Sosyal Medya

Makale

Davutoğlu Siyasetinin Osmanlıcılığı (2)

     Bundan bir önceki yazımızda DavutoÄŸlu’nun dış siyasete yönelik stratejilerinin temelini teÅŸkil eden tanımlamalarından ve bu tanımlamalar doÄŸrultusunda geliÅŸtirdiÄŸi fikir örgüsünden bahsetmiÅŸtik.

     DavutoÄŸlu’nun dış siyasete yönelik oluÅŸturduÄŸu parametrelerin küresel etki alanları oluÅŸturabilmesi için Türk dış siyasetinde olması gereken zemin olarak kabul ettiÄŸi Osmanlı Devleti mirası üzerinde olmak/tarihi mirasın yüklediÄŸi sorumlulukla hareket etmek/tarihi mirasın oluÅŸturduÄŸu kültürel birlikteliÄŸi ortak payda yaparak coÄŸrafyasına yönelik kuracağı iliÅŸkilerde sahip olduÄŸu bu zengin mirasın etkisini kullanarak küresel bir aktör olmayı/uygulayacağı siyasetin sadece bulunduÄŸu coÄŸrafyada deÄŸil uzak kıta havzalarında da etkili olmasını hedeflediÄŸi tespitinde bulunmuÅŸtuk.

     Bu zeminin oluÅŸması için stratejiler geliÅŸtiren /geliÅŸtirmeye çalışan DavutoÄŸlu’nun kendi kitabından kendisinin kullandığı delillere atıf yaparak/örnekler vererek, gerekçelendirmeye çalıştığı düÅŸünceleri doÄŸrultusunda kabul ettiÄŸi zeminin eleÅŸtirisini yapmış ve üç tespitte bulunmuÅŸtuk.

     1. Türkiye Cumhuriyeti'ni Osmanlı Devleti'nin mirasçısı/temsilcisi ve devamı olarak görmektedir.

     2. Osmanlı Devleti'nin tek mirasçısı ve devamı olan Türkiye Cumhuriyeti; Osmanlı'nın geçmiÅŸ yüzyıllarda yaptığı çatı devlet misyonunu/sorumluluÄŸunu tekrar yüklenmelidir. Tarihsel süreç ve miras bunu gerekli kılmaktadır, söylemini benimsediÄŸinin deÄŸerlendirmesini yapabiliriz.

     3. Bu sorumlulukla ve bu sorumluluk hissinin/hissiliÄŸinin oluÅŸturduÄŸu algıyla hareket eden Türkiye; Osmanlı bakiyesi olan topraklarda Balkanlar'da Kafkaslar'da ve OrtadoÄŸu'da vs. bu temsiliyetten aldığı yetkinin/yetkinin verdiÄŸi liderliÄŸin bütün ülkelerce kabul edilmesini/edilmesi gerektiÄŸini doÄŸal bir sonuç olarak görmektedir.

     Bu üç tespitten yola çıkarak; DavutoÄŸlu ve siyaset stratejisini Osmanlıcılıkla deÄŸerlendirmek kadar doÄŸal bir sonuç olmasa gerek diye bitirmiÅŸtik.

     DavutoÄŸlu her ne kadar yazılarında ve dış siyasete yönelik gerçekleÅŸtirilen toplantılarda yaptığı konuÅŸmalarda; Türkiye'nin dış siyasetine yönelik geniÅŸ ve derinlikli tarihsel aralıkları dikkate alarak deÄŸerlendirmeler ortaya koyan açıklamalar getirse de uygulanan siyasetin böyle bir etiketlenme ile isimlendirilmesini engelleyememektedir.

     Türkiye dış siyasetine dair süreci çok daha eski tarihlerden baÅŸlatarak analizler gerçekleÅŸtirerek/geliÅŸtirerek ortaya koyarak Türkiye'nin dış politikasının nereden nereye gelmiÅŸ olduÄŸunu ortaya koyarak netleÅŸtirmeye çalışırken, nereye doÄŸru gittiÄŸinin gerekçelerini ve nedenlerini de anlatmaya/anlaşılmasını saÄŸlamaya çalışmaktadır. Bu durum kimilerine göre aydınlatıcı olmakla beraber kimilerine göre de yeterince açıklayıcı olamamaktadır.

     Bunlardan birincisi ise; geçmiÅŸin siyasal ilkelerinin yerine yeni dönem siyasal ilkelerin oluÅŸturulmasının dış siyasette yaptığı etkilerin ve ortaya çıkan sonuçların farklı bakış açıları ve farklı kaygılardan dolayı deÄŸerlendirilme ÅŸekillerinden kaynaklandığını söyleyebiliriz. Bu deÄŸerlendirmelerin kabul edilebilir, anlaşılabilir yanları vardır. Ortaya konulan yeni siyasal iliÅŸkilerin; örneÄŸin Türkiye Ä°srail iliÅŸkilerinin yaÅŸadığı boyut, Türkiye'nin OrtadoÄŸu’ya yönelik politikalarında kendisine biçtiÄŸi misyon ve vizyon, bakış açısı ve deÄŸerlendirme farklılıklarına göre eksen kayması ve Osmanlıcılık olarak deÄŸerlendirilmesi son derece normaldir.

