Makale
Çözüm süreci ve kurucu akıl
Osmanlı sonrası Türkiye'sinde tam olarak şunlar gerçekleşti:Osmanlı sonrasının kurucu aklı Mustafa Kemal, bir ulus devlet meydana getirmek için planlı bir şekilde 1925 tarihinden öncesini tamamen reddederek, büyük bir kopuşu başlattı ve yaşattı.
Cumhuriyet ideolojisinin ortaya çıkardığı sonuç, tarihsel planda yaşanmış epistemolojik bir kopuştur. Tam bir otoriter ve hiyerarşik bir yapı içerisinde gerçekleştirilen devrimler, kendi gerçeğini(tanım ve uygulamalarını) topluma kabul ettirebilmek için geçmişle olan tüm bağlarını kesmeye çalışmıştır. Bugün içerisinde bulunduğumuz duruma baktığımızda bunu başardığını da söyleyebiliriz. Cumhuriyet yöneticileri kurguladıkları ideoloji doğrultusunda bu yeni dönem için her şeyi yeniden tarif ve tayin etmiş, büyük bir zorbalıkla uygulamaya sokmuştur.
Sonrasında ulus devletin oluşması için; ulus devletin oluşmasının vazgeçilmez unsurlarını inşa etmeye başlamışlardır.
Yeni bir millet anlayışı ve tanımı yapılarak, tanımlanan bu yeni millete yeni bir tarih oluşturulması, şekillendirmeye çalışılan ulus devletin ilk adımını teşkil etti. Ortaya çıkan rahatsızlıkları ve tepkileri biraz olsun azaltmak, tarihsel plandaki kaosu ortadan kaldırabilmek için çözüm olarak Orta Asya kültürüne yönelinerek sorun aşılmaya çalışmış, güneş-dil teorisi döneme damgasını vurmuştur.
Köklere dair kopuşun başarılı olması, özellikle bir daha geri dönüş düşüncesinin ortaya çıkmaması için, yeni bir dil ve yazı inkılabı gerçekleştirilerek, geçmişle ilişkiler tamamen koparıldı.
Bütün bunlar yapılırken din; bu yapılanları motive edici ve meşruiyet sağlayıcı bir formasyona dönüştürülerek yeniden yorumlandı.
Kabul etmek gerekir ki Mustafa Kemal, bir ulus devlet yaratmanın bütün kurallarını uygulamış ve ulus devletin unsurlarını kendi planları doğrultusunda tanımlayarak inşaa etmiştir. Yani kurucu aklın yapması gerekenleri(kabul edilebilir yollarla olmasa da) yerine getirmiştir.
Kurucu akılın yapması gereken; tarihi, millet, kültür (dil, yazı, edebiyat) ve din unsurlarını ya yeniden tanımlamak yada asli temelleri ve prensipleri üzerine yeniden inşa etmektir.
Mustafa Kemal bu unsurları, asli temelleri üzerine ve ilkelerine uygun bir şekilde inşa etmek yerine, bunları yeniden tanımlamış ve bu tanımlar doğrultusunda her şeyi yeniden dizayn etmiştir.
İşte her şeyi yeniden tanımlamak, ulus devleti inşa ederken bu tanımlar doğrultusunda düzenlemeye gitmek; var olan unsurlarla ve bu unsurlara tabi olan toplumlarla çatışma yaşamak, bir mücadeleyi göze almayı da gerektirecektir.
Bu çatışma ve mücadele öncelikle bir meşruiyet eksenine oturtulmak durumundaydı. Devrimlere karşı çıkan ve direnen mukavemet alanları; uyumsuz, bölücü ve gerici (yobaz) suçlamalarıyla devrim kadroları tarafından ilk elden mahkum edildiler. Bu mahkumiyet soykırıma varacak kadar ağır bir cezalandırmaya maruz bırakılarak, devrimlerin kendi yolunda ilerlemesi sağlanmıştır.
