Makale
AKP SÄ°STEMÄ°N RESMÄ° PARTÄ°SÄ° MÄ°?
HADDİM OLANI DEĞİL HAKKIM OLANI SÖYLÜYORUM.4
Müslüman toplumlar Tevhid-i bilinci kaybettiklerinden her türlü müdahaleye açık hale geldiler. Yüzyıllardır yapılan müdahalelerin en zararlısı, en şerlisi ve en sinsi olanı modernizmin yaptığıdır. Modern müdahale, İslam'ın tevhidi bilincinde öldürücü / ölümcül hastalıklar ortaya çıkarmıştır.
İslam'ın Tevhid-i bilinci, toplumsal bir Alzheimer dönemi yaşamaktadır.
Geriye dönüş ile ilgili koordinatları, ilkeleri ve izleri tanıyamaz, anlayamaz duruma gelmiştir. Yaşadığımız bu bilinç depremi sonucunda, din; zihni bir hatıra ve hisler dünyasına ait bir olgu ve törensel bir form olarak algılanmaya başlanmıştır.
Toplumun dindarlığı ile ilgili sosyolojik bir Emar çektiğimizde ortaya çıkan sonuç:
Bir:Zihni faaliyeti oldukça sınırlı olan bu toplumda İslami sosyoloji sayısızca parçalara bölünmüş durumdadır.
İki:Bu sayısızca parçalar; Her bir grup için öyle bir bütünlük sosyolojisi / teolojisi oluşturmuş ya da oluşturulmuştur ki; bu parçaların, ait olduğu bütün ile ilişki kurması, ihtimal dışı hale gelmiştir.
Üç: Bütün ve bütüne ait izler o denli azalmış ve değersizleştirilmiş ki, kural olarak bir taraf azalırsa diğer taraf çoğalır doğallığı içinde parçalar ve parçalayıcı etkenler her geçen gün çoğalmaktadır.
Bu döngü:Bu döngünün üremesi, güçlenmesi ve yayılmasını sağlayan cehalet, bizzat bu döngünün daha güçlenerek kesintisiz hale gelmesinin yegane kaynağıdır.
Cehalet bu döngünün temel paradigmasıdır.
Döngünün güçlü kalması ve sürekliliği: Bir iktidar eleştirisi olarak, bu döngünün desteklenmesi ya da her geçen gün palazlanmasının (güçlenmesinin değil) koşullarının oluşturulması / bilinçli bir tercihle oluşturan olarak iktidar eleştirisi gündemde tutulmalıdır. Mevlanacılık ayinleri, tüm devlet ve iktidar erkan'ı katılımlarıyla organize edilirken, bu iktidar döneminde kuran sempozyumları yapılmasının koşulları oluşturulamamaktadır. Dikkat ediniz sahih din anlatılabilecek alanlar, mitsel din mensuplarının baskı / propaganda / tehdit ve iktidar üzerindeki etkileri kullanarak imkanları nasıl kısıtlayabildiklerine şahit olduk. Bakın, devletin resmi yayını olan TRT televizyonlarının tüm ramazan ayı boyunca yaptığı dini yayınlara; şirk kokan ve toplumsal hiçbir mesajı olmayan içiriğin olmasına özen gösterilmektedir. Yine bakın devletin desteklediği ve kanallarında yayınladığı diziler, islamın folklorik rengine özel vurgu yapılırken, atalar ve gelenek çok daha güçlü ve sahih formatında sunulmaktadır. Bu örnekleri çoğaltabiliriz. Tevhidi anlatımlarda iktidarın özel kısıtlamalarıyla karşılaşıyor muyuz? Buna yukarıdaki alan daraltmalarını müdahale olarak görmezsek hayır diyebiliriz. Zira toplum da, verilen bu algı doğrultusunda düşünüyor, fakat bu, büyük bir yanlış ve gaflettir. Kuşatma içindeki sosyo-fiziksel özgürlüklerin, zihnimizi, bilincimizi nasıl ele geçirdiğinin farkında değiliz. Devletin müdahil olmadığı bir alanda yani izin vermediği koşul ve anlayışlarda faal olmak imkansız hale gelmiştir.
Bütün sivil toplum kuruluş ve anlayışlarının arka bahçesine taşındığı iktidarın muktedirliğini biz, kuşatma olarak görmüyor, iktidarın her şeye koşuşturması olarak algılıyoruz. Dolayısıyla razı olmadığımız şeyler için suçu üzerimize alıp; her şeyi devlet yapamaz ya deyip kuşatmanın içinde mutlu olmanın yollarını arıyoruz.