     Çünkü Cumhuriyetin kuruluÅŸ yıllarından bu yana izlenen Batı eksenli dış politikanın terk edilmeye baÅŸlandığı ya da revize edildiÄŸi, Türkiye'nin eski Osmanlı hinterlandında neo-emperyal bir vizyonu hayata geçirmeye niyetlendiÄŸi iddialarının ısrarla dillendiriliyor, olmasını bölgeye yönelik planları olan sismik güçlerin etkisinin de payının olduÄŸunu ihmal etmeyerek, ön yargılı ya da kötü niyetli olarak deÄŸerlendirmemek gerekiyor.

     DeÄŸerlendirme yapanlar açısından, böyle bir sonuca ulaÅŸmak için (eksen kayması ya da Osmanlıcılık ) uygulanan siyasette, böyle düÅŸünmeyi güçlendirecek çok fazla referans bulmak mümkündür. Böyle bir siyasal yöneliÅŸ tercihinin gerekçeleri oluÅŸturulurken belirlenen referans zemin; bu konuda oldukça fazla done bünyesinde barındırmaktadır.                                                                              

     Türk dış politika yapıcılarının defalarca yalanladığı, her iki iddianın da gerçeÄŸi yansıtmadığının altı çizilerek açıklamalar yapılsa da, bu tür anlamaların önüne geçilememiÅŸtir.

     Çünkü yeni siyasal ilkelerin inÅŸasından doÄŸan mahiyet farkı yeterince açıklanamamış/yapılan açıklamaların da reel siyasal zemin özelliklerinden uzak bir zeminin üzerinden (ahlaki ve tarihsel sorumluluk vurgusu ) anlatılmaya çalışılmasından kaynaklanmaktadır.

     Türkiye'nin özellikle OrtadoÄŸu'ya yönelik politikalarının temelini özgürlük, eÅŸitlik, insan hakları ve demokrasi çerçevesinde yoÄŸunlaÅŸtırdığından; bölge içinde oluÅŸan dinamiklerin batının beklenti ve stratejileri ile çatışma yaÅŸadığından, Türkiye'nin bu politik yöneliÅŸi batı tarafından batıyı dışlayan bir politik anlayış olarak algılanmaktadır. Bölge halkı tarafından dillendirilen bu talepler son derece doÄŸal taleplerdir. Bu doÄŸal talepleri politik söylem haline getiren ve bölge söyleminin en büyük destekçisi olan Türkiye'nin Orta DoÄŸu'da batıyı dışlayan hasım bir Ä°ktidar alanı inÅŸa etmeye çalıştığı zannedilmektedir yada kasıtlı olarak böyle etiketlendirilmektedir.

     Genel olarak dengenin kendi aleyhlerinde bozulduÄŸunu düÅŸünen batı ve ABD, bölgenin doÄŸal taleplerini meÅŸru bir zemine çekmeye çalışan Türkiye'nin önünü kesmeye çalışmaktadır. YerleÅŸik statüko için tehlikeli boyutlara ulaÅŸan Türkiye'nin yüksek profilli politik giriÅŸimleri ve diplomasisi “Yeni Osmanlıcılık” olarak takdim edilerek OrtadoÄŸu toplumlarını ürkütmeye, içeride de kolayca harekete geçirilebilecek kültürel fay hatlarıyla örtüÅŸen siyasi ayrışmayı derin iliÅŸkileri sayesinde dış politika alanına taşıyarak kontrolü yeniden saÄŸlamaya çalışmaktadırlar.

     Türkiye'nin Balkanlardan, OrtadoÄŸu'ya uzanan bir coÄŸrafyada siyasal tezler ortaya koyması ve bu konuda strateji belirlemeye çalışmasını “yeni Osmanlıcılık” olarak nitelendiren bazı organize kesimler karşı propaganda olarak Türkiye'nin aslında “bölgesel emperyalizm” peÅŸinde olduÄŸu söylemini geliÅŸtirdiler. Bu konuda etkili oldukları söylenebilir. Yapılan propaganda ile batı ve ABD'nin bölgeyle kurduÄŸu derin iliÅŸkiler sayesinde, Türkiye'nin bölgenin doÄŸal taleplerine verdiÄŸi destek amacından saptırılmış, bölgede Türkiye'ye yönelik büyük bir direnç oluÅŸturulmuÅŸtur. Fakat ortaya çıkan bu sonuç sadece sismik güçlerin bölgeye yönelik politik bir baÅŸarısı olarak düÅŸünülmemelidir.

     Küresel emperyalizmin bu konuda elde ettiÄŸi baÅŸarıda DavutoÄŸlu siyasetinin ilkesel zemininin büyük payı vardır. Bölgeye yönelik oluÅŸturmaya çalıştığı kültürel ortak payda, tarihsel zemin ve bu zemine yapılan büyük vurgu yapılan propagandanın baÅŸarı elde etmesini kolaylaÅŸtırmıştır. DavutoÄŸlu siyasetinin bu algısı/temel yanılgısı, beklenen sonucu ortaya çıkaramamıştır.

     DavutoÄŸlu bölgenin talepleriyle/oluÅŸturmak istediÄŸi siyasetin temel parametrelerinin çeliÅŸtiÄŸini; bölgenin taleplerine destek vererek ve sözcülük yaparak büyük bir paradoksun içinde olduÄŸunu fark edememiÅŸtir/edememektedir. Yalanladıkları ya da tekzip ettikleri politik talepler/siyasal hedefler, referans olarak kullandıkları düÅŸünsel zeminde propaganda malzemesi yapılmaya müsait çok fazla delil barındırmasından dolayı yeni Osmanlıcılık damgası yemesini son derece doÄŸal olarak görmekteyiz. Burada hemen belirtelim ki DavutoÄŸlu siyasi ilkeleri,

     Ä°slam’ın evrensel deÄŸerleri ve bu deÄŸerlere anlam kazandıran kavramlarla oluÅŸturulmadığından ortaya çıkan bölgesel mukavemet kendisine taraftar bulabilmektedir.

