Sosyal Medya

Makale

Davutoğlu Siyaset ve İlkelerinin Eleştirisi (2)

     Bundan önceki konuyla ilgili yazımızda Türkiye özelinde Ahmet Davutoğlu döneminde yaşanan siyaset ve ilkelere dair değişik alan ve boyutlarda oluşan altı temel sorunun tespitinde bulunmuştuk.

     Bu tespitler;

'' 1. Siyaseti içeren alanlar arasında dengelerin oluşturulamaması

2. Değer/çıkar ve ilkeler boyutunda yaşanan / ortaya çıkan çelişkilerin yönetilememesidir.

3.Oluşturulan ilkesel parametrelerin korunmasına yönelik taktiksel içerikli adımların oluşturduğu ilişkilerde yaşanan çelişkiler ve uygulamada ortaya çıkan uyum problemleri. Ülkenin geçmişten gelen siyasal ilkeleriyle, oluşturulan ilkeler arasında yaşanan/yaşanacak çatışmalarının tarihsel derinliğinin iyi analiz edilememesi.

4.Genel siyasetin hedefsel ilkelerinin başarısı için oluşturulan araçsal ve taktiksel ilkelerin bu bütünlüğü sağlayamaması; araçsal ve taktiksel ilkeler arasındaki uyumsuzluk ve başarısızlık, genel ilkelerde anlam değişikliğine yol açarak, yeni anlam paradigmalarının ortaya çıkmasına neden olmuştur. Yeniden anlamlandırılan ilkelerin gerekçeleri olarak da, başından beri sürdürülen ve ilkeli duruş olarak belirtilen ahlaki ilkeler gösterilmektedir. Ortadaki başarısızlık; ilkeleri değersizleştirdiği gibi, ahlaki ilkelerinde gerekçeli rolü sorgulanır hale gelmiştir. İlkelerin değersizleşmesi, İlkeselliğin kaybolmasına sebebiyet vermesine rağmen bunun fark edilememesi; '' olaylara göre değil, ilkelere göre tavır alındığının '' söylemiyle ilkeselliğin devam ettiği savunulmaktadır. Bu basiretsizlik büyük bir problemdir.

5. Sismik güçlülerin oluşturduğu küresel siyasetlerin güç ve denge unsurlarının, oluşturulacak siyasetin zemininden daha güçlü bir derinliğe sahip olduğunun görülememesi. Soyut ve formülasyonlu tarihsel verilerin; cari veriler karşısındaki dönüştürücü gücünün olmadığının görülememesi ya da dönüştürücü güç olarak kullanılamaması gerektiğinin anlaşılamaması olarak gösterebiliriz.

6.En büyük sorunlardan birisi ise akademisyen/stratejist kurumsallaşma bütünlüğünün gerçekleştirilememesi; teori kuran Davut oğlunun, uygulayıcı olarak sahada olmasının getirdiği problemler. '' olarak belirlemiştik.

Bütün bu ve buna benzer zaaflara rağmen dış politikada gerçekleştirilen değişim sadece ülkemiz için değil, bölge ülkeleri açısından da zihinsel bir devrime yol açmıştır. Oluşan/oluşturulan değişim iradesinin kurmaya çalıştığı; uluslararası arenada nesne değil özne ülke olmak, tarihin içinden geçen değil tarih yapıcı ülke hedefliliği, merkez ülke olma iradesiyle kendi eksenini oluşturma stratejileri geliştirmek, küresel anlayışı ölçek büyütmek olarak tanımlayıp / hedeflemek, bu hedefler doğrultusunda adımları atmak ve bütün bunları yapabilmek için zihinsel arka planı oluşturmaya çalışıp, altyapı kurmak ve kurumsal yapılanmayı sağlayıp araçları oluşturmak büyük bir düşünsel hamle olması açısından ne kadar zor olduğu da ortadadır.

