Makale
Ä°ÅŸletmeci Ä°ktidar
HADDİM OLANI DEĞİL HAKKIM OLANI SÖYLÜYORUM.3
21. yüzyılda mazlum halkların yaşadığı coğrafyadaki ülkelerde toplumların zihni çehresi çok büyük değişikliklere uğradı. Bu ülkelerde yaşanan eşitsizlikler, sömürü, adaletsizlik, istismar, baskı ve elitizm muhafazakarlık yoluyla kontrol edilemez hale geldi. Hiçbir baskı ve kaygı, toplumların derin insani yanını bastıramadı. Büyük korkulara rağmen halk hareketleri yaşandı. Halk, sadece yönetimleri değil, bu yönetimlerin arkasındaki batıyı da reddetti.
Haklar sadece isyan edebilirler:
İsyan edebilen halkın, yeni geleneklere, kültüre, inanca, bilince ve bakış açısına ihtiyaçları vardır. Özellikle de çağımızda yeni ekonomik ve Siyasal sistemlere ulaşmaya muhtaçtırlar.
İşte bu halkın, muhtaç olduklarına yönelmeleri / yöneltilmeleri gerekir.Bu hayati yöneliş, gerçekleştirilememiştir. Yeni yapılanma bilinci oluşturacak öncü ve öncüllerden mahrumiyet, tarihi fırsatın tekrar liberal anlayışlara evrilmesini mecbur kılmıştır. Bu süreçte tek gerçek ortaya çıkmıştır ki; İslami akımların bu süreçte hiçbir yeterliliğinin olmadığı anlaşılmıştır. Sonuç aslında İslami akımların geldiği yeri, süreci, yaşadığı akıl tutulması ve yabancılaşmayı bize tekrar hatırlattı ve yaşadığımız sonucun dramını ortaya koydu.
Buraya biz nasıl geldik:
Müslümanların Siyasal alanın dışında durmaları ve bu alanın dışında tutunmalarını sağlayan bilgilenme şekilleri ve bilgilenme kaynakları dünya için bir umut vaad ederken, sahip oldukları bilinç, tavır ve Siyasal enerjileri, emperyalistlerin hep korkulu rüyaları olmuştur.
Bu enerjinin bir şekilde politik alana kontrollü bir şekilde aktarılması onlar ve sistemlerinin geleceği açısından elzemdi.
Küresel sistem; İslam toplumlarında yaşanan, sömürü, eşitsizlik, katliamlar ve işgallere politik çerçeve içerisinde tepki veren ve bu çerçeveden sonuç bekleyen bir toplum oluşturmaya çalışmaktadır.
Böyle bir toplum ve tepkisiz bir İslam anlayışını küresel sistemin işleyişinde temellendirmeye çalışmaktadır. Bugün mavi Marmara kıyamının yaşadığı sürecin bunun bir delili olduğunu söyleyebiliriz.
Bir şekilde Siyasal alana sokulan Müslümanlar, laik hayat anlayışıyla, İslami hayat arasında sıkışarak büyük bir gerilim yaşadılar. Ne yazık ki bugün bu gerilimi yaşamıyorlar. Laik hayatın örgütlülüğünün dayatmasından dolayı İslamın hayata geçirilme sorunu, sosyal ve kültürel alanlarda büyük bölünmelere yol açtı. İktidar olmak iki şeyle onları yüz yüze bıraktı; kendi gerçeklerinden koparak ya modernleşeceklerdi yada iktidarı kaybedeceklerdi.
İktidar seçtiler:Siyasal enerjilerini hizmete aktararak hükümet olmayı başardılar ve sürdürdüler ama İslam edilgenleşti ve Siyasal bilinçte büyük bir sönümlenme yaşandı.
Seküler laik iktidarın devamı gerekliydi:
Zihinsel, sosyal, kültürel, Siyasal abluka sürüyordu. İktidar olmanın harisliğinden ve ablukadan dolayı zihinsel bir kaos dönemi başladı.
Bu kaos, Müslümanların, kendisine has Siyasal bir zemin oluşturmanın fırsatını kaçırmalarına sebep oldu.
Bunun çok yönlü sebeplerinin olmasına rağmen en önemli sorun kadrosuzluktu....
Kadrosuzluk, muhalif zihniyeti aynı dinçlik ve zindelikte, aynı mecrada tutamadı.
