Makale
Yetiş Ya AVRUPA!
Amerikan tehlikesi büyüyor, Neredesin Avrupa!
Amerika'daki Uluslararası sermayenin ve bu sermayenin arkasındaki ideolojik yapının, Amerika'nın tek süper güç olarak rakipsiz kaldığı bir ortamda dünyayı yeniden şekillendirmek ve tamamen kontrol altına almak için başlatmaya çalıştıkları yeni dönemi iyi okumak ve anlamak gerekmektedir. Tarihe 11 Eylül diye geçen büyük provakatif hadise ile birlikte Dünya Yeni Bir sürece zorla sokulmak istenmektedir.
Bundan 10 yıllarca önce Amerika İsrail'i unutmayarak ve İngiltere'yi de yanına alarak stratejik bir dünya haritası oluşturdu.
Şer üçgeni: Amerika, İngiltere, İsrail,
Bu harita;
Nijerya öncelikli Batı Afrika
Ortadoğu
Güneydoğu Asya
Çad ve Kamerun merkezindeki coğrafya
Sudan ve yemen
Brezilya, Venezüella, Kolombiya merkezli Latin coğrafyası
Hazar bölgesi
Yedi bölge; bunlar bilinen şeyler, birçok stratejik harita ve okuma şekilleri var. Hepsi de parça parça gerçekleri barındırmaktadır.
Dikkatinizden kaçmamıştır, bu coğrafyalar enerji havzaları ve enerji geçiş yollarının üzerinde olan coğrafyaya tekabul ettiği.
Bu bölgeleri önemli ve stratejik kılan en önemli etkenlerden birisi enerji kaynaklarının merkezini ve kaynağını oluşturmasıdır. Özellikle Ortadoğu için bir önemli nokta da su kaynaklarıdır: bölgede Nil, Dicle ve Fırat gibi su kaynakları bulunmaktadır. Kürdistan projesini bu açıdan da incelemek gerekiyor. Zira kurulmak istenen Kürt devleti Nil’den Fırat'a kadar olan vaat edilmiş toprakların üzerinde projelendirilmektedir. Toprakları parçalanarak kurulacak bir Kürt devletinin ittifak edeceği tek ülke Amerika olacaktır yani İsrail olacaktır. İran, Irak, Türkiye ve Suriye’nin toprakları parçalanarak ortaya çıkarılacak Kürt devletinin düşmanı, tabi ki bu ülkeler olacaktır. Bu düşmanlıktan dolayı da Kürtlerin ittifak seçeneği kalmamaktadır.
Tekrar küresel projeye odaklanacak olursak, burada dikkat çeken bir husus daha vardır ki, Latin havzası hariç diğer havzaların tamamı ve coğrafyaya düşüncenin rengini veren hakim düşünce İslam’dır. Bu coğrafyalar İslam coğrafyasıdır.
Stratejik plan, bu coğrafyalarda güçsüz yani bölünük ülkeler oluşturarak coğrafyayı sömürüye açık hale getirmek ve sömürünün kolay olması için bölünük ülkelerin halklarının yeniden inşasının gerçekleştirilmesidir.
Şer üçgenine göre bu harita iki temel paradigmaya hizmet etmelidir:
1. Enerji kaynaklarının tam kontrolünü ve sömürüsünü sağlamalıdır.
2. Sermayeye, tüm dünyayı yani bu coğrafyayı pazar haline getirmesine imkan hazırlamalıdır.
Bunun için Amerika’nın;
Dünyada yani bu coğrafyada ihtirasları olan Batıyı kontrol ederek, bu haritaya ve paradigmaya ikna etmesi gerekiyordu.
Şer üçgeni için üç temel problem vardı:
A. Birleşmeye çalışan hatta Amerikan karşıtı bir birleşme üzerine yoğunlaşan Batı, Amerika için mutlak anlamda kontrol edilmesi gereken bir güç dengesini ifade etmeye başlamıştı. Şer üçgeni bu birleşmeyi hem kontrol etmeli yani birleşmelerini engellemeli hem de bu topluluğu kendi önderliğindeki stratejiye razı / ikna etmeliydi.
Birleşik Avrupa'nın içinde İngiltere'yi Truva atı olarak kullanarak, birlik içerisinde problemleri oluşturdu.
B. Stratejisine ortaklar bulmaya yani kendi önderliğini kabul edecek ülkeler aramaya başladı fakat Almanya'nın Fransa'nın önderliğini çektiği Avrupa'da bu desteği bulamadı.
