸerlendirelim. Özellikle oryantalistlerin yaklaşımı üzerinden hareketle yerli aydın ve entelektüellerin de yöneldiÄŸi bu alandaki tartışma zeminini doÄŸru ortaya koymakta yarar vardır.
Bir kere, modern baÄŸlam içindeki kadın, kölelik ve özgürlük gibi temaların kendi baÄŸlamları içinde tarihsel bir oluÅŸun somuta irca edilmesi üzerinden farklı bir baÄŸlamda tezahür ettiÄŸi açıktır. Aslında modern batının çıkışının Ä°slam’ın ilk çıkışının izlerini taşıması, aynı hedefe yöneldiÄŸi anlamına gelmediÄŸi ısrarla belirtilmelidir. Çünkü hedefler ve amaçlar açısından çok ciddi farklar taşımaktadır. Düşünce sistematikleri farklı olduÄŸu gibi, dünya görüşleri ve ahlaki algıları da farklıdır. Bu noktadan hareketle oryantalist bakışın Ä°slam düşüncesine yönelik eleÅŸtirisinin nesnel bir zemini yoktur. Çünkü kendi öznel tecrübesinin dışavurumu olan hukuksal sisteminden hareketle bunu yapmaktadır. Bir dipnot olarak da bugün modern dünya ruhsal bir gerilim ve daralma yaÅŸadığı ve mistik bir arayış içinde olduÄŸu açık bir ÅŸekilde gözlenmektedir.
Bir düşünceyi eleştiriye tabi kılarken onun hedefleri, amaçları ve ulaşmak istediği örnek insan anlayışı ve ilişkinin mahiyetine yönelik ilkelerini eksene alan bir bakış üzerinden eleştiri yapılmalıdır. Bu çerçeveden bakıldığında hem oryantalistlerin hem de yerli aydın ve entelektüellerin yaptığı eleştirilerin bir karşılığı yoktur. Çünkü şartların oluşturduğu bir varoluşsal sürecin sonucunda meydana gelen yozlaşmaların ve somut durumların bir açıklaması yapılabilir konumdadır. Bu temel gerçeği ve şartları göz ardı eden her yaklaşım bizi doğrudan uzaklaştıracağı gibi öznel bir hedefin varlığını gözler önüne sermektedir.
Bir düşünce salt soyut bir zeminde kalarak varlığını idame ettirebilir mi? Hayır! Her düşünce sonuç itibarıyla bir somut dünya algısına ve ilişkilerin somut durumlarına yönelik bir bakış ve ilkeler silsilesi sunmakla yükümlüdür. Mesele somut düşmanlığı olmamalı. Ancak, hangi somutluk dünyasına sahip olduğumuzu bilmemiz ve bu somutluğu oluşturan soyut düşüncenin derinliğini ve zenginliğini dikkate almaktır. Eleştiri de bu temel çerçeve üzerine kurulmalıdır. Yoksa körü körüne bir somut düşmanlığının hayatta bir karşılığı bulunamaz!
Ancak her somut durumu etkileyen farklı etmenlerin varlığı sürekli somut durumları yeniden oluşun tutumuna uygun bir şekilde yeniden anlamlandırmak ve ona yeni bir ruh üflemektir. Somut durumlar kendi başına anlam taşımazlar, onlar ancak soyut ilkeler ve tahayyüller üzerinden yeniden canlandırılırlar. Meselenin özü, somutu canlandıracak bir düşüncenin varlığı ve bu düşüncenin somutu yeniden diriltecek bir nefese sahip olup olmadığıdır.
İslam düşüncesi, bu bağlam üzerinden hem akide ve şeriat ayrımı yapmış ve peygamberlere gönderilen tevhit ilkelerinin değişmezliğine hem de o peygamberlerin ümmetlerine gönderilen şeraitlerin ise değişebilmesine işaret etmiştir.
Meseleyi bu zeminde biraz daha açıklığa kavuÅŸturalım: Ä°slam vahyi baÅŸladığı andan itibaren zihni deÄŸiÅŸimi eksene almış, somut durumları eleÅŸtiriye tabi kılarken o somut durumların zihinsel yapısını da eleÅŸtiriden muaf tutmamış, ağırlığını da bu zihinsel yozlaÅŸma durumuna gönderme yapmıştır. Ä°slam, düşünce ve zihin açısından temel ilkelerini koyarken, mevcut durumu eleÅŸtiriyor, ancak ilk etapta yeni bir somut önermede bulunmuyor. Sürece mebni kıldığı bu durumu dikkate aldığımızda namaz, oruç, zekât ve hac gibi temel ilkelerin vahiyden çok sonra ilke ve farz kılındığı aÅŸikârdır. Haramların da aynı sürece mebni kılındığı bilinmektedir.