     Doğal olarak bu yeni dış politika anlayışı, dış politikaya yön veren geleneksel ilkeleri derinden etkilemiş, derinden etkilemekle kalmamış, büyük bir dönüşüm ve değişim gerçekleştirerek özgün bir dönem başlatmıştır. '' Türkiye'nin tarihi ve coğrafi derinliği kültürel etkileşimin arttığı otantik medeniyetlerin canlanma sürecine girdiği bir dönemde olağanüstü stratejik / kültürel imkanlar sunmaktadır.Önümüzdeki yüz yıl kendi yerel kültür parametrelerini evrensel değerler haline dönüştürebilen toplumlara sadece itibar değil, önemli bir stratejik açılım imkanı da verecektir. Kadim insanlık birikiminin en önemli unsurlarını bünyesinde barındıran, İslam medeniyet birikiminin en rafine kültürel mirasına sahip olan, batılılaşma sürecinde ciddi bir medeniyetler arası etkileşim alanı oluşturan Türkiye bu konumunu kalıcı bir medeniyet açılımına öncülük edecek şekilde kullanmalıdır. '' (1)

Yeni şartların dış politikada yeniliklere yol açması son derece doğaldı. Artık Türkiye tehdit algısı odaklı siyaset yerine  demokrasi ve gerçek anlamda ekonomik karşılıklı bağımlılık değerleriyle hareket eden, sadece güvenlik değil, barış, refah ve değer eksenli birlikteliklerin hedefleri peşinde koşan, etkin ve saygın bir aktöre dönüştürecek siyasal zemini oluşturmaya/siyaseti dönüştürecek ilkeleri uygulama alanına sokmaya ve evrensel değerler haline getirmeye çalışıyordu. Bütün bu vurgular, özlemle, hasretle ve gururla takip edilecek söylemlerdi. Bunlara katılmamak/bunların gerçekleşmesini istememek mümkün değildi.

     Fakat bu söylem ve teorilerin; evrensel ilkeler haline getirilmeye çalışılan yeni siyasal ilkelerin rasyonel karşılıklarının bulunmaması dış siyasette yarattığı değişimin kontrolsüz ivme kazanmasıyla sapmalara yol açmıştır. Bu sapmaların açıklaması / kamufle edilmesi ise ahlaki ilkesellikle temellendirilerek ''küresel vicdanı harekete geçirmek ''olarak sunulmaktadır. Şu an dış siyasette yaşanan fakat  '' haksızlıklara kafa tutan, bütün mazlumların yanında ve kimsesizlerin sahibi zalimlerin karşısında olma tavırlılığıcesur yürek bir siyasetin seslendirilmesinin yarattığı duygusal atmosfer nedeniyle  ilkeselliğin kaybolmasının fark edilememesidir.

     Davutoğlu’nun konuşmalarında sık sık vurgu yaptığı ilkeli duruş söyleminin kavramları olan özgürlük, adalet, eşitlik, İnsan Hakları, halk iradesi ve demokrasi vs gibi kavramların, küresel siyasal söylemde de evrensel ahlaki ilkeler olarak benimsendiğini / uygulanması şu ana kadar gerçekleşmese de küresel emperyalizmin yaptığı işgallerde bile bu temel söylemler üzerinden hareket ettiğini biliyoruz. Kısaca küresel siyasal anlayışta söylem budur. Davutoğlu’nun bu kavramlara eklediği evrensel vicdan ya da buna benzer kavramları da bu bakış açısıyla kabullenmek zorundayız.

     Bu ahlaki ilkelerin, uluslararası siyasal ilkelere ruh üfleyebilmesi için; bu ahlaki ilkelerden yola çıkarak siyaset üretmek isteyen bir ülkenin bedel ödetebilecek bir muktedirliğe sahip olması gerekir. Bu muktedirliğe sahip olmayan ülkenin ahlaki ilkeler yoluyla siyasal tanımlamalar yapması/ilkeli bir duruş ortaya koymaya çalışması büyük hayal kırıklığıyla sonuçlanacaktır. Türkiye bu algısal bozukluk nedeniyle gereğini yapamayacağı, yerine getiremeyeceği büyük laflar ediyor, kızıyor tehdit ediyor, meydan okuyor, fakat yalancı bir pehlivanı pozisyonuna düştüğünü anlamıyor.

     Siyasi ilkelerin uygulanabilmesi/başarı elde edebilmesi, ülkenin sahip olduğu ve olması gereken; güç ve gücün verdiği muktedirlik, kapasite/potansiyel imkânlar, ulusal çıkarların netliği (ideolojik netlik ve duruş ) ve hedeflerle doğru orantılıdır. Eğer bu unsurlar eksik ya da koordinasyonsuz bir durumda ise söylemleriniz boşlukta kalacak politikanız rasyonellik içermeyecektir. Değerleriniz ve ilkeleriniz anlam/değer ve zemin kaybına uğrayacak, ahlaklı duruşunuz herhangi bir anlam ifade etmeyecektir.

