Makale
Hak arayışı mukaddes, halk arayışı zulümdür
PKK - HDP ÖRNEĞİNDE ŞİDDETİN SOSYO PSİKOLOJİSİ. 6
Son yüzyılın en belirgin özelliği ulusçuluğun, tüm toplumlar üzerinde derin izler bırakan bir hastalığa dönüşmesidir. Türkiye'de de cumhuriyet tarihi boyunca izlenen köksüz Türk şovenizmine dayanan siyaset, özellikle Kürt halkında ulusalcı damarların ortaya çıkmasına sebebiyet vermiştir. Kürt halklarının varlığına ve haklarını inkara dayalı, ulusalcı siyaset ve baskı, karşı şovenizmin doğuşunu şekillendirmiştir. Türkçülüğün ve Türkleştirme siyasetinin besleyip büyüttüğü Kürtçülük, halkların kardeşliğinin önündeki en büyük engeldir. Irkçılık, insanlığın en büyük hastalığıdır. Bu hastalık Türkiye coğrafyasında yaşayan, Türk ve Kürt halkını karşı karşıya getirerek, büyük mağduriyetleri yaşatmaktadır. Mağdur ve mazlum halklar bu şovenist prangalardan kurtulamazken, Müslümanların da bu sorunlara yönelik çözüm üretme maharetsizliği, İslam'ın potansiyel gücünü zayi etmektedir.
Bu ve buna benzer tanımlar yada tanımlamalar, bundan 20 yıl önceye yapılıyordu ve son derece doğruydu. Bugün aynı tanımların yapılması, ahlaki olarak insanı biraz düşündürmektedir / düşündürmelidir. Zira bugün, Türkiye coğrafyasında hakim olan siyasal akıl için, bunları söylemek biraz vicdansızlık olacaktır.
Bugün Türkiye coğrafyasındaki halklar, siyasi yetersizlikle; derinliği olmayan, kuşatıcılığını meşrulaştıramayan bir siyasetle karşı karşıyadırlar.
Dış siyasal etkenleri ihmal ederek, şu an ki en önemli sorunumuzun aşırı siyasallaşma olduğunu söylemiştik. Zira siyaset, bütün kültürel ve tarihsel unsurları araçsallaştırarak siyaseti dipsiz / karanlık bir kuyuya çekmekte, diyalogu ve ilişkileri sıfırlamaktadır. Evrensel vicdanın üzerine politik kirliliğini boca eden siyasal oluşumlar; hiçbir inancı, aklı, kültürü ve duyarlılığı temsil etme yeterliliğine sahip değildirler. En azından İktidar ve HDP üzerinden değerlendirme yaptığımızda, HDP'nin inanç, akıl ve kültür üzerinden, halka karşı herhangi bir hassasiyet taşımadığını çok rahatlıkla söyleyebiliriz.
İktidarın politik uygulama ve söylemi; ilahi değerlerin, kalpleri yumuşatacak iklimini taşıyacak bir misyonu omuzlayacak ilkelerden ve iradeden mahrumdur. İktidar; bu coğrafya insanının inancına, kalbine, bilincine, duygularına ve kültürel kodlarına seslenebilecek bir derinliği yakalayamamıştır.
İktidar; siyasal bütünlüğü sağlayabilmesi için, halkların birliğini ve birlikteliğini sağlamanın yollarını açmalıdır. Bunun için, toplumun insani yanını uyuşturarak; toplumun bilincini işgal ve istila eden politik güdülemenin önüne geçilmeli, toplumun bütünlüğünü sağlayacak olan dini, ahlaki ve vicdani yasaların / duyguların hakim olmasının koşulları oluşturulmalıdır.
Bunun pratik uygulaması olarak; İstanbul ve Diyarbakır'da, toplumun doğal önderlerinin, binlerce kişiyi ağırlayabileceği taziye çadırları kurularak; her ölen biziz, her ölüm toplumun ölümüdür, duygu bütünlüğü içerisinde toplumsal önderler tarafından toplumsal doku yeniden inşa edilmelidir.
İktidara düşen ise; doku bütünlüğünün inşasını, engelleyecek olan girişimleri etkisiz kılmak olacaktır.
Bu iki şekilde gerçekleştirilir:
1. Dil ve ırk şovenizminden toplumu arındıracak evrenselliği kuşanmalıdır. Devlet ve rejim; tüm sembol ve ifade biçimlerine, siyasal bayrağında yer verebilmelidir.
Dil hidayetin kaynaklarından birisidir; asla bir ırkı ayrıştıran / bir ırkı bütünüyle temsil edebilecek unsur değildir.