     DavutoÄŸlu siyasetindeki bu vazgeçilmez algı ve bu algısal referansların oluÅŸturduÄŸu siyasal parametreler büyük sorunları bünyesinde taşımaktadır ki, DavutoÄŸlu’nun göreve baÅŸlamasıyla beraber iÅŸaretlerini göstermeye baÅŸlamıştır.

     Böyle bir algı ve devredilemez zorunlu sorumluluk; '' önümüzdeki dönemde Türk stratejik zihniyetli kimliÄŸinin yeniden ÅŸekillenmesindeki en belirleyici unsurlar olarak devreye girecektir.'' (1)zihinsel ön hazırlığı DavutoÄŸlu’nun DışiÅŸleri Bakanı olmasıyla beraber uygulamaya dönüÅŸmüÅŸtür. Bu algıyla ÅŸekillenen stratejik zihniyet ve kimliÄŸin, dış siyaset uygulamalarına yansıması; ''komÅŸularıyla sıfır sorun'' yol haritasını daha baÅŸlamadan tarihin çöplüÄŸüne atmak demektir. 

     Bu zihniyet yapısının kendisi sorunludur; dolayısıyla üreteceÄŸi stratejiler sorun üretmekten baÅŸka bir ÅŸeye yaramayacaktır. Daha ilk adımda bu zihniyetin oluÅŸturduÄŸu atmosfer sıfır sorun söylemi, (sorunlarımızı deÄŸil, ortak paydalarımızı konuÅŸalım) söylemin üzerine karabasan gibi çökerek sorunlar yumağı haline dönüÅŸtüÄŸü/dönüÅŸeceÄŸi gibi; tarihin karanlık derinliklerinde kalan problemleri de gün yüzüne taşıyan kanalı da ortaya çıkaracaktır.

     Tarihsel bir olgu olarak kalmasına çaba sarf edilen Osmanlı Ä°ran gerginliÄŸi; bu söylem ile mumyalaÅŸtırılmış mezarından yeniden kaldırılarak, Osmanlı misyonunun mirasçısı olan Türkiye ile Ä°ran, geçmiÅŸte kalan/kalması gereken hesaplaÅŸmayı; OrtadoÄŸu'yu kan gölüne çeviren emperyalistlerin hazırladıkları arenada büyük bir rekabet ile yapmaktadırlar. Türkiye Ä°ran gerginliÄŸi/rekabetinin temelinde DavutoÄŸlu’nun oluÅŸturduÄŸu Osmanlıcılık algısının/stratejik atmosferi; coÄŸrafyanın diÄŸer ülkelerinin en baÅŸta Ä°ran'ın zihinsel ve tarihsel arka planlarında oluÅŸan ön yargılar ve koÅŸullanmalar; tarihsel bir sapmaya (eksen kaymasına deÄŸil ) yeni tarihsel fay hatlarının/yeni jeokültürel hatların/coÄŸrafyaların oluÅŸmasına sebebiyet verecektir.

     Yeni jeokültürel coÄŸrafyaların oluÅŸması ümmet algısının ve zihniyetinin yeÅŸerme ihtimalini de sıfırlayacaktır. Ä°ran ve Türkiye'nin Suriye üzerinden yaÅŸadıkları gerginlik; DavutoÄŸlu stratejisinin bölgede yaratığın algının, Ä°ran'ın tarihsel siyaset algısında yarattığı elektriklenmeden/gerilimden kaynaklanmaktadır.

     Çünkü: '' bir toplumun stratejik zihniyeti; içinde kültürel, psikolojik, dini ve sosyal deÄŸer dünyasını da barındıran tarihi birikimi ile bu birikimin oluÅŸtuÄŸu ve yansıdığı coÄŸrafi hayat alanının ortak ürünü olan bir bilincin, o toplumun dünya üzerindeki yerine bakış tarzını belirlemesinin ürünüdür.Bu açıdan bakıldığında zihniyet ile strateji arasındaki iliÅŸki coÄŸrafi verilere dayalı mekân algılaması ile tarih bilincine dayalı zaman algılamasının kesiÅŸim alanında ortaya çıkar.Farklı toplumların farklı stratejik bakış açılarına sahip olmaları aslında bu mekân ve zaman boyutlarına dayan farklı dünya algılamalarının ürünüdür.Toplumların kendi coÄŸrafi konumlarını eksen edinen mekân algılamaları ile kendi tarihi tecrübelerini eksen edinen zaman algılamaları, yöneliÅŸleri ve dış politika yapımını etkileyen zihniyet altyapısını oluÅŸturur. '' (2)  

     Bu yazının konusu olmamasına raÄŸmen hemen yukarıda yapılan tanımlamaları ve kavramları dikkate aldığımızda stratejik zihniyeti belirleyen unsurlar arasında Din= Ä°slam/ümmet bilinci ve ümmet coÄŸrafyası, tarihsel bilinç, Müslüman ve kardeÅŸlik kavramları üzerinden bir coÄŸrafya ve tarih bilinci oluÅŸturulabilseydi ya da inÅŸa edilmeye çalışılabilseydi.

     Yine yukarıdaki tanımlamalarda geçen mekân ve zaman boyutlarına dayanan farklı dünya algılamaların önüne geçilerek çok daha geniÅŸ yelpazede ve herkesin ittifak edebileceÄŸi Ä°slam'ın evrensel siyaset deÄŸerleri üzerinden konuÅŸmayı baÅŸarabilseydik.