     Söylemlerimizin başarısı için yeteri kadar gücümüz/uygulayacak kadar muktedirliğimiz ve uygun araçlara sahip olmamız gerekmektedir. Aksi taktirde ortaya çıkan sonuçların maliyetini karşılamak mümkün olmayacaktır. Ülkemiz bu zengin teorik vizyon içerisinde sunulan siyasal ilkeler ve hedefleri tutturması için gerekli olan potansiyele/bölgesel etkinliğe, modern ulus devlet olarak tarihsel derinliğe, araç ve kurumlara sahip değildir.

     Nitekim bu zaafları zaman zaman Davutoğlu da dile getirmektedir. Bunları dile getirmesine rağmen, bu eksikliklerini tamamlamadan ilk etapta; tarihsel derinlik, kültürel birlik, coğrafi çıkar ortaklığı gibi soyut zeminler üzerinden zaafların etkisini azaltmaya çalışmaktadır. Bu tarihsel ve coğrafi potansiyeli harekete geçirebilecek gücünüz olduğunda rasyonel siyasette başarı elde edebiliriz. Bu zaafların gerçekliği ile Arap baharı ve Suriye meselesinde yüz yüze gelinmiştir. Fakat karşılaşılan durumu konjonktürün oluşturdukları, coğrafyadaki kardeşlerin vefasızlığı, siyasal elitin kişiliksizliği, bölgesel aktörlerin etkinliği olarak açıklayarak gerçekler görmemezlikten gelinmektedir.

     Bu gerçekler görmemezlikten gelinmeye devam ettikçe uluslararası konjonktürde devre dışı kalınmış ve yalnızlaşılmıştır. Yaşanan gerilimli ruh haliyle de Türkiye ve politikası sertleşmiş; tavır alan değil taraftar olan, yanında olmayanı kategorikileştiren; zalimin karşısında mazlumun yanında söylemi ile ahlakı duruş sergilediğini söylerken, ABD'yle yaptığı model ülke ortaklığı (13 Ocak2010 ) ile siyasal rasyonelliğini kaybetti. Tepkisel, duygusal, dışlayıcı; ilkesel davranma iddiasıyla da savunmacı bir ruh haline büründü.

     Türk dış politikasını oluşturan yeni ilkeler hep bu eda ile dillendirilmektedir. Ritmik diplomasi, çok boyutlu dış politika, komşularla sıfır sorun, düzen kurucu aktör, uluslararası işbirliği ya da proaktif dış politika ilkelerinin dönüştürücü etkiye sahip olmaması, gücünüalması gereken yerden almamasından kaynaklanmaktadır. İlkeli duruş adıyla yapılan, ahlaki vurgular temel siyasal ilkeleri güçlendiremiyorsa sadece izlenen dış politikayı meşrulaştıran birer gerekçeden başka bir şey ifade etmeyecektir.

     Asla ahlaklılık hiçbir şeydir demek istemiyoruz. Bilakis ahlaksız bir dış siyasetin dünyayı nasıl cehenneme çevirdiğini bir Müslüman olarak en iyi biz biliyoruz. Ayrıca Davutoğlu’nun yaptığı tanımlar ve siyasal anlayışa kazandırdığı kavramların evrensel siyasetin muhtaç olduğu dönüşümü sağlayacak kavramlar olarak da değerlendiriyoruz.

     Bizim dikkat çekmek istediğimiz problem; bu teorileri pratikte uygularken, teori pratik arasındaki uyumsuzluk olarak açıklanamayacak bir dengesizliğin ortaya çıkmasıdır. Davutoğlu konuşmalarında teorilerinin hayata geçirilebilmesi noktasında altyapısını güçlü entelektüel birikimiyle açık bırakmaksızın doldurmasına rağmen bölge ülkeleriyle kurduğu ilişkilerde sırıtan çelişkiler/kapatılamaz ilişki bozuklukları oluşmaktadır. Dış politika alanında ürettiği kavramlarla uluslararası ilişkiler literatüründe kendine özgü kavramlar kazandıran

     Davutoğlu, her akademisyene nasip olmayacak bir biçimde tezlerini, teorilerini hayata geçirme imkânı elde etmesine rağmen, bu konuda önemli sorunlar yaşamaktadır. 

