Sosyal Medya

Makale

DavutoÄŸlu Siyaset ve Ä°lkelerinin EleÅŸtirisi (4)

     GeçmiÅŸten gelen fakat sürdürülmesi gereken siyasal ilkelerin, dış siyasetteki derinliÄŸini dikkate almadan siyaset oluÅŸturmaya çalışmanın sakıncalarına, ortaya çıkan sonuçlar üzerinden dikkat çekerek yeni oluÅŸturulan ilkelerin eleÅŸtirisine devam ediyoruz.      

     Yeni ilkelerin oluÅŸturulmasına zemin teÅŸkil eden tarihsel mirasın derinliÄŸinin belirlediÄŸi misyonun iÅŸlevsel hale gelmesi için hangi araçlarla ve güç unsurlarıyla desteklenmesi gerektiÄŸinin tespitlerini ortaya koymaya çalışacağız. Bundan önceki yazımızı, dış siyasette problemler oluÅŸturan teorik zeminin ve teorik zemini oluÅŸturan mantığın, hangi reel çerçeveyi ihmal ettiÄŸinin tespitiyle bitirmiÅŸtik.

     Dış siyasette yaÅŸanan bu paradoks için ÅŸöyle demiÅŸtik.

Söz konusu durum; Türkiye'nin genel politikasının inÅŸaa edilmeye çalışılan zemininin, bu zeminden kalkarak oluÅŸturulan misyonun, belirlenen rota ve yönünün oluÅŸturması  beklenilen güç teorisine göre '' ölçek büyütme '' kuramı, bu kuram çerçevesinde  oluÅŸturulan ölçünün, ölçüsüzlüÄŸü Türkiye'nin dünya sistemindeki rasyonel yerinin gözden kaçırılmasından kaynaklanmaktadır,demiÅŸtik.

     Türkiye'nin dünyaya karşı duruÅŸunu belirleyen, verilere referans olarak tespit edilen; tarih coÄŸrafya ve medeniyet unsurlarının etkin olabilmesi, Türkiye’nin; merkez ülke, kendi eksenini oluÅŸturan ülke, lider ülke, akil ülke fonksiyonlarını icra edebilmesine katkı saÄŸlayıcı rol zemininin oluÅŸturulması gerekmektedir.

     Tarih, coÄŸrafya ve medeniyetin, Türkiye'nin kendi eksenini oluÅŸturan bir ülke olabilmesine katkı saÄŸlayabilmesi için kurucu bir ideolojinin yanında, bölge ülkelerinin bu potansiyeli Türkiye'de görmeleri ve merkez ülke olma misyonunu üstlenmesini kabul etmeleri gerekmektedir. Bütün bunlar rüÅŸtünü ispat etmeyle gerçekleÅŸecektir.

     DavutoÄŸlu’nun söylemlerinden bu problemin teorik olarak fark edildiÄŸini anlayabiliyoruz

'' kendimizi bu büyük tarihsel dönüÅŸüm sürecinde konumlandırırken, daha önce belirtilen zorlukların üstesinden gelme yetimiz konusunda özgüvenle hareket edeceÄŸiz. Kendimize akil ülke olma hedefini koyarken, bunun birçok beklentiyi beraberinde getirdiÄŸini ve Türkiye’nin geleneksel dış politika unsurların arasında bulunmayabilecek yeni araçları gerektirdiÄŸinin farkındayız. Bireyler, ulus ve devlet olarak dış politika hedeflerimizi gerçekleÅŸtirmemiz için gerekli kaynakları oluÅŸturabilme yetimize güveniyoruz. Akil ülke olma hedefimizin ortaya çıkardığı yeni talepleri karşılamak için gerekli olan belirli araçlara sahip olmadığımız alanlarda bu araçları geliÅŸtirmek için özgüvenle çalışacağız. ''(1) fakat teorik tespitlerin pratik sonuçları ortaya çıkarmadığını söyleyebiliriz.