C. Bu stratejinin yani haritanın düşmanları vardı: Rusya, Çin, Hindistan ve İslam, bu stratejinin önündeki en büyük engeller olarak duruyordu.
Japonya'yı saymıyorum zira o bir iddiadan başka bir şey değil.
Bölünük ülkeler, Ortadoğu için; Suriye, Irak ve Lübnan
Geçiş ülkeleri, yani köprü ülkeler; Mısır, Türkiye ve Suudi Arabistan
Sorun ülke; İran
Muhtemel strateji nasıl uygulanacaktır:
İşgal için gerekçe 11 Eylül provakatif hadisesi en uygun zemini / gerekçeyi ve propagandayı oluşturdu. Amerika’nın işgalci karakteri de devreye girince işgaller ve talan başlamış oldu.
İşgal, Avrupa ile ayrıştığı ama Amerika'nın en iyi bildiği ve en iyi uyguladığı yoldu.
İşgaller sırasında ülkelerin değil ama halkların birleşmesini engellemek için örgütler üzerinden güvenlik gerekçesiyle coğrafyanın her yerine müdahil oldu.
Örgütler işgalin gerekçesi değil ama örgütler yolu ile işgale direnişi sıfırlayarak örgütlerle uğraşan ülkeler / halklar işgallere direnemedi.
Avrupa Birliği, Irak işgali dahil bu düzene razı olmaması ve karşı çıkması üzerine, ABD’li şer üçgeni, Irak’ı işgal ederek stratejisini uygulamaya başladı. Usul, kaos çıkarmak ve tüm tarafları kendi hakemliğine ve hakimliğine mecbur etmek olarak planlandı.
BU COĞRAFYADA NELER OLDUĞUNU GÖRÜYORUZ AMA NELER DÖNDÜĞÜNÜ GÖRMÜYORUZ.
Avrupa Birliği, temelde İkinci Dünya Savaşı sonrasında Avrupa uluslarını bir araya getirmeyi özellikle de Sovyetler Birliği'ne karşı güçlü bir Avrupa'nın varlığını hedefleyen ve başlangıçta Amerika'nın da desteklediği bir projedir. Ortak Pazar olarak başlamış daha sonraları da Avrupa Ekonomik Topluluğu ve şimdilerde Avrupa Birliği şeklini almıştır. Bu birliktelikle; ekonomik, kültürel, sosyal ve siyasal olarak tek tek Avrupa uluslarıyla aşkın bir birliktelik kurulması amaçlanmıştır. Hatta bu birliktelik, zihinsel arka planda kutsal Roma Germen İmparatorluğunun sınırlarını hedeflemektedir.
Bu yüzden Avrupa Birliği Hristiyanlık olmadan anlaşılması mümkün olmayan bir birlikteliktir.
Avrupa Birliği'nin anayasal temelini oluşturması beklenen Avrupa Birliği temel haklar şartının giriş kısmındaki ibarelere bakıldığında AB’nin sahip olduğu kimlik konusunda aydınlatıcı bilgilere ulaşırız. AB’nin kimlik tanımlamasında ve kimlik oluşturmadaki hedefleri: Ruhani ve manevi mirasının bilincinde olan bir birlik olarak tanımlanmaktadır. Avrupa Birliği,
tarihsel olarak, Avrupa'nın dış ilişki bakımından doğudan Osmanlı batıdan Endülüs ile İslam’la ve Müslümanlarla olan muhataplıkları düşünüldüğünde ortaya çıkan Avrupa Birliği düşüncesi, kim nasıl yorumlarsa yorumlasın makul bir yaklaşım yerine rakip bildiği İslam'a karşı savunmacı eğilimler, hatta düşman eğilimler ve geleneğe sahip olduğunu çok rahat söyleyebiliriz.
Bu şu demektir: Avrupa kimliği başlangıcından itibaren İslam'ı içermeyen bir kimliktir. Konumuz bu olmamasına rağmen Avrupa Birliği'ne girmiş / girecek bir Türkiye, İslami köklerinden, İslami mirasından ve İslami iddialarından tümüyle vazgeçmiş bir Türkiye olacaktır ki dayatmalar da bu yöndedir.
Konumuz, Amerikan yüzyılında! Amerika’nın dünyayı büyük bir yapısal değişime zorluyor olmasıdır.
Amerika, Dünya üzerinde, planlarının uygulanmasını engelleyecek, hiç bir bölgesel bloklaşmanın oluşmasına ve çok kutuplu bir dünya düzeninin ve güç merkezlerinin oluşumuna asla izin vermemeyi düşünmektedir. Bu dünya, Amerika’nın liderliğinde ve Amerikan’ın belirlediği bir yönetim düzeni içerisinde olmalıdır. İşte bu nedenle Avrupa, Rusya, Çin ve İslam gibi güç merkezlerinin Amerikan stratejisine düşman olarak görülmesini gerektiriyor.