     Herkesin dikkatini çekecek kadar teorik zenginliğe sahip olan Davutoğlu’nun uygulama alanlarında pratik derinliğinin teorik derinliği kadar tecrübe zenginliğine sahip olmadığı ortaya çıkmaktadır. İslam coğrafyasında yaşanan Arap baharı olarak isimlendirilen devrimlerin özelde de Suriye ve Mısırda gerçekleşen halk ayaklanmalarının değerlendirilmesi; Davutoğlu dış siyaset anlayışının test edilmesinde önemli bir yere sahiptir. Son üç yıl içerisinde meydana gelen olaylar Ortadoğu'daki bölgesel düzenin ne kadar girift ve hassas dengeler üzerinde bulunduğunu gözler önüne sermiştir.

     Türkiye'nin bölgeye yönelik iddialarındaki; merkez ülke ve kendi eksenini oluşturma, bölgesel entegrasyonu ve yönelişini belirleyen lider ülke ve bağımsız siyaset geliştirecek bir pozisyon belirlemesi; bu doğrultuda bölgeye yönelik çözümler üretmeyi ve başlatmayı irade etmesi Ortadoğu'da başlayan değişim sürecinin pratik açıdan Türkiye'nin bunları yapıp yapamayacağı, beceri ve kapasitesinin belirlenmesi açısından önemli bir imtihan haline gelmiştir.

     İlkeli duruş ahlaki bir zemine sahip olması gerekir ve ahlaki bir zemin üzerine inşa edilmelidir.

     Fakat öncelikle çıkarlar ile güç ilişkisi parametrelerini doğru kurmak durumundadır. İlkeli duruş öncelikle bunlarla ilgili bir durumdur. Son gelişmeler ışığında Türkiye dış siyaseti incelendiğinde çok hızlı bir biçimde değişen ve oluşan dinamikler, kurulan ittifaklar ve ilişki ağları karşısında pozisyonunu koruyamadığı ve uygun pozisyonlar alamadığını görmekteyiz. Kurulan stratejik ortaklıklar, karşısında taktiksel düzenlemeleri zamanında yapamamaktadır. Bu zaaflarının bir zaaf olmadığını '' ilkeli duruş söylemine zemin yaptığı ahlaklılıkla '' açıklamaktadır.

     Davutoğlu’nun siyasi uygulamaları çerçevesinde, Arap Baharı olarak isimlendirilen tarihi gelişmelere yönelik tanımlamalar bu tanımlamalar doğrultusunda  oluşturulan ilkeler  ve uygulamaları, siyasi literatürde reel veri olarak kullanılmayan ahlak içerikli ilkeli duruş tavrı rasyonel siyasete meydan okuyarak, siyasal teorisine anlaşılmaz ve uygulanamaz bir boyut kazandırmıştır.

     Söylemlerinde '' ulusal çıkarlarımızı savunmaya azami dikkat gösterirken, aynı zamanda değer odaklı bir dış politika izleyeceğiz.''(2) derken kulağa hoş gelen/gönülleri fetheden bir erdemlilik hissedilmektedir. Fakat bu teorinin pratik olarak değerlerin ve çıkarların çatışmasını engellemeyen bir ilişki zemini vardır. Türkiye, değer ve çıkar çatışmasını engelleyecek siyasal söylemi ortaya koyabilecek bir küresel güç değildir. Küresel güç olan bir ülkenin Dışişleri Bakanı böyle konuşabilir.

     Davutoğlu küresel bir gücün Dışişleri Bakanı gibi konuşmaktadır: '' Küresel bir aktörün sorumluluklarını üstlenmeye hazır olduğumuzu hâlihazırda ifade ettik ve kendimize uluslararası toplumda akil bir ülke olarak kabul edilme hedefini koyduk.'' (3) diyen Davutoğlu teorilerini çok güzel kurmasına rağmen, bulunduğu ölçeği kaybederek, koyduğu hedefin büyüsüne kapılarak uygulamalar ortaya koymaya çalışmaktadır.

     Ortaya çıkan durum, eylem /söylem çelişkiyle açıklanabilecek bir durum değildir.

Çıkarlarla değerlerin çatıştığı dönemlerde uyguladığınız dış politikadaki duruşunuz ve bu duruşunuza kaynaklık ettiğini iddia ettiğiniz ilkeler, uygulayıcısı olan sizinle beraber tartışılacak bir duruma düşecektir. Tartışılır durumdadır.