Müslüman halkın umutlarına cevap verecek ve hayatı İslami anlamda inşa edecek duruş ve eylemi gerçekleştiremediler.
Siyasal fetret;bilinç yenilenmesi, derin şuur ve inanca yönelmeyi sağlayacağına geçmiş tarihe yönelerek İslam'ın Siyaseti açısından umutları tüketen yöneliş oldu.
İktidar olmayı ve iktidarı devam ettirmeyi muhafazakârlıkta ve tarihin koridorlarında aramaya başlayınca, iktidar olundu fakat gerçek dünya ile ilişkisi olmayan bir kültür Siyaseti ortaya çıktı.
Milli nizam Partisi ile başlayan süreç, AK parti dönemine kadar kültür siyaseti dönemidir.
Ak parti ise; geçmişin mirasına dair kazanımları kullanarak işletmeci bir siyasal dönemi başlatmıştır.
Ä°ÅŸletmeci siyaset;
Göreceli başarıları çok olan fakat tarih yapıcı ve gelecek kurucu bilinci kurutan bir siyasettir.
Kurucu bilincin köklerini, dinamiklerini yok eden bir siyasettir.
Modern kapitalist sistemler için tek gerçek olan, gelişme ve ilerleme, AK parti iktidarı için de mutlak tercih olarak tezahür etti. Sermayenin dünya çapında ve sınır tanımaksızın örgütlenişi, bu ülkede, bu işletmeci iktidarın eliyle daha da güçlü hale geldi. Bu durumu tek gerçekmiş gibi benimseyen iktidar, her gelişmekte olan ülkelerde yaşanan gelişmeleri, bu hükümetin başarısıymış gibi göstererek, halk tarafından da bunun böyle algılanmasına sağlamıştır.
Siyasetin ve siyasetçinin başarısı, ahlaki ve sosyal dokuyu güçlendirici alanı terk ederek, ekonomik ve modernleşmenin trendleri ile orantılı hale geldi.
Uluslararası kapitalizmin, mazlum ve yoksul halkı dünya kapitalizmi ile bütünleştirme çabaları, üçüncü dünya ülkelerindeki işletmeci iktidarlar vasıtasıyla gerçekleştirilmektedir. Bu ülkede de ortaya çıkan gelişmeler, bu uygulamanın dışında bir şey değildir. Kapitalizmin önündeki en büyük engel, aslını koruyan İslam dininin bu sisteme olan muhalifliğidir. Küresel sistem, İslamın muhalefetini, işletmeci muhafazakar iktidarlar yoluyla aşmaya çalışmaktadır. Kapitalizm, her şeyi kullandığı gibi, dini de kullanmak istiyor.
Her şeyi maddi hesaplarla açıklayan bu tezahür, İslam dinini modernist bir din olmaya zorlanmaktadır.
Modern yapılanmaya, kurumsallaşmalara ve modern değerlere karşılık bulması istenen din, materyalist değer siyasetinin aracı haline gelmektedir.
Nesneleştirilen İslam, bütün ilişkiler, kapitalist sistem mantıyla yürürken bu işleyişi meşrulaştıran bir sessizliğe mahkum edilmiştir.
Diplomatik ilişkilerin tamamı İslam'ın bu ölüm sessizliğinden faydalanılarak onun adına gerçekleştirilmektedir.
Aslında her şey, batı ve batılı yargılarına göre şekillenmesine rağmen, İslamileştiren etiketlemeler yoluyla, maddeleşmiş ve anlamlarından soyutlanmış bir hayat, meşru hale gelmiş durumdadır.
İslami muhalefet ve kullanılan muhalif dilin paradigmaları propagandadan ibaret hale gelmiştir.
Büyük bir propagandaya maruz kalan halk, olayları kendi bilinçleriyle algılayamamakta, medyaların isteği ve dezenformasyonu doğrultusunda anlamaktadır. Halkların gözü ve kulağı olması gereken alimler ve aydınlar tabut sessizliğindeler. Bu sessizliğin ortaya çıkardığı iktidar ideolojisine bağlı entelektüeller yoluyla romantik bir muhafazakârlık ikame edilmiş durumdadır.
Susmak ölümcül bir duruştur:
1. Bireysel davranışlarımızdan ekonomiye, ailevi yaşantımızdan siyasete kadar resmi ahlak anlayışının toplumsal bilince hakim olmasını reddetmeliyiz.
