Makale
Kemale Doğru Bir Yürüyüş: Tövbe...
Tövbe, insanı Allah’tan farklılaÅŸtıran ve ona sürekli insan olduÄŸunu hatırlatarak onun acziyetini/aidiyetini idrak ettiren en önemli insani eylemdir. Ayrıca tövbe, kiÅŸinin hatalı oluÅŸunun farkına vararak piÅŸman olması ve bu piÅŸmanlık ile piÅŸerek hatalardan vazgeçmesi üzerine olgunlaÅŸması ve bu olgunluk üzerinden de yeni hatalarını fark edecek düzeye gelerek sürekli kendini aÅŸarak yenilemesi ve daha iyi olmanın imkânlarını yakalamasıdır.
Ä°nsanın azgınlığının temelini oluÅŸturan onun kendini müstaÄŸni saymasıdır der ‘ilahi hitap’. Ä°nsan kendini müstaÄŸni saydığında kendi zaafının farkına varamaz. Eksik ve zayıf olduÄŸunu kabul etmemek için kendi mükemmelliÄŸinin dile gelmesi için her türlü baskıyı kurar. Bütün despotların yanlarında sürekli kendilerini aşırı derecede yüceltecek ve kutsallaÅŸtıracak soytarılar barındırmasının bir açıklaması da budur. Çünkü insan, sonsuzluÄŸu ister. Ama bu sonsuzluÄŸa kendiliÄŸinden sahip olduÄŸu zehabına kapılır. Hâlbuki sonsuzluk insana çabası karşılığı sunulan bir mükâfattır. Ä°ÅŸte bu çerçevede insan, kendini tam ve kâmil gördüğünde yaptığı hatayı da baÅŸkasına yükleme cüretinde bulunur.
Ä°nsanın önünde iki seçenek vardır: yaratılış öyküsünde ifade edilen Âdem ve Åžeytan; ÅŸeytan, yaptığı hataya raÄŸmen hatasına âdem yüzünden düştüğünü dile getirerek piÅŸmanlık etmekten uzak tutar kendisini. Ve kendisinin temiz, üstün olduÄŸuna yaptığı vurgu ile hatasını da kabullenmez. Bu örneÄŸi takip edenler ÅŸeytanlaÅŸmaktan da kurtulamazlar. Ve onlarda hep baÅŸkalarını suçlayarak kendilerini temize çıkarma uÄŸraşısına giriÅŸirler. Etrafımızda bir sürü böyle insanlar görme imkânını bulabiliriz. Ä°kinci örneÄŸimiz ise Âdem’dir. Âdem, kendisini hataya sürükleyen ÅŸeytan olmasına raÄŸmen suçunu kendisi üstlenir. Ve Allah’tan af dilemek için kelimeler ister. Allah’ı tenzih ve yüceltir. Kendi nefsini ise aÅŸağılayarak zalim olduÄŸunu dillendirir. Gönderilen kelimeler üzerinden tövbe eder ve Allah tövbesini kabul eder. Elçi olarak onu atar ve insanlığın ilk atası ile ilk seçilen peygamberi unvanını alır.
Ä°nsan, hatasını kabul edecek bir yaratılışa sahiptir. Fakat insanın kendini duyması ve bunun içinde önce kendisini dinlemesi gereklidir. Bu dinlemenin gerçekleÅŸebilmesi içinse insanın üzerine yığılan yaÅŸam tortularını üzerinden atması elzem olur. YaÅŸam, insanın hayatını içinde sürdürdüğü ırmak olarak betimlenebilir. Bu ırmak sürekli akmakta ve içine her ÅŸey atılabilinmektedir. Ä°ÅŸte bu hayat ırmağında arzular, istekler, sahip olma dürtüleri, belirleme arzusu, egemenlik kurma duygusu vesaire dışa dönük bir belirleyicilik üzerinden kiÅŸi kendini unutur. Ä°ÅŸte bu unutkanlıktır ki kiÅŸiyi kirletir. Çünkü unutmak demek iyi, güzel, doÄŸru, hakikat ve hakkaniyetten uzak durmayı gerektirir. Unutmak, düşünmek, tefekkür etmek ve aklı kullanmaktan vazgeçip muhakeme yetisini yitirmek demektir. Ä°nsanın bir boyutunun ünsiyet kurucu özelliÄŸi olduÄŸu gibi bir boyutu da unutkanlıktır. Ä°nsanın bu her iki özelliÄŸi de insana eksi ve artılar yükler. Tıpkı ilahi hitabın belirttiÄŸi gibi: ‘Biz Ä°nsana takvayı ve fücuru ilham ettik’. Ä°nsan, potansiyel olarak her iki boyuta da sahiptir ve her nerede ne varsa onu iyi veya kötüye kullanma konusunda eÅŸittir. Zaten tövbeyi anlamlı kılan da insanın, insanlığının farkına vararak kendi iradi düşünce ve eylemi üzerinden yapmasıdır.