     Ä°ÅŸte bu nedenlerden dolayı, Türk dış politikası daha uzun süre geçmiÅŸte varolan ve devam ettirilmesi gereken; denge politikası ve uluslararası hukukta meÅŸruiyet saÄŸlayıcı zeminde hareket etmesi gerekmekteydi. Bunları söylerken statükoculuÄŸu savunmuyor, küresel emperyalizmin hegemonyasını saÄŸlayıcı güç unsurları içinde (NATO ve AB vs ) ÅŸahsiyetsizce bulunmayı önermiyoruz. ''Türkiye’nin deÄŸer odaklı yaklaşımı ve demokrasi ve genel meÅŸruiyete olan vurgusu OrtadoÄŸu’daki ayaklanmalara iliÅŸkin politikasına dayanak oluÅŸturmaktadır. '' (2) tespitleriyle DavutoÄŸlu da bunları söylemektedir.

     Uluslararası dengeler (denge politikaları ) ve meÅŸruiyet ilkeleri uluslararası siyasetin vazgeçilmez ilkeleri olarak önemini korumaktadır. Denge politikaları ilkesiz ve ÅŸahsiyetsiz bir politika olarak algılanmamalıdır. Bilakis dış siyasette denge önemli bir ilke olarak yer almalı ve yeniden özgün olarak inÅŸaa edilmelidir. Bunun için öncelikle, Türkiye batıyla ve özellikle ABD ile olan baÄŸlarını, bu baÄŸlardan kaynaklanan siyasal iliÅŸkilerini yeniden tanımlamak zorundadır. Bu tanımlamalar çerçevesinde yakın kara ve deniz havzasına yönelik politikalarını rasyonel temeller üzerine oturtarak revize etmelidir.

     Köklü ve belirlenmiÅŸ bir omurga üzerine oturtulamayan siyaset, temel parametrelerini belirleyememenin sorunları ile karşı karşıya kalmıştır. Bu omurgasızlık aşılması gereken önemli bir problem olarak dış siyasetin baÅŸarısının önünde engel teÅŸkil etmektedir. Bu durum yakın tarihte Türkiye'nin siyasal anlayışında çeliÅŸki olarak nitelendirilebilecek çarpıcı örnekleri ortaya çıkarmıştır. Arap baharı öncesi Türk-Amerikan iliÅŸkilerinde dış siyasete yönelik bakış açısı farklılıkları oluÅŸmuÅŸ; Türk-Ä°srail iliÅŸkilerinde yaÅŸanan problemlerinin etkisiyle de tansiyonun artırmasıyla beraber Amerika ile olan iliÅŸkiler ortamı hayli gergin bir atmosfere bürünmüÅŸtür.

     ÖrneÄŸin Ä°ran'ın nükleer enerji elde etme konusunda Türkiye, ABD tarafından desteklenen BirleÅŸmiÅŸ Milletler Güvenlik Konseyi kararına muhalif oy vererek, Ä°ran'ın yanında yer almıştır. Fakat, Suriye meselesinden dolayı ortaya çıkan Türkiye Ä°ran gerginliÄŸinden sonra; Türkiye, Ä°ran- Suriye-Mısır problemlerinde ABD ile giderek artan bir beraberlik atmosferi oluÅŸturmuÅŸ, ABD'nin Türkiye'nin bölgeye yönelik hedeflerini inÅŸa etmeye yarayacak araçlara ve derinliÄŸe sahip olmasından ötürü Ankara-Washington ile daha sıkı ve organize iliÅŸkiler kurmaya baÅŸlamıştır.

     Bu önemli deÄŸiÅŸiklik, Türkiye'nin bölgesel gücünün sınırlarının yetersiz olduÄŸunu görmesi ve ABD'nin bölgeye yönelik siyasi geliÅŸmeler üzerinde hala (Arap baharına raÄŸmen ) karar verici ve düzenleyici, bölgesel dizaynda etki yaratabilecek güce/siyasal bir derinliÄŸe sahip olduÄŸu gerçeÄŸinin fark edilmesinden dolayıdır.