     '' Küresel hedeflere ulaşmak için insanlığın bilinci ve sağduyusuna kulak vermek için çaba sarf edeceğiz ve evrensel değerlerin kararlı bir savunucusu olacağız. Bu evrensel ilkeleri benimserken, onları yerel değerlerle birleştireceğiz ve özellikle insan haklarını ve demokrasi, iyi yönetişim, şeffaflık ve hukukun üstünlüğü gibi normları savunacağız. Bu tür değerleri talep ederek harekete geçen halklara yardımımızı ulaştıracağız; çünkü adalet ve eşitlik ilkelerine olan inancımız gereği bu halkların da kendi insanlarımızın sahip olduğu haklara ve ilkelere sahip olmayı hak ettiklerine inanıyoruz.

     Türkiye, içinde bulunduğu bölge demokratikleşme deneyimi yaşamaktayken, demokratik değerleri destekleme ve ulusal çıkarları savunma arasındaki dengeyi koruma arayışını sürdürecektir.'' ( 4)

     Zalimlerin kimliğine bakmaksızın bölgemizde her türlü zulme karşı çıkacağımızı ve ülkeyi kendi şahsi mülkü gibi gören, evrensel değerler ve temel insan haklarını, bilhassa hayat hakkını tamamiyle hiçe sayan rejimlere müsamaha göstermeyeceğimizi ısrarlı bir şekilde ifade ettik. (5)

     Eleştirilerin çok fazla olmasının temelinde de Davutoğlu’nun ortaya koyduğu/koymaya çalıştığı ilkelerin, değerler ve çıkarlar çatışmasının oluşturduğu derin boşluğa yuvarlanmasından dolayı ortaya çıkan sorunların değerlendirilmesinin bakış açıları yatmaktadır.

     Eleştiriler Ahlaki ilkelerin oluşturduğu sorumlulukların/siyasetin genel ilkelerinin ne kadar esnemesine müsade edilmelidir, sorusunun cevabının taraflar açısından farklı anlaşılmasından kaynaklanmaktadır.  Dolayısıyla sonuçların da farklı değerlendirilmesi söz konusudur. Olaylara göre değil, ilkelere göre tavır alındığının söylenmesi; oluşturulan ilkeler çerçevesinde geliştirilen siyasal tavrın başarılı olarak sayılabilecek sonuçlar elde edememesi ilkeli duruş söylemini değer kaybına uğratmaktadır.

     Böyle bir sürecin yaşanması Davutoğlu nezdinde Türk dış siyasetinin duruşunda bozulmalar oluşturduğu gibi, ilkeleri de değersizleştirmektedir. Siyasal bir yalnızlığa doğru giden süreç, doğru anlaşılamazsa dış politikaya yön veren ilkelerde değişmeye hatta sapmalara sebebiyet vererek bölge ülkeleri ile Türkiye arasında büyük yarıklar oluşacaktır. Fay hatları ortaya çıkacaktır. Ortaya çıkan sonuçlar birilerinin söylediği gibi Davutoğlu’nun söyleminden/söylem düzeyinden kaynaklanan bir durum değildir.

     Bir de bu problemlere Davutoğlu’nun kişisel yapısı eklenince '' taktik nitelikli adımların stratejik bir yöneliş içinde bir araya getirilememiş olması, zamanla stratejik yönelişin anlamını ve çapını önemli ölçüde değişikliğe uğratır, çünkü bu taktik adımları atan diplomatlar kendi taktik adımlarını stratejik hedefler olarak görmeye başlarlar. Kendi birliğinin yürüttüğü muharebeye savaşan tüm stratejisi olarak değerlendiren bir subay ordunun nihai savaş ile ilgili stratejisi üzerinde ne derece yanlış bir yönlendirmeye yol açarsakendi taktik tercihini ülkenin dış politika ekseninin merkezi haline getirmeye çalışan bir diplomat da bu o derece ciddi yanılgılara sebep olabilir.  '' (6) sorunlar içeriden bakıldığında görülemeyecek kadar büyür. Anlaşılamayacak kadar sapmalara uğrar, çünkü bu sapmalar fark edilemeyen fakat yeni anlayışları inşa ederek başlangıçtan itibaren büyüyerek gelişir ve oluşur. Kendisine has düşünce yapısını oluşturan sapmalar, anlaşılmayı zorlaştırır.

     Dış politikanın ülke çıkarlarını dikkate alması gereken yapısının, taktiksel ilkelerini oluştururken yada misyon belirlerken gözden kaçırılması (değer çıkar çatışması temelinde ) sapmalara yol açarken / sapmalar fark edilmez. Bu durum yeni gelişmeler olarak salgılanır ve yeni gelişmelere uygun olarak eskilerin yerine ikame edilen kavramlar ve tanımlamalar üretilir, yeni tanımlamalar stratejik değişikliklere sebep olur.

