Makale
Yeni Bir Dil Kurmak
Bütün konuÅŸmalarda ve müzakerelerde ortaya konan bir durum tespiti var: yeni bir dile olan ihtiyaç ve üslubun önemine yapılan vurgu…
Çok rahat bir şekilde şunu söylemek mümkün; dil meselesi sadece yaş farkına bağlı gelişen bir durum değil, bilakis hızlı akan yaşamın ortaya çıkardığı algı değişikliği ile ilişkili bir durumu işaret ediyor.
Bu noktada mesele şu: hızla aktığı için değişen algıyı idrak etmek öyle göründüğü gibi çok kolay olmuyor. Hatta alışkanlıklar yüzünden ve yeterli düzeyde düşünme ameliyesi olmadığı için bu idrak çoğu kez imkânsız bir görünüşe bürünüyor.
Ve-l hâsılı kelam; yeni bir dile olan ihtiyaç gençlerin artık çalışmalara ve ortamlara katılma konusundaki isteksizlikleri ile ayyuka çıkmış durumdadır. Bu olgusal olarak böyle… Ayrıca düşünsel baÄŸlamda da bu yeni dil ve üslup kaçınılmaz bir ÅŸekilde kendini dayatmaktadır. Çünkü soÄŸuk savaÅŸ dönemi dili ile 21, Yüzyıl çeyreÄŸinde yaÅŸadığımız gerçekleri hesaba kattığımızda aralarında Kaf dağı kadar fark vardır. Yeni bir dili inÅŸa edebilmek için ise yeni bir yaklaşıma ve yeni bir bakışa olan ihtiyaç kaçınılmazdır.
Yeni bir dilin inşa edilebilmesi için gerekli olan vasat; öncelikli olarak mevcut durumun ciddi bir analizi ve bu dilin üzerinde yükseldiği metafizik, fizik ve uygulamalarla birlikte toplum tasavvuru ve bunun dışa yansıması olan siyasal olanın neliği meselesidir.
Batının öteki için oluşturduğu kültürel dokunun temel parametrelerini kavramadan ve sunulan siyasallığın oluşturduğu algının neye tekabül ettiğini gözlemlemeden hem bu dilden kurtulmak mümkün görünmemekte hem de yeni bir dilin kurulacağı düşünsel zeminin neliği meselesinde de bir açıklık oluşmayacaktır.
Dolayısı ile Batılılaşma serüveni ve bittabi ki İslamcılığın tarihsel birikimi ile bir yüzleşme ve hesaplaşmayı gerçekleştirmeden de yeni bir dile geçmek zor olur. Geçildiğinde ise bir Araf pozisyonunu taşıma yükü gittikçe omuzları çökertecektir. Bu yüzden yeni bir dil diye ortaya çıkanların bu dili oluştururken hangi aşamaları dikkate aldığı çok önemli sayılmalıdır.
Modernliğin ürettiği kültür ve bu kültürden beslenen Klasik İslamcılık üzerinden oluşturulan idrakin kurduğu dilin bugün için yetersizliğini ilan etmek bir zorunluluktur. Ve bu zorunluluğu ertelemek ise kendimizle yabancılaşmayı göze alabilmenin cesaretini göstermiş oluruz. Yani İslamcılığın; modernleşmeci, siyasallaştırıcı, ideolojileştirici, özdeşleştirici, indirgemeci ve yorumlamacı boyutlarını yeniden tartışmadan ve üzerinde derinlemesine bir analiz gerçekleştirmeden oluşturulmuş dili yeniden ıslah etmenin mümkün olmadığını sadece halen çıkarılmakta olan dergilerin yayınlanan sayılarındaki muhtevalarına bakmak yeterli olacaktır.
Ayrıca Müslümanların içinde bulunduğu bu keşmekeşliğin ve ayrıştırıcı dilin ötekileştirici ve tekfir edici boyutunun dayandığı zeminin de aslında bu İslamcılığın sahip olduğu bilincin dışa vurumu olduğunu da göz ardı etmemek lazım. Hem geçmişteki ihtilafların değerlendirilmesinde ve yorumlanmasında hem de bugünkü ihtilafların değerlendirilmesinde ve yorumlanmasında ortaya çıkan sert ve üslupsuz zeminin de sebebi hikmeti bu bize rağmen oluşturulmuş dilin ve idrakin etkisinde kalınmakta olduğudur.