     Türkiye'nin bölgesel düzen kurma hedefine yönelik Orta DoÄŸu politikası ve stratejisi, rekabeti sürdürebilecek dinamiklere sahip olmadığı için bölgesel güçlerle iliÅŸkilerini yeniden gözden geçirme zorunluluÄŸu içinde kalmıştır. Türkiye'nin OrtadoÄŸu'ya yönelik düzen kurucu ülke söylemiyle yürüttüÄŸü, söyleminin kurucu argümanları nedeniyle yeni Osmanlıcı olarak nitelendirildiÄŸi politikası bölgede büyük bir dirençle ve rekabetle karşılaÅŸmış; DavutoÄŸlu’nun düÅŸündüÄŸü tarihsel ve kültürel ortak zeminin bunun için yeterli olmadığı anlaşılmıştır

     Arap Baharı ve Ä°slam coÄŸrafyasındaki hareketlenmeler/diktatörlere karşı yapılan ayaklanmalar sonucu ortaya çıkan geliÅŸmeler, özelde Suriye ve Mısırda yaÅŸanan geliÅŸmeler; Türkiye dış siyasetinin baÅŸarısı açısından test aracı olmuÅŸlardır.

     Alternatifler oluÅŸturabilme gücünün kendisinde olduÄŸu iddiası, Türkiye'nin meydan okuyuÅŸundaki güçlülük vurgusuna temel dayanak yaptığı / varsaydığı, teorisini oluÅŸturduÄŸu bir söylemdir.

     Oysa bu ÅŸuan ki sonuçları üzerinden deÄŸerlendirildiÄŸinde oluÅŸması / oluÅŸturulabilmesi mümkün görülmemektedir.

     Türkiye Ä°ran iliÅŸkilerinde büyük bir kırılma yaÅŸanmıştır. Yakın zamana kadar perde gerisinde büyük bir rekabet yaÅŸansa da bu rekabet, Suriye meselesi ile beraber hiç bu kadar belirgin ve gergin olmamıştı. Suriye konusundaki derin ve uzlaşılması mümkün görünmeyen görüÅŸ ayrılığı Türkiye ile Ä°ran arasındaki bölgesel rekabeti farklı boyutlara taşımıştır.

     OrtadoÄŸu'daki geliÅŸmelerin Türkiye’ye yansımaları sadece stratejik alanlarda deÄŸil, güvenlik problemi olarak da dönüÅŸüm yapmıştır. Güney sınırlarında olan güvenlik problemi ve PYD ile baÅŸlayan jeopolitik deÄŸiÅŸiklikler belki hesap edilmeyen problemlerdendir.

     Halkın sesine kulak veren ve sanırsınız destek sunarak halkların yanında olma misyonu gururları okÅŸayan bir söylem olmasına raÄŸmen güç dinamiklerinden mahrum olması sebebiyle, basit bir ahlakçılık pozisyonuna düÅŸmesi insanın vicdanını kanatmaktadır. Bu söylemin böyle bir muamele görmeye baÅŸlaması insanlık vicdanında büyük bir yara oluÅŸtururken, söylem sahiplerinin de deÄŸersizleÅŸtirdiÄŸini daha önce belirtmiÅŸtik. Bu söylem farklı bir tehdit algısını da ortaya çıkararak

     Suudi Arabistan ve körfez ülkeleri gibi totaliter rejimleri tedirgin etmiÅŸ ve Türkiye'nin dış politika söylemlerine karşın bu ülkeleri de karşı ataÄŸa geçirmiÅŸtir. Suudi Arabistan'ın ve körfez ülkelerinin özellikle Suriye ve Mısır meselesinde tarihlerinden hiç görülmemiÅŸ bir etkinliÄŸe ve rekabete yöneltmiÅŸtir. Etkinlik oluÅŸturma mücadelelerinde bu ülkelerin dini/mezhepsel ve kültürel zeminlerini de devreye sokmalarından dolayı ciddi risk alanları oluÅŸmaktadır.

