Sosyal Medya

Makale

İnsanın kendi kelimeleri olmalı, üzerine binip uçtuğu

Kelime, anlamın vücut bulmuÅŸ halidir. Kelime, kiÅŸinin kendi anlamını kendi dili ile ifade ederken kullanacağı yegâne araçtır. Bu ifade, ya ödünç kavramlar aracılığı ile ya da kendi kelimelerini oluÅŸturan anlam dünyasıyla saÄŸlanır. Ama her halükarda kelime, anlamın billurlaÅŸarak ifadeye ve oradan yaÅŸama aktarılan bir olgudur. Bu olgu, hayatı anlamlandırırken, hayat tarafından da yeni anlamlara yelken açılmasına zemin oluÅŸturulur.

İnsan, bilgiden önce anlama ulaşır. Anlam, kişinin kendisi ile kuracağı ilgi ve ilişkinin dışavurumudur. Bilgi öncesi olduğu için fiili bir durumu içerir. Bu fiili durum, kişinin kendi varlığı karşısında hissettiği sezgiselliği ve olgusallığı içerir. Her iki boyutu ile anlam kişide tezahür eder. Bu tezahür eden şey dile ve oradan ifadeye kavuşur. Kişinin kendi kelimesi olması demek, kendisinin bizatihi tecrübeye konu ettiği şeyi, kendisinin dile getirmesi anlamına gelir. Bu da kişinin otantik bir yapısının varlığını işaret eder. Özgürlüğü ve sorumluluğu da bu çerçeve üzerine inşa edilir.

Anlamın dil ile ilişkisi, bilgi ile ilişkisinin aynasında iş görür. Anlam, bilgiye dönüştüğünde kelimeler ile ete kemiğe bürünür. Bu şekilde kendi aynasından yansıyanı bir başkasının görmesini sağlar. Dil, anlamın dışa dönük boyutunu açığa çıkartır. Dil, kelimeler üzerine kuruludur. Kelimeler, dilin en otantik kesitini oluşturur. Cümle ve paragraflar ve dahi söylem kelimeler üzerine bina edilir.

KiÅŸi, kendi dilini oluÅŸturmak istiyorsa, kendi kelimelerine sahip olma zorunluluÄŸunu hissetmelidir. Buradaki zorunluluk, epistemik deÄŸil, ontolojik bir zorunluluktur. Elbette ki her kelime hem birine aidiyet taşır, hem de kiÅŸi açısından yeni bir anlam üzerinden kiÅŸiselleÅŸme istidadı taşır. Bu yüzden kelimenin kendi anlam dünyandan ortaya çıkması önemli olmakla birlikte bu zor olan ÅŸartları iÅŸaret eder. Ancak, herhangi bir kelime ile anlam ve yorum üzerinden kurulacak irtibat ile kendine mal etme imkânı bulunmaktadır. Böylece her kelime ile bir öznellik bağıntısı kurulabilir. Bu da kiÅŸiye önemli bir ayrıcalık saÄŸlar.

Bugünün insanı sıfırdan kendi kelimelerini inşa edemeyeceklerine göre, mevcut kelimelerden hareketle kendi kelimelerini oluşturacak bir yaklaşımı öne çıkartır ve kendi kelime avcılığına yönelebilir. Çünkü sahip olduğu bilgi ile sahici bir ilişki kurmak için de kendi kelimelerine ihtiyaç duyacaktır. Anlamın kendine has oluşu kelimelerin kendisine ait olup olmadığı ile ilişkili olacağı bedihidir. Bu yüzden işin temelini oluşturan anlamın sahici yapısı kendi kelimesine sahip olmasıyla birebir örtüşür. Kişi, ifade ettiği anlamın kendine has yapısını da kendi kelimeleri üzerine kurmalıdır. Yoksa başkasının anlamı ve ifadesi üzerine bir yaşam kurar ki bu kendisine ve varlığa karşı yabancılaşmasına zemin oluşturur. Anlamın sana ait olması, ifadenin sana aidiyetini zorunlu kılmaz. Çünkü ifade ederken, anlamı kendi kelimelerinin dışından seçerek kil kurarsan bir iç çelişki doğurur. Bu da ifadeyi yaralar.

