Makale
Bunalım Çağında Müslümanların Çıkış Yolu
Modern çağın sahip olduğu kültür ve bilgi sadece bunalım ortaya çıkarmaktadır. Yaşadığımız dünya, bir bunalımlar çağı olarak tanımlansa yeridir.
Modern kültür, öyle tekçi bir yaklaşımı evrenselleştiriyor ki, bunalımı aşacak bütün kültürleri asimile etmenin bir yolunu bulmakta gecikmemekte ve kendisine direnecek bir düşünceye hayat hakkı tanımamak için elindeki bütün gücü kullanma konusunda bir çekincesi de yoktur.
Modern Ä°slami düşünce de modern kültürün tasallutu altına girdiÄŸi için çözüm yerine yeni bunalımların kapısını aralamakta ve tek imkân olarak modernliÄŸin üreteceÄŸi sorunu çözecek bir vasatı inÅŸa etmek yerine, yeni sorunlar üretme konusunda cömert davranmaktadır. Hâlbuki modern dünyanın ruhuna, aydınlatıcı bir nefes üflemenin yegâne imkânı ancak Ä°slam Düşüncesi tarafından inÅŸa edilebilir. Hem oryantalistlerin çalışmaları ve çabaları, hem de Müslüman aydın ve entelektüellerin çaba ve gayretleri ile Müslüman düşünce de bunalım üretmekten baÅŸka bir gayretin içinde olamıyor. Bu durumu doÄŸru analiz etmeden baÅŸka bir çıkış yolu bulmanın imkânsızlığını ilk adım olarak algılamakta yarar var...
Bu çıkışın ilk adımı; mevcut durumun ve duruÅŸun yetersizliÄŸini görmek ve bu durumdan kurtuluÅŸ için gerekli olan hesaplaÅŸmayı baÅŸlatmanın iradesini göstermektir. Yani bu çıkış, yeterli düzeyde bir hesaplaÅŸmayı da içermelidir. Dün, Ä°slam düşüncesi, gelenek üzerinden ciddi bir hesaplaÅŸma yaÅŸadı. Ancak bu hesaplaÅŸma iki türlü bir savrulmayı öne çıkardı. Ä°lk savrulma; bütünüyle geleneÄŸi reddetmek ve yeni bir epistemik hakikat üzerinden Ä°slam düşüncesini yeniden kurma denemesi… Ä°kinci savrulma ise; geleneÄŸi kutsayan ve her ÅŸeyiyle bugünün çözümünün adresi olarak kabul görme arzusu ve buna dayalı kararlılık gösterisi…
Hâlbuki bugün biz, bu iki tutumun da bizi yaÅŸadığımız krizden çıkarma konusunda iÅŸlevsel bir yapıya sahip olmadığını gözlemleme imkânını bulduk. YaÅŸadığımız soruna iki aksiyomun da çözüm olarak dayattığı ÅŸeylerin bizzat krizin nedeni haline geldiÄŸi ise tartışma dışıdır.