     Bunları çoÄŸaltmak mümkün. Soyut ideolojik kurgunun ve yanlış tercihlerin yapılması, beklenilmeyen tarihsel geliÅŸmelerin ortaya çıkması, bu geliÅŸmelerin oluÅŸturduÄŸu atmosfer ve kurulan duygusal iliÅŸkiler; sürdürülmesi gereken dengeleri gözeten siyaset anlayışından vazgeçilerek/uzaklaÅŸarak kendi dengelerini kurma söylemiyle uluslararası alandaki meÅŸruiyet araçları da terk edilmiÅŸtir. Üstelik bunları gerçekleÅŸtirebilecek güç ve güç dengelerinden, potansiyelinden ve diplomatik derin iliÅŸkilerden mahrum iken böyle bir tavır almak siyasal terimlerle açıklanması mümkün olmayan bir durumdur.

     Uluslararası arenada her devletin bir iddiası ve hedefi vardır. Bu hedeflere yönelmede var olan gücüne güç katmak ister ki; gücüne güç katacak unsurlarla iliÅŸkiler kurar. Bu iliÅŸkiler sonucunda güç dengeleri ortaya çıkar. OluÅŸan bu güç dengeleri, uluslararası barışın saÄŸlanabilmesi için zorlayıcı/zorunlu parametreler oluÅŸtur. Güç dengeleri mekanizmalarının iÅŸlememesi halinde barış ortamı bozulur: Güç dengelerinin bozulmamasının yegâne yolu, diplomasi aracının devletlerce zamanında etkin ve doÄŸru bir biçimde kullanılmasına baÄŸlıdır. Ä°ÅŸlemese de söylem düzeyinde de olsa uluslararası hukuk ve uluslararası hukukun oluÅŸturduÄŸu araçlar: ABD gibi kendine has dengeler kuracak güce sahip deÄŸilsen, uluslararası dengelerin korunmasında rol alabilecek araçlar olarak önemini hala korumaktadır.

     Küresel emperyalizmin derinlikli iliÅŸkiler kurarak oluÅŸturduÄŸu uluslararası iliÅŸkiler dünyasında, Morgenthau'nun da belirttiÄŸi gibi moral ilkelerin devletlerin dış politika eylemlerine aynen uygulanması mümkün deÄŸildir. Özellikle 21inci yüzyıl dış politikasındauluslararası hukuk, uluslararası ahlak gibi öÄŸeler küresel emperyalist kültürün hâkim olduÄŸu modern ulus devletler dünyasında,ulusal güç ve ülke çıkarları öncüller karşısında ikincil öÄŸeler olarak kalmaktadır. Reel durum biz istesek de istemesek de budur.

     Uluslararası sistemde büyüklüklerine göre devletler; büyük, küçük ve orta büyüklükte devletler olarak sınıflandırırlar. Türkiye’yi bu sınıflandırmalar içinde orta büyüklükte devlet kategorisine almak mümkündür. Orta büyüklükte devletler, uluslararası sistemde etkileri sınırlı olan ve bölgesel politikaları etkileyebilen, büyük devletlerden gelen zorlamalara bir nebze direnebilen onlarla pazarlığa giriÅŸebilen devletler olmasına raÄŸmen büyük devletlere karşı uzun süre karşı koyamazlar.

     Nitekim Suriye meselesinde herkesten önce inisiyatif alarak hareket etmesine raÄŸmen Türkiye, sonrasında geliÅŸen hadiseler neticesinde ABD ile görüÅŸmelere baÅŸlamak zorunda kalmıştır. Meydan okudukları uluslararası kurumlardan daha sonra destek beklemiÅŸlerdir.

     Orta büyüklükteki devletlerin, belirli bir ekonomik ve askeri gücü olmasına karşın bu gücü bulunduÄŸu bölgedeki büyük ve hegamon gücün kontrolü ve onayı doÄŸrultusunda kullanabilirler. DavutoÄŸlu’nun teorize ettiÄŸi kendi ekseni kurma, merkez ülke olma misyonu reel ÅŸartlar ihmal edildiÄŸinde gerçekleÅŸmesi mümkün olmayan bir idealizm olarak kalacaktır.