Ä°nsanın kemale yolculuÄŸunda tövbe en temel etmendir dedik. Tövbenin gerçekleÅŸtirilmesi içinde unutmaktan vazgeçip hatırlama faaliyetine yönelmesi ÅŸarttır. Ä°ÅŸte bu hatırlamanın insanın kendi fıtri kodlarına geri dönebilmesinin imkânlarını oluÅŸturabilmesi içinde düşünsel ve davranışsal boyutta bazı temel ilkeler uygun davranması gerekmektedir. Hem düşüncenin hem de davranışın bir istikamete ihtiyacı vardır. Ä°stikamet olmadan piÅŸmanlık duymanın ve bu piÅŸmanlığa uygun eylem gerçekleÅŸtirmenin imkânını bulamaz insan… Ä°stikameti doÄŸru olanın yürüyüşü doÄŸru olur ve bu sayede yükseliÅŸe yönelmesi gerçekleÅŸir. Peki, bu istikameti saÄŸlam bir ÅŸekilde kurma imkânımız var mı?
Tabii ki…
Niyet, samimiyet ve yöneliÅŸ üzerine kurulu bir ilkedir. Niyet, eylemin niteliÄŸini belirleyen yegâne ölçüttür. Tabii ki niyetin, negatif ve pozitif boyutları vardır. Pozitif olarak niyeti salt ilahi rızaya matuf bir bakış olarak betimleyebiliriz. Böylece kiÅŸi, neye yönelirse ve ne yapmaya yeltenirse bu ilahi rızayı eksene alan bir bakışı önceler ve bu da davranışlarının ve düşüncelerinin mihenk noktasını oluÅŸturur. Bu tek başına yetmez. Aynı zamanda kiÅŸi niyetinde samimi olmalıdır. Samimiyet kiÅŸiyi sahici bir noktaya taşıyarak onun sahte olmasına engel oluÅŸturur. Samimi olan kiÅŸi, aynı zamanda ÅŸeytanın ve nefsin aldatmacalarına karşı da önlem almış sayılır. Çünkü ÅŸeytanın ayartıcılığının geçmediÄŸi yegâne alan saf ve katışıksız bir samimiyet ile Allah’a yönelenleredir. Üçünü ilke olan yönelim bu noktada tezahür eder. Yani niyet, samimiyet ve yöneliÅŸ birbirini besleyen ve bütünleyen unsurlardır. Döngüsel olarak bu kavramlar insanın kemale yürüyüşüne eÅŸlik ederler.
Sorun tam da burada açığa çıkıyor. Niyet, samimiyet ve yönelim bir bilgi olarak varlık sahasına çıkabilir. Ama insanın kendini böyle tanımlaması yetmez bunu içsel bir tecrübe ile de tamamlaması gerekir. Ä°ÅŸte bu noktada teslimiyet, güven ve somut ile soyutun birlikte bir tecrübeye dönüştüğü görü/ihsan iÅŸlevselleÅŸir. Allah’ın sürekli kendisini gördüğünün bilincinde olan birinin kendisine verilen nimetleri dikkate alarak Allah’a olan güvenini sürekli tazeleyerek o görmenin hayatında nasıl bir anlama haiz olduÄŸu üzerine tefekkürünü sürdürür. Ä°ÅŸte bu tefekkür her seferinde Allah’a olan teslimiyetini artırır. Bu noktada da döngüsel bakış, her teslimiyetin güveni artırdığını, her güvenin ise Allah’ın kendisini gördüğü idraki çoÄŸalttığını ve her bu tarzda elde edilen idrakin ise davranışlarımıza yön vermesini temin ederek teslimiyetin doruÄŸuna çıkartır.
