Sosyal Medya

Makale

Eleştirinin Adabı...

Eleştiri, daha doğrunun ortaya çıkmasını, daha iyinin ortaya konulmasını ve daha güzelin belirginleştirilmesini sağlamak için temel bir yapıya haizdir. Bu yüzden eleştiri kaçınılmaz olandır. Bu kaçınılmazlığın nedeni ise hep daha iyinin, güzelin, doğrunun ortaya konmasına zemin hazırlamaktır.

Peki, eleştiri bunu her zaman sağlıyor mu?

Maalesef eleştiri haksız bir eyleme de dönüşebiliyor. Ve art niyetli insanlar, eleştirinin bu haklılığından istifade ederek kendi görüşlerini dayatmak için eleştiri kılıcını kuşanarak kendi indi görüşlerini hakikat olarak dayatma cüretinde bulunuyorlar.

Eleştiri, insani olandır. İnsanın hakikate yönelik ilgisinin, sevgisinin ve merakının harekete geçirdiği eleştiri, salt doğrunun, yanlışın, güzelin, ahlaki olanın, yararlı ve faydalı olanın, estetik olanın ve işlevsel olanın ortaya konması adına elzem olandır.

Ama eleştirinin de bir adabı vardır, olmalıdır. Önce meselenin vuzuha kavuşmasını öncelemelidir. Kötü niyet taşımamalıdır. Ahlaki olanı öncelemeli ve kendisine yönelik düşüncesi ve şahsiyeti için istemediği şeyi başka düşünce ve şahsiyetler içinde istememelidir.

Ayrıca eleştirinin tutarlılığı, mantığa uygunluğu, öznel olmayan daha çok nesnel ilkeler üzerinden gerçekleştirilmesi ve eleştirinin üzerine bina edilen yapısının her türlü yaklaşım ve düşünce için de geçerli olduğunun hatırlanması üzerine kurulu olduğu bilinmelidir.

Yani eleştiride kıyas aynı cinsler ve türler üzerinden bir mukayese yapıldığı zaman anlamlı olur. Farklı cinsler ve türler için aynı eleştiri yapıldığında hakikatin ortaya çıkmasına mani bir durum oluşturur. Şöyle ki, örneğin bilimin alanından hareketle siz sezgisel olana yönelik bir eleştiri getiriyorsanız, bu yanlıştır. Çünkü iki durum farklıdır. Veya herhangi bir düşünceyi kökü dışarıda olarak kabul edip ilan ediyorsanız, o zaman bu kökü dışarıdalığı tanımlamalı ve aslında sizin de kökünüzün dışarıda olacağını hesaba katmalısınız. Çok konuşulan bir şey var: tasavvufun kökü dışarıdadır. Niye? Çünkü Hint mistisizminden etkilenmiştir, vesaire…

Şimdi eğri oturup doğru konuşalım; ya da hem doğru oturalım ve hem de doğru konuşalım…

Önce etkileşimi konuşalım… Meselenin açıklığa kavuşması için kültürler, düşünceler ve medeniyetler arasında bir etkileşim var mı yok mu? Bunun adını doğru koyalım: bütün kültürler ve medeniyetler birbirlerinden öncelik ve sonralık bağlamında etkileşim içinde kalmıştır. Kapalı olan iki tane kültür var: Yahudilik ve Hinduizm… Ki bunların da aslında dışarıdan bayağı bir etkileşim içinde olduğu bilinen bir gerçeklik, ama en az etkileşim içinde olanlar bu iki kültürel öge… Diğerleri zaten birbirinden etkilenmişlerdir. Peki, bu etkileşme bir düşüncenin düşünce olma özelliğini kaybettirir mi? Hayır, yoksa o zaman bütün bu düşüncelerin kendileri olmaktan çok başka bir şeye dönüştüğü ifade edilebilirdi. Hâlbuki bugün Doğu, Batı, Hint, Çin, İran, Yunan, Mısır, Hristiyan Yahudi ve İslam gibi temel düşünüş biçimleri, kültürleri ve bu kültürlerin kendi alt kültürleri dahi birbirine indirgenemeyecek durumda olduğunu gözlediğimizde; örneğin, liberaliz, sosyalizm, sosyal demokrasi, varoluşçuluk, fenomenoloji, ontoloji vesaire gibi çok farklı yapılardan bahsedebiliriz. Ve bunların ortak noktaları olmakla birlikte farklılıkları üzerinden tanımlanır ve şahsiyetlerini öyle alırlar. Ve bu çok makul olarak kabul edilir. İslam düşüncesi de fıkıh, kelam, tasavvuf ve felsefe olarak ayrıştığı gibi rivayet ve dirayet olarak iki temel bakışa da dönüştürülebilir. Hatta illiyet ve makasıd üzerinden okumak dahi iki farklı bakışı ve aklı ortaya çıkartır.

Şimdi düşüncenin nasla ilişkisi bağlamında meseleyi ele aldığımızda fıkıh haricindeki bütün düşünsel aksiyomlar bir şekilde dışarıdan katkı ve etkileşim içindedirler. Ama hiçbiri için etkileşim içinde oldukları diğer şeyle aynı şey olduklarını söylemek mümkün değil, bilakis büyük haksızlık olur.

İslam ortak paydasında ve İslam’ın oluşturduğu bir akıl üzerinden bu etkileşimi sağlamışlar. Ama eksikler, hatalar veya kasıtlı durumlar yok mudur? Elbette vardır. Ama bu durumlar, istisnai durumlardır ve tarih boyunca bu boyuta yönelik eleştiri de kesintisiz şekilde devam etmiştir.

Hâlbuki bugün Müslüman düşünceyi oluşturan, selefi, sufi, fıkhi, siyasi bütün görüşler aslında farkında veya değiller modern düşüncenin ürettiği disiplinlere ve akla çok fazla yaslanarak görüşlerini oluşturuyorlar. Bu yüzden modern İslami düşünce eskiye nazaran kökü dışarıda olmayı en fazla hak eden bir konumdadır. Ama ne hazin bir durum ki tam tersi geçerli oluyor. Modern İslami düşünce geleneğin oluşturduğu kültürü kökü dışarıda olmakla itham ediyor.

O zaman şunu sorgulamak zorundayız: her düşünüş biçiminin kendi aklı ve epistemolojisi vardır. İslam’ın aklı ve epistemolojisini dikkate alan geleneksel veya modern akımların bu akıl ve epistemeyi önceledikleri sürece kökü dışarıda olarak tanımlanamazlar. Ama eğer, bir başka kültüre veya düşünceye ait bir akıl ve episteme üzerinden dini anlamaya ve düşünce oluşturmaya çalışıyorsa işte o zaman bu düşüncenin kökü dışarıdadır.

Hadi artık biliyorsunuz hangi düşünüş biçiminin kökü dışarıdadır…

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.