Her ifade bir söylemin parçasıdır. Söylemin sana aidiyeti ifadenin sana aidiyetine bağlıdır. Bu yüzden farklı söylemlerin senin inancını belirlemesi, düşünceni belirlemesi sahici bir özellik taşımaz. Kişinin kendi otantik şahsiyetini oluştururken bu noktaların ehemmiyeti her zaman öncelikli olmuştur.

Kendi kelimeleri ile yol almayanlar ödünç kelimeler alırlar. Ödünç kelimelerin onlara çizdiÄŸi yola mahkûm kalırlar. Ve kendilerine çizilen dünya içinde ödünç yeni kelimelerle yol almaya devam ederken mahkûmiyetlerini ise istikrarlı hale getirirler. Mahkûmiyet, kiÅŸinin kendi özneliÄŸini ve iradesini devre dışı bırakmasına neden olur. Bu yüzden ÅŸizofren bir karakter taşır. Evrensel bir tutum, inanç ve olgu bile eÄŸer kendi kelimelerine ve ifade biçimine ait deÄŸilse, bu evrenselliÄŸin içinde yabancı bir unsur olarak bulunursun. Ki bu da seni hem kendinden hem de bu evrenselliÄŸin kendisine yabancılaÅŸtırır. Her yabancılaÅŸma ise mahkûmiyeti çoÄŸaltan bir karaktere dönüşür.

Kendi kelimelerimiz ile yola çıkmalıyız. Kendi kelimelerimiz derken, içine doğduğumuz kültür ve bu kültürü besleyen arka plan kelimeler ile bu kelimelere dayalı yeniliğini sağlayacak kelimelerdir. Kişi, kendisi ile biz arasında kopmaz bir bağ kurduğunda kendisi olur. Ben ve biz derken kastedilen, içine doğulan kültür ve inanç evrenidir. Bu insanoğlu içinde aynı zamanda tarihsel bir sürekliliği işaret eder. Yani insan, genetik olarak kültürü ve inancı tevarüs eder. Ama bu mirası, olgusal ve sezgisel bir yaklaşımla kendine mal eder, anlamlandırır. O anlamı taşıyacak kavramların içeriklendirilme tarihi ile bağını kurar. Yeniden anlamı keşfederek kelimeye dönüşen kavramı bugüne dair yansıması ile kendine has kılar.

Ä°ÅŸte bu kelimeler ile yola çıktığımız zaman kendi yolumuzu kendimiz çizer ve bir mahkûmiyet oluÅŸturmayız. Bilakis, hürriyetin tadına vararak, kendi özgürlüğümüzü teminat altına alırız. Özgürlüğü iki boyutlu ele almalıyız: Bir, kendi tarihimize dair bir baskıdan kurtulmak, yani eleÅŸtirel bir tutumla tarihi ideal olan ve reel olan ayrımı üzerinden deÄŸerlendirerek tarihsel olanı devre dışı tutmak ki bu ciddi bir ıslahı içinde taşır. Bu ıslah faaliyeti aynı zamanda kiÅŸiyi özgürleÅŸtirerek kendisi olma yolunda ona emin adımlarla yürümeye baÅŸlamasına imkân tanır. Ä°ki, farklı dünya görüşleri ve o dünya görüşlerine dayalı kültür, inanç evrenleri ve onlara ait kavramlara karşı özgürlüğü kazanmaktır. Bu konuda kendi kelimeleri olmayanlar, kendi tarihsel derinliÄŸine sahip olmayanlar, kendi dışındaki kültür ve inanç evrenleri ile nasıl bir iliÅŸki kuracaklarını sahici olarak belirleyemeyecekleri için özgürleÅŸmeleri de mümkün görünmez. Ama kendi otantik yapısını kendi inanç ve kültür evrenine ulaÅŸtıran kiÅŸi, baÅŸka kültürlerden alışveriÅŸi kendi koÅŸulları içinde gerçekleÅŸtirme imkânına haiz olacağı için özgürleÅŸmesinin önünü de açmış olur.