İşte bu yeni duruma en aktif direniş gösteren / uyum sağlamayan topluluk Kürtler olmuştur. Dolayısıyla en fazla cezayı da onlar görmüştür. Ulus devlet kriterlerine göre bunun bir kaç nedeni var:Kürtler, cumhuriyetin yeni ulus devlet modeline göre en fazla şekil verilmesi gereken topluluklarındandır. Kürt halkının; din, dil, tarih,, kültür (örf ve gelenek) yani bütün unsurlarıyla bir değişiklik ve dönüşüm yaşaması gerekmektedir. Diğer milletler bu dört kök unsur üzerinden ufak rötuşlarla ve süslemelerle yeni duruma entegre edilebilecek bir zemine sahiptiler. Oysa kürtler için bu durum söz konusu değildi. Diğer milletler Kürtler kadar büyük bir kopuş, değişim yaşamak zorunda değillerdi.Bu algı Kemalist ideolojiye hakimdi.
İşte bu yüzden Kürtler:
Öncelikle;
Büyük bir inkar ve imha politikalarına maruz kaldılar. Bugün bile hala etkisi atlatılamayan travmalar yaşadılar.
Genel bir yorumlama ile; Müslümanlar ve diğer halklar ulus devletin devrimlerle meydana getirdiği problemleri halledebilmek, bu koşulları daha hasarsız atlatabilmek için, kendi içine kapanıp çözümler üretip, mukavemet alanları oluştururlarken, Kürtlere yapılanları engelleyecek bir tavır belirleyip bir duruş sergileme cephesi oluşturamamışlardır. Genel bir değerlendirme yaptığımızı baştan söyleyerek ve detaylara girmeyerek kısaca anlatmak istediğimiz şudur.
Kürtlere yapılanlara Müslümanların ve diğer milletlerin yeterince ilgi gösterememesinin en önemli sebebi; kendilerine de uygulanan asimilasyon politikalarına, içe kapanarak çözüm aramaları olmuştur. Oysa yapılması gereken, bütün halkların omuz omuza verdiği bir direniş hattının oluşturulmasıydı. O günün önderlerinin bu stratejik hatası, çok trajik bir tarihin oluşmasına yol açmıştır.
Tüm ülke çapında asimilasyon politikaları, bütün alanlarda aynı anda uygulamaya sokularak bütün halklar geçmişte kazandıkları hassasiyetlere yabancılaştırılarak çaresiz duruma düşürülüyordu.
Kur'an öğreniminin yasaklanması, ezanın Türkçe okutulması, camilerin ve mescidlerin baskı ve yıldırma ile işlevsiz hale getirilmesi ve kapatılması, kılık kıyafet kanunlarıyla insanların kamudan uzaklaştırılması, harf inkılabı ile o günün tek düşünceyi yayma aracı olanı gazetelerin ve dergilerin yayınlanamaz hale getirilerek iletişimin koparılması, ulemanın ve alimlerin büyük bir baskı ve zorbalığa maruz kalması vs. bütün milletlerin kendi derdine düşmesi için yeterli olmuştur.
Kürtlere bütün bunlar uygulandığı gibi; kavmi olan bütün unsurları (dil, kültür vs) büyük inkar politikalarına maruz kalıyordu.
Doğaldır ki her inkar ve ret, karşı reddiyeyi ortaya çıkaracaktır.
Her saldırı bir mukavemeti ortaya çıkaracak yada bir karşı saldırıyı besleyecektir, öyle de olmuştur. Bunların dışında daha makul ve doğal bir süreç oluşturulabilir ve zamana yayma (tedricen) politikası uygulanabilir miydi?
Evet.
Başka bir süreç yaşanabilirdi. Zaten değişimin temel mantığında da böyle bir usul vardır.
Peki neden böyle bir süreç olmadı ya da takip edilmedi.?
EÄŸer olsa idi;
1. Bütün halk kenetlenerek topyekün olarak bir direniş hattı oluşturabilir, değişimlere(devrimlere) karşı mücadele başlatma zemini ve imkanı bulabilirdi.