     Türkiye'de, orta büyüklükte bir devlet olarak uluslararası dengelerde var olan parametreleri dikkate alarak hareket etmek durumundadır. Uluslararası iliÅŸkilerden ve ulusalcı mantıklarla sınırları belirlenmiÅŸ ulus devletlerin biçimlendirdiÄŸi bir dünyada, uluslararası politikada salt ahlaki ve uluslararası hukuk normlarıyla hareket edilerek baÅŸarılı olunamayacağı, geçmiÅŸin bilinen gerçekliliÄŸi olduÄŸu gibi bugününde siyasal gerçekliliÄŸidir.

     Bu siyasal gerçekliliÄŸi dikkate almadan hareket ettiÄŸinizde de bedelleri büyük olan sonuçlarla karşılaÅŸabilirsiniz.

     Bu rasyonel çerçevede birincisi; dengecilik ve meÅŸruluk ilkelerine ciddi anlamda zarar verecek zihin dünyasından/idealizmden arınmak gerekmektedir.  MeÅŸru araçlarla meÅŸru hedeflere yönelme anlayışını zorlayan tavırlar içine girilmesi, hatta uluslararası meÅŸruiyet kaynaklarına meydan okunması ve yeni meÅŸruiyet kaynakları arama tehdidinde bulunulması, özgüven tanımlaması olarak deÄŸerlendirilemeyecek kadar ölçütsüz siyasal reflekstir.

     Bu durum dış siyasette olması gereken (Türkiye'nin sürdürmesi gereken ilkeler ) ilkelerle kurulan zayıf iliÅŸkiler, sabit ayağı olan pergel metaforundan uzak bir anlayışla oluÅŸturulan bir siyaseti ortaya çıkarmaktadır. Türkiye'nin bu siyaset anlayışı dost düÅŸman herkesi tedirgin eden bir yöneliÅŸtir. Ä°lkesel savrulmalar yaÅŸayan/ilkesel savrulmalar nedeniyle risk alanları oluÅŸturan siyasal çıpası olmayan bir ülke pozisyonuna düÅŸürmektedir. Kendisini bir yere sabitleyebilecek çıpası olmayan bir ülkenin, coÄŸrafyasında merkez ülke olabilmesi mümkün deÄŸildir. Çünkü komÅŸular nezdinde bu ülkenin olgusu; amacı, hedefi ve bu doÄŸrultudaki niyeti belli olmayan / tahmin edilemeyen bir ülke imajına sahip olacaktır.

     Åžubat 2009 da ''One Minute '' Davos Çıkışı Türkiye'ye karşı büyük bir teveccühün oluÅŸmasına sebebiyet verirken, yaklaşık bir yıl sonra 10 Mayıs 2010 da Ä°srail'in OECD üyeliÄŸinin Türkiye tarafından onaylanmasıyla yerini büyük bir hayal kırıklığına bırakmıştır.

     Danimarka BaÅŸbakanı Rasmussen'in NATO genel sekreterliÄŸine karşı çıkan AKP iktidarının ABD'nin baskısına boyun eÄŸerek bu tavrından vazgeçmesi çizmeye çalıştığı vizyona zarar verirken, tedirginlikleri ortaya çıkarmıştır. Amerika'yı karşısına alma pahasına da olsa Ä°ran'la oluÅŸturulan iyi iliÅŸkiler sürdürüldüÄŸü dönemlerde; Türkiye'nin mevcut iktidarının bu dönemde Ä°ran'a yönelik olduÄŸu gerekçesiyle Füze Kalkanı Projesine açıkça karşı çıkmasına raÄŸmen, bugün ortaya çıkan sonuçlar neticesinde füze kalkanı Türkiye yerleÅŸtirilmiÅŸ ve bu konuda küresel emperyalizmin belirlediÄŸi stratejik uygulamaların merkezi haline gelmiÅŸtir.

     Bu ve buna benzer davranışsal paradoks sonuçlar; ülkenin ilkesel savrulmalar içinde olduÄŸunun, cari verilerin temellendirilmesinden uzak oluÅŸturulan ilkeler ve ilkelerle kurulan zayıf iliÅŸkiler sonucunda siyasal çıpası olmayan bir ülke olarak tanımlanması için yeterlidir.