Sahici davranmak bizi kurgusal olandan uzaklaÅŸtırır. Kurgu ise bizi kendimize yabancılaÅŸtırarak kendi hatalarımızı kabule istekli kılmaz. Bu yüzden sahicilik insanın asla vazgeçmeyeceÄŸi temel bir tutumdur. Ama bu sahici davranışı sadakatle taçlandırmak ve hep iyi niyet beslemeyi unutmamakla da beslemeliyiz. Çünkü sahici olmak, kiÅŸinin kendisi olması ve kendisi olmasını saÄŸlayan ÅŸeyin bizzat herhangi bir yapaylığa sığınmadan tamamen doÄŸal olarak gerçekleÅŸmesinin sonucuna baÄŸlıdır. Sadakatimiz neyedir? Allah Âdem ile Åžeytan’ı yeryüzüne düşmanlar olarak inin dedikten sonra onlara; size bir hidayet göndereceÄŸim, eÄŸer ona tabi olursanız kurtulursunuz. Ä°ÅŸte bizim sadakatimiz Allah’ın hidayet olarak gönderdiÄŸi ilmedir.
Ä°nsanın hangi bilgi ile harekete geçmesi gerektiÄŸi meselesi temel bir meseledir. Ä°lahi davet, ‘gönderilen bilgi’ye sadakat göstererek kiÅŸiliÄŸini bu bilgiye göre kurması ve arındırmasıdır. Hayat sürekli kiÅŸiyi kirletir demiÅŸtik. O zaman bu kirliliÄŸi sürekli zikrederek; yani gönderilen bilgiyi okuyarak kendimizi arındırmaya devam etmeliyiz. Çünkü hayat yaÅŸadığımız sürece süreklilik arz eder. YaÅŸam ara vermez. Bu yüzden bizde zikretmeliyiz; yani hatırlamalıyız. Ä°nsan, sürekli gönderilen bilgiyi hatırlayarak arınmasını sürekli kılmayı öğrenmelidir. Bu öğrenim iÅŸte insanın nasıl davranması gerektiÄŸini hatırlatır. Ve bu hatırlatma insana neyin iyi ve neyin kötü olduÄŸunun ölçütünü verir. Emir ve nehiyler kiÅŸinin davranış sınırlarını belirleyen ilahi belirlenimlerdir. KiÅŸi bu emir ve nehiylere sadakat göstererek uyarsa sahici bir yönelime sahip olur. Sahici olmak onu yakın kılar. Çünkü yabancılaÅŸmaya karşı durur. Sahici olan yabancı olmaz, tanış olur. Her tanış olmak ise biraz daha yakın olma anlamına gelecektir. Ä°ÅŸte sahici kiÅŸi tövbe eylemine yöneldiÄŸinde meseleyi çözüme kavuÅŸturacak bir zemin ve idrak bulur.
Åžimdi tövbe meselesini düşünelim… Tövbe, kiÅŸinin yaptığı yanlış ve eksiklikler üzerinden kendi vicdanını sesini duyması ve bu yanlış ve eksikliklerden uzak tutma isteÄŸini Allah’ı ÅŸahit tutarak kendi kendine söz vermesidir. Bu söz veriÅŸ biçimi lafız ve içerik ile birlikte anlam kazanır. Bu noktada yanlış, hata, günah ve eksiklik neye göre tanımlanacaktır. Elbette ki ilahi hitap, neyin günah ve neyin iyilik olduÄŸunu belirttiÄŸi gibi neyin mubah alanı temsil ettiÄŸini açıklıkla belirtmiÅŸtir. Ama mesele insanın kemale yürüyüşü meselesi ise bu her yükseliÅŸ merhalesinde hatalar farklılaşır ve mubah alanda dahi hata yapma ihtimali çoÄŸalabilir. Tövbe iki iyi ile karşı karşıya kaldığımızda daha iyisi yerine daha az iyi olanı tercih ettiÄŸimizde de devreye girmesi gerekir. Yani hayat, çok katmanlı ve çok anlamlı bir durumu içermektedir. Bu yüzden kesinleÅŸmiÅŸ haramlar belirgindir ve kaçınılması zorunlu eylemleri iÅŸaret ederler. Ve tabii ki tövbenin ilk anlamı bu yasaklanmış eylemleri yaptıktan sonra bir daha yapmama adına irade beyanında bulunmaktır. Ama bununla sınırlı tutulduÄŸunda hayatın sürekliliÄŸi, çok katmanlılığı ve anlamlılığını anlama konusunda zaafa düşeriz. Bu da kemale yürüyüşü etkiler, yavaÅŸlatır ve duraÄŸan hale getirir.