2. Kürtler, soykırıma varan inkar politikalarına tabi tutulmasalardı; beÅŸ sınır ve ülkeye bölünen Kürtler, bulundukları coÄŸrafyalarda bu acılara maruz bırakılmasalardı, hilafetin kaldırılmasından sonra, onları bu beÅŸ sınır ve ülkede ayrı olarak tutmak mümkün olamayacaktı. Yani soykırım ve inkar politikaları sadece asimilasyon için deÄŸil, Kürtlerin bölünmüş olarak da kalmalarını saÄŸlamıştır. Dikkat edilirse her ülkenin Kürtleri; Suriye, Ä°ran, Irak,Türkiye ve Rusya’da büyük acılara ve katliamlara maruz bırakılarak çizilmiÅŸ sınırlara mahkum edilebilmiÅŸlerdir.
3. Bu bölme ve parçalama politikaları farklı ırk ve mezheplere de uygulanmıştır.
İşte bu yüzden hiçbir şey doğal ve olması gerektiği gibi olmamalıydı:Halklara büyük bir şok, büyük bir travma yaşatılması gerekiyordu.
İşte Türkiye cumhuriyetinin kurucusu Mustafa Kemal; hem yerel ölçekte, hem küresel ölçekte ulus devlet projelerine uygun olarak davranmıştır.
Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucu akıllı Mustafa Kemal böyle yapmıştır.
Peki.
Yeni Türkiye'nin kurucu akıllı yada kurucu akıl misyonunu üstlenmeye çalışan Recep Tayyip Erdoğan ne yapmaktadır?
1. Önceki kurucu aklın oluşturduğu paradigmayı aşacak; tarih, din, millet, kültür gibi dört temel parametreyi, asli temelleri üzerine oturtabilecek ve inşa edebilecek siyaseti oluşturamamaktadır.
Bunun en büyük nedeni; önceki kurucu aklın paradigmalarını aşacak bir zemin üzerinden hareketini başlatamamıştır.
Önceki aklın; tarih, devlet ve bürokrasi oluşumunu / kurgusunu aşacak; tarih felsefesine sahip değildir.
Yönetsel alanda hikmeti, dönüştürücü kurumlarda uygulanabilir kazanımlara dönüştürememiştir. Hikmetsiz bir siyaset gündeme hakimdir. Devlet geleneği yerine siyaseti bilgece yönelinmesi gereken bir kurumsallığa dönüştürmeyi öncelikli olarak benimsemediği için, bu yüzden, vizyon sahibi olabilecektir ama misyon sahibi olamayacaktır.
2. Yeni bir ülke için kök paradigmalar somutlaştırılamadığı için, önceki kurucu aklın oluşturduğu; devlet, millet, demokrasi, laiklik, sekülarizm ve kapitalist İktisadi sistemle siyaseti kurgulamak ve uygulamak zorunda kalınmıştır. Köksüz ve referanssız tanımlar geliştirilerek yeni bir kurgu oluşturuluyor imajı verilmesine rağmen, var olan sistemin restore edilmesinden başka bir şey yapılmamaktadır.
Muhafazakar demokrasi, liberal demokrasi, muhafazakarlık, hoşgörü, uzlaşma, müzakere medeniyetler buluşması, çok kültürlülük, katılımcılık, çoğulcu demokrasi, laikliğin yeniden yorumlanması AK Parti'nin yeni dönemi inşa etmedeki anahtar kavramları olmuştur.
Akil adamlarının açıklamalarına göre; bu anahtar kavramlarla sistemle barışık hale gelip, kamuoyu oluşturulurken, diğer yandan da liberal demokrasiyi uzlaşmanın merkezine koyarak meşruiyet krizi yaşamamanın planları yapılmıştır. Yasin Aktay'ın bir konuşmasında vurguladığı gibi '' liberal demokrasiyle sistem nezdinde meşruiyeti sağlarken, aynı zamanda muhafazakarlık söylemi ile seçmenin gözünde dine yaptığı çağrışımla İslamcı parti tabanının oylarını da güvenceye aldıklarını'' söylemektedir. Yapılanlar bundan ibarettir.