'' Bölgesel düzeyde vizyonumuz, bölge devletlerinin birbirleriyle demokrasi ve gerçek anlamda ekonomik karşılıklı bağımlılık deÄŸerleriyle tamamen bütünleÅŸtiÄŸi, halkların meÅŸru taleplerini yansıtan temsili siyasal sistemler üzerine inÅŸa edilmiÅŸ bölgesel bir düzendir.

Küresel düzeyde uluslararası toplumun genelini kapsayan yeni bir uluslararası düzeni katılımcı bir ÅŸekilde kurmayı hedefliyoruz. Bu küresel düzenin üç boyutu olacaktır: diyalog ve çok taraflılığa dayalı bir siyasal düzen, adalet ve eÅŸitliÄŸe dayalı bir ekonomik düzen ve kapsayıcılık ve uzlaÅŸmaya dayalı bir kültürel düzen.(3)

     Türkiye’nin oluÅŸturmaya çalıştığı; ekonomik karşılıklı bağımlılık, akıllı güç, ritmik diplomasi, çok boyutlu dış politika, uluslararası iÅŸbirliÄŸi ya da proaktif dış politika, bölgesel sorunlara aracılık ve liderlik etme politikaları bir çeÅŸit liberal söylem araçlarıdır. CoÄŸrafyaya yönelik merkez ülke olma/kendi ekseni oluÅŸturma misyonu, liberal söylem içerikli bölgesel dile ve mantaliteye yabancı bir politikayla gerçekleÅŸtirilebilecek bir hedef olmaktan çıkacaktır.

     OluÅŸturulan teorik kuram, özellikle OrtadoÄŸu'ya yönelik bölgesel aktörlerin bir araya gelerek küresel güçlerin müdahalesinden uzak kendi sorunlarına çözümler üretebilecekleri ve Türkiye'nin buna liderlik yapması misyonu; tarihsel miras ve derinliÄŸe, buradan alınacak güç ve bölge üzerindeki tasarruf hakkı vasıtasıyla gerçekleÅŸtirilmek istenmektedir.

'' …her ÅŸeyden önemlisi, Türkiye'nin tutumu onun tarihsel derinliÄŸini, coÄŸrafi konumunu ve uluslararası iliÅŸkilerdeki zengin mirasını yansıtmaktadır. Tarihin akışını anlamayanlar ve tarihin geliÅŸimi uyarınca kendilerine dünyada konumlandıramayanlar olayların hızlı geliÅŸimine hazırlıksız yakalanacak ve nihayetinde ağır bir bedel ödeyeceklerdir. Bu nedenle politikamızı uzun vadeli tarihsel yönelimlerin saÄŸlam ve akılcı bir deÄŸerlendirmesi ve dünya tarihinin geniÅŸ yörüngesinde nerede bulunduÄŸumuza iliÅŸkin bir anlayışı ile oluÅŸturmaktayız. '' (4) tarihsel miras ve tarihsel miras üzerinden oluÅŸturulacak iliÅŸkiler çözümün temel prensibini oluÅŸturmaktadır.

     Hâlbuki uluslararası politikada bu tarz tutumlar ancak diplomasinin incelikleri, güç dengeleri ve güç kapasitesi nispetinde yapılabilir. Türkiye ise adeta kapasitesini, diplomasinin inceliklerini ve güç dengelerini bir kenara bırakarak, kendi imkân ve yeteneklerini aÅŸan, riski yüksek bir dış politika izliyor. Hâlbuki Türkiye'nin mevcut durumu ve ÅŸartları böyle yüksek riskli bir dış politika izleyemeye elveriÅŸli deÄŸil ve olmadığı ortadadır.

     Soyunulan misyonun gerektirdiÄŸi bağımsız, küresel güçlerin derin iliÅŸkilerinden etkilenmeyen ve kendi etki alanını oluÅŸturacak kadar özgür ve özerk politik parametreler oluÅŸturacak imkan, araç, kadro ve muktedirliÄŸe sahip olmayan ülke olan Türkiye'nin, böyle hedef ve misyonları kendisine biçmesi belirsiz bir geleceÄŸe ve kaosa yolculuÄŸa çıkması demektir.