Tövbe sadece kiÅŸisel bir tavır da deÄŸildir. Aynı zamanda toplumsal bir tavra da tekabül eder. Salt kendi başına arınmak insanın arınıklığının yeterliliÄŸini saÄŸlamaz. Toplumsal bir arınma ile desteklenmeyen kiÅŸisel arınma bir yerden sonra alarm verebilir. Çünkü tam kemal toplumsal yapının bu arınmışlığa katılımını saÄŸlamaktır. Yani ‘salih amel’ bir boyutu ile de bu toplumsal arınmışlığa tekabül eder. Toplumsal günah içinde insanlar debelenirken arınmayı akıllarına dahi getiremezler. Bu yüzden davetçiler vardır. Davetçiler her an kendileri tövbe ederken; yani arınma faaliyetlerini sürdürürken aynı ÅŸekilde toplumun diÄŸer fertlerinin de arınmasını saÄŸlayacak zeminin oluÅŸumu için çaba ve gayret içinde olurlar. Ve bu çaba ve gayret aynı zamanda o kiÅŸinin arınmasının temelini de oluÅŸturur.
Zihni bir meleke olarak ÅŸeyleri ayrıştırarak onu anlama çabası kolaylaÅŸtırıcı bir unsurdur. Ama asıl olgu bir bütünlük içinde ÅŸeyleri kavrama çabası içinde olmaktır. Ä°ÅŸte tövbe etmeyi ÅŸiar edinmiÅŸ ve hayatının temel kaygısı haline dönüştürmüş kiÅŸi yukarıdan itibaren dile getirdiÄŸimiz ilkeler uygun davrandığında bütünlüğün idrakini elde eder. Ve böylece hem bireysel arınmayı ve kemali hem de toplumsal arınmayı ve kemalini saÄŸlayacak vasatın inÅŸasına ‘sebep’ olur.
İnsan, günahlardan tövbe ederek mubah alana yönelir. Mubah alanda kendisini sınırlayarak kemale doğru bir yolculuğa çıkma şerefine ve liyakatine haiz olur. Ve bu liyakat ile de hem bireysel hem de toplumsal sürecin günahtan ve her türlü kirlilikten; manevi ve maddi kirlilikten azade oluşunun müsebbibi olur. Böylece sürekli kemale doğru yürüyüşünü sürdürürken başka insanların da bu kemale doğru bir yolculuğa çıkışlarına hem şahitlik eder ve hem de arkadaşlık yapar.
Tövbe insanın yeryüzüne bağımlılığına yönelik bir kurtuluÅŸ umudunu diri tutar. Ä°nsanın ontolojik güvenliÄŸini garanti eder. Ve sürekli arınma çabası onu Allah’a yakın kılarak onun gözetiminde olduÄŸu idrakini ona bahÅŸeder. Ä°ÅŸte bu bağış, kiÅŸiyi öncü konumuna yükseltir ve iyiliÄŸin temsiliyetini nasip eder. Böylece Allah’a olan yakınlığının süreklilik kazanması için dilinde istiÄŸfar eksik olmaz. Ve bu istiÄŸfar, hep Allah’ı hatırlatıcı bir sorumluluk olarak hayatına anlam kazandırır.