Biz hesaplaÅŸmayı yeniden baÅŸlatmalıyız. Bu hesaplaÅŸmanın üç ayağı olmalıdır. Önce tarihsel müktesebatımız ile hesaplaÅŸmayı ve bu tarihsel müktesebatın bugün için bize yararı dokunacak boyutunu dikkate alarak tarafgirlik duygusuna kapılmadan en genel çizgileri içinde bugünümüz için aydınlatıcı ilkelerini ele yeniden almalıyız. Ä°kincisi ve en önemlisi, içinde yaÅŸadığımız kültürü besleyen modern bilgi, kültür ve episteme ile hesaplaÅŸmayı öne çıkarmalıyız. Yine bir düşmanlık emaresi göstermeden, o ne ise, onu olduÄŸu gibi anlama çabasını baÅŸat öğe olarak ele alarak bu hesaplaÅŸmayı yapabilmeliyiz. Böylece tepkiselliÄŸin dışında karşılaÅŸacağımız modern bilginin tabiatının krize neden olan boyutlarını doÄŸru bir ÅŸekilde tanımlayarak buna yönelik çözümün bulunmasının imkânlarını araÅŸtırmalıyız. Tabii ki bu arayış, bizzat Ä°slami epistemenin temel kodları üzerinden gerçekleÅŸtirilmelidir. Üçüncü ve en zor olanı ise; mevcut Müslüman kültürün karma yorumu ile hesaplaÅŸmayı gerçekleÅŸtirebilmektir. Çünkü bu kültür içinde, hem Müslüman düşüncenin kırıntıları, hem modern düşüncenin kırıntıları, hem tepkisellik, hem tarafgirlik gibi birçok sorunlu yaklaşımın ürediÄŸi bir kriz söz konusu…
Çıkış yolu, yukarıda izah ettiğimiz bir hesaplaşmayı sağladığımız zemin üzerinden derinlemesine bir tefekkür ve teemmül sonucu bulunabilir. Bu tefekkürü ve teemmülü gerçekleştirecek bir zihni refleksi harekete geçirmek ve böylece yeni bir düşüncenin zeminini kuracak bir vasatın inşası ise kaçınılmazı gösterir. Yani bu düşüncenin neşet edeceği bir vasat yoksa çıkış yolunu bulmak ve onun ilkelerini ortaya koymak da o kadar zorlaşacaktır.
Bu vasatın oluÅŸmasının ilk ve en önemli temeli; diyalogdur. Diyalogu kuramadan, bir konuÅŸma zemini oluÅŸturmadan yeni bir düşüncenin oluÅŸumunu beklemek hayal olur. Bu diyalogu ise, ‘mütevazı’ bir kiÅŸilik, duruÅŸ ve karakter üzerinden kurmanın ÅŸartlarını zorlamak esas olmalıdır. Yani kiÅŸi, kendi zaafını, noksanını, nakısasını, yetersizliÄŸini idrak ederek diyaloga katılmayı seçmelidir. Ki, epistemik olarak da hakikati tek başına kuÅŸatmanın mümkün olmadığı gerçeÄŸi de göz ardı edilmemelidir. Hatta bir adım öteye geçerek, bir kiÅŸinin, tek başına, bütün bilgiyi elde edeceÄŸi kanısını bir tarafa bırakmadan yola girilmez. Yani ‘biz, birbirimize muhtacız’ düsturu ile yola çıkmalıyız.
Diyalogun sonuç üretebilmesi içinse…
-Bir müzakere adabı ve bu adaba dayalı bir usul oluÅŸturmayı, olmazsa olmaz ÅŸart olarak kabullenme…
- Karşılıklı anlama çabasını öne çıkaracak bir müzakere adabı oluÅŸturmayı önceleme…
-KonuÅŸulan ÅŸeyleri, söyleme dönüşen düşünceyi, önce doÄŸru anlama çabası, sonra anladığımızın doÄŸruluÄŸunu test ederek o anladığımız ÅŸey için bir deÄŸerlendirme yapmayı önceleme…
-Anladığımız ÅŸeyi deÄŸerlendirirken veya bir ÅŸey teklif edeceÄŸimiz zaman bir tek önceliÄŸimiz olmalı; iÅŸin hakikatini ortaya çıkarma…
-Muhatabın yetersizliÄŸi yerine kendi yetersizliÄŸinin farkına vararak müzakere yapılan ÅŸeyi en doÄŸru ÅŸekilde öğrenme iradesini ortaya koyma…
Diyalog sonucunda ortaya çıkan düşüncenin ve ilkelerin salt düşünce sahasında kalması halinde sorunu çözüme ulaştırma konusunda yetersiz kalacağını dikkate alarak bu ilke ve düşüncelerin öncelikle yeterli bir toplulukta örneklik oluşturacak bir pratik zemini kurma, yani hayatlarında o düşünce ve ilkelerin somutlaştığı bir toplumsallık oluşturma çabasını esas kılmalıyız.