Bu noktada Ä°slam’ın temel bir ilke olarak varoluÅŸu öne aldığı ve buna göre somut durumları sürece binaen gerçekleÅŸtirdiÄŸini söylemek mümkündür. Tarihsel süreçte de Ä°slam âlimleri, aynı ilkeyi hayatta tutmayı baÅŸararak toplumsal yozlaÅŸmaya yine varoluÅŸu dikkate alan bir yaklaşımla tepki vermiÅŸler. Ä°slam Peygamberi de hem yüz yılda bir müceddid gönderilir diyerek âlimlerin dini yeniden ihya edecek bir tutumu içselleÅŸtirmelerinin önünü açmıştır.
Ä°slam düşüncesinin insicamını bozan ÅŸey ise, sahip olunan düşünsel yöntemi temel ilke haline dönüştüren ve diÄŸer düşünce yöntemlerini dışlayan bakıştır. Kelam, tasavvuf, fıkıh ve felsefe farklı disiplinleri oluÅŸturduÄŸu gibi, hepsi birbirine karşıtmış gibi bir algı üzerinden tartışmayapıldığından dolayı sorunlarbüyütülmüş ve çözüm gecikmiÅŸtir. Bugün de benzer bir durumu gözlemek mümkün. Fıkhın keskin ve somut durumları üzerinden bir eleÅŸtiri gerçekleÅŸtirildiÄŸinde o fıkhi hükmün veya kaidenin oluÅŸumu göz ardı edildiÄŸi için bugün sorunu çözmeden uzak bir hal ile karşı karşıyayız. Hâlbuki meselenin özü; bu bakışları birbirinin karşıtı deÄŸil, birbirini tamamlayan unsurlar olarak görebilme ve birbirini tamamlayacak bir bakışın olumluluÄŸunu gösterebilmektir.
Dün, Gazali, büyük bir şahsiyet olarak bu farklı algılanan durumları ortak bir noktaya taşımış ve bütünlük üzerinden onları yerli yerine koyarak büyük bir düşünce atılımı ve ıslah hareketini başlatmıştır.
Bugünde, güncel tartışmaları içinden çıkılmaz kılan ÅŸey tam olarak bu somutun fazla önemsenmesi veya yok sayılmasıdır. Hâlbuki Ä°slam, kulluÄŸu tamamlayacak olan ibadetleri somut olarak farz kıldığı gibi bu somut farzların anlamını ve amacını da açık bir ÅŸekilde izaha konu edinmiÅŸtir. Yani namaz farzdır ve her Müslüman namazını eda eder. Ancak bu namaz aynı ÅŸekilde o Müslüman kiÅŸiyi hatadan, yanlıştan, günahtan ve baÅŸkasına zarar vermekten de alıkoymalıdır. Yoksa “O namaz kılanların vay haline” hitabına muhatap olmakla karşı karşıya kalınır.
Bir düşünce somut bir duruma indirgenemez. Ancak somut bir durumun yeniden tanzimini de yapmakla yükümlü olmayan düşünce, düşünce vasfı kazanamaz. Salt teorik veya salt pratik bir zemin kendi başlarına bir hiçtir. Ancak iki durum bir araya geldiğinde anlamlı bir bütünlük sağlanır.
AliyaÄ°zzetbegoviç’in meÅŸhur tanımını buraya alalım: Batı bedeni temsil eder, doÄŸu ise ruhu temsil eder. Ancak Ä°slam ise insanı temsil eder…
Düşünce insana dair ise insanın taşıdığı temel vasfı dikkate almalıdır. Bu yüzden insan, düşünceye, kendisi için somutluğun vazgeçilmezliğinibilerek ama onu zorunlu kılmadan, değişime açık tabiatını da dikkate alarak yönelmelidir.
Son söz olarak; somut durumlar üzerinden yapılabilecek bir eleÅŸtiriyi ancak sahip olduÄŸu düşüncenin ahlaki yapısına istinaden yapmak mümkün ve meÅŸru olur. Yani, somut bir durumu yine somut bir durum üzerinden tartışmayız, o somut durumun iÅŸaret ettiÄŸi soyut ilke üzerinden tartışabiliriz…
Not:Okurlarımın mübarek Ramazan Bayramını kutlar ve hayat boyu huzur ve sükûnet dilerim…
Henüz yorum yapılmamış.