Makale
Misak-ı Millî Sınırları Kutsal mıdır?
BİZE rol ve yer biçenler bulunduğumuz yerlerden de rahatsızlar.
Başlangıçta belirlenmiş olan sınırları ve parçalar bile fazla gelmeye başladı. Onlar için bu bile rahatsızlık verici. Coğrafyamız parçalanırken ruhlarımız da parçalandı. Paramparça durumdayız şimdi.
Åžam’ımızı, Halep’imizi, BaÄŸdat’ımızı, Mekke’mizi, Medine’mizi, Necef’imizi ve daha nice yerleri bizden kopardılar. Diyarbakır’ımızı, Ä°stanbul, Bursa, Sadayevo’muzu da onlardan kopardılar. Birbirimize yabancılaÅŸtık. Bize belirlenen yerleri sadece kendimizi için düşündük, bencil olduk. Ruh akrabalıklarımızı bir kenara bıraktık, yok saydık.
Topraklar için savaşıyoruz. Sınırlarımızın ötesinde kalanlar sanki küfür beldesi. Bizim sınırlarımız da onlar için öyle.
Yeni sınırlar çizilmeye çalışılırken yeni kutsallar oluşturuluyor. Tapınası putlarımızı çeşitlendiriyor ve değiştiriyoruz.
Ulemamız belirlenen sınırlara göre fetva veriyor ve ahkâm kesiyor. Dinin kurallarını laik ve seküler bir dünya için kullanıyorlar. BaÅŸlarındaki sarıklar ve yüzlerindeki sakallar ile Åžer-i Åžerif’i emperyalizme kurban ediyorlar.
Gazetecilerimiz ve medya mensuplarımız en tepede bulunanların dudaklarının arasından çıkana göre konuşuyor, yazıyor ve çiziyorlar. Verip veriştiriyorlar. Siyasiler konjonktür gereği rol değiştirince sonuçlarına veya geçmişte yaşananlara bakmaksızın medya mensubu kimseler de rol değiştiriyor. Dün siyah dediği bir şeye bugün beyaz diyor yarın ise tersini düşünebilir.
Bölünmüş ruhluluk insanı en olmadık düşüncelere ya da düşüncesizliklere götürebiliyor. Åžam bizim evimiz ve komÅŸumuz iken bugün Åžamlı komÅŸularımızı lânetliyoruz. Bugün en yakınımızda olan Diyarbakır’ımızı ve orada yaÅŸayanları lânetliyoruz. Elimizden gelse ve mümkün olsa makasla o bölgeyi kesip haritadan çıkarasımız var. Allah korusun yeni bir parçalanmaya gidilse en nefret edilesi beldemiz olacak.
Tuzakların farkına varamıyoruz. Tuzaklar bizde, içimizde, kendimizde.
Neden bu coğrafyaya çöreklenmiş olan bu kötü ve kara ruhu kovmuyoruz? Neden insan olma bilincimizle kardeşlik ruhumuzu canlandırmıyoruz? Neden yıkımımızı hızlandırıyoruz?
Biz neyin ve kimlerin hırsının kurbanıyız? Neden biz kara ruhluların kölesi ve oyuncakları durumundayız? Neden dirimlerimizi arttırmıyor da ölümlerimizi arttırıyoruz? Neden bu dünyayı kendimize cehennem ediyoruz başkalarına bayram yaşatıyoruz?
Neden yıkılan yuvalara yenilerini eklemekten haz alıyoruz. Neden seküler/dünyevi bir hayat için kendimizi feda ediyoruz ardından da kendimize şehitlik rolünü biçiyoruz? Diyarbakır, Halep, Şam, Bağdat, Necef, Urfa ve daha nice yerler sahabe, evliya ve peygamberler diyarı. Bu diyarlarımızı nasıl da lânetliyoruz. Nefretimizin kökeninde bize belirlenen kutsal diye tanımlanan bölgeler ve beldeler. Şimdi onlar bile bize çok görülüyor. Elimizden gelse onların bize biçtiği rolü biz tamamlayacağız. Aslında tamamlıyoruz da. Yeni ve modern kentler inşa ederken oralarda bizim ruhumuz yok, yani biz yokuz. Modern tapınma alanlarında inşa edilen yeni yapılarda bize ait olmayan bir dünya kuruluyor. Bu kentler bize ait olmuyor, biz de o kentlerin yabancısı oluyoruz.
Hıristiyanlar, kendi kültürlerinin ruhuna uygun yeni bir ümmet bilinci oluşturuyorlar. AB birlikteliği, NATO birlikteliği, Katolik dünya birlikteliğinin farkına varamıyoruz. Biz onların tersine aramızdaki uçurumları büyütüyoruz daha çok parçalanıyor ve küçücük coğrafyalara kendimizi mahkûm ediyoruz. Katolikler ve Ortodokslar da artık aralarındaki uçurumları kapatıyorlar. Onlar AB ile sınırları kaldırırken biz sınırları çoğaltıyoruz.
AB ülkelerine girildiğinde bir uçtan bir uca geçilip gidiyorlar. Ne vize var ne sınır var ne de engel var. Biz ise zihnimizde öylesine keskin sınırlar çiziliyor ki adım atılacak yer bırakmıyoruz. Yazık oluyor çok yazık.
Henüz yorum yapılmamış.