Bu noktada yaÅŸama dönüşmüş ilke ve düşüncelerin bir söze, söyleme ve düşünceye dönüşürken nasıl bir dil kullanacağımız sorunu ile de karşı karşıya kalacağımızı bilmeliyiz. Sorunu çözme konusunda yeni bir dilin imkânlarını oluÅŸturmayı dikkate almalıyız. Bu yeni dilin oluÅŸum süreçlerini ve bir söylem inÅŸa ederken hangi kavramları kullanılacağı meselesi de önemini korumaktadır.
Zaten bir hesaplaÅŸma yapıldığı zaman kullanılan kavramların da bu hesaplaÅŸmaya dâhil edilmesi kaçınılmaz olmalıdır. O zaman bakışımızı hangi kodlara göre ayarlamalıyız ki, hesaplaÅŸmayı gerçekleÅŸtirirken yeni bir dili kurma imkânını da bulalım?
Bu noktada iki temel paradigmaya ait kavramların ontik algılama biçimleri üzerine ciddi bir tefekkür esasa taalluk eder. Hem batılı kavramların sahip oldukları arka planlarını/hinterlandını, hem de İslam düşüncesinin temel kavramlarının içeriklendirilme sorunlarını ve hem de bugün o kavramların nasıl içeriklendirildiği ile birlikte bugün hangi sorunları ürettiği üzerine de ciddi bir tefekkür kaçınılmaz olmalıdır.
Yani hesaplaÅŸmayı gerçekleÅŸtirirken de, yeni bir düşünce zeminini kurarken de, kullanacağımız kavramların tarihsel süreçleri üzerine derinlikli bir bakış ve ortak bir mutabakat oluÅŸturma zorunluluÄŸunu dikkate sunmalıyız…
Meseleyi böyle ortaya koyduktan sonra bir çıkış yolu bulma adına kendi tezimi ileri sürebilirim…
Kullandığım kavramların çok boyutlu olduÄŸunu hatırlatarak yola çıkmalıyım…
En temelde varlığı dikkatle incelediÄŸimizde… Bu incelemeye konu edinilen kültür ve yaklaşım biçimlerini deÄŸerlendirdiÄŸimizde… Ä°slami düşüncenin bu alana yönelik bakışını daha net ortaya koymanın bir imkânı olarak, bizim, Allah’ın Yaratıcı pozisyonunu en iyi gösterecek ve yaratılmışların bu kavramlar üzerinden kuracağı bağın mevcut sorunları çözüme ulaÅŸtırmada önemli bir yol göstericiliÄŸi olacağını da belirtmeliyim…
Bu iki temel kavram: Büyüklük ve Ä°nayet…
‘Allah büyüktür ve Allah’ın adını yücelt’ emri ilahisini dikkate sunduktan sonra, modern kültürün üzerine bina edildiÄŸi müstaÄŸniliÄŸi de dikkate alarak saÄŸlıklı bir iliÅŸki kurmanın zemini, Yaratıcının büyüklüğünü kavramak ve ona boyun eÄŸmenin insanın izzetini artıracağı hükmünü iyi algılamak esas olmalıdır. Çünkü insanın bu büyüklük karşısında tek bir seçeneÄŸi vardır: mütevazı olmak…
Bu büyüklük, insanın kendi acziyetini ortaya koyması bağlamında da önemini koruyor. Çünkü modern insan, kendini müstağni sayıyor. Her şeye gücünün yeteceğini tahayyül ediyor. Sahip olduğu teknoloji ile her şeyi yapabileceğini ve ölümü yeneceğini hayal ediyor. Bu hayalini gerçekleştirme adına da insanların açlıktan ölmelerini dikkate almadan bu hayali için güçlü meblağlar yatırıyor. Yani haddini aşıyor. İşte bu haddi aşmayı dizginleyecek ve çok daha büyük bir gücün var olduğunu aktaracak yeni bir dile ve bakışa olan ihtiyaç her zaruretin üzerinde bir gerçekliğe sahiptir.