     ''  Üçüncüsü, dış politikamız özerk bir ÅŸekilde yürütülecektir. Dış güçlerin bölgesel politikaları

belirlediği ve bizim sadece bize verilen rolleri oynadığımıza ilişkin algıdan muzdaribiz.

Toplumun birçok kesimine ve siyasi seçkinlere sirayet etmiÅŸ olan bu psikolojik küçüklük algısından kurtulmamız gerekmektedir.

Bugün, vizyonumuzu biz belirliyoruz, hedeflerimizi koyuyoruz ve dış politikamızı ulusal önceliklerimiz uyarınca uyguluyoruz. GiriÅŸimlerimizde baÅŸarılı ya da baÅŸarısız olabiliriz, fakat önemli olan bizim kendi politikalarımızı

uygulamaya koymamızdır. Ne herhangi bir diÄŸer güçten talimat alıyoruz, ne de baÅŸkalarının büyük planlarının bir parçasıyız. Özellikle komÅŸulara yönelik politikalarımız, duruma iliÅŸkin kendi deÄŸerlendirmelerimizin dikkatle ele alınmasıyla belirlenmektedir. Bu zamana dek olduÄŸu gibi, kendi politikalarımızı Batılı ortaklarımızınkilerle uygun gördüÄŸümüz ÅŸekilde koordine etmeye devam edeceÄŸiz, fakat böyle bir iÅŸbirliÄŸinin komÅŸularımızla iliÅŸkilerimizi olumsuz etkilemesine asla izin vermeyeceÄŸiz.'' (5)

     Türkiye'nin uluslararası sistemik yapıya meydan okuyan tavrı, OrtadoÄŸu'daki iktidar ve rejim deÄŸiÅŸikliklerindeki aktif/öncü rol üstlenme çabaları, lider ülke / aracı ülke tanımlamasını çeliÅŸkili hale getirecek refleks ve tavırla OrtadoÄŸu'daki geliÅŸmelerde taraf ve taraftar oluÅŸ ÅŸekli; ülke politikasının uygulanışı olarak anlamak, ilkesellikle anlamlandırabilmek mümkün deÄŸildir.

     Bu mantalite ve alınan tavır, Ä°lkelerdeki rasyonel deÄŸiÅŸim olarak da tanımlanamaz, kavramsallaÅŸtırılan yeni ilkelerin ikame edilmeye çalışılması rasyonel veriler üzerinden deÄŸil, duygusallık üzerinden yapılması bu duygusal reflekslerin de ilkesellikle iliÅŸkilendirilmesi dış siyaset açısından büyük bir savrulmadır.

     '' Türkiye’nin deÄŸer odaklı yaklaşımı ve demokrasi ve genel meÅŸruiyete olan vurgusu OrtadoÄŸu’daki ayaklanmalara iliÅŸkin politikasına dayanak oluÅŸturmaktadır. Tunus’taki devrimden itibaren bizim temel ilkelerimizi yansıtan dinamik bir dış politika izlemekteyiz.

Birincisi, ifade özgürlüÄŸü ve diÄŸer siyasal reformları talep etmek için harekete geçen halkları desteklemeye karar verdik. BaÅŸlıca amacımız, halklarla kurduÄŸumuz derin ve deÄŸerli dostluÄŸu sürdürmek ve bu baÄŸlardan geçici güç dengesi hesapları için vazgeçmemekti.

Ä°kincisi, istikrarlı ve meÅŸru demokratik siyasal yapılara geçiÅŸin sadece güvenlik ve özgürlük arasında bir dengeyle saÄŸlanabileceÄŸini vurguladık.

Üçüncüsü, demokratik taleplere atfettiÄŸimiz önem ki bu bazı durumlarda baskıcı rejimlere karşı durmamızı gerektirmiÅŸtir ile komÅŸularla sıfır sorun dış politika ilkemiz arasında bir çeliÅŸki olmadığına inandık.

Dördüncüsü, bölgenin geleceÄŸi onun halkları tarafından belirlenmesi gerektiÄŸini düÅŸündüÄŸümüzden, dış müdahaleye karşı olduÄŸumuzu ifade ettik.