     Ä°slam coÄŸrafyasından emperyalistleri söküp atmak ihtimali ortaya çıkabilirdi. Bugün için tüm Ä°slam coÄŸrafyasında gerçekleÅŸen Ä°slami direniÅŸ ve diriliÅŸ hareketleri ümmetin coÄŸrafyasının oluÅŸması yolunda büyük bir imkân ve lütuftu; fakat yanlış inÅŸa edilen siyasal zihniyetler ve bu zihniyetlerin oluÅŸturduÄŸu stratejiler bu fırsatı elimizden kaçırmak üzere olduÄŸumuz gibi, böyle giderse büyük parçalanmalar ortaya çıkacak ve emperyalistlerin yeni bir OrtadoÄŸu haritası oluÅŸturmalarına bu durum zemin hazırlayacaktır.

     Bölge haritaları deÄŸiÅŸtiÄŸinde, Türkiye hiç beklemediÄŸi bir sonla karşılaÅŸabilir:

     '' . Gerek Osmanlı Devleti'nin çözülme sürecinde gerekse Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluÅŸundan bu yana karşı karşıya kalınan uluslararası problemlerde ortaya çıkan en önemli gerilim alanıbu stratejik bilincinin süreklilik unsurları ile cari uluslararası güç dengelerindeki konum arasındaki farkın doÄŸurduÄŸu psikolojik gerilim ve bu gerilimin kimlik bilinci üzerindeki yıpratıcı etkisidir.Kimlik, mekân ve zaman bilincinin tarihi birikim ve cari gerçeklikler çerçevesinde yeniden kurulması tarihi içinde var oluÅŸun ve insanlık birikimine katkıda bulunabilmenin olmazsa olmaz ÅŸartıdır. Bunun içindir ki, stratejik zihniyeti oturmuÅŸ olan ve bu zihniyeti deÄŸiÅŸen ÅŸartlara göre yeni kavramlar araçlar ve formlar ile yeniden üretebilen toplumlar uluslararası güç parametrelerine de ağırlık koyabilme kabiliyetini kazanırlar.Bunun aksine stratejik zihniyette radikal bir kırılma yaÅŸayarak kimlik bilincini yıpratan toplumlar tarihi varoluÅŸlarını tehlikeye atarken, bu zihniyeti diÄŸer toplumları dışlayıcı bir araç olarak görerek donuklaÅŸtıran toplumlar ise ortak insanlık bilincinden kopmakta ve kendileri dışlanmaktadırlar. '' (3) 

     Ä°slam coÄŸrafyası için Afganistan böyle bir ülkedir. Afganistan ile aynı duruma düÅŸmemiz, stratejik-siyasal zihniyetimizi hangi kavramlar, araçlar ve formlar ile yeniden üretme ÅŸeklimize baÄŸlıdır. Bu sadece bizim için deÄŸil; Suriye, Irak için de geçerlidir. Bu ülkelerde yaÅŸanan zihniyet kırılmaları/yeni oluÅŸacak fay hatları diÄŸer ülkeleri de sarsacak bir biçimde etkileyecektir.

     ÖrneÄŸin, 3 Temmuz 2013’te Mısır ordusunun ABD ve Suudi Arabistan'ın desteÄŸini alarak Mısır'da gerçekleÅŸtirdiÄŸi darbe sonucunda, demokratik seçimle iÅŸbaşına gelen Muhammed Mursi yönetimine son vermiÅŸtir. Bu geliÅŸme OrtadoÄŸu ve DoÄŸu Akdeniz Bölgesi'nde dengeleri deÄŸiÅŸtirecek ölçektedir ABD baÅŸta olmak üzere birçok ülke genel olarak OrtadoÄŸu özel olarak da Suriye politikasını Mısır'daki geliÅŸmelere paralel olarak yeniden gözden geçirecektir. Bunun iÅŸaretlerini ÅŸimdiden görmekteyiz.

     Ä°ran ve Rusya'nın desteÄŸiyle rahatlayan Esad yönetimi, Türkiye'ye karşı hem de tam çözüm süreci esnasında '' Kürtlere özerklik  '' kartını açarak PYD yapılanmasıyla Türkiye'yi bölgede etrafı çevrilmiÅŸ, sıkışmış bir hale sokmuÅŸtur. Bununla birlikte PYD özerklik ilanını Ä°ran,, Rusya, Güney Kıbrıs,, Ä°srail gibi ülkelerin, hatta ABD'nin tanıması bölgesel coÄŸrafyanın yeniden dizaynı anlamına gelmektedir. Bu durumda sorun kuzey Suriye sorunu olmaktan çıkar. Büyük Kürdistan projesi sorunu konuÅŸulmaya baÅŸlanır ve bölge ülkeleri olan Irak, Ä°ran, Türkiye’yi derinden etkileyen sonuçlar ortaya çıkar.

     Bunların konuÅŸulmaya baÅŸlaması basit bir olgu olarak görülmemelidir: CoÄŸrafi ve Hukuksal olarak kurulan Kürdistan, ÅŸimdiye kadar gerçekleÅŸtirilemeyen, kuruluÅŸun/kurulmanın en zor aÅŸaması olan zihinsel kuruluÅŸ aÅŸamasını da gerçekleÅŸtirmiÅŸ olacaktır. Bu zihinsel kuruluÅŸtan sonra Türkiye'nin yapacağı fazla bir ÅŸey kalmamaktadır: ya bu ülkeyi tanımak ya da buraları askeri olarak iÅŸgal etmesidir. Sadece bu varsayımlar bile OrtadoÄŸu'nun ne kadar kaygan bir zemine sahip olduÄŸunu göstermektedir.