Allah Büyüktür, bu söz aynı zamanda beÅŸ vakit namaza çaÄŸrı için kullandığımız davetin ilk cümlelerini oluÅŸturuyor. Hem de tekrarlanarak, Allah büyüktür, Allah büyüktür… Sonsuz bir kâinat karşısında insanın acizliÄŸini hatırlaması, ancak çok büyük bir gücün varlığı karşısında duyacağımız hayranlık ile hayrete ulaÅŸarak hayranlığımızı artırabiliriz. Böylece Allah ile insan arasında mevcut olan modern gerilim baÅŸka bir zemine taşınmış olacaktır.
Ä°nsan ise Allah’ın Büyüklüğü karşısında tevazu ile karşılık verecektir. Yani Allah kendisini hangi konumda yaratmışsa buna rıza gösterecek ve kendi sınırlarını dikkate alarak varlıkla iliÅŸki kurmayı önceleyecektir. Meselenin özünün ‘sınır’ olduÄŸu gerçeÄŸini dikkate sunmalıyız. Her varlık kendi sınırını muhafaza ettiÄŸinde bir kargaÅŸa ve karmaÅŸa yaÅŸanmayacaktır. Daha da önemlisi sınırları koruduÄŸumuz sürece çatışma zemini de yokluÄŸa tevdi edilecektir. Bu aynı zamanda insanın kuracağı diyalogunda verimli olmasının teminatını oluÅŸturur.
Hem modern düşüncenin, hem de Ä°slam düşüncesinin büyüklük kavramını yeniden tartışması ve kimin, niçin büyük olduÄŸu sorusuna bir cevap üretmesi kaçınılmaz olmalıdır. Çünkü büyüklük üzerinden iktidar oluÅŸturulmakta ve meÅŸruiyet zemini kurulabilmektedir. Allah’ın dışında baÅŸka büyüklüklerin ontolojik olarak mevcut olmayacağı temel gerçeÄŸini kabul eden yaklaşım biçimleri, saÄŸlıklı bir bakışı ve krizi aÅŸacak bir zemini kurma becerisine ve dikkatine sahip olabilir. O yüzden nebevi emrin muhatabı olan bu zamanın müminleri olarak Allah’ın büyüklüğünü ilan etmenin ve bunun insanın ürettiÄŸi ve kurduÄŸu her sistemde en gür sada ile haykırmanın yolunu ve yordamını bulma yükümlülüğümüz aÅŸikârdır.
Salt ‘Büyüklüğün’ bir gerilim oluÅŸturacağını dikkate alabiliriz. Ama bu büyüklüğün her hangi bir beklenti içinde olmadan bütün varlığı yarattığı ve o yaratılanların yaÅŸamlarını sürdürmelerini saÄŸlayacak bir zemini de inÅŸa ettiÄŸini dikkate sunmalıyız. Ä°ÅŸte bu ilahi inayettir. Ä°nayet, herhangi bir beklenti olmadan yaratmaya devam etmektir. Tek bir saniye yaratma eylemi dursa her ÅŸey alt üst olur. Ä°ÅŸte Allah öyle büyüktür ki yarattığı her varlığın idamesini de inayeti ile gerçekleÅŸtirmektedir. Yani hem yaratma edimi, hem de yaratılanların varlığını idame ediÅŸi, bu ‘inayet’ sayesinde gerçekleÅŸmektedir.
Bu inayete karşılık ise irade sahibi yegâne varlık olan insanın tekabülü ise şükür/hamd üzere olmaktır. Yani teÅŸekkür etmektir. Minnet duyduÄŸunuz, sevdiÄŸiniz ve hayran olduÄŸunuz birine karşı nasıl bir iliÅŸki kurarsınız ki! Ä°ÅŸte gerilim olmadan, varlığın iliÅŸki kuracağı vasatın alanını da iÅŸaret etmiÅŸ olduk. Bu öyle bir iliÅŸki biçimi ki; bütün yaratılmış varlıklar birbirlerine ihtiyaç hissederek birbirinin velinimeti oldukları gerçeÄŸi idrak edildiÄŸinde silm/barış oluÅŸur.