Ä°ki boyutlu bir kıskaç içinde bulunduÄŸumuzu anlamamız gerekli…
İçerden üzerimize boca edilen kültürün ve yetersiz eğitim çabalarının oluşturduğu zaafı ve tarihimizle doğru kuramadığımız bir ilişkinin altında ezilmemizin oluşturduğu sorunlar yumağı... Yani İslam Düşünce geleneği ile kurduğumuz zayıf bağ ve bu zayıflığın oluşturduğu girdap içinde debelenip durduğumuzda da, üzerimizde oynanabilecek siyasi ve sosyal mühendisliklerin etkisini kaldıramadığımız için, dökülen kanlarımızın hesabını soracağız diye, içine düştüğümüz gayya kuyusunun da, başka kanların dökülmesinin nedeni haline gelmektedir.
Dışarıdan ise üzerimize bırakılan kültürün ağırlığı içinde dini gayretimizi kaybettiğimiz gibi yeni dindarlık girişimlerinin de aslında bizi kendi dinimizin temel vizyonundan uzaklaştırdığını söylemek yanlış olmasa gerek! Her türlü aşağılanmanın ve kötülenmenin bolca yapıldığı bu dış saldırılar içerden de devşirilmişler eliyle desteklenince oluşan aşağılanma duygusunun zamanla kabullenilmesi yüzünden oluşturulmuş seküler rüzgârlarla hem ferdin hem de toplumun hallaç pamuğu gibi savrulduğunu söylemenin vakti geldi geçiyor.
Mesele bu iki kıskaca rağmen yeni bir hamleye olan ihtiyacın artık gizlenemez oluşudur.
Ama hem Arap Baharı üzerinden hem de sekülerlikle uzlaşı sonucu iktidara getirilen hareketlerin oluşturduğu yeni idrakin devreye girmesi yüzünden sahih bir dilin kurulmasına yönelik baskıyı hesaba katmamız şarttır. Yoksa başlamadan biten bir dil tartışmasının ortasında kendimizi bulmaktan imtina edemeyiz.
…
Bir yöntem olarak üç aÅŸamalı bir tutumu içselleÅŸtirmeden yeni dili kurmak doÄŸru olmayacaktır. Bu üç aÅŸamanın birincisi; ‘Müslümanların kendi tarihleri ile barışmalarıdır’. Çünkü Müslümanlar, kendi tarihlerini batıdan elde ettikleri yöntem üzerinden düşünmektedirler. Bu bakış saÄŸlıklı olmayınca da oradan saÄŸlıklı ve sıhhatli ÅŸeyler de ortaya çıkarılamamaktadır. Çünkü tarihe taraf olunacak bir ÅŸey gibi bakılmaktadır. Hâlbuki tarih sadece ibret edinmek için idrakten geçirilir ve yorumlanır. Yoksa zaten tarihi olduÄŸu gibi bugüne taşımak mümkün deÄŸil o zaman tarih dışılığa ait olunur. O yüzden tarihsel tartışmaların ve çatışmaların neden olduÄŸu kültürü, bilgiyi ve idraki doÄŸru anlayıp aynı hatalara düşmemek için tarihe gitmeliyiz. Ayrıca Müslümanlar için bir doÄŸuÅŸu içerdiÄŸi ve bilgi ile düşüncenin temel kodlarını barındırdığı için de önemlidir. Fakat ÅŸunu da ifade etmekten artık kaçınmamak lazım: kendi tarihimize batıdan devÅŸirdiÄŸimiz düşüncelerle yaklaÅŸtığımız sürece onunla barışık olma imkânını kaybederiz. Bu yüzden belki de ikinci aÅŸamayı da öne çıkarmalıyız. Çünkü bu aÅŸamalar birbirleri ile iliÅŸkilidir.
Ä°kinci aÅŸama ise batıyı bize sunulduÄŸu gibi deÄŸil bizzat batının neliÄŸi üzerine ciddi bir düşüncenin oluÅŸturulmasıdır. Yani batının kaynaklarının bizzat batıdan okuyarak onu kendi doÄŸal hinterlandı içinde tanımak ve onu doÄŸru tanıdıktan sonra onun oluÅŸturduÄŸu zemini doÄŸru anlamak ve kavramak ve bu zeminin deÄŸiÅŸimini içinde taşıyan yeni bir hamleye yönelmek mümkün olacaktır. O zaman batı düşüncesi bizi sarhoÅŸ etmeyecek ve bizi aldatmaya devam edemeyecektir. Bu sarhoÅŸluÄŸu ortadan kaldırmanın yolu O’nu kendi vasatı içinde doÄŸru bir ÅŸekilde öğrenmek, tanımak ve yorumlamaktır. Yani batıyı olduÄŸu gibi görmek zorundayız.