Bu yapılanları Nilüfer Göle şöyle yorumluyor: Günümüzde Ä°slamcı hareketlerin coÄŸrafi alanda olduÄŸu gibi sembollerin ve deÄŸerlerin üretimine, deÄŸiÅŸimine yaptıkları katkıyla kültürel ve siyasal anlamda da merkezde yer aldıklarını; böylece, bu yeni oluÅŸum içinde '' sistemin reddedilmesi mantığının '' yerini, '' katılımın mantığının’’ aldığını söylemektedir. Göle'ye göre siyasal Ä°slam '' sosyal katılımı arzulayan ve kamuoyu tarafından fark edilmeyi isteyen Müslüman aktörlere, kendilerini tanımlayıcı yeni bir dil '' verir ve '' Ä°slami siyaset, yeni sosyal grupların sisteme katılımını teÅŸvik ettiÄŸi ölçüde bunu demokratik sürecin derinleÅŸmesi ve geniÅŸlemesi olarak'' görür.
AK Parti'nin sistemle bütünleşmesi, çok kültürlülük ve katılıma dayalı bir demokratik yapı içinde İslami değerler üzerine kurulu yaşam tarzına meşru bir konum sağlama girişimi olarak tanımlansa, AK Parti'nin bu mantalite üzerinden hareket ettiği düşünülse bile, pratik sonuçlarına baktığımızda durumun böyle olmadığı görülecektir. Zira, AK Parti iktidarında en fazla vurgu taşıyan din imajı; Mevlana ve Mevlana anlayışındaki din üzerinden temellendirilen ve mesajlandırılan; hoşgörü felsefesi olmaktadır.
3. Bu temel politikasızlık yüzünden, tarihin açtığı büyük kapıdan giremeyerek; çözüm süreci adı verilen, halkların kardeş olabilme imkanının yeniden ortaya çıkış fırsatı doğru bir şekilde değerlendirilememiştir. Fırsat kaçırılmak üzeredir. Zira çözüm süreci adı verilen durum; karşı tarafı ırkçı bir yapılandırmaya / yapılanmaya koşullandırırken, sürecin belirgin tarafları AKP ve HDP sürecin temel felsefesinde durumun en uç noktalarında değildirler. Her iki tarafın da konsensüse vardıkları hareket noktası, küresel emperyalizmin belirlediği entegrasyon politikasını başlatmak üzerinedir.
Çözüm süreci coğrafyanın küresel sermayenin ticaretine pazar olma / küresel sermayenin tezgahında pazarlanma entegrasyonundan başka bir şey değildir. Zira küresel sermayenin, uluslararası hegemonya arzusu ve etkileri sınırları anlamsız kılarken; ulusal sermayelerin bu güce eklemlenme zorunluluğu, var olan tüm ulusal iktidarları ister istemez yeni bir hukuk, açık toplum, küresel kültüre entegre olabilecek kültürlerin inşasına zorlamaktadır.
Neden böyle düşünüyorum.
AK Parti İktidara geldiğinde artık önünde durulamaz olan bir süreç başlamıştı. Ortadoğu ölçeğinde Kürtlerin bulunduğu coğrafyalarda özellikle Irak ve Türkiye'de Kürtlerin elde ettiği siyasal muktedirlik, iktidarı bu konuya ciddi olarak müdahil olması gerektiğine zorluyordu. Fakat çözüm süreci adıyla soruna müdahil olma, AK Parti'den beklenen şekilde ve temeller üzerinde olmamıştır. Soruna bu tarz yaklaşımın kendilerince gerekçeleri olsa da, sorunun çözümünün bu temeller üzerinde gerçekleşmeyeceğini, geçmiş siyasal tecrübelerden bilmeleri gerekiyordu.Bu nedenle gerekçelere sığınmadan; sorunun doğru tespitini yapıp, çözümü için başlangıç gerçekleştirmeleri gerekiyordu.
Oysa AK Parti kendisinden beklenmedik bir şekilde kendisinden önceki Türkiye Cumhuriyeti'nin partileri tarafından, özellikle Özallı ANAP partisinin başlattığı şekilde ve zeminde soruna yaklaşımı sürdürdü ve hala da devam ettirmektedir.
Çözüm sürecinde kullanılan propaganda dilinde, İslami bir losyonla kardeşlik, birlik beraberlik gibi söylemlerin ağırlıklı olduğu algısını verse de süreç; İslam'a ait; ilkeler ve ahlak üzerinden yürümemektedir.