İçinde bulunduğumuz durum ve kuşatılma ciddi analizleri gerektiren ve çözüm yolları için büyük bir bilinç yenilenmesi gerektirmektedir.
Peygamberi anmanın devletcesi;peygamberi anlamanın tasavvuruna hiçbir katkı yapmadan bu iktidar döneminin de, devletin iktidar politikası olarak devam etmektedir.
Bu döngü ve cehalet, şirk sosyolojisinin iki temel parametresini oluşturmaktadır.
Dört: Her bir parça, bütünmüş gibi ve bütün iddiasıyla topluma yöneldiği için toplumda zihni bir barışın oluşmasını mümkün kılmamaktadır. Parçaların, yani cemaatlerin yada tarikatların topluma bir bütünmüş ve bütünle ilgili tüm temsiliyetin yalnızca kendilerine ait olduğu psikolojisi yani psikolojik teklik ile topluma yönelmeleri, çok ciddi patolojik bir durumdur.
Bu hal, her parça için, bu psikolojik durum geçerli olduğu için tevhid ortadan kalkmış; vahdet imkansızın imkansızı olmuştur.
Tüm İslam coğrafyalarında ve özellikle Türkiye'de olmak üzere iktidarlar bu oluşumun neresinde ya da bu oluşumdaki etki ve yönlendirmesi nedir sorusunun cevabı aranmalı ve verilmelidir.
Müslümanlar muhafazakar iktidarlar eliyle kontrol ediliyor iddiamız, ki, bu şimdinin ve benim iddiam değildir.
İktidarları incelemenin, bakış açısı usulünü belirleyen bir akıl halidir ve bu zihni teyakkuzluk topluma ulaştırılmalıdır.
Bu sosyal tespitleri tekrar ele almak üzere bir kenara bırakıp, bununla ilişkili bir boyutu ele almalıyız.
Tüm tarihsel süreç içerisinde din; özellikle, modern dönemde üç temel müdahaleye maruz kalmış ve bu müdahale her geçen gün daha organize ve profesyonel olarak gerçekleştirilmektedir.
Bu müdahale unsurları: devlet, gelenek ve modernizimdir.
Geleneksel olanın baskısı, modern olanın müdahalesi ve devletin bu iki gerilim arasındaki dinin sınırlarını, fonksiyonlarını ve sisteme katkılarını belirleme devlet felsefesine sahip devlet, sorunların ve sorunların çözümünün odak noktasıdır.
Devlet ya da devlet aklıyla aynileşen muhafazakar dindar iktidar yüzünden din; kendi dilini, kavramlarını ve değerlerini kullanamaz hale gelmiştir.
Devletin ve geleneğin müdahalesini içeriden, modernizmin müdahalesini de dışarıdan müdahale olarak belirlemek gerekiyor. Bu belirlemeleri incelerken özellikle Türkiye'de modernizmin ana taşıyıcısının devlet olduğunu ihmal etmeden gerçekleştirmek durumundayız. Özellikle şunu asla unutmamalıyız ki din; dışarıdan müdahalelere karşı kendisini savunabilmektedir fakat içeriden gelen müdahalelere karşı büyük zaaflar yaşamaktadır. İçinde bulunduğumuz bu durum başlı başına ayrı bir sorundur.
Biz bu kısımda devletin yani iktidarın, egemenlerin müdahalesini incelemeye çalışacağız.
Bütün devletlerin, devlet olma felsefesindeki temel kabulü, istisnasız, din benim kontrolümde olmalıdır, düşüncesi /İdeolojisi vardır.
Bu felsefe Türkiye cumhuriyeti devletinin ve tüm İktidarların /İktidarlarının felsefesidir.
Özellikle üçüncü dünya ülkelerinde devlet=iktidar ayrımı yapmak zordur. Zira bu tür ülkelerde devlet yönetimi resmi bir parti iktidarıyla yürütülmektedir.
Ağır bir eleştiri olacak ama rejim tartışmasına girmeden, bugün de AKP, devletin resmi partisi (iktidarı) görev bilinci ve sorumluluğuyla/ romantizmiyle hareket etmektedir:(rejim; halk hakimiyetine ve halkın kontrolüne geçmiş, sistem değişmiş, devlet meşrulaşmış bütün bu unsurlar hak ve karşısındakiler batıl, nostaljisi içindeyiz)
Bu yüzden bugün devlet; geleneğin baskısını, modernizmin müdahalesini ve modernizmin müdahale etme koşullarını oluşturarak, dinin toplumsal iddialarını sınırlamak ve kontrol etmek istemektedir. (Küresel emperyalist sermayenin de bunu istediğini hatırımızda tutalım )
Zira yukarıda belirttiğimiz nostaljik psikoloji nedeniyle tevhid-i dinin toplumun ihyasına yönelik iddiaları, bu hak oluşum psikolojisi karşısında, bu iddialarını dillendirdiğinde batıl, hatta ihanet içinde olan bir pozisyona düşmektedir. Bu alandaki algı yönetimi, güçlü bir propaganda yoluyla toplumu hapsetmektedir.