Üçüncüsü ise mevcut günümüzü ve içinde bulunduÄŸumuz ahvali ve ÅŸartları doÄŸru bir okumaya tabı kılmalıyız. Bunu gerçekleÅŸtirebilmek içinde üç boyutlu bir çalışmayı baÅŸarmalıyız. Hem tarihimizle ve düşünce geleneÄŸimizle sahih bir karşılaÅŸma hem de batı ve batı düşüncesi ile doÄŸru bir hesaplaÅŸma hem de bu günümüzü ortaya çıkaran ahval ve ÅŸartları doÄŸru tespit ederek ancak bir çıkış yolu bulabiliriz. Yani bugünümüzü de bütün afili yaklaşımları bir tarafa bırakarak o gerçeÄŸin soÄŸuk yüzünü hesaba katarak doÄŸru bir ÅŸekilde anlamalı ve anlamlandırmalıyız…
Ä°ÅŸte bu üç döngüsel aÅŸama bizi yeni bir dile taşıyacak zemini inÅŸa edecektir. Ama iÅŸ bununla bitmeyecek tabii ki birde o eski kültürün oluÅŸturduÄŸu hasarlar var. Ve biz o hasarları tamir etmeden yola çıkamayız. Ä°ÅŸte bu hasarlardan en önemlilerini de tartışmaya açmalıyız…
ModernleÅŸmenin zihnimizi iÄŸdiÅŸ ettiÄŸi iki temel referans kavram var: ideoloji ve siyasallık… Siyasallık doÄŸal olarak ideolojiyi beraberinde taşırken aynı zamanda ötekileÅŸtirici bir zemini de beraberinde taşıyor ve normalleÅŸtiriyor. Bu iki kavram ile hesaplaÅŸmadan yola çıkmak zararlı olabilir. ÖtekileÅŸtirici dilden hepimiz ÅŸikâyet ediyoruz ama iki dakika sonra bizde aynı kervana katılarak diÄŸerleri için rahatlıkla ötekileÅŸtirici bir dili ikame etmekten kaçınamıyoruz. Çünkü bu bir hastalık ve bundan kurtulmanın yolu onun bir hastalık olduÄŸunu kabullenmekten geçiyor. Ama maalesef kimse hasta olduÄŸunu kabul etmek istemiyor.
ÖtekileÅŸtirme iki unsuru birden devreye koyuyor; parçalama ve çatışma…
Burada modernliğin ürettiği ideoloji aynı zamanda onların dünya görüşünü belirten bir tutumdur. Bu yüzden de siyasal olana büyük bir ağırlık vermektedirler. Ve siyasal olanı dini olanın yerine ikame ederek ideolojiyi dinselleştiren bir tutuma evrilmişlerdir. Aynı hastalığı bu kavramları transfer eden Müslümanlarda taşıyor. Müslüman gruplarda kendi bakışlarını ve yorumlarını eksene alarak dini tanımlıyorlar ve başka yorum ve bakışları ise din dışı ilan ediyorlar. Böylece rahatlıkla onu yok etmenin zeminini oluşturabiliyorlar. Ve bu yüzden rahatlıkla tekfir hastalığına düştükleri gibi ötekileştirmeyi bir adım öteye taşıyarak öldürmeyi de doğallaştırabiliyorlar. Bugün bunu neredeyse her gün yaşamak durumunda kalıyoruz. İşte Irak, Suriye ve benzeri yerlerde yaşananlar buna örnektir.
ModernliÄŸin ürettiÄŸi zemindeki ideoloji ve siyasal kavramlarını Müslüman düşünce baÄŸlamında kabullenmemiz sahiciliÄŸimizi ortadan kaldırır. Bu yüzden bu kavramlarla yeniden bir hesaplaÅŸma içine girmemiz gerekir. Bir kere çatışma ve parçalanmanın kendisi Ä°slam söz konusu olduÄŸunda reddedilen bir tutum olarak izah edilir. O yüzden Ä°slam, tevhit ve barış dinidir. (Buradaki barış da batılı bir kavramsallaÅŸtırma olan ve sol ideologların kullandığı anlamda deÄŸil tabii ki…) Ä°slam kendisi fesadın karşıtı ve doÄŸal olana yönelmenin adıdır. Ama ÅŸunu da hatırlatmakta yarar var: kullandığımız her kavramın batılı kavramsallaÅŸtırma ile bağını kurmadan anlamamız ve ifade etmemiz gerekmektedir. Yoksa yine iÅŸler birbirine karışmaktadır. Bu yüzden her kullanılan kavramı tarihsel zeminde nasıl anlamlandırılmışsa bugün de aynı zemini koruyarak anlamlandırmalıyız.