AK Parti'den öncekiler, Kürt realitesini tanımışlardır. Kürtçe yasağını kaldırmışlar, basılı, görsel yayın yapılabileceği başlatılamamış olsa da kabul etmişlerdir. Çözüm odaklı olmasa da politik bazı müzakereler başlatılmıştır.
AK Parti, içinde bulunduğu zamanda ortaya çıkan teknolojik gelişmeler, küresel iletişim ağının tüm dünyayı bir köy haline getirmesi, dünyada olup bitenlerin ve özgürlük hareketlerinin çok hızlı bir biçimde başka coğrafyalara sirayet etmesi; Türkiye'nin Kürdistan problemine artık ilk dönem Türkiye cumhuriyetin refleksleriyle çözüm bulamayacağını çok açık olarak ortaya çıkarmıştır.
İletişim ağlarının dünyayı bir örümcek ağı gibi sardığı ve etkilediği zaman dilimindeyiz. Bu imkanların oluşturduğu koşullar, merkezi otoritelerin toplumlar üzerindeki etkisini azaltırken, resmi kültür ya da resmi kimlik politikalarının uygulanmasını mümkün kılmamaktadır. Bunu, coğrafyamızdaki modern ulus devletlerdeki tüm iktidarlar bütün çıplaklığıyla görmüş
durumdadır.
AK Parti gelişmeleri doğru okuyarak değil, reel politikayı gelişmelerin üstüne bindirerek, yani gelişmeleri reel politikanın üstüne yaldızlı bir şekilde kaplayarak uygulamaya sokmuştur.
Hangi zeminden kalkarak böyle düşündüğümü örnekler vererek, verdiğim örneklerde yaklaşımımı ortaya koyarak açıklamaya çalışayım.
Örnek ve yaklaşım
Kürtçe dilinin serbest bırakılması, Kürtçe yayın yapılması ve TRT'nin Kürtçe yayını başlatması, Kürtçe öğreniminin kolaylaştırılması, üniversitelerde bölümlerin açılması gibi oldukça önemli başlangıçlar yapılmasına rağmen; bütün bunlar, hakikaten bir dilin var olması ve gelişmesi için gerçek ve samimi olarak yapılması gereken şeyler olduğunu düşünmüyorum. Bu başlangıçlar konuyu cilalamaktan başka bir işe yaramayacaktır. Çünkü yeterince asimile olan halk dilini sadece birbirleriyle iletişimde ve folklorik olarak(örf ve gelenek) kullanabilmektedir. Bu dil öyle bir yasaklanmıştır ki, iki nesil bu dili öğrenememiştir. Modernleşme ve asimilasyon politikaları ile beraber halk öyle bir zihinsel travma yaşamıştır ki, Kürtlerin aydın ve entelektüelleri Kürtçe düşünemez, Kürtçe yazamaz hatta Kürtçe rüya bile görmemektedirler. Dilin ve yazının asimilasyonu bu halk için bilgiye ulaşmayı o kadar zorlaştırmıştır ki yalnızca Türkçe bilgi edinmek bu halk için tek seçenek olmuştur.
Bu tespitimin yakın tarihte iki örneği vardır: 2015 nevruzunda Abdullah Öcalan'ın mektubunu Kürtçe okuyan daha doğrusu okumaya çalışan Pervin Buldan'ın Kürtçesi, gazetelere göre, dinleyiciler tarafından hiç anlaşılmamış, Kürtçesinin bozukluğu ise büyük tepki ve eleştiri almıştır. Mektubu Sırrı Süreyya Önder Türkçe okuyunca mesaj anlaşılabilmiştir. Yine internete düşen haberlere göre '' PKK'ya yakınlığıyla bilinen yayın organlarından biri olan Amed News Agency, Buldan'a yönelik eleştirisini '' Kürtler için tarihin en büyük açıklamalarından biri, tarihin en kötü Kürtçesiyle okunduğu için spontane çeviri yapamıyoruz, özür dileriz.'' tarzında haberleriyle doluydu.
