Makale
Siyaset, politik uyarı merkezlerine dönüşürken...
PKK - HDP ÖRNEĞİNDE ŞİDDETİN SOSYO PSİKOLOJİSİ. 5
Günümüz toplumları yoğun bir siyasal bombardıman altındadır. Sloganlar yoluyla enforme edilen toplum, tek yönlü düşünmeye yönlendirilmektedir. Bu sloganların, gerçek hayatın içerisinde yaptırıcı ve düzenleyici hiç bir etkisi görülmüyor.
Sadece ideolojik düşüncenin uçlarını daha da sivriltmektedir.
Rejimin değiştirilemez ve sorgulanamaz kabulleri yüzünden, mevcut iktidarın, halkların sorunlarına kalıcı ve etkili çözümler bulamamasını dolayısıyla; iktidarları baskıya, slogana, palyatif çözümler üretmeye sevk etmektedir. Bu yüzden ülkemizde, inanç ve düşünce hayatı resmi hayatın baskısından ve kuşatmasından bir türlü kurtulamıyor. Sosyal düşünsel ve kültürel alanlar; resmi doğrular tarafından şekillendirilmektedir.
Hatta gönül alanları olarak belirleyebileceğimiz; kutlamalar, törenler, resmi bürokrasinin propaganda ve kendisini ifade etme alanlarına dönüştürülmektedir.
Egemen sistem; icat ettikleri törenleri merasimleri mitolojileri, kutsadıkları günleri, vicdani bir olay olmaktan çıkararak, ulus devlete, ulus devletin mukaddeslerine hizmet eden bir din olarak topluma baskılamaya çalışmaktadır. Bunun en tehlikelisi de Mevlanacılıktır. Dolayısıyla, gönül alanları, bürokratik bir şiddete maruz kalmaktadır.
Medya destekli politik anestezi yoluyla, halklar nefrete açık hale getirilmektedir.
Her şeyin bu kadar siyasallaştırılması ve kültürel birer norm olmaktan başka bir şey ifade etmeyecek tüm unsurların politikanın aracı haline getirilmesi, toplumun gönül iklimini çölleştirmektedir.
Tarihsel ve kültürel birikim ve miraslar, halkların yüreğine ait bir iklim coğrafyası olarak hayat bulmalı ve evrensel duyarlılığın yeşerdiği bir vaha gibi, insanlığın, tüm renklerinin barındığı bir dünyaya katkı sağlamalıdır. İktidarların en önemli görevlerinden birisi de, bu iklimlerin devam ettirilmesinin yollarını açmaktır.
İdeolojik siyasallaşma, sadece gönül alanlarında oluşmamaktadır: Kadın hakları, moda, Kadının metalaştırılması, kılık kıyafet, sanat, müzik ve magazinsel hegemonya egemen sistemin siyasallaşmayı topluma dikte ettiği en önemli araçlarındandır.
Her şeyin siyasallaştırıldığı yerde ahlaki ve vicdanı duyarlılıkların yaşatılması mümkün değildir. İdeolojik kalıplarla düşünmeye koşullandırılan halklar, politik uyarıya ayarlanmış, birbirlerine düşman yığınlar olarak hayatı sürdürmektedir. Hayatın her alanında kullanılan bu akıl, kendisi gibi düşünmeyen herkese muhalif, kendisi gibi düşünmeye ikna edemediği herkesi düşman gören bir heyulaya dönüşmektedir. Hayatı kamplaştıran bu akıl, 21inci yüzyılı ilkel bir politik kabileciliğinin yaşandığı yüzyıla çevirmektedir. Politik kabilecilik; herhangi bir evrensel değeri, insani olana ait herhangi bir duygu ve bilgiyi, herhangi bir kültürü ve herhangi bir halkı temsil etme gibi içerikten yoksun bir soysuzluğu ve köksüzlüğü taşımaktadır. İdeolojik aktörler inanç olarak, düşünsel olarak herhangi bir derinliğe sahip olmadıklarından, politik kabilecilik yoluyla, temsiliyet yakalamaya çalışmaktadırlar.
Politik kabilecilik yoluyla temsiliyet arayanlar; halklardan kopuk, halklara uzak ve halkları aşağılayan kültürlere ait basit figürlerden ibaret olmasına rağmen, sistemin yobazlığı yüzünden HDP örneğinde olduğu gibi siyasal hayatta yer bulmaktadırlar.
