Makale
PKK-HDP örneğinde şiddetin sosyo psikolojisi-2
ÖZDENETİMSİZ HALK İHTİRASLARINI ANALARINI SEVER GİBİ SEVER.
Zihinsel ve kültürel dönüşüm sürecinin dinamizmi içinde; bireylerden topluma doÄŸru yayılan bir deÄŸiÅŸim yaÅŸanır. Bu deÄŸiÅŸimler bir amaç ve ide doÄŸrultusunda gerçekleÅŸmeye baÅŸladığında, toplumun duygu ve davranışlarına yön veren çok güçlü istekleri ve arzuları ortaya çıkarır. Toplum genelde bu deÄŸiÅŸimleri ve yöneliÅŸi, bilinçli olarak algılayamaz fakat bu coÅŸku çok güçlüdür. Bu istekler ihtirasa dönüştüğünde, mutlaka tatmin edilmeleri gereklidir. Bağımlı varoluÅŸların insanlığını; zihinlerini, düşüncelerini, algılarını, onlara varoluÅŸlarını kulaklarına fısıldayan iradenin egemenliÄŸi yönetir. Toplum propagandaya, bilincini kör eden ihtirasları yüzünden tutsak olur ve tatmini için, gösterilen her yol, onun için gidilecek yol olur. Ä°smet Özel ‘‘Ä°nsan için önüne çıkan bütün yollar yürünebilir yollar ise, o insan kaybolmuÅŸtur.’’ der. Toplumun kurgulanmış ve güdülenmiÅŸ kotlamalarla kurduÄŸu iliÅŸki ve bütünleÅŸme; canlıların analarına duyduÄŸu sevgi gibidir. Analara duyulan sevgide niçin sorusuna yer yoktur. Ä°ÅŸte halk bu koÅŸullandırmanın içerisinde iken, zihinsel olarak asla niçin sorusunu soramaz; odaklandığı tek ÅŸey bu arzuların gerçekleÅŸmesidir.
Bu bağımlılık halkta; bilinç, akıl, ahlak körlüğüne yol açmıştır, açacaktır. Öz denetimsizlik niçinsiz bağlılıktır. Niçinsiz bağlılık ise, ahlaki ölçüsüzlüktür. Bu bağlılık / bağımlılık ise insanın bilincini köreltir. Propagandanın istikamet verdiği toplumlarda, kirli ve karanlık dönemler sorgulanamaz, iletişim gerçekleştirilemez, fikirler konuşulamaz; fıtri olanı savunmak kolayca tehdit unsuru olarak gösterilebilir ki bugün gösterilmektedir.
Başkaldırı önderleri, topluma niçin sorusunu sormadan / sordurmadan, arzularını sürekli tahrik edenler / edebilenlerdir.
Koşullandırmaların oluşturulduğu toplumlarda, ideolojik şiddet yoluyla her türlü ahlaki duruş yolları kapatılır / kapatılabilmektedir. Propaganda yoluyla şartlandırılan bu toplumlarda; ideolojik ve ırkçı içerikler, ahlaki bir tavırla karşılaşmadan yığınları manipüle edebilmektedir. Halklar bu baskılama altında sıkıştırılmanın çaresizliği içerisinde istemediği şeylerin yapılmasının araçları haline getiriliyorlar.
Islahat önderleri ise; onlar adına niçin sorusunu kendilerine sorarak, neden ve nasıl sorularına yöneldiklerinde, toplumla, ancak o zaman, gerçek zeminde ilişki kurabilirler.
Islahat önderleri:Toplumdaki problemleri anlamaya çalışırken, kurulu sistem içerisindeki; toplumsal (dini ve kültürel), ekonomik, psikolojik ve ideolojik etkenler arasındaki ilişki ve etkileşimi analiz etmeden önce, oluşmuş toplumsal kişiliği anlamak zorundadır.
Zira halk kendi toplumsal kişiliği uyarınca hareket eder / etmektedir.
Yüz yıldır tüm toplum, fıtratını koruyacak bütün unsurları üzerinden asimilasyona maruz kalmıştır.