Bir başka örneğimi ise 30 kasım 2008 de Yeni Şafak gazetesinde yazar Bejan Matur ile yapılan söyleşiden alıntı yaparak, vermek istiyorum. Söyleşiyi yapanlar yazara Kürtçeyi kaybettiniz mi? sorusuna yazar şöyle cevap veriyor: ''. Kürtçe düşünemiyorsam o dil kayıp sayılır. ''
Şiirleriniz o yüzden mi Türkçe sorusuna ise yazar '' çünkü ben Türkçe düşünüyorum. Kürtçe düşünebilseydim ve Kürtçede bir imge yaratabilseydim herhalde Kürtçe yazardım. Ama benim bildiğim Kürtçe, kelimenin tam anlamıyla anne dili. O dilden bir edebiyat yaratamazsın. En fazla ninni ya da ağıt yazabilirsin. Düşünce dilim Türkçe, rüyaları da Türkçe görüyorum. '' diye cevap veriyor.
Bu gelişmeler önemlidir, fakat yeterli değildir, yeterli olmadığı gibi ilkesel olarak bu yapılanlar yanlış yönde ilerlemektedir.
Bir dili serbest bırakmak demek; o dilin yaşamasının ve gelişmesinin ortamını ve imkanı oluşturmakla olur.
Bir dilin yaşaması ve gelişmesi için ise, o dilin; dini eğitiminde, kültürel alanlarda ve İktisadi ilişkilerde ve ticarette mutlak anlamda kullanılabilmesi ve geçerli olması gerekir. Bir dilin bu alanlarda kullanılmasının koşulları oluşturulmuyorsa, o dilin gelişmesi ve yaşaması mümkün değildir. Yalnızca Bejan Matur'un söylediği gibi türkü söyler ağıt yakabilirsin. Bırakın edebiyat yapmayı ve sanat oluşturmayı Buldan gibi bir mektubu bile okuyamazsınız.
İkinci yanlış ise; sadece bir ırk'a ait haklar üzerinde durulmaktadır. Birçok yerleşim yerlerinin isimlerinin Kürtçe ismine tekrar döndürülmesi, Kürtçe isimlerin verilebilmesi, kavmi hakların genişletilmesi, kültürel etkinliklerin serbest bırakılması vs
Bir topluluğun insani bir iklimde yaşamasının yegâne temeli, kavmi özelliklerin öncelikli konuma getirilmesiyle gerçekleştirilemez.
Dini, ahlaki, insani ve irfani temeller gözetilerek halkların beraberce yaşayacağı koşullar oluşturulmalıdır. İnsanın kainat çapında özgür olması gereken inanç, düşünce ve kültür hayatı, hiçbir resmi belirlemeye maruz bırakılmamalıdır. Evrensel ölçülerin oluşturacağı topluma, hiçbir cahiliye değerlerinin sirayet etmemesi için koşullar oluşturulduğunda, o toplum kendisini yeniden inşa edebilir. Yeni bir medeniyet sıçraması gerçekleştirebilir..
Kuşkusuz Kemalist devrimlerin ortaya çıkardığı süreçte yaşanan kopma; yaptığı tanım ve uygulamalarla İslam'ın ümmetini ve kulunu cumhuriyetin yurttaşına dönüştürmüştür; bugün bu uygulama ve tanımsal çerçeve hala yürürlükte ve meşruiyet zemini kendisine bulabilmektedir. Hala ülkenin insanlarına, vatandaş kalıplarını kırabilecek bir düşünce ufku ve cesareti verilebilmiş değildir.
Kültürel gelişmelere yönelik, kültürler arası iletişimden doğacak medeniyete, hangi kültürel temeller inşa edilerek yol açılmakta ve yol gösterilmektedir, bunun cevabı netleşmelidir.
İnsanın insanla ilişkisini güçlendiren hangi kültürel norm yada geleneğin ihya edilmesine yönelik başlangıçlar yapılmıştır.?
Bu yüzyılın insanına yeni bir medeniyet tasavvuru oluşturabilecek alanlar nerelerde oluşturulmuştur.?
Bunun için hangi kanallar açılmıştır ve koşullar oluşturulmaya çalışılmaktadır.?