     DavutoÄŸlu siyasetinin teori pratik arasındaki uyumsuzlukları yanında, oluÅŸturulacak siyasete katkı saÄŸlayıcı referans alanlarının tespiti ve bu alanların siyasete olan etkisinin deÄŸerlendirme yanlışları da vardır. OrtadoÄŸu'yu Osmanlı bakiyesi olarak görmesi ve bu nedenle bütünleÅŸtirici bir ortak kültürün olduÄŸunu düÅŸünmesi bu ortak noktaların bölgesel siyaseti yönlendiren siyasi elitin üzerinde olumlu etkisinin olacağını tahmin etmesi; öngörülerini kuvvetlendirmek için kullandığı delillerin/gerekçelerin, OrtadoÄŸu siyasetinde ortaya konulacak stratejik ortaklıklar için yeterince güçlü argümanlara sahip olmadığı hem sonuç olarak hem teori olarak ortadadır. (4)

     DavutoÄŸlu tarihi arka plan zeminini ÅŸöyle gerekçelendirmektedir: Türkiye'nin Osmanlı bakiyesi olarak devraldığı Balkanlar Kafkaslar ve OrtadoÄŸu bölgelerinde oluÅŸturacağı politikaların tarihi mirası dikkate alarak oluÅŸturulması gerektiÄŸini söylemektedir. ''  Bu bölgelerde yıkılan her cami eksilen her Ä°slami müessese kültürel anlamda yok olan her Osmanlı geleneÄŸi unsuru Türkiye'nin bu bölgedeki sınır ötesi etkinliÄŸinden sökülen birer temel taşıdır. Bu ara politikaların temelinde Osmanlı Ä°slam kültürünün canlı tutulmasının yer alması kaçınılmazdır.'' (5)

     '' Türkiye'nin Balkanlar'daki siyasi etki temeli Osmanlı bakiyesi Müslüman topluluklardır. Türkiye ÅŸu anda Balkanlar'da Osmanlı mirasına dayalı tarihi birikimin saÄŸladığı önemli imkânlara sahip görünmektedir. Öncelikle Türkiye'nin tabii müttefikleri konumunda olan Müslümanların çoÄŸunlukta olduÄŸu iki ülkede ( Bosna ve Arnavutluk) bu ortak tarihi birikimi tabii bir ittifak haline döndürme iradesi ortaya çıkmıştır. Bulgaristan, Yunanistan,, Makedonya, Sancak, Kosova ve Romanya'daki Türk ve Müslüman azınlıklar ise Türkiye'nin balkan politikasının önemli unsurlarıdır.'' (6)

     Türkiye'nin ilgi alanları içinde olan coÄŸrafyalardaki hareketlenmeler zorunlu bir misyona sürüklemektedir. '' Bu durum önemli güç parametrelerinden olan tarih unsurunun kendi ağırlığını hissettirmesinden baÅŸka bir ÅŸey deÄŸildir. Osmanlı devletinin 700 yıllık birikiminin varisi olarak görülen Türkiye, yakın kara havzasındaki insan unsuru için hala bir siyasi merkez olarak görülmektedir. Yakın kara havzasındaki Osmanlı bakiyesi bu unsurların Türkiye'yi ya onları bulundukları yerde koruyacak bir güç ya da muhtemelen bir tasfiye hareketi karşısında bu sığınılacak nihai bir melce olarak görülmesi, Türkiye'yi tarihi parametresinin yönlendirdiÄŸi yeni bölgesel misyonlarla karşı karşıya bırakmaktadır. Bu tarihin belli dönemlerle sınırlı iradeler aÅŸarak günlük politikaya ağırlığını koymasından baÅŸka bir ÅŸey deÄŸildir. ''(7)

     Bu coÄŸrafyalardaki halklarla siyasal iliÅŸkiler kurmanın gerekliliÄŸini anlamak mümkündür. Fakat bu mantaliteyi anlamak mümkün deÄŸildir. SoÄŸuk savaÅŸ dönemi sonrası Türkiye Cumhuriyeti'nin hem Osmanlı geçmiÅŸinin tasfiyesiyle uÄŸraşırken ve bu her zeminde deklare ederken, hemde diÄŸer coÄŸrafyada kalan halklara Osmanlı'dan kalan bir mesuliyet hissetmesi / eÄŸer böyle bir hissiyat varsa; bu çeliÅŸkili ve hastalıklı ruh hali Türk siyasetinin geçmiÅŸinden devraldığı tuhaf / anlaşılmaz bir problem olarak görülmelidir.'' (8)

     '' Türkiye OrtadoÄŸu ile ilgili uygulana gelen sırtını dönme politikasının özellikle jeoekonomik çerçevedeki kayıplarını fark ettiÄŸinde bu bölge ile ilgili kaynak ve güç paylaşımının belirlenmiÅŸ statik parametreleri ile karşı karşıya kalmış,ne kültürel anlamda yabancılaÅŸmış olduÄŸu bölge halkı üzerinde ne de siyasi elit üzerinde yeterince etkili olabilmiÅŸtir.