2. Tamamen maddi alana odaklanıldığı için, manevi ve ruhsal sefaletin farkına varılması sağlamalı; çözülmenin, çürümenin, tüketim bağımlılığının kapitalist sistemden kaynaklandığını ve iktidarın uygulamalarının sebebiyet verdiğini iktidara ısrarla hatırlatmalıyız. Tüketim çılgınlığı tehlikesine mutlak anlamda İktidarın dikkatini çekmeliyiz.
3. İktidara sahip olmanın halkın geleceği için, halk adına bazı imtiyazlara sahip olmayı meşrulaştırmayacağını, halk adına karar verip; yolsuzlukların, adaletsizliklerin eşitsizliklerin ihmal edilebilir olmadığını, bunun büyük bir zülüm olduğunu ve toplumsal fesada yol açacağını iktidara mutlaka kabul ettirmeliyiz.
4. Siyasi sloganın ‘’ ehil insanlar iÅŸ başına ‘’ olmasına raÄŸmen, egemenliÄŸin kapitalistlerin ve imtiyazlı sınıfın elinde olması kabul edilir bir ÅŸey olmadığı deklere edilmelidir.
5. Rasyonel değerler için ilkeler feda edilirse, ruh ve akıl sağlığını yitirmiş bir toplumun ortaya çıkacağını ve bugün örneğinde belirtilerini, bu iktidar mutlaka görmek zorundadır.
6. Geçmişe sığınanlara, bugünün sorunlarıyla yüzleşmemek için daha vakit gelmedi sloganını bir prensipmiş gibi halklara çok kolay bir biçimde benimsetilmesinin zillet olduğu öğretilmelidir.
7. Vaktinin geleceği Mehticiliği, müslümanları zamana yani modernizme ve kapitalist sistemin tutsaklarına dönüştürmektedir.
8. Aklı donduran, zihinsel çölleşmeye yol açan duygusallık ve romantizm propagandasının, toplumları kontrol etme yöntemi olarak kullanılmasının, iktidara tehlikeli bir oyun olduğunu göstermek gerekmektedir. Halklar bu yolla, iktidar tarihinin kültürünün, devlet anlayışının ve ulusalcılığının kurumsal rehinesi haline geleceği uyarısı iktidara yapılmalıdır.
9. Değişim ve dönüşüm ihtiyacı hissetmeyen toplumlar, kolay yönetilecek toplumlardır. Sürüleşen / sürüleştirilen toplumu yönetmenin insani ve İslami siyasetle ilişkisiz olduğu açıkça beyan edilmelidir.
10. İslamın ve Müslümanların geleceği iktidarın geleceğine endekslenmiş durumdadır. İlahi kudret akidevi merkeziliğini kaybederek toplum sürekli kaygılı, tedirgin ve ihtiyatlı olma ruh haline düşürülmüştür.
11. Dinden ve dindarlıktan alıkoyan eylemsizliklerimiz, dine muhatap olma insaniliğimizi yok etmektedir. İktidar insaniliğimizi bize yeniden kazandıracak dindarlığın önünden çekilmelidir.
12.İktidar eksenli din anlayışı, bu anlayışa bağlananları, ilahi vahye muhatap olma şerefinden azade etmiştir: iyiye yönelme / yöneltme, kötülüklerle mücadele iktidarın gaspına uğramıştır. Her şahsın vahye muhatap olduğunu ve sorumlu tutulacağı şuurunu demokratik kuralların içine hapsetmiştir. Müslümanları, tüm sorumlulukları vermeye zorlamak, bahşedilen iradeye en büyük saygısızlıktır.
13. Ulusalcı kültür ve tarihsel objelerle dinin millileştirilmesinin ve AKP ulusalcılığının itici gücü haline getirilmesinin, törensel olgulara dönüştürülmesinin İslamı ve Müslümanları incittiğini, iktidarın anlaması gerekiyor.
Devam edeceğiz: Batının ve Batılı değerlerin, kültürel egemenliğine, AKP iktidarıyla birlikte, Müslümanların siyasal denetim altına alındığı dönem olarak inceleyeceğiz.
Selam ve Dua ile
Veysel Ocak
Henüz yorum yapılmamış.