Nevruzda Kürtlerle Türklerin ateşin üzerinden atlaması sıcak bir oyalanmadan başka bir şey değildir. Doğudan batıya sadece çiğköfte gelmemelidir.
Kültürel hayat ve uygulamalar; insanın inancına ve bilinçli tercihinin muhteremliğine zarar getirmemesi, insani duyarlılıkları besleyen, evrensel vicdana açık, resmi ve ideolojik koşullandırmalardan uzak, entelektüel felsefeye uygun olmak zorundadır.
Temel inanç değerlerine sahip olmak; her türlü yurttaşlığı, her türlü milliyeti, her türlü aidiyeti aşan bir evrenselliği içermelidir. Bir toplumda milliyetçiliğin yükselmesi, o toplumda gerçek bir tarih bilinci, kültürü ve felsefesinin oluşmadığını gösterir. Türk sorunu ve Kürt sorunu Irkçı bir zemine taşındığı için içerisinden çıkılamaz bir noktaya getirilmiştir. Türk ve Kürt halkının ortak hassasiyetleriyle, Türk ve Kürt siyasetçilerinin oportünist beklentilerini birbirine karıştırmamak gerekir.
Açılımlara boğulduğumuz bugünlerde:Kürt sorunu; Alevi açılımı, Ermeni açılımı gibi politik sorunlarla bir tutulmamalı ve karıştırılmamalıdır. Kürt sorununun diğer açılımlarla hiçbir benzer yanları yoktur. İdeolojilerini maskeleyerek, bir halkın var oluş mücadelesini şeytani bir felsefeye indirgeyen iblisçe örgütlenme, bugün mazlum halkın önünde hak mücadelesi yaptığını iddia etmekte, tarihsel hafıza kaybına uğramış İktidar ise bu iblisçe örgütlenmeyi taraf olarak kabul etmektedir.
Bugün Kürdistan'da yapılmak istenen, küresel sermayenin İslam coğrafyasında yeni bir faşizm dalgası oluşturmaya çalışılmasından başka bir şey değildir. Emperyalist batı kendisinin çizdiği sınırları, yeniden belirleyerek, mağdur ve mazlum halkları yeniden sömürmenin planlarını yapmaktadır.
Bir başka temel yanlış; Kürt halkının doğal liderlerinin çözüm arama sürecinde tamamen devre dışı bırakılmalarıdır. Şu an çözüm sürecinin içinde olanlar, dünün, laik ateist Marksist teorisyenleri, devlet eliyle zenginleştirilmiş kapitalistleri, batı aklı ile düşünen halkına yabancılaşmış sözde entelektüelleridir. Oysa aktif unsurlar halkın kadim önderleri olmalıdır. İmamları, mollaları, şeyhleri(yaşlı büyükleri), alimleri çözüm süreci içerisinde başrolü oynamalıydılar.
Bir başka yanlış; komşu ülkelerde yaşayan kürt halklarının (kürdistanların) birbirleriyle kurulacak ya da kurulması gereken ilişkilerin belirlenmesi gerekmektedir. Zira sınırların son derece suni, teknolojik gelişmeler ve iletişimin engellenemez olduğu çağda, sınırları işlevsiz hale getirmektedir. Dolayısıyla başta Türkiye olmak üzere, Kürt halkının yaşadığı ülkelerin tamamı, Kürt halkının geleceğine yönelik evrensel değerler üzerinden kararlarını vermek zorundadırlar.
Bir başka yapılması gereken ise; batıdaki Kürt diasporasını oluşturan entelektüel insanların coğrafyalarına geri dönüşü sağlanarak; öncelikle batı emperyalizminin kuklası olmaları engellenmelidir. BU entelektüellerin, coğrafyasındaki halkıyla bütünleşerek, çözüme katkı sağlamalarının imkanı oluşturulmalıdır.
Kürt sorununda önemli bir sapmanın sessiz şahitliğini yapmamalıyız. Bu yapılan egemen sistemin Anayasal ve kültürel düzenlemeleridir. Tercihimizi fıtri kimliğimizin inşası olarak belirlemeliyiz.
Selam ve Dua ile...
Henüz yorum yapılmamış.