O yeni dilin ne üzerine bina edileceği meselesi de artık açıklığa kavuşmaya başlamaktadır. Parçalanmaktan uzak olmalı; bunun için gerekli olan şey ne?
a) Kullandığımız dil kapsayıcı olmalı… Ama bu kapsayıcılık otoriterleÅŸmeyi ve totaliterleÅŸmeyi içinde taşımamalıdır. Buradaki kapsama nitelikle iliÅŸkili ve bakış açısının geniÅŸliÄŸini izaha yöneliktir.
b) Kullandığımız dil bütünleyici olmalı… Bütünlemek hakikatin tümünün kendi tekelinde olmadığının bilincinde olmakla iliÅŸkili bir tutumu içerir. Böylece söylenecek ÅŸeylerin bir baÅŸka ÅŸeyle tamamlanacağını kabulleneceÄŸi için onu da önemser bir dili öne çıkaracaktır.
c) Kullandığımız dil izah edici olmalı… Dilin izah edici olması onu yargılayıcı olmaktan uzak tutması ile iliÅŸkilidir. Hep bir baÅŸkasının da gözetilmesini hesaba katarak kapalı olmak yerine açık bir pozisyonu içinde taşır. Açık olmak etkileÅŸime hazırım demektir.
d) Kullandığımız dil mutlak hakikati içeren deÄŸil müzakereye açık olmalı… Mutlaklık, hakikati tekeline almak olacağı için aynı zamanda ötekileÅŸtirici bir unsura dönüşebilir. Hâlbuki müzakereye açık bir dil ise yardıma hazırım demektir ki bu da çatışma yerine barışı ikame edecek bir zemini iÅŸaret eder.
e) Kullandığımız dil bir bilgiye dayalı olmalı… Bu bilgi hem tecrübî hem de habere dayalı olabilir. Ama bir bilgi ile konuÅŸmalı ve temellendirmeli kiÅŸi fikrini… Çünkü yorum karakterli yapılar öznellik taşıdığı gibi o öznelliÄŸi de baskın karaktere dönüştürerek kendi otoritesini ilan etmekle eÅŸ deÄŸer sayılmalıdır. Ama bir bilgi ile hareket etmek yorumu geriye itebilmek ve bir nesnel zemini öne alarak ortak bir noktanın varlığını izhar edebilmenin imkânını yakalayabilmektir.
f) Kullandığımız dil bir düşünceye dayalı olmalı… Dilin düşünceye dayalı olması demek aynı zamanda bir usulü de içermesi anlamına gelecektir. Ve böylece bir hesap verebilirlik zeminini kollamak anlamını taşıyacaktır. Çünkü bir düşünce üzerinden hareket etmek aynı zamanda sistematik bir yapıyı da beraberinde taşıyacaktır. Böylece ne söylendiÄŸi ve neden eleÅŸtirildiÄŸi daha açıklık kazanacak bir zemini iÅŸaret edecektir. Bu da müzakereyi anlamlı hale getirebilmenin imkânıdır.
g) Kullandığımız dil hakikate dayalı bir dil olmalı… bizim açımızdan hakikat olan bir olguyu baÅŸkaları için de bir hakikati içermesi gerektiÄŸi kabulü reddedilmeli… Bu, gerçekten söylediÄŸimiz her sözün hakikat oluÅŸu ile iliÅŸkili olduÄŸu gibi hakikatin tekelimizde olmadığının ÅŸuurunu da taşıdığımızı gösterecektir. Daha doÄŸrusu bu durum, hakikatin farklı seviyelerde ve farklı düzlemlerde farklı anlamlar taşıyabileceÄŸi öngörüsü ile de iliÅŸkilidir. Böylece hakikatin öznel inhisarından kurtularak hakikate açık bir kulak olmayı sürdürebiliriz.
Yukarıdaki ilkeler üzerine kurulu bir dili kurduğumuz zaman birlikte bir şeyleri düşünebilmeyi mümkün kılacağı gibi bizi geliştiren ve olgunlaştıran bir müzakere zemini de bulabilmeyi işaret edebilir. Bu yüzden tamlığı, bütünlüğü ve diriliği hesaba katarak hep bu zeminde durarak parçanın bir parça olarak kıymeti harbiyesini tam olarak görmekle birlikte bütünlüğün ve tamlığın ancak yardım alınarak gerçekleşeceğine olan inancımız bizi birbirimize yönelik bir ilgiye davet edecektir.
Sahih bir dilin yeniden kurulması ve oradan oluşturulacak idrakin eksene alındığı bir Müslümanlaştırma zemini bize Müslim, mümin ve Muhsin kişilikler oluşturulabilir.
Samimiyet ve istikamet üzere olmak meselelerimizin çözümünde en büyük yardımcımız olacaktır. Bu da bize sorunlarımızı doÄŸru teÅŸhis edip doÄŸru yöntemlerle onları çözmeye çalışırken Rabbimize olan güvenimizi devreye koymak ve ona dayanmanın hazzını tadarak yol almayı, basiret üzere hareket etmeyi ve iÅŸlerimiz hikmetle yapmayı öğütler…
Henüz yorum yapılmamış.