Dışarıdan içeriye doÄŸru sürekli bir düşünme ameliyesi içinde olmak farkındalığı oluÅŸturur. Salt dışarıda kalan bir arınma ameliyesi yeterli düzeye çıkamaz ve derinleÅŸen kirlilikle baÅŸa çıkamaz. O yüzden tövbe faaliyetini salt bir olay ve olgu ile sınırlandırmadan insanın en doÄŸal halinin bu hal olduÄŸunun bilincine ermesi gereken çabanın gösterilmesi kemale doÄŸru yürüyüş kaçınılmaz olmalıdır. Haramlardan sakınmakla baÅŸlayan tövbe faaliyeti her yapılan faaliyetin bıraktığı eksiklikle iliÅŸkili olarak devamını saÄŸlamakla insan yükümlüdür. O yüzden herkesi baÄŸlayacak bir düzeyi iÅŸaret etmek için deÄŸil, ama kiÅŸi kendisi için rahatının bir kısmını ve arzularının bazısını erteleyebilir, vazgeçebilir ve terk edebilir. Böylece sürekli bir yakaza halinde bulunarak her an Allah’ın huzurunda olduÄŸunun bilincinde olsun, muttaki bir kul olsun, zaten tövbe muttaki kul olana daha çok yakışmaktadır.
Tövbeyi epistemolojik çoÄŸulculuÄŸun temelini oluÅŸturacak düzeyde de anlamlandırmak mümkündür. KiÅŸi, yaptığı her ÅŸeyin dosdoÄŸru olduÄŸu konusunda tam bir eminlik sahibi olamayacaktır. Kemale yolculuÄŸu tamamlamak için ise bir yardım alması gerekliliÄŸi aÅŸikârdır. KiÅŸi tek başına hakikati ihata edemeyeceÄŸine göre yardım alması kaçınılmaz, hatta yardım almayı düşünmediÄŸinde müstaÄŸni bir konuma sürükleneceÄŸini düşünerek yardıma muhtaç oluÅŸunun temelini atmalı zaten… Böylece ilahi hitabın dışında ama ilahi hitabı bile insan zihnine indirerek yorum alanına açtığımızda tek hakikatin bizim yorumumuz olmadığı gerçeÄŸi ile bize çoÄŸulcu bir bakışı zorunlu kılar. Çünkü insan hata edebilir ve yanılabilir. Çünkü kemal sahibi deÄŸildir. Kemal sahibi olan yegâne varlık Allah’tır. Bu gerçek bize baÅŸka akıllara ve tecrübelere açık olmayı bir arınma ameliyesi olarak kabullenmeyi kolaylaÅŸtırır. Çünkü kulağını hakikate açmayanın hakikati duyması ihtimal dışıdır.
Tövbe aynı zamanda bir ontolojik zemini işaret eder. Allah ve insan arasındaki kaçınılmaz farklılığı izhar eder. Çünkü insan, eksik, zayıf ve tamamlanmaya muhtaç yaratılmıştır. O yüzden kişi kendi dışından yardım alır, kendi dışındaki tecrübelerden istifade eder ve kendi tecrübelerini de başkaları ile paylaşarak bütünlüğün oluşuna destek verir. Böylece varlığını en büyük varlığa dayandırarak ontolojik güvenliğini garanti altına alır. Dayanışma ruhunu oluşturan tövbe duygusu daha büyük bir yapının bileşenlerden oluştuğunu fark ederek başka varlıkların farkındalığını oluşturarak kendisinin yalnız olmadığını bilir. Ve bu bilgi ile de başkalarının varlığının onlara kazandırdığı haklara sahip olduklarını kabullenerek barışı temellendirmek kolaylaşır.
Ä°nsanların hatalarından ders aldığı bir kiÅŸilik ve toplumsallık düşünün. Orada insanlar, güven içinde ve birbirlerini tamamlayarak varlık sahasını ÅŸenlendirirler. Ve bu ÅŸenlik ile insana yüklenen misyon; ‘Daru’s-selam’ içinde varlık Allah’a dönüşünü gerçekleÅŸtirir. Sahici ve samimi bir ÅŸekilde…
Henüz yorum yapılmamış.