Toplum öncelikle fıtratına doğru bir yolculuğa çıkarılabilmelidir. Yüzyıllardır, toplumsal kişiliği oluşturan unsurlardan düşünme (kavramsallaştırma), hissetme (duyguları) coşkusal= eylemsel edinimleri (bilgi ve birikimleri) tarihsel olarak biçimlendirilerek, öz değerlerine yabancılaştırılmıştır.
Toplumsal düzende, insan düşüncesinin nasıl şekillendiğini / şekillendirildiğini, yaşam enerjisinin nasıl yönlendirildiğini; bu düşünce ve enerjinin, toplumun var oluş sürecine nasıl katıldığını anlayabilmemiz için, toplumsal kişiliği derinlemesine incelememiz gerekir.
Erich Fromm; toplumsal kişilik kavramı, toplumsal sürecin anlaşılmasında anahtar kavramdır'' der.
Fromm genel anlamda:Toplumsal kişiliği, belli özelliklerin, toplumun temel deneyimleri ile ortak yaşam biçiminin sonucu olarak; toplum üyelerinin çoğunda ortaya çıkan temel yöneliş olarak tanımlamaktadır. Toplum üyelerinin kahır ekseriyetinde gelişen hissiyatın, yaşam amacının ve hedefinin, toplumsal yaşam içerisinde oluşturduğu bütünlük ve uyum toplumsal kişiliğin potansiyel gücünü oluşturur.
Ruhsal, fiziksel, düşünsel ve tarihsel olarak hayat anlayışını topyekun kuşatan varoluş hissiyatı ve yönelişi, toplumsal kişiliği çerçevesinde gerçekleşir. Zira bir toplumun var olma mukavemeti; güç aldığı, yaslandığı özle ilişkilidir. Bu öz, (toplumsal kişilik) fıtratına ve değerlerine aykırı da olsa; tepkisinin merkezini, mukavemetinin enerjisini oluşturmaktadır.
Toplumun kişiliğinin döllendiği(inancın, kültürün, tarihin ve dilin oluşturduğu) bir tözü vardır:Bu töz, toplumu oluşturan bireylerin her birinin; düşünme, hissetme ve tüm edinimlerini şekillendirmekle kalmaz, hayatı inşa edecek kavramların da içeriğini oluşturur. Sevgi, adalet, eşitlik, özgürlük, kardeşlik, vatan, millet, ümmet vs gibi kavramları, bu kültürel töz ve anlayış tanımlayacaktır / tanımlamalıdır.
Her öğretinin şekillendirdiği kavramlar; duygusal bir kalıba dökülerek topluma sunulur ve benimsenmesi sağlanır. Zira toplum, koşullandırma yoluyla harekete geçirilirler, çünkü bilinçli olarak hareket edebilmek çoğunluğun doğasına aykırıdır.
Fromm'a göre:Düşüncelere şekil veren bu coşkusal kalıp son derece önemlidir çünkü bu, bir kültürün özünün anlaşılmasında anahtar görevi görür.
Kavramlar, tarihsel ve kültürel bir kalıbın içine dökülerek şekillendirilir. Halk bu kavramlara duygusal olarak koşullandırılır.
Toplum bilinçle ve bilgiyle hareket etmez:Halkı bir araya getiren coşkudur, bir arada tutan ise duygudaşlıktır, yönlendirme ise psikolojik olarak gerçekleştirilir. Dolayısıyla delillere dayanan bilgiyle ve bir düşüncenin oluşturduğu bilince yaslanarak harekete geçtiği görülmemiştir.
Toplum için varoluş; fark edilmeye dönüştüğünde, fark edilme; kör ve sağır bir tutkuya dönüşecektir.
Halk başkaldırı önderlerinin yönlendirilmesiyle iki algısal zemin üzerinde araçsallaştırılır:
Bunlardan biri; kazanımları, direnç ve eylemlilikle elde edilen somut başarılar olarak göstererek oluşturdukları moral ve zihinsel coşkudur. Bu coşku, hedefe yürüyüşte halkı daha örgütsel bir mantığa şartlandırmanın atmosferini oluşturur. Bu örgüt koşullandırılmasıyla baskılanan toplumsal kişilik, toplumsal düzende kendi zihinsel varoluş gettosunu oluşturarak, kendisini yalnızlığa sürükler.