Sorun, bir güç tarafından bize dayatılan kelimelerin albenisine kapılarak o kelimelerin çizdiÄŸi dünyayı tek dünya görmektir. Ya da geçmiÅŸin hapishanesine gönüllü yazılmaktır. Her iki durumda da esaretten baÅŸka bir çıkış kapısı yoktur. Yukarıda ifade ettiklerimiz bu yargımızı haklı çıkarmaktadır. KiÅŸi, özgürleÅŸmek istiyorsa; önceliÄŸini kendisine dayatılan ÅŸeye karşı bir direnç sahibi olmaya vermelidir. Ki, bu direnç ile dayatılan kavramın, inancın, kültürün neliÄŸini açığa kavuÅŸturabilsin…

Direnç bu noktada iki türlü iÅŸlev görür. Birincisi, kendisine dayatılan kavramın albenisine kapılmadan, onu olduÄŸu gibi görmek için olgusal ve sezgisel yapısını devreye koymaya yarar. KiÅŸi, böylece bir bağımlılık oluÅŸturmadan deÄŸerlendirme imkânı kazanır. Bu sahici bir iliÅŸkinin olmazsa olmazıdır. Ä°kincisi ise, kendisinde tebellür eden anlamın kelimeye dönüştüğünde direnç üzerinden doÄŸru kelimeye dönük bir zeminin doÄŸmasına imkân tanır. Çünkü anlam açığa çıktığında zihne birden fazla seçenekli kelimeler hücum eder. Ä°ÅŸte direnç bu hücum karşısında metin kalarak, doÄŸru kelimeyi seçecek bir aralığı bulur ve kullanır.

Direnç bize özgürlüğümüzü kazanma konusunda bir temel sağlar ve böylece kendimize ait ve aidiyet oluşturacak bir dünya kurmanın mümkün oluşuna erişiriz. Bu noktada temel bir kural olarak; varlık, anlam ve bilgi karşısında tutunacağımız nötr/tarafsızlık hali hem sahici bir ilişkiyi, hem de özgürlüğü elimizde tutmayı işlevselleştirir.

O zaman kendi kelimelerimizi kendi çabamızla ortaya çıkartalım. Bu kelimeler kendi tarihimizden izler taşısın. Bizi geleceğe taşısın. Kelimelerimiz dinamik olsun. Yeni anlamlara kapı aralasın... Yoksa halimiz harap olur. Bu durumu ifade edecek kelime ise bulamayız...

Bu noktada sahiciliği ve yabancılaşmayı doğru anladığımız zaman mesele doğru bir şekilde izaha kavuşmuş olur. Sahicilik burada herhangi bir dış baskı olmadan kişinin kendi anlamı üzerine bina ettiği kelimelere sahip olması ve düşünce dünyasını da etkileşim üzerinden değil, etkileşime izin verdiği oran içinde kendi bakışının önemini taşıdığı zeminde açığa çıkar. Yabancılaşma ise sahiciliği devre dışı bıraktığı her zeminde kişinin içinde bulunacağı vasatı işaret eder.

Akıl, barış, özgürlük, hak, hukuk gibi modern dünyanın bize dayatılan kelimelerine kendi yitik değerlerimizden anlamlar yükleyerek onu kendimize mal edelim... Kendi kelimelerimizi kendimiz yeniden içeriklendirelim... Ve asla boyun eğmeyelim... Bu bizi merhametsiz ve şefkatsiz kılmasın... Hem merhamet ve şefkat, hem de boyun eğmeyen bir asi olmayı başararak kendi kelimelerimize sahip çıkalım...

Her insan, kendi ayaklarının izini takip ederek kendi varlığının anlamını bulmalıdır. Bu durum baÅŸkalarından istifadeyi engellemez. Bilakis, istifadeyi yaparken anlamı kendine has kılmak ve bu anlam üzerinden dile, bilgiye ve ifadeye yönelmeyi içerir. Anlam dünyamız, kendi dünya görüşümüzü belirlediÄŸi zaman yabancılaÅŸmadan kurtulur ve sahiciliÄŸe ulaşırız. Bu sahiciliktir ki aynı zamanda hem enfüsi ve hem de afakî barışı/selam’ı inÅŸaya imkân tanır.

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.