     Hâlbuki Türkiye bu bölgeyi/bölgeleri terk ettiÄŸinde Osmanlı bakiyesi bir entellektüel siyasi elit ve bu tarihi birikimin ürünü toplumlar arası bir konjonktürel bütünlük söz konusu idi. Bu avantajlar baÅŸlı başına bir OrtadoÄŸu stratejisinin temel taÅŸları olabilecek nitelikler taşıyordu.Åžam ve BaÄŸdat gibi birçok Arap ÅŸehrinde yakın zamana kadar Türkçeyi rahatlıkla konuÅŸabilen bir toplumsal kesimin varlığını sürdüre gelmiÅŸtir.''(9)

     DavutoÄŸlu’nun yaptığı bu deÄŸerlendirmelerin yeterince saÄŸlıklı bir temel teÅŸkil etmediÄŸi ortadadır. ÖrneÄŸi Åžam'da ve BaÄŸdat'ta Türkçe konuÅŸma imkânı bulabiliriz ama DavutoÄŸlu da çok iyi bilir ki tüm OrtadoÄŸu'da Arapça ve Farsçadan sonra Ä°ngilizce, Fransızca ama özellikle Ä°ngilizce hemen hemen OrtadoÄŸu halklarının tamamında ana dil gibidir. Bir coÄŸrafya bir dili biliyorsa, o dilin kültürünü de biliyor demektir.

     DavutoÄŸlu’nun da tespit ettiÄŸi gibi 90 yıldır bölgeye yabancılaÅŸan Türkiye, bugün aklı başına gelip ben geldim deme ile sorunun çözüleceÄŸini sanmıyordur herhalde/DavutoÄŸlu’nun böyle bir yanılgı içine düÅŸebileceÄŸine ihtimal vermiyorum.

     ''Türkiye bu kesimler ile baÄŸlarını iyi korumuÅŸ etkin ve tarihi prestije sahip bir bölge ülkesi imajını yaratmaktansa küresel güç merkezlerinin OrtadoÄŸu'daki temsilcisi konumunu vurgulamaya özen göstermiÅŸ bölgeye karşı gittikçe yoÄŸunlaÅŸan bir yabancılaÅŸma sürecine girmiÅŸtir. (10)

     Tarihsel olarak bölgeye yabancılaÅŸan ülke dün olduÄŸu gibi bugün de hala uygun/evrensel deÄŸerler üzerinden ünsiyet kuramamış ve bölgeye hala yabancıdır. Son dönem Ä°ktidar vasıtasıyla bu algı biraz düzelmeye/deÄŸiÅŸmeye baÅŸlamasına raÄŸmen NATO füze kalkanı problemiyle eski algı atmosferine geri dönülmüÅŸtür.

     Türkiye OrtadoÄŸu'da küresel güç merkezlerinin temsilci konumunda görülmektedir. Son dönem iktidarının bölgeye yönelik politikalar çerçevesinde ortaya çıkan ilgiyi ve teveccühü/temennileri DavutoÄŸlu yanlış algılamaktadır. Tam da DavutoÄŸlu’nun kendi tespitini kendisine hatırlatma zamanıdır: '' Stratejik bilinç tarihe, stratejik planlama bugünkü realitelere dayanmak zorundadır.(11)

     Tarihi birikimi siyasi merkezin tercih ve talimatları doÄŸrultusunda yeniden ÅŸekillendirebileceklerini düÅŸünenler tarihin öÄŸütücü çarkları içinde kaybolmuÅŸlardır.'' (12)

     Tarihsel coÄŸrafyayı konumlandırma/yorumlama yanlışlarının oluÅŸturduÄŸu güç tasavvurunun reel zemin politikalarında yarattığı sorunlar hala doÄŸru anlaşılabilmiÅŸ deÄŸildir.

     DavutoÄŸlu, Türkiye'nin aynı anda birçok kıta baÄŸlantısı kurabilen birçok deniz ve suyolu havzası ile doÄŸrudan temas halinde olan bir ülke olduÄŸunu söyler ve kıtalar arası siyaseti etkileyen Osmanlı Devleti'nin de temel omurgasının da bu coÄŸrafyada oluÅŸtuÄŸunun önemine vurgu yapar.

     '' tarihte Afroavrasya ana kıtasının en önemli havzalarını birleÅŸtiren böylesi bir gücün oluÅŸması, siyasi ve askeri anlamından öte anlamlar taşımaktadır. Osmanlı Devleti'nin kadim medeniyet havzalarının tümünü harmanlama gücü ve kapasitesi bu çok yönlü jeostratejik hâkimiyet alanının ortaya çıkışının da altyapısını oluÅŸturmuÅŸtur. Bu yönüyle Osmanlı Devleti, sadece bir askeri güç olarak deÄŸil, insanlık birikimini bünyesinde bütün renkleriyle taşıyan son kadim kültür haritasını oluÅŸturma özelliÄŸi ile de tarihi bir öneme sahiptir. '' (13)

     Osmanlı devletinin bu çok yönlü jeokültürel özelliÄŸi Türkiye'nin kıtalar arası jeokültürel rolünün de tarihi temelini oluÅŸturmaktadır.(14)

     DavutoÄŸlu, dış siyasetinde oluÅŸturduÄŸu kuram çerçevesinde dayanak olarak kurmak istediÄŸi güç tasavvurunu ÅŸu temel üzerinde inÅŸa etmek istemektedir. Tarihi birikim açısından bakıldığında Türkiye'nin gerek bölge içi gerekse bölge dışı ülkelerden çok farklı ve kendine has özelliklere sahip olduÄŸu temellendirmesinden hareket ederek (tabi ki zihinsel kurgu olarak Osmanlı'nın devamı oluÅŸuna atıf yaparak ) bu durumun Türkiye'nin uluslararası yapının hâkim sistemik unsurları ile tarih boyu süre gelen iliÅŸkinin farklılığından kaynaklandığını belirtmektedir. ''