Birleşen / birleşmeye çalışan Avrupa, Fransa ve Almanya'nın öncülüğünde süper güç olma yolunda önemli adımlar atsa da ekonomik, siyasi, diplomatik ve Avrupa savunma gücünü oluşturmak gibi askeri alanda, ABD’ye meydan okuyabilecek başarılara imza atamadı. Anglosakson İngiltere’yi zorunlu olarak dışlayan, Fransa ve Almanya Balkanlar'dan Ortadoğu’ya, Güney Asya'dan Kafkasya’ya ve orta Asya'ya hatta Afrika'ya kadar ABD ile kıyasıya etkinlik savaşına girmeye çalışıyor. Bunun bir gövde gösterisini Libya'da ortaya koymaya çalışsa da Libya'da büyük bir başarısızlığa uğradı.
Avrupa Birliği, 7 alanda Amerika’ya üstünlük kuramadı:
1.Avro, Doların küresel hâkimiyetini yıkamadı.
2. AB, Amerika’nın üzerine çıkacak ortak çıkar ve değerler toplamı oluşturamadı.
3.Ortak anayasayı aktif ve bağlayıcı olarak hayata geçiremedi.
4.Özellikle ABD ve etkilerinin olduğu kuruluşların dışında bağımsız hareket edebilecek bir Avrupa ordusu kurulamadı.
5.Güç merkezi ve dengesi açısından siyasal bir birliktelik ortaya çıkmadı.
6.Güç temerküz edecek ve ettirecek diplomasi kurulamadı.
7. ABD’nin rakibi, AB fikrini oluşturamadı.
Dolayısıyla, Amerika, Avrupa’ya göre emperyalist olarak küresel hakimiyetini devem ettirmektedir.
Çin de ABD’nin rakibi olamadı, ABD ile uğraşan Avrupa’nın ihmal ettiği Afrika’ya girdi.
Türkiye bu durumdan nasıl etkileniyor:
AB, her şeye rağmen ABD’nin dünya liderliğini kabul etmiyor. Saydığımız yönlerden başarısız olduğu için bu yüzden, ABD ile mücadelesini geçiş ülkeleri üzerinden yapmaya çalışıyor.
Yakın tarihteki dolar krizi, gezi olayları 17-25 Aralık dönemleri AB’nin Türkiye üzerinden ABD ile yaptığı mücadeledir.
Feto kalkışması ise;
ABD’nin, AB’nin Rusya ve Çin ile kurduğu ilişkiler ve bağlantılı olarak Türkiye’nin Rusya’yla yakınlaşmaya başladığı dönemlerde Fetö’yü devreye sokması olarak görmeli, Türkiye’ye nizam vermeye çalışması olarak okumalıyız.
Bu dönemlerin ortasında ABD'nin Rusya ile ilişkileri Moskova'da yapılan görüşmelerle yeniden dizayn edildi ve Roma'da yapılan toplantılarda da Amerika'nın Rusya'yı NATO'ya ortak ederek zirveye taşındı. NATO Rusya ortaklık sözleşmesi imzalandı. Rusya karar mekanizmasına alındı. Orta Asya ile Kafkaslara yönelik askeri müdahaleler artık Rusya ile birlikte yapılacak. Amerika Rusya birlikteliği NATO Rusya ortaklığı Avrupa Birliği'nin sonunu hazırlayan, Avrupa Birliği'nin fikirsel olarak parçalayan bir oluşum oldu.
Şimdi, ikisinin arasında kalan bir Türkiye söz konusu: Stratejik olarak Türkiye’nin Rusya’yla yakınlaşması, Türkiye’nin hala ABD uydusunda / kontrolünde olduğunu göstermektedir.
Türkiye’nin Suriye’deki ABD karşıtlığı ve PYD sorunu ise; ABD karşısında yenilen AB’nin nasıl olur bilmem ama bir yolunu bulup, Türkiye’yi de yanına alarak güçlü bir başlangıç yapmasına bağlıdır. Bu da yeterli değildir; Türkiye’nin Rusya dostluğundan dengeli bir biçimde vazgeçmesi gerekir.
Rusya ile dost kaldığımız sürece, Asya, Kafkasya ve Balkanlarla sağlıklı ilişki kurmamız mümkün değildir.
Selam ve Dua ile...
Henüz yorum yapılmamış.