Mağdur ve mazlum olan toplum, diğer halkların desteğini de bu aşamada kaybeder.
Bu süreci durduramaz, bu kuşatılmışlıktan kurtulamaz ise, yalnızlığı derinleşir.
İşte ikinci unsur;araçsallaştırdığı halkı yalnızlaştırmaktır.
Derinleşen yalnızlıkta toplum:
- Diğer halklarla dokusal farklılaşması daha da artar
- Şartlanmışlık ve ön yargı, aşılmaz bir duvar olur
- İlişki kurmada semboller daha belirleyici öncüller haline gelir.
- İdeolojik alan dışında, müzakere ve konuşma alanı kalmaz olur
- Varoluş, belirlenen doğrular ve yanlışlar tarafından tanımlanır
- Ötekileştirilmekten kurtulmak için bir aidiyet çerçevesi oluşturulur, fakat bu aidiyet çerçevesi ihtilafı derinleştirici bir çelişkiyi içinde barındırır ve büyütür.
- Örgüte boyun eğme, örgütlülüğe tutsak olma, bu aşamada gerçekleşir.
Halk öyle bir imha organizasyonu içinde sıkışıp kalmıştır ki, ilahi olanı öldüren kurgusal bir güven yerleştirilir kalbine, böylece; evrensel değerler gücünü yitirir, ideolojik kuramlara dayalı anlayışlar yoluyla halklar arasındaki köprüler yıkılır, şiddet; yönetimler yoluyla kurumsallaştırılır, değerler değersizleştirilir; kimliksel körleşme, düşünsel kısırlık ve önyargı, insani iklimleri çölleştirir.
Müslümanlar alarak ne yapmalıyız:
· Hiçbir egemen gücün ve iktidarın, hiçbir nedenle, insanlığın; inançlarına,
düşüncelerine, kültürüne, değerlerine, ruhuna, fıtri olan her ne varsa taşıdıklarına, edinimlerine ve tercihlerine müdahale edemeyeceğini tüm insanlığa deklere ederek, içtenlikli ve ahlaki bir özeleştiri yaparak ilk adımı atmalıyız.
· Olup bitenlere kayıtsız kalmayarak tarihe tanıklığımızı bugün baÅŸlatmalıyız.
· Ä°nancımızı teÅŸmil ve temsil eden bir din dili ile hayatı inÅŸa edebilmeli(bilim, sanat
kültür, edebiyat ve tarih oluşturabilmeli) ve davet gerçekleştirebilmeliyiz.
Atasoy Müftüoğlu'nun '' Kendi inançlarıyla, değerleriyle, düşünceleriyle hayatta kalma koşullarını oluşturamayan / var olamayan İslami Hareket, kendi davet dilini oluşturamadığı için, kendisini yeniden üretememiş ve çoğaltamamıştır.
Kendi yolunu izlemeyen bir din dili ve söyleminden bir gelecek kurulamaz. Yolunu kaybeden bir dil ve düşünce ile hiç bir mücadele biçimi oluşturulamaz, yol alınamaz.'' tespitini gerçek anlamda idrak etmeliyiz.
* Bugün için en yakıcı gerçek; hayat içerisinde somutlaştıramadığımız söylemlerimiz ve halka ulaşmayan bir dile sahip olan ideolojimizin yüzünden, bireylerde / halklarda sorumluluk ve yükümlülük bilincini oluşturamadığımızdır.
Fromm, toplumu anlama ile ilgili bir örnekten ve toplumu dönüştürmeyle ilgili mantalite yanlışından bahseder:
Der ki: ''çağdaş insan, yaşamın temel amaçları olarak çalışma ve başarıya ulaşma fikrini, yalnızlığı ve kuşkuları nedeniyle çekici bulmuş ve onu güçlendirmiştir. Buna mukabil, Pueblo Kızılderililerine yada Meksika köylülerine durup dinlenmeden çalışma ve başarıya ulaşma isteği vermek için ne kadar uğraşsak, dil döksek, boşuna olacaktır. Farklı bir kişilik yapısına sahip olan bu halklar, konuşmacının dilini bilseler, anlasalar da bu türden amaçları ortaya koyan kişinin neden söz ettiğini bile anlayamayacaklardır. ''
* Toplumlar kendi toplumsal kişilikleri uyarınca hareket ederler. Dışarıdan oluşturulacak düşünceler toplumun kişiliğiyle dokusal uyum sağlayamazsa, onları harekete geçirebilecek bir düşünce olarak hayat bulamayacaktır.