BeÅŸincisi, bölgedeki tüm halkları onların geçmiÅŸine bakmaksızın ebedi kardeÅŸlerimiz olarak gördük ve mezhepsel gerilimleri azaltmayı görevimiz addettik.

Türk hükümeti olarak dış politikamızın ne olması gerektiÄŸini tartışırken, Arap halklarının taleplerine nerede olurlarsa olsunlar ve taleplerinin içeriÄŸi ne olursa olsun  koÅŸulsuz destek vermeye karar verdik; çünkü kendileri için en iyisini istemek onların hakkıydı. Bu süreçte dış politikayı yürütmek için kullandığımız araçlaryeni ilkelerimizi yansıtmaktadır.'' (6)

     Türkiye tabii ki, Mısır'daki darbeye karşı çıkacak, Esad rejiminin karşısında yer alacak. Tabi ki coÄŸrafyasındaki halkların sesine kulak verecek. Türkiye elbette bölgesinde yaÅŸanan tarihsel deÄŸiÅŸimin yanında yer alacak. Ahlaklı bir dış siyaset anlayışının gerektirdiÄŸi mazlumun yanında zalimin karşısında söylem ve duruÅŸunu tabii ki ortaya koyacaktır. Ama bu ahlaki duruÅŸun gereÄŸini yapmanın daha rasyonel ve diplomatik yolları varken, Türkiye'nin diplomatik olmayan, esneklikten yoksun, kapasitesini dikkate almayan bir yol izlemesi doÄŸru deÄŸildir. Bu nedenle sorun Türkiye'nin “ilkeli duruÅŸ”unda deÄŸil, duruÅŸunu ve duygusallığını ve sokakların oluÅŸturduÄŸu duygusallığa kendisini kaptırıp gösterdiÄŸi refleksleri ilkelilik olarak tanımlamasındadır.

     Sorun, ahlaki ilkelerin gücünü nereden alması gerektiÄŸinin gözden kaçırılmasıdır. Dünya siyasetinin gündemine sokulmaya çalışılan ahlaki ilkelerin evrensel olabilmesinin tek yolunun/siyasi ilkeler ile sorun yaÅŸamamasına, uyum içerisinde olmasına baÄŸlı olduÄŸunun unutulmasıdır.

     Yazılarımıza, bir sonraki yazımızda; DavutoÄŸlu’nun teorik kuram ve stratejisinin '' yeni Osmanlıcı politikalar  '' uygulamak ya da uygulamaya çalışmak üzerine inÅŸaa edilip, edilmediÄŸini stratejik derinlik kitabından alıntılar yaparak analiz etmeye çalışacağız. DavutoÄŸlu’nun en çok eleÅŸtiriye maruz kaldığı konu olan '' Osmanlıcı politikalar uyguluyor'' eleÅŸtirilerinin, DavutoÄŸlu’nun hangi teorik/söylem ve stratejisine temel teÅŸkil eden görüÅŸlerinden kaynaklandığını ortaya koyup, bu düÅŸüncenin pratik sonuçları üzerinden dış politikada ortaya çıkan problemleri tespit edeceÄŸiz.

     DavutoÄŸlu’nun bu stratejik kuramı ve modelinin, dış siyasette oluÅŸturulan yeni ilkelerle hangi alanlarda çatışmalar oluÅŸturduÄŸunu, bölgenin rasyonel siyaseti üzerinden deÄŸerlendirmeler yapacağız.

Selam ve dua ile

Veysel Ocak

 

1.Türk Dış Politikası’nın Ä°lkeleri ve Bölgesel Siyasal Yapılanma [ Bu yazı, Aralık 2011 Ankara’da düzenlenen 4. Büyükelçiler Konferansı’nda yapılan konuÅŸmanın gözden geçirilmiÅŸ ve güncellenmiÅŸ halidir.] [ Stratejik AraÅŸtırmalar Merkezi ] (SAM ) : S;5

2. SAM. S:7

3. SAM. S:7

4. SAM. S:3

5. SAM. S:6

6. SAM. S:6-7-8

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.