     Türkiye ne bu sistemik unsurları ortaya çıkaran tarihi sürecin bir parçasıdır ne de bu sürecin sömürgeleÅŸtirdiÄŸi ülkeler grubuna dâhildir. Türkiye konjonktürel gerekçelerle ortaya çıkmış herhangi bir ulus devlet de deÄŸildir. Aksine uluslararası sistem oluÅŸturan hakim medeniyet ile asırlarca süren çok yoÄŸun bir hesaplaÅŸma sürecinin oluÅŸturduÄŸu tarihi mirasın eseridir. ''

     DavutoÄŸlu dış siyasetteki güç algısını bu temel zemin üzerine inÅŸa etmektedir. Dolayısıyla Türkiye hâkim medeniyetle hesaplaÅŸma sürecinde ortaya çıkan tarihi bir mirasın eseriyse yani Osmanlı'nın devamı ise ki böyle düÅŸünüyor ''. Her ÅŸeyden önce belirtmek gerekir ki bu tarihi mirasın kaynağı olan Osmanlı Devleti, Avrupa karşısında doÄŸrudan hâkimiyet kurmuÅŸ yegâne medeniyet havzasının siyasi yapılanması idi. '' (15)

     O zaman soy ve gen açısından da Osmanlı'nın özellikleri taşıması gerekir ki, Osmanlı'nın tarihte yaptığını yapabilir. Bu özelliklere sahip bir Türkiye Osmanlı'nın tarih oluÅŸturma gücünü de aynen devralmış demektir. Her ne kadar hamasi tarih algısının kötü sonuçlarından bahsetmesine raÄŸmen (16) Osmanlı'nın tarihi nasıl etkilediÄŸine dair tarihte en önemli örnekler verir.

     '' Osmanlı devletinin kurduÄŸu hâkimiyet hem Avrupa'daki feodal yapının dağılması sürecini doÄŸrudan etkilemiÅŸ hem de Avrupa'yı yeni ticaret yollarının keÅŸfi için dünyaya açılmak zorunda bırakmıştır. Osmanlı'nın Avrupa'yla kurduÄŸu iliÅŸkilerin Avrupa siyasetini etkilediÄŸini stratejik zihniyetini deÄŸiÅŸtirdiÄŸini, Osmanlı karşısında oluÅŸturdukları koalisyonlar yoluyla Avrupalılık bilinci ve fikrinin oluÅŸmasında önemli bir rol oynamasına (17) vurgu yaparak tarihsel mirasın temsilcisi Türkiye'nin aynı etkiyi yeniden yapabileceÄŸini iddia etmektedir. Böyle bir iddiayı ancak küresel güç olan bir ülke ortaya koyabilir.

     Oysa DavutoÄŸlu’nun tanımlaması içinde Türkiye,bölgesel güç tanımlaması içinde olan ülkeler arasındadır. Böyle bir iddiayı gerçekleÅŸtirebilecek ülke ise bölgesel güç olarak nitelendirilebilecek bir sınıf içinde olması ise büyük bir çeliÅŸkiyi içermektedir. Üstelik bölgesel güç olan bu devletler; bölgesel etki alanlarını ve dış politikalarını bir süper gücün konjonktürel politikalarına bağımlı kılmak zorunda kalıyor olmaları/en azından bu zamana kadar böyledir ki o zaman açıklanamayacak bir paradoks ortaya çıkmaktadır.

     '' Devletler, uluslararası sistemde stratejik ve taktik manevra kabiliyetlerine göre dört farklı kategoriye ayrılabilir. Süper devletler, büyük devletler, bölgesel güçler ve küçük devletler. Bölgesel güçler (Türkiye’nin de içinde bulduÄŸu kategori ) stratejik ve taktik hesaplarında bir yandan süper güçlerin, diÄŸer yandan büyük devletlerin parametrelerini göz önünde tutmaksızın politika oluÅŸturamazlar. '' (18)

     Bu potansiyel ile tarihsel mirası nasıl ihya edecektir, belli deÄŸildir. Bununla beraber, NATO ÅŸemsiyesi altında yaÅŸadığı ekonomik, sosyal, kültürel ve siyasal problemlerden dolayı bölge coÄŸrafyasına yabancılaÅŸmasına raÄŸmen (19) böyle bir iddiayı ileri sürmeyi anlamak mümkün deÄŸildir. Bunun tekbir alametifarikası vardır; Osmanlı mirasçısı olmasından kaynaklanan genlerindeki güçten baÅŸka bir açıklaması olmasa gerek.

     Bu konudaki bir baÅŸka çeliÅŸki ise; Türkiye, bölgesinde herhangi bir ülke olmadığı ve hâkim medeniyet ile hesaplaÅŸma sürecin oluÅŸturduÄŸu tarihi mirasın eseri olduÄŸu vurgulanırken, kitabın üçüncü bölümünde ise '' Türkiye Cumhuriyetini Osmanlı bakiyesi toprakların bütünlüÄŸü içinde tarih sahnesine çıkaran Lozan AnlaÅŸması iç ve dış siyasette farklılaÅŸan bir kimlik ön görüyordu.'' (20) çeliÅŸkisini izah etmek zor olsa gerek.

