Sosyal Medya

Makale

Modern İktidarın Gücü İle Hesaplaşma

Bir önceki yazıda ÅŸu tespiti yapmıştık; teknolojik geliÅŸmeyi dikkate alarak ‘bu teknolojik devle mücadele edilemez’ diyen Müslümanlar yanılgı içindedirler. Evet, bir yanılgı var ve bu yanılgı hem de büyük bir yanılgı. Çünkü devasa görülen ÅŸeyin bir serap olduÄŸu gerçeÄŸi unutulduÄŸu gibi nice büyük görülen güçlere Allah’ın izni ile azınlıkların galebe çalındığı gerçeÄŸi unutulursa bu yargı öne çıkar… Gücün karşısında boyun eÄŸmek iman eden bir kula en büyük zillettir.

Daha önce de ifade edildiÄŸi gibi bu teknolojik güç, sahip olunan dünya görüşünün dışa vurumudur. Bu yüzden karşınızda bir güç olmakla birlikte aslında bir ‘dünya görüşü’ vardır. Önce bu gerçeÄŸin fark edilmesi gerekir. Bu dünya görüşüne uygun bir sosyal ve bireysel yaÅŸam ve buna dayalı bir iktisadi faaliyet ve bütün bunları ayakta tutacak gücün tekelini oluÅŸturacak teknik geliÅŸmeler; siyasi, felsefi, biyolojik, teknik; savaÅŸ tekniÄŸi veya üretim ve tüketim teknikleri de içinde…

Bu devasa aygıta nasıl tavır alınacak ve baÅŸarılı olunacak diye düşünmekten vazgeçmeyen Müslümanlar…  Ä°lk nokta baÅŸarı meselesidir. BaÅŸarı, modern bir mit olarak tesmiye edilmiÅŸtir. Buna Müslümanlar da gönüllü katılıyorlar. Hâlbuki mevcut her hangi bir beÅŸeri durumu mitselleÅŸtirmenin/kutsallaÅŸtırmanın inançlarına aykırı olduÄŸunu bilmesi gerekenler de Müslümanlardır. Ama modern algının tuzağına düştükleri için nasıl düşünebileceklerine dair bir bakışları da yoktur ve bu süreç devam ettikçe de olmayacak…

Öncelikle meselenin püf noktasının Müslüman olmanın nasıl bir düşünce üreteceÄŸi meselesi olduÄŸu bilinmeli. Ä°kincisi, modernliÄŸin ürettiÄŸi yaÅŸam ve teknik geliÅŸmelerin Müslümanlık ölçeÄŸi üzerinden bir deÄŸerlendirmeye tabi kılınmasının elzem oluÅŸunu görmedir. Yani ne kadar çok üretirsen ve tüketirsen o kadar insansın ilkesi/yargısını Müslümanlık açısından bir ele alalım, ne kadar Müslümanca bir ahlakı taşıyabilir bu durum…

Önce Müslümanca bir düşünmenin neliÄŸi üzerine bir bakış elde etmeliyiz. Ve ÅŸunu açıklıkla belirlemeliyiz ki; batı modernliÄŸi ürettiÄŸi kültür ve teknolojiyi seküler bir bilgi türü ile gerçekleÅŸtirmiÅŸtir. Total anlamda Müslümanlıkla bir iliÅŸkisi yoktur ve olmayacaktır da… Ama bu tekil olayların deÄŸerlendirmesini ortadan kaldırmaz. Ama temelde bilmeliyiz ki Müslüman olmak tam da bu modernliÄŸin dışında yeni bir ahlaki önermeler oluÅŸturma zorunluluÄŸunu taşır. Yani gücün Allah’a mahsus olduÄŸu hakikati, baÅŸarı veya sonuç üzerinden bir deÄŸerlendirmenin yapılmasının doÄŸru olmayacağı, özellikle niyetin belirleyici oluÅŸu üzerinden sonuçların niyetle ölçüldüğü için Allah’a havale edilen sonuçların makul olduÄŸu gerçeÄŸi ve bu bakışın Müslüman olmanın temelini oluÅŸturduÄŸu hakikatini de eklemek gerekir.

Ä°mtihanda oluÅŸumuz gerçeÄŸi ve karşı karşıya kaldığımız her olgu ve olayın imtihanımızla iliÅŸkisini düşünmek ve buna göre tepkiler oluÅŸturma zorunluluÄŸunu duymadan Müslüman olmanın imkânsızlığını dikkate almalıyız. Böylece Müslüman olmanın nev-i ÅŸahsına münhasır bir gerçeklik oluÅŸturduÄŸunu bilmeli ve öğrenmeliyiz. O zaman Müslümanca bir bakış üzerinden üretilmeyen bir sosyal ve bireysel ahlaka itiraz ederek baÅŸlamalıyız. Bu itirazımız elbette ki ÅŸiddet içermemeli… Ama kendi ahlaki kıstaslarımızı belirleme hakkının ve imtiyazının bize ait olduÄŸu gerçeÄŸini dile getirmeliyiz. Sadece dile getirmekle de kalmamalı bunu irade ile hayata geçirecek bir vasatı da inÅŸa etmeliyiz.

Müslümanların temel yanılgısının bu teknik gelişmenin oluşturduğu sosyal ve bireysel hayatı gözden kaçırarak mevcut teknolojinin geliştirdiği iktisadi ve siyasi hayatı isterken Müslüman kalınacağını da hesaba katmasıdır. Hâlbuki bambaşka iki dünya görüşünün ortak gibi görünen taraflarının da aslında birbirinden çok uzak olduğu gerçeğini dikkate almadıkları için bu yanılgıya düşmektedirler.