Kabile, aşiret, ırk, kavim; yeryüzünde varoluşlarıyla ilahi olana şahitlik için vardırlar. Dil ve ırk üzerinden bir ulus tanımlaması yapılması ilkelliktir: Bir ulusun temsiliyeti için dil ve ırkı; öncül semboller olarak çözümün parçası haline getirmek, asıl sorun olan şovenist aklın ıskalanmasına yol açmaktadır. Türklüğün ve Kürtlüğün varoluşunun kabulü üzerinden bütünlüğün yakalanamayacağı tarihsel süreçten belli olmuştur.
Öncelikle Türklüğü ve Kürtlüğü, diğer bir taraf için var oluşsal bir özellik olarak kabul eden, şovenist zihniyetin ortadan kaldırılması gereklidir.
Bu zihin varoluşunu devam ettirdiği sürece, bu zihinlerin, halkları temsil yetkisi bulduğu sürece, müzakerelerin bu zihinler arasında sürdürüldüğü sürece, sorunun çözüme kavuşturulması mümkün değildir.
2. Devletin ve rejimin siyasal yapılanması; toplumun dini anlayışı ve kültürüne aykırı bir şekilde inşa edilmesi / edilebilmesi, tarihsel veriler doğrultusunda da hiç görülmemiştir.
Toplumun sosyolojisi ile münasebeti kalmayan rejimler, ikinci el fikir ve ideolojilerle toplumu dizayn etme biçareliğine düşerler.
Farklı kültürlerin, farklı hayat değerlerinin, farklı düşünmenin ve bu farklılıklarıyla toplumsal hayata katılmanın, devleti ve rejimi zayıflatılacak / zayıflatır düşüncesi, ortaçağ devlet ve siyaset anlayışıdır.
Devletin gücü ve güçlülüğü; bu farklılıkları merkezi anlayışta örgütlemesi / örgütleyebilmesi ve yapılarını bu farklılıkların destekleyeceği siyasi kuşatıcılıkta inşa etmesine bağlıdır.
Zira her unsurun, (pagan unsurlar hariç) ilahi zeminde evrensel bir alanı vardır. Siyasetin; evrensel değerlerle ve ahlak sistemiyle ilişkisi asla koparılmamalıdır. Bu yüzden, tüm halklar içinde, farklı düşünenler, farklı inançlara sahip olanlar yabancı muamelesi görmemeli, dışlanmamalı, politik ideolojik ihtiraslara kurban edilmemelidir.
Kısacası devlet ve rejim; coğrafyasındaki toplumsal sosyolojiye uygun olarak kendisini tanımlamalıdır.
Devlet ve rejim bu eleştiriyi yaparken; bu coğrafyanın tüm halkları ise, toplumsal önderlerin etrafında birleşerek; bugüne kadar taşıdıkları inanç, düşünce ve kültürleriyle bir hesaplaşma içine girmelidirler.
Halkların birbirleriyle değil, taşıdıkları inançları ve düşünceleriyle hesaplaşmaya ihtiyaçları vardır.
Allah Tebarek ve Teala ayırımsız nimetleri üzerinden buyuruyor ki:
57:Sizi yaratan biziz. O halde ey insanlar bu gerçeği neden hala kabullenmezseniz.
58. Hiç attığınız o hayat tohumunu düşündünüz mü?
59. Siz mi yaratıyorsunuz onu, yoksa bütün yaratışın kaynağı biz miyiz?
60. Aranıza ölüm kanununu koyan Biziz ve Biz asla önüne geçilen biri değiliz.
61. Sizi benzerlerinizle deÄŸiÅŸtirme ve sizi bilmediÄŸiniz bir mahiyette yeniden inÅŸa etme hususunda.
62. Doğrusu ilk yaratılış mucizesini bilmiş olmanız lazım; o halde neden ikinci yaratılış hakkında ibret almıyorsunuz.?
63. Hiç toprağa ektiğiniz tohumu düşündünüz mü?
64. Siz mi ekip büyütüyorsunuz onu, yoksa Biz miyiz ekip büyüten?
65 - 66 - 67. Eğer dileseydik, onu çürüyüp un ufak olmuş bir ahşap kalıntısına çevirdik de, şaşakalır ve derdiniz ki: Eyvah borçlu çıkan yine biz olduk. Daha beteri, mahrum kalanın da biz olduk.
68. Hiç içtiğiniz suyu düşündünüz mü?
69. Siz mi indiriyorsunuz onu bulutlardan, yoksa Biz miyiz indiren?
70. Eğer dileseydik onu tuzlu ve acı bir su yapardık, şu halde neden hala şükretmiyorsunuz?
71. Hiç tutuşturduğunuz ateşi düşündünüz mü?
72. Siz mi yapıyorsunuz onun ağacını, yoksa Biz miyiz yapan?
73. Biz onu bir hatırlatma vesilesi ve kendi yalnızlığında kaybolmuş muhtaçlar için yarayışlı bir meta takıldık.
74.Şu halde azamet sahibi Rabbin adına hareket et. [ 56 / Vakıa 57 .. 74 ]
Vesselam.
Selam ve dua ile.
Henüz yorum yapılmamış.