     Türkiye'nin dünya medeniyet havzalarındaki ülkelerden siyasi kültür olarak ayrıştığı noktaları sıralayan DavutoÄŸlu '' Türkiye'nin siyasi kültürünü diÄŸer toplumlardan farklılaÅŸtıran temel unsur ve bu unsurun uluslararası konumu etkileyen özelliÄŸi nedir?(21)  '' sorusunu sorar ve cevap olarak

     '' Bu temel farkı Türkiye'nin zaman ve mekânla ilgili iki sabit deÄŸiÅŸkeninde yani tarihinde ve coÄŸrafyasında aramak gerekmektedir.'' (22) olarak verir. Tarihsel verilerin bu kadar etkili olabileceÄŸi düÅŸünülen bir coÄŸrafyada, tarihsel hiç bir iliÅŸkisi olmayan emperyalistlerin bu kadar etkin olmasını nasıl açıklayabiliriz? bilemiyorum. Bu sorumuzun cevabının da reel siyaset stratejisinin içinde olduÄŸunu düÅŸünüyorum.

     Ahmet DavutoÄŸlu kendi gündeminin büyüsünden kurtulmalıdır.

     ''  Stretejik zihniyet ile stratejik planlama arasında bir muhteva ÅŸekili iliÅŸkisi vardır.Sabit verilerin belirlediÄŸi stratejik zihniyetin muhtevası potansiyel verilerle rasyonel bir kurguya oturtulan stratejik planlama aracılığıyla elle tutulur ve algılanabilir bir ÅŸekle bürünür. (23)

     '' Diplomaside de durum pek farklı deÄŸildir, sadece nihai hedefe ulaÅŸmak için kullanılan araçlar farklıdır. Taktik nitelikli adımların stratejik bir yöneliÅŸ içinde bir araya getirilememiÅŸ olması, zamanla stratejik yöneliÅŸin anlamını ve çapını önemli ölçüde deÄŸiÅŸikliÄŸe uÄŸratır,çünkü bu taktik adımları atan diplomatlar kendi taktik adımlarını stratejik hedefler olarak görmeye baÅŸlar. Kendi birliÄŸinin yürüttü ve muharebeyi savaşın tüm stratejisi olarak deÄŸerlendiren bir subay ordunun nihai savaşı ile ilgili stratejisi üzerinde ne derece yanlış ve yönlendirmeye yol açarsa,kendi taktik tercihini ülkenin dış politika ekseninin merkezi haline getirmeye çalışan bir diplomat da o derece ciddi yanılgılara sebep olabilir. '' (24)

     Kitabından alıntılar yaptığımız bölümleri dikkatle incelediÄŸimizde sanırım fazla söz söylemeye gerek olmadığı anlaşılacaktır. Davut oÄŸlu kendisinin de çok doÄŸru bir biçimde tespit ettiÄŸi hataların her ikisine de düÅŸmüÅŸ durumdadır.

     Bir sonraki yazımızın konusu, Türkiye'nin NATO macerasının dış siyasetimiz üzerindeki etkileri ve bu etkilerin sonuçlarını incelemeye çalışacağız. 

Selam ve Dua ile

Veysel Ocak

 

1.Ahmet DavutoÄŸlu Stratejik Derinlik Küre Yay. S:23

2.Ahmet DavutoÄŸlu Stratejik Derinlik Küre Yay. S:29

3.Ahmet DavutoÄŸlu Stratejik Derinlik Küre Yay. S:30-31

4.Ahmet DavutoÄŸlu Stratejik Derinlik Küre Yay. Bakınız S: 56-57-58

5.Ahmet DavutoÄŸlu Stratejik Derinlik Küre Yay. S:54-55

6.Ahmet DavutoÄŸlu Stratejik Derinlik Küre Yay. S:122-123

7.Ahmet DavutoÄŸlu Stratejik Derinlik Küre Yay. S:143

8.Ahmet DavutoÄŸlu Stratejik Derinlik Küre Yay. Bakınız S:143-144-145

9.Ahmet DavutoÄŸlu Stratejik Derinlik Küre Yay. S:57

10.Ahmet DavutoÄŸlu Stratejik Derinlik Küre Yay. S:57

11.Ahmet DavutoÄŸlu Stratejik Derinlik Küre Yay. S:61

12.Ahmet DavutoÄŸlu Stratejik Derinlik Küre Yay. S:65

13.Ahmet DavutoÄŸlu Stratejik Derinlik Küre Yay. Bakınız S:193-194-195

14.Ahmet DavutoÄŸlu Stratejik Derinlik Küre Yay. S:196

15.Ahmet DavutoÄŸlu Stratejik Derinlik Küre Yay. Bakınız S:65-66

16.Ahmet DavutoÄŸlu Stratejik Derinlik Küre Yay. Bakınız S:59-60-61

17.Ahmet DavutoÄŸlu Stratejik Derinlik Küre Yay. Bakınız S:66-67

18.Ahmet DavutoÄŸlu Stratejik Derinlik Küre Yay. S:74-75

19.Ahmet DavutoÄŸlu Stratejik Derinlik Küre Yay. Bakınız S:71-72-73

20.Ahmet DavutoÄŸlu Stratejik Derinlik Küre Yay. S:70

21.Ahmet DavutoÄŸlu Stratejik Derinlik Küre Yay. S:79

22.Ahmet DavutoÄŸlu Stratejik Derinlik Küre Yay. S:81

23.Ahmet DavutoÄŸlu Stratejik Derinlik Küre Yay. S:31

24.Ahmet DavutoÄŸlu Stratejik Derinlik Küre Yay. S:31-32

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.