Sosyal Medya

Makale

Hakikat Adına Kendini Kandıran İnsanlar

Bir hakikat arayışı olarak insanın yolculuğunun ne olması gerektiği konusunda önemli bir ayrışma söz konusudur. Felsefe, Bilim ve Din ile modern dönemde Sanat bir hakikat arayışının tezahürü olarak kabul görmektedir. Din, bir noktada ilahi din olmaktan çıkarılarak salt bir nesne ve sosyolojik bir olgu olarak görülmekte ve doğal olarak hakikat arayışında küçümseyici bir bakışa muhatap kılınmaktadır.

Hakikatin bilinemezliğine yapılan vurgunun gerçekliği bir tarafa rasyonalistlerin akıl vurgusunun yanında Bilimselcilerin deney ve gözlem üzerinden hakikate ulaşma isteğinin gerçekten bir karşılığının olup olmadığı konusu yeterli düzeyde bir tartışmaya mehaz olamamaktadır. Akıl, hakikat yolculuğunu yaparken neye istinaden yapacağına dair çoğul yaklaşımlar hakikatin farklı tezahürleri olması bakımından bir öneme haiz olsa da hakikat denilen olgunun kendisinden uzak kaldığı veya gizli bıraktığı apaçıktır. O zaman sadece hakikatin yansıması olan yaklaşımların varlığı ile hakikat arasındaki bağın ne olduğuna dair bir yaklaşım geliştirmek ise mümkün görünmemektedir. Filozofların yaklaşımları ve sürekli farklılaşan felsefi yaklaşımlar da bize hakikat için söylenen şeylerin yetersizliğini kendiliğinden göstermektedir.

Akla yapılan vurgu, vurgunun çoÄŸul karakteri ve aklın bilme yetisinin imkânsızlığını konu edinen bir bakışın hakikat üzerine bir ÅŸeyler söyleme imtiyazını kaybettiÄŸi bedihidir. Öncelikle akıl üzerine ortak bir tanım söz konusu olsa ve o aklın ürettiÄŸi bilginin kesinlik kazandığı üzerine ortak bir yaklaşım geliÅŸtirilebilinirse o zaman hakikat adına söylenen ÅŸeyleri dikkate alma ihtimali olabilir. Hakikat indirgenemez olandır. Ä°ndirgenmiÅŸ bir hakikat ise sadece bir yansıma olarak kalır, ama bu yansımanın hakikat ile bağıntısı her zaman eleÅŸtiriye açık bir yapı arz eder. Akıl, indirgeyerek bilinemeyenlere yönelik bir yaklaşım geliÅŸtirme çabasına sahiptir. Ama unutulmaması gereken ÅŸey hakikat ile Tanrı/Yaratıcı arasındaki doÄŸal korelâsyondur.

Bilim ise hakikatin somut düzeyde tezahür edilen boyutuna yönelik nasıl olduÄŸuna dair bir bakış geliÅŸtirme arayışıdır. Bilim ve hakikat arasındaki iliÅŸkinin aklın hakikate dair yetersizliÄŸinin iÅŸareti olarak öne çıktığı bilinmektedir. Hakikati gerçek ile deÄŸiÅŸime uÄŸratarak yaratılış, oluÅŸ ve varlık skalasında varlıkta karar kılarak en uzak noktada hakikatin sadece niceliÄŸini öğrenme azmini taşır ki o da yine kendi iç mantığı ve yapılan ÅŸeyin hem zaman ve maddi sayısal ve niceliksel olarak sınırlı bir deneyime tabi olması kesinliÄŸini ortadan kaldırmaktadır. Bu tıpkı insanın sadece bir uzvu üzerinden tanımlanması gibidir. Bilim dediÄŸimiz ÅŸey sınırlı bir zeminde ve zamanda olup bitenin nasıl olup bittiÄŸi konusunda bir fikir elde etme imkânını sunar. Onun niteliÄŸine dair ve hakikatine dair bir görüş sunamaz! Bilim felsefesi ise zaten bu sınırlı bir zeminden bütünlüğe dair bir yaklaşım geliÅŸtirme çabasıdır ki bu da tarih boyunca yetersizliÄŸini ispat etmiÅŸtir.

Bilim ve felsefenin dine yönelttikleri itirazın temelinde ise inzal edilmiş bilgi olarak vahyin ispatının mümkün olmadığınadır. Ama zaten bilinen temel bir gerçeklik olarak akıl ve bilimin ürettiği bilginin de kesinlik arz eden bir boyuta sahip olmadığı açıktır. İster matematik ister mantık veya başka bir yol ve yöntem izlensin, kendi içinde çoğul yapıyı aşmaya takat gösterememektedir. Belirli bir teorik çerçeve olmazsa olmaz olmasına rağmen, bu teorik çerçeveyi ise apaçık bilgi diye retorikleştirerek kesinlik arayışında bulunmaktadırlar. Bu kesinlik arayışının bir karşılığı bulunmamaktadır. Daha önemlisi de ister akli veya ister bilimsel bir bilginin bizatihi kişi nezdindeki yeri bir kesinlik arayışına tekabül eder mi veya bu kesinliği aşmak için inanç mı devreye girmektedir? Buradaki inanç iman etmekten farklı bir tezahürdür. Yani o bilgi ile süreç boyunca uğraşan kişinin bile kalbi mutmain bir şekilde kesinleyeceği bir bilgi olmaktan çok yapılan şeyin yöntem ve sürecin doğru işletilmesi bakımından kabulü ile doğru görülmesi gerekir.