Fromm, Çağdaş insan ile Meksikalı yerliler; iki toplum ve iki toplumsal kişilik örneği vererek tezini şu tespit ile doğrulamaktadır: ''Fikirler, çoğu kez, toplumsal kişiliklerinin özellikleri açısından kendilerini etkilemeyen belli gruplar tarafından bilinçli olarak kabul edilirler; bu fikirler, bilinçli bir inançlar yığını olarak kalır ama insanlar gerektiği anda onlara göre hareket etmeyi başaramazlar. Örnek olarak; sosyal sosyalizmin zaferi sırasında Alman işçi hareketinde görülmüştür. Hitler'in İktidara geçmesinden önce Alman işçilerinin büyük çoğunluğu sosyalist ya da komünist partilere oy verdi ve bu partilerin fikirlerine inandılar; yani, işçi sınıfında bu fikirlerin yaygınlığı son derece genişti. Ancak fikirlerin ağırlığı yaygınlıkları ile orantılı değildi. Devrimci liderlerin yanlışlarından biri, partilerinin gücünü, yalnızca bu fikirleri yaygınlık oranına göre hesaplamalara ve ağırlıktan yoksun olduklarını göz ardı etmeleriydi '' der.
Fromm'un bahsettikleri bugün, İslami hareketin içinde bulunduğu ve bir türlü çözemediği zaaflarına tekabül etmektedir. Bu, bugünkü iktidarın da göz ardı ettiği bir durumdur. Bugünkü iktidarın; partilerinin gücünün, halk arasındaki yaygınlık oranıyla (oy sayısıyla) doğru orantılı olmadığı gerçeğini görememesi ve toplumla kurduğu ilişkileribu algı üzerinden sürdürmesinden dolayı, tarihin bu kirli akışı durmamaktadır. Halkla beraber hareket edilmesi gereken koşullarda / ortak duyarlılıkların oluşturulması gereken zamanlarda, iktidarın elde edilmesini sağlayan oranların (sayısallığın); kalplere hitap etmediği, kimlik sorunlarını ve çatışmalarını çözecek ağırlıktan yoksun olduğu artık fark edilmelidir.
* İçerisinde bulunduğumuz zamanı, yaşadığımız toplumsal ve tarihsel ortamı bütün boyutlarıyla ve insanlık kültürünü kuşatan bir bilinçle doğru algılamamız gerekiyor.
Ütopik kuramların oluşturduğu ideolojik düşünce dünyasıyla, psikolojik ve duygusal bir varoluş durumundan çıkmadan; evrensel değerlere etkinlik kazandıramadığımızı, söylem düzeyinde kalan iddialarımızın, gerçek hayatın içerisinde yapıcı ve düzenleyici bir etkisinin olmadığı görülmelidir.
Bütünleştirici ilke ve değerlerden yoksun İslami akımlar, halkı; sosyal, toplumsal ve siyasal alanlarda etkileyecek / yönlendirecek bir rüşte sahip olamamıştır.
* Bu coğrafyanın en yakıcı gerçeklerinden birisi, İslami hareketin halklarla bütünleşememek gibi bir sorunla karşı karşıya bulunmasıdır. Ümmetçi düşünme bilincini kaybeden İslami hareket; masum / mazlum / mağdur ve mahzun kardeşlerimiz ile bu düşünce ekseninde ilişkiler kuramadığından dönüştürücü bir iradenin temsilcisi olamamıştır.
Toplumlarını değiştirme ve dönüştürme müktesebatını oluşturamayan yapılar; düşüncelerini yitirdikleri gibi umutlarını da yitirerek, evrensel İslam kardeşliği yerine kendileri ile aynı yorumu paylaşan insanların kardeşliği ile sınırlamak ve tanımlamak gafletine düşerek yaşanan hayatın birer parçası haline gelmişlerdir.
Devam edeceÄŸiz.
Selam ve dua ile...
Henüz yorum yapılmamış.