Aklın merkeze alındığı ve her şeyin akıl kavramının altında sıralandığı bir dünya görüşünde Tanrı, din ve ahlak derken bile aklın sınırlarını belirlediği bir olgunun dışında anlaşılamayacağı ve araçsallaşacağı gerçeğini yeniden hatırlamak lazım ki Müslüman olmanın neye tekabül ettiğini anlamlandıralım.

Åžimdi Allah merkezli ve Allah’ın gönderdiÄŸi vahyi bilgiyi eksene alan bakış, akıl, insan ve tabiatı ve uzantılarını tanımlarken baÅŸka bir deÄŸerden hareketle anlamlandırmaktadır. Evet, vahiy, insanın yeryüzündeki serüveninde imtihanını verirken neye göre davranması gerektiÄŸini öğreten bir bilgi türüdür. Ä°nsanın davranış kalıplarının özünün ne üzerine bina edilmesi gerektiÄŸini ve davranışların istikametini ve niyetini belirleyen temel ilkeleri içerir. Bu yüzden iki farklı dünya görüşünün müntesipleri iki ayrı tipolojiyi temsil ederler. Ve biri diÄŸer dünya görüşünün ürettiÄŸi kültürü iÅŸlemden geçirmeden olduÄŸu gibi kabullenirse artık o kendi dünya görüşünün dışına doÄŸru bir istikameti tutturmuÅŸtur.

Müslümanlar, nasıl Mekke egemenlerine karşı bir mücadele baÅŸlattılarsa bugünkü Müslümanlarda mevcut batılı paradigmanın ürettiÄŸi egemenlere karşı bir mücadele baÅŸlatmalılar. Ve bilmeliler ki Müslüman, sadece Allah’a güvenir. O’nun iktidarını kabul eder, O’na boyun eÄŸer ve O’nun emir ve yasaklarına baÄŸlı kalır.

Bunu hangi sosyolojik ve psikolojik zeminde yapmalı?

Sosyal hayatta barışı eksene alır. Çatışma dilini dışlar. Kendi inancı nasıl kendisini baÄŸlıyorsa baÅŸkalarının inancı da onları baÄŸlar. Salt isteÄŸi Müslümanın kendisi olmak ve kendi inancını yaÅŸarken herhangi bir baskı altında kalmamaktır. Bu aynı zamanda Müslümanın da kendisi dışındakilerine baskı uygulamayacağı anlamını da içerir. Davet, baÅŸkalarına kendi inancını dayatmak deÄŸil, inancına göre insanların Allah tarafından cezalandırılmalarını saÄŸlayacak vasattan kurtulmalarına zemin oluÅŸturmak ve merhamet ile ÅŸefkati içerir. Yoksa cezalandırmayı dünyaya taşımak deÄŸil! Ya da modern dönemdeki bir kısım Müslümanlar gibi tekfiri ötekileÅŸtirme aracı kılarak bu dünyada Allah’ın rolünü çalmak ve cezalandırmada sınır tanımamak gibi Ä°slam’ın hiçbir döneminde uygulanmayan durumları kesin bir tavırla reddetmek esas olunmalıdır.

Psikolojik vasatta ise özgüven üzerine kurulu bir konumu ihtiva eder. Müslüman kendisine olan güveni ki bu imanına olan güvendir. Dolayısı ile Allah’a olan güveni eksene alır Müslüman… Bu özgüven ile günah, fısk ve fücura karşı koyar. Aynı zamanda da insanlara adaletle ve merhametle davranacak psikolojik vasatı da inÅŸa eder. Kin, nefret, buÄŸz gibi hastalıklı hallerden uzak kalır. Psikolojisi güven taşıyan kiÅŸi, o güven üzerinden iliÅŸkilerini kurduÄŸu zaman selam üzere bir yaÅŸamı içselleÅŸtirmiÅŸ olur. O zaman kendisine dikte edilen modern hayatın her ÅŸey olmadığını anlar, algılar ve ona göre davranış geliÅŸtirmenin imkânlarını bulur. Bu sadece Müslüman için deÄŸil batı sekülerliÄŸin dışında kalan Hristiyanlık, Yahudilik, Hinduizm vesaire bütün dinler için aslında batı sekürlerliÄŸini dışlayan bir sosyal alan ve psikolojik vasat oluÅŸturma yükümlülüğü esas olmalıdır. Ama Ä°slam dışında kalan bütün kültür ve inançlar batı modernliÄŸine yenilmiÅŸ durumdadır. Bu yüzden Müslüman, Müslümanca düşünmeyi öğrendiÄŸinde ve o deÄŸerlere yaslandığında alternatif bir sosyal ve toplumsal yaÅŸam inÅŸa eder ve böylece modernliÄŸin dünya egemenliÄŸinin sonunun baÅŸlangıcını hazırlayabilir.

Bunun için gerekli olan imana dayalı ahlaki yapı, samimiyet, sadakat ve istikameti önceleyen bir bakış, Müslümanca bir dünya görüşünün inşa olması gerekliliği ve bu dünya görüşüne göre Allah, insan, kâinat ve ilişkilerin mantığını kuracak bir idrak ile ahlak, hukuk ve iktidar ilişkilerini kurmaktır.

O zaman yeni bir insanın varlığı müşahede edilir, yeni iliÅŸkiler kurulacak zemin imar edilir. Allah’ın egemenliÄŸinin mutlak olduÄŸu bir dünyada mutlak bir egemen olunmayacağı için eÅŸitliÄŸin iliÅŸkilerdeki mantığı kurması lüzumlu olur. Yeni bir anlam kurulurken yeni bir dünyayı da kurabilecek vasatı oluÅŸturulur…

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.