Din ise, öncelikle sosyolojinin bir olgusu deÄŸildir. O dinin sosyal bir sisteme dönüşmesi, toplumsallaÅŸarak varlık kazandığı bir sosyal yapı içinde kısmi bir anlama sahiptir. Din denildiÄŸinde Allah’ın bizatihi seçtiÄŸi bir ‘kul’/elçi üzerinden insanlığa gönderdiÄŸi hakikatler bütünüdür. Buradaki hakikatlerin bir kısmı sosyolojik zemine dayalı, bir kısmı metafizik zemine dayalı, bir kısmı ahlaki zemine dayalı, bir kısmı hukuki çerçeve çizer ve bir kısmı ise bizatihi Allah hakkında doÄŸru bir bakış sunması açısından isim ve sıfatlardan söz eder.

Din, hakikat ile iliÅŸkisini hakikatin kendisi üzerinden kurar. Allah mutlak hakikatin kendisidir. Hakikat, ulûhiyetin ve rububiyetin açık bir ÅŸekilde yaratılan varlıkla iliÅŸkisinin niteliÄŸini belirgin kılar. Burada Allah’ın Zat olarak varlığı ve hakikatin kuÅŸatılamazlığı apaçık ortada iken, bu alanda söylenen her söz sadece Allah’ın göndermiÅŸ olduÄŸu bilgi ile sınırlı kalmalıdır. BeÅŸeri yorumun devreye girdiÄŸi alanda ise o hakikat artık bir indirgeme ile karşı karşıya kalarak beÅŸeri düzleme iÅŸaret eder. Bu hakikatin tezahürü olarak kabulünü saÄŸlar.

Felsefe ve Bilimin kiÅŸi nezdinde bir mutmainlik üretemediÄŸi belirgin iken, din ve dinin bildirdiÄŸi bilgi müminde mutmainlik inÅŸa eder. Mümin Allah’ın varlığı, birliÄŸi ve gönderdiÄŸi vahye karşı mutmain bir kalp ile yaklaşır. Orada kendi tecrübesine ÅŸahitlik eder. Bazen baÅŸkaları da bu tecrübeye ÅŸahit olur. Bu yüzden vahiy/ilim olarak tavsif edilmektedir. Ä°nsan, ancak ilim ile Allah’a yakınlık kazanır. Ama felsefe ve bilim üzerinden bir yakınlık kesbetmesi mümkün olmadığı gibi onu inkâra taşıdığı da tarihsel bir gerçekliÄŸe sahiptir. Felsefe ve bilim merkeze insanı alır, insanın mutlaklaÅŸtırıldığı bir zeminde ise mutlaklığın kendisi yok olmaktadır. Çünkü milyarlarca insan söz konusu, o da olmazsa bile insanların ürettiÄŸi bakışların da yüzlerle ifade edilmesi mümkündür. Bu kadar farklı yaklaşımların öne çıkarıldığı bir zeminde bir kesinlik arayışı mümkün deÄŸildir. Ama din öyle deÄŸildir. Her ne kadar kendilerini ikna kabilinde söyledikleri ‘ama dindarlar hiçbir dönemde birlik oluÅŸturmamışlar’ yalanına sığınsalar da onun bir gerçekliÄŸi yoktur. Sadece namaz meselesini ele alalım, bir buçuk milyar müslüman ayrıntılar hariç namazı aynı ÅŸekil ve biçim üzere kılarlar. Abdestleri, temizlik algıları, kılma biçimleri, kıyam, rükû ve sücutları aynı biçimi gösterir. Ayrıntılar ise zaten insani zemine bırakılmış ve kiÅŸi ile Allah arasındaki ilerleyiÅŸi belirlemede insani boyutun öne çıkarıldığı bir zemine iÅŸaret eder.

Ezcümle, din, hakikat ile doÄŸrudan bir iliÅŸki kurarken, kulun/insanın hakikat ile bağıntısının saÄŸlıklı ve doÄŸru bir zeminde kurulmasını bahÅŸeder. Hakikatin kendi içyapısı gereÄŸi birden fazla yapıya sahip oluÅŸu, vahyin çerçevesini çizdiÄŸi zemine dikkat kesilerek doÄŸru bir bakış geliÅŸtirmenin imkânlarını insana sunar. Böylece dini düşünce içinde kelam, fıkıh, ahlak ve düşünce sistematiÄŸi geliÅŸtirmekte mümkün hale gelmektedir.

Bugün anlamın yittiÄŸi, ahlakın çürüdüğü bir zeminde dinin tekrar insanın yeniden diriliÅŸini saÄŸlaması temel bir ÅŸart olduÄŸunu açıkça göstermektedir. Modern felsefe ve bilim insan sonrasını tartışırken, insanın geride kaldığı bir zamana ve zemine gönderme yapılırken, din, yeniden insana dönüşün imkânlarını sunar. Bu insan ise kul olduÄŸunu idrak ederek kendi özgürlük alanını inÅŸa ederek bu beladan kurtulabilecektir. Kul, iman üzere özgürlük sunarken, nefse ve ÅŸeytana kul olmak ise kölelik olarak tezahür eder. Modern düşünce tersini inÅŸa etmeye çalışır. Ä°nsan kendi tercihini kendisi yapmalıdır.

Abdulaziz Tantik

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.