Bu büyük yaralanmayı ve sapmayı hangi tarihsel süreç ortadan kaldırabilir bilemiyorum.
Öncelikle şunu belirtmeliyiz ki, iki baskıcı ve müdahaleci unsuru olan gelenek ve modernizm, devletin şemsiyesi altında ve desteğini almamış olsalar, din; her ikisi ile de mücadele edecek imkan ve potansiyele sahiptir. Devletin en büyük günahı, bu iki unsuru bütün imkanlarıyla desteklemesidir. Bunlara hareket imkanı vermesi ve alanlarını açmasıdır.
Bu iktidarın suçu ve günahı ise; devletle aynı paralellikte düşünerek, iktidarının devamını bu iki unsurun varlığına bağlamasıdır.
Devlet= iktidar,(devlet ve iktidarı eşitleyen algı) düşünsel paralelliği büyük sorun teşkil edecek bir hastalıktır.
Bu iddiamızın bütün delillerini göz ardı ettirecek üç tane güçlü argümana rağmen bu, maalesef böyledir.
Bu üç güçlü argüman; Recep Tayyip Erdoğan, AKP ve geçmişte davaya öncülük yapmış insanların bu iktidarın içinde olmaları duygusallığı, zihinsel körlük oluşturarak bütün delilleri etkisizleştirmektedir.
Tuğyan, tağutluk, zulüm, müstekbirlik, mütreflik ve şirk, bütün peygamberlerin döneminde de devam ettiği bilgisini aklımızdan asla çıkarmamalıyız.
Yani; Bu üçlü unsuru temize çıkaracak çok şey söylenebilir. Adalet bunu gerektirir.
Fakat görünen ile gerçek ayni değil, istatiksel değerlendirmeler ile ahlak ve ilkesel değerler aynı index içinde değerlendirilemeyecek kadar taban tabana farklı zeminlerdedir ve farklı sosyal sonuçları olan olgulardır.
Biz kimseyi karalamak ya da temize çıkarmakla yükümlü değiliz: yükümlülüğümüz sosyal problemlerin ortaya çıkaracağı sonuçları analiz ederek kavramak, toplumun tevhid temelli ihyası için gayret göstermek ve uyarmak durumundayız.
Hangi dönem, zaman ve coğrafyada olursa olsun egemen sınıflar iktidarın yanında ve çevresinde oluşur. İktidarın bizatihi yapısı ve anlayışı ve yönetim sistemi egemen sınıfın varlığını gerektirir. Egemen sınıfın, iktidarın dünya görüşü ve ideolojisi ile ilişkisi önemli, fakat bu makalenin başka bir konusu olabilir.
Bütün tarihler boyunca tevhid mücadelesinde Allah'ın peygamberlerine ve vahyine ilk karşı çıkan ve mücadele edenler iktidarı elinde bulunduran egemen sınıf olmuştur ki, bu egemen sınıf hep kapitalistlerden yani müstekbir ve mütreflerden meydana gelmiştir.
Bu hiç değişmemiştir; bugün de böyledir, gelecekte de böyle olacaktır.
İşte, bugün de, İslam ile egemen sınıf arasında bir mücadele yaşanmaktadır. İçeriği, boyutları, niteliği ve niceliği ne olursa olsun, iktidar aktörleri kim olursa olsun, iktidar oldukça, egemenler olacak ve mücadele yaşanacaktır.
Bu mücadelede, egemenlerin iktidarı, geleneği ve modernizmi destekleyerek bunu gerçekleştirmektedir. Bu mücadelede tüm medya ve iletişim araçları kullanılmakta; aydın!, entelektüel! ve teologlar bu konuda seferber edilmiş durumdadırlar.
Ben eleştirilmesi zor olan Recep Tayyip Erdoğan'ın ve AKP'nin bunu bildiğini, gördüğünü tahmin ediyorum. Peki, kendi iktidarlarında ve kendi söylemlerine rağmen neden bu mücadelede Sahih İslam'ın yanında durmuyorlar, neden; kendi inançlarını, değerlerini bozsunlar, neden ahiretlerini karartsınlar
İşte bu soruların tek bir cevabı var; iyi niyet ve bu iyi niyet için yani dava için mücadele.