Varlığın barış içinde yaÅŸayacağı bir vasatı inÅŸa edecek düşüncenin bu iki temel kavramdan hareketle kurulması önem arz eder. Bu noktada sadece Müslüman olanlar deÄŸil, bilakis insan türü ile birlikte varlığın tüm katmanları ve türleri ile de bu iliÅŸki zemininde baÄŸ kurarak selamı yaygınlaÅŸtırmanın imkânlarını çoÄŸaltabiliriz. Bu temel ilkeyi hatırdan hiç çıkarmamalıyız.
Bütün imkânlar size sunulmuÅŸtur. Bu, büyük güce sahip olan Allah karşısında tevazu ile boyun eÄŸmenin dayanılmaz hazzını kim umursamaz ki? EÄŸer umursamaz ise, zaten, tarih boyunca nasıl bir fesada/bozgunculuÄŸa zemin oluÅŸturduÄŸunun tanığıyız. O zaman Ä°slam, insanlığın olduÄŸu gibi, varlığın da yaÅŸamını teminat altına almıştır. Ve teklife muhatap olan insan, varlığın hayatını idame ederken barış içinde gerçekleÅŸtirmenin ÅŸartlarını oluÅŸturma yükümlülüğünü üstlendiÄŸinde şükür üzere bir yaÅŸamı öne çıkarmış olur. Mükâfat olarak ise sonsuzluÄŸu kazanabilir…
Sonuç itibarıyla, iki temel kavram ve doÄŸru bir yöntemle hareket edildiÄŸinde bir çıkış yolunu bulmanın imkân dâhiline girdiÄŸini söylemek mümkün hale geliyor. Ãœmmet olma, Ä°slam birliÄŸi ve dünya barışı gibi temel ilkeler ancak bu iki kavramın hayatımızın nirengi noktasını oluÅŸturmaya baÅŸlaması ile birlikte yaÅŸam alanına müdahil olabileceÄŸini dikkate almalıyız.
Bilgi, iktidar, güç, sahip olma, denetim, yardımlaÅŸma, paylaÅŸma, hak, hukuk, saygı, sevgi, beklenti, umut, yargı, kaygı gibi daha baÅŸka kavramların da bu iki temel kavram üzerinden yeniden içeriklendirilebileceÄŸini söylemeliyim. Sadece bu kavramlar deÄŸil; felsefe, siyaset, politika, sosyoloji, psikoloji, bilim vesaire gibi temel parametrelere de bu yeni gözle bakıldığında hangi sonuçları elde edeceÄŸimizi düşünelim…
Meselenin özü, Yaratıcının büyüklüğünü ve verdiÄŸi hayatı karşılıksız verdiÄŸini gözlemleyerek tanık olmak ve buna karşılık ise sınırlılığımızı keÅŸfetmek ve karşılıksız verilen ÅŸeye karşı bizde karşılık beklemeden teÅŸekkürü hayatımızın nirengi noktasına taşımalıyız. Böylece hem Rabbimiz olan Allah ile doÄŸru bir iliÅŸki hem de yaratılmış varlıklarına birer nimet oluÅŸu ve bizi Allah’a ulaÅŸtıran belge ve bilgi oluÅŸu hasebiyle de minnet duyarak yaÅŸamayı öncelediÄŸimizde, bunun sosyal bir yaÅŸama aktarılması saÄŸlandığında sahip olacağımız yaÅŸamın sorunları kökünden yok etmese de sorunu çözmeye yapacağı katkıyı oluÅŸturabiliriz.
Not: Bu yazı SebilürreÅŸad dergisi Haziran Temmuz sayısında yayınlandı…
Muhammet YetiÅŸ
Temmuz 08, 2019 Pazartesi 21:33
Güzel bir çıkış yolu. Sistemli bir şekilde somutlaştırılırsa derde deva olur inşallah. Çözümü aramak da en az çözüm kadar önemli. Yüreğinize sağlık üstad.