     ''Zalimlerin kimliğine bakmaksızın bölgemizde her türlü zulme karşı çıkacağımızı ve ülkeyi kendi şahsi mülkü gibi gören, evrensel değerler ve temel insan haklarını, bilhassa hayat hakkını, tamamiyle hiçe sayan rejimlere müsamaha göstermeyeceğimizi ısrarlı bir şekilde ifade ettik. Bu süreçte dış politikayı yürütmek için kullandığımızaraçlar yeni ilkelerimizi yansıtmaktadır. Hükümetimiz Arap halklarının demokrasi arayışını nasıl destekleyebileceğimiz üzerine düşünürken, Ankara merkezli bir politika izlemeye ve gelişmelere ilişkin değer odaklı değerlendirmemize uygun bir şekilde hareket etmeyi kararlaştırdık.  '' (7)

     Bu atmosfer kaba bir bakış açısıyla eylem ve söylem problemi olarak görülür fakat öyle değildir.

'' özellikle ittifakların geçici ve çıkar temelli olduğu, kısa dönemli taktik adımların belirleyicilik kazandığı dinamik güç dengesi yapılanmalarında başarılı olmanın en öncelikli şartı, uzun dönemli stratejik tanımlama ile kısa dönemli taktikler arasındaki dengeyi sağlayabilmektir. Her türlü dinamik, değişime açık olan güç dengesi yapılanmasında stratejik hedeflerini kısa ve anlık taktiklere dönüştürebilme becerisi gösteren ülkeler büyük atılımlar yaparlar. Bu da diplomatik konumları mutlaklaştırmaksızın kararlı ve değişik stratejik hedefler arasında bocalamaksızın esnek olmayı gerekli kılar. Bu yolla kendi hareket alanlarını genişletebilen ülkeler bu güç dengesinin uzun dönemli hale dönüşmesi sürecine büyük avantajlar sağlayarak başlarlar. '' (8)

     Bu açıklamalardan da anlıyoruz ki, sorun, söylem düzeyi ya da teorik pratik uyumsuzluğunda değildir.

     Türkiye ülkesinin uygulayacağı siyasetin değer/çıkar çatışmasının doğmasını engelleyecek güç ve potansiyele sahip olmaması, bu zaafların başka potansiyel verilerle kapatılabileceğinin düşünülmesi ve bu düşünce kaynaklı sorunların ilkeleri değersizleştirmesi ve değerlere yapılan vurgunun getirdiği sorumluluğun karşılanamamasından dolayı erdemliliğin yaşadığı değer kaybıdır.

     ''.... uluslararası problemlerde ortaya çıkan en önemli gerilim alanı stratejik bilincin süreklilik unsurları ile cari uluslararası güç dengelerindeki konum arasındaki farkın doğurduğu psikolojik gerilim ve bu gerilimin kimlik bilinci üzerindeki yıpratıcı etkisidir. Stratejik zihniyet, bir varoluş iddiasına dayanmadıkça edilgenlikten kurtulabilmek mümkün değildir. Bunun içindir ki, stratejik zihniyeti oturmuş olan ve bu zihniyeti değişen şartlara göre yeni kavramlar, araçlar ve formlar ile yeniden üretebilen toplumlar uluslararası güç parametrelerine de ağırlık koyabilme kabiliyeti kazanırlar.  '' (9)

İlkeselliğe atıf yaparak sorunların analizlerine devam edeceğiz.

Selam ve Dua ile..

Veysel Ocak

 

1. Stratejik Derinlik Ahmet Davutoğlu. Küre yayınları S:262

2. Türk Dış Politikası’nın İlkeleri ve Bölgesel Siyasal Yapılanma [ Bu yazı, Aralık 2011 Ankara’da düzenlenen 4. Büyükelçiler Konferansı’nda yapılan konuşmanın gözden geçirilmiş ve güncellenmiş halidir.] [ Stratejik Araştırmalar Merkezi ] (SAM ) : S;5

3.(SAM ) : S;5

4.(SAM ) : S;5

5.(SAM ) : S;8

6. Stratejik Derinlik Ahmet Davutoğlu. Küre yayınları S:32

7.(SAM ) : S;9

8. Stratejik Derinlik Ahmet Davutoğlu. Küre yayınları S:32

9. Stratejik Derinlik Ahmet Davutoğlu. Küre yayınları S:30-31

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.