Kurumsal emperyalizm bu ülkeye bizim tahmin ettiğimizden daha fazla hâkimdir.
Bu iktidarın devamını sağlayan ekonomik refah ve bu refahın sürdürülebilir olmasının gerekliliği, küresel sermayenin vazgeçilmez etkisini ve vazgeçilmezliğini ortaya çıkarmaktadır.
Her güç merkezinin, oluşumunun devamı ya da devamlılığı, güç temerküz ettiği döngünün şimdi buna denge diyorlar, bozulmamasına bağlı olduğunu biliyoruz. Bakınız, yüreklere su serpen söylemlerin dış siyasette ve ekonomik ilişkilere hiç yansımaması ancak denge ile açıklanabilir / açıklıyorlar.
Bütün bu paradigmaları dikkate alarak yine de şöyle düşünelim:
Recep Tayyip Erdoğan ve AKP iktidarı iyi niyetle ve gelecekte İslam'ın zaferi için mücadele ediyorlar diye düşünelim. Bunun için stratejik olarak küresel sermayenin İslamı kontrol etme ideolojisine bu yüzden iktidarlık etmeyi kabul ettiğini / etmiş gibi göründüğünü bunun altında kendisinin bir oyun kurmaya çalıştığını kabul edelim.
Bu oyunu belirli bir ekonomik güç ve bağımsızlığa ulaştıklarında bozacaklarını düşündüklerini biz de onlar gibi kabul edelim. Toplumsal sosyolojiyi, dini algıyı, bilinç ve takvayı, ahlaki yozlaşmaları dikkate almadan yaşanan gelişmeleri; her alanda teknoloji üretimi, ulaşım ve iletişimdeki gelişmeler, ekonomik iyileşmeler vs, bu işaretleri görenlerle beraber biz de görelim ve hep bunları önceleyerek bakalım.
Fakat;
Bütün bu olan iyi şeyler! yukarıda ihmal ettiğimiz değerlere ne zaman katkı sağlayacaklar?
Bu gelişmeler yoluyla diğer alanların da ihya edileceğine dair hangi epistemik delillere sahibiz? Modern olanın, köklerini yaktığı değerlerimizi hangi ekonomik ve teknolojik gelişmeler yoluyla tekrar ve nasıl kazanabiliriz?
KimliÄŸimiz olan Ä°slamı, Kitabımız olan Kur’anı ve bu ikisine baÄŸlı olan Müslümanlığımızı tamamen kaybetmeme garantimiz nedir?
Köprüler, yollar, hava yolları, gayrisafi milli hasıla için bu risk alınabilir mi?
Biz bu riski almaya bir kul olarak yetkili miyiz?
Bugün ahlaki ve dini anlayışta yaşananları kendi değerlerimizle açıklayacak kavram bulamıyoruz, yarın, iş işten geçmiş olacaktır, bunun sorumluluğunu kim ve ne adına alıyor?
Bu suskunluÄŸa hangi evrensel-insani-ahlaki deliller bizi mahkum ediyor?
Hayatı inkar edelim yobazlığı içinde değilim, fakat modern olanın dayattığı kaba ve ahlaksız gerçeklerini görelim, bu iktidarın yozlaşma üzerindeki payını, modern ve seküler olanın taşıyıcısı olmasını, görmezden gelmeyelim.
Zihinsel anlamda sömürgeleştirildiğimiz için, ahlaki bozulmaları ve büyük bir yenilgiye doğru yol aldığımızı fark edemiyoruz. Her geçen gün toplumu değiştirme ve dönüştürme imkanımızı ve yeteneklerimizi, dilimizi kaybediyoruz. Piyasanın talepleri, bütün önceliklerimizi değiştirmektedir.
Modernizmin; laik, seküler, tekno-akıl yoluyla oluşturduğu kuşatma, bizi, ilahi hakikatten uzaklaştırırken toplumun hafızasında kendi doğrularını oluşturmaktadır.
Bu tuzağın yemi de göreceli refah ve fiziksel özgürlüklerdir.
Hepimize; modern-seküler-liberal-demokratik kalıpları benimseten kuşatma, bizim oyunumuzun etkin olmadığını hatta bu oyunu kontrol edemediğimizi göstermektedir. Kim kime hangi tezgahı, oyunu kuruyorsa kursun, biz Müslüman olarak tercihimizi ahlaktan yana yapmaktan vazgeçmemeliyiz.
İnsanlık hayatı, insanlık fıtratı doğrultusunda düzenlenmezse hayat fesada uğrar. Bunu göz ardı etmek en büyük tarihsel gaflettir.
Vesselam
Selam ve Dua ile
Veysel Ocak
Henüz yorum yapılmamış.