Politik kabileciliğe angaje olan toplumlar, bugün, toplumuzun tamamında görülen; derin bir çürüme içerisinde olduğu, ahlaki hiç bir sınırın kalmadığı, ilkel bir topluma dönüşmekteler. Var olan İktidarın bütün gayretlerine rağmen, egemen sistemin zulmünü engelleyememektedir. Egemen sistemin bir makine gibi çalıştırması; sosyal ve toplumsal hayatı buz devrine dönüştürmektedir. Ahlak, erdem ve anlam haritalarını donduran bu işleyişe karşı herhangi bir mücadele verilememektedir.Böyle bir yaşamda hukuktan ve adaletten söz etmek mümkün değildir: Hukuk ve adalet için dayanışmak, dayanışma zeminleri oluşturmak imkansız gibidir. Körleştirilen toplum, bugün dahi apaçık ortada olmasına rağmen, ''tüm tarihsel zamanlar göstermiştir ki; toplumuna yabancılaşan sistemlerin egemenliği altındaki toplumlarda birlikte yaşama kültürü ağır bir tahribata uğramaktadır.'' Bu sistemler, ön yargılarla inşa ettikleri insanlarını, tek çizgili bir dünyaya mahkum etmekteler. Politik kabileciliğin siyaset figürleri, toplumun birbirini anlamaması, dinlememesi için, maskelediği yüzüyle iblisin konuştuğu gibi konuşmaktadır. Bu maskeli yüze evsunlanan halklar, gerçeklere ölümlerle uyanmak zorunda kalmaktadır. Şeytani bu dilin; hiçbir mukaddesi yoktur, tarihi yoktur, hiçbir insani ve vicdani duyarlılığı yoktur. Bu dilin hiç bir uygarlık ve kültür iklimi ile ilişkisi bulunması mümkün değildir. Silahlar yoluyla siyasi bir engizisyon yaşanmaktadır. Halkların evrensel değerleri, insani yanları, engizisyon mantığıyla tarumar edilmektedir.
Terörist politikacılar; toprakları, halkları kendi mülkleri olarak görüyorlar. Militer müdahale, korku ve tehdit ile hizaya getirdikleri halkı, toplumsal birliğin önünde bir duvar olarak kullanmaktalar. İdeolojik saldırganlık; mağdur ve mazlum halklara boyun eğmekten başka bir seçenek bırakmayacak ölçüde büyük ve karanlıktır.
Reel olan şudur:Halkların eşitliğine; köhnemiş ideolojik akılla ve bu akıl tutulmasından çıkamayan bürokratik hiyerarşiyle hemen ulaşmak mümkün değildir. Fakat halkların eşitliğine saygı, bugün başlatılacak / başlatılabilecek bir durumdur.
Bunun için gerekli olan çalışma ve organizasyon; siyasetin etkisinden uzak, içerisinde politik pragmatizmin olmadığı, toplumun entelektüel öncülerinin bir araya geldiği sivil çalıştayların oluşturulmasıdır. Bu büyük bir organizasyonu gerektirdiği için güçlü bir ekonomik altyapıya ihtiyaç duyacaktır. Her ne kadar siyasetten bağımsız hareket edilmesini söylesek de, coğrafyamızda ekonomik bağımsızlığıyla da sivil, güçlü bir cemaat olmadığı için, bu organizasyonun ekonomik alt yapısını Diyanet İşleri Başkanlığı'nın kendi bütçesinden üstlenebileceğini düşünmekteyim.
Bu çalıştayın en önemli fonksiyonu; halkların doğal önderlerini ve halkların sağduyusunun çözüm sürecinde aktif rol oynamasını sağlamak olacaktır.
Selam ve dua ile…
AÇIKLAMA: Bundan bir önceki yazımıza dostlarımızın yaptığı eleştiriler benim için yol gösterici ve yol aydınlatıcı olduğunu öncelikle belirtmeliyim. Şüphesiz ki teorilerin ve yorumların tamamı eleştiriye açıktır / açık olmalıdır. Yorum, yoruma muhtaçtır. Eleştiri, ortak akılı ortaya çıkarır. Yapılan eleştirilerin tamamı benim için muhteremdir. Bir önceki yazıda, benim anlatmak istediğim, toplumun bir bölümünün ruhsal ve sosyal anlayışındaki kabullerdir. Şüphesiz ki toplumun tamamı ya da geneli, bu ruh hali ve sosyolojide değildir. Fakat toplumun bir bölümü; şiddeti içselleştirmiş, bu travmatik iç dünya ile, şiddeti sürdürenleri sosyolojik olarak destekler bir tavır / akıl içindedir. Çözüm dediğimiz şey de nihai hedefine ulaşması için, halkların genel kabullerinin / genel katılımının çözüm sürecine katkıda bulunmasını gerekli kılmaktadır. Dolayısıyla toplumun genelini kapsamasa da, çözüm sürecinin önündeki engellerden birisi, toplumun ruh halini ve sosyolojisini doğru bir şekilde analiz etmek, yaklaşımları bu analizler çerçevesinde gerçekleştirmeyi gerektirmektedir. Anlatılmak istenenin tamamı bundan ibarettir. Bunun dışındaki herhangi bir şeyin anlaşılması, benim fikri ve anlatım düzeyinin yetersizliğinden kaynaklanmaktadır. Vesselam.
Henüz yorum yapılmamış.