Sosyal Medya

Makale

İslamcılık ideolojisinde egemenlik ve devlet-1

Ä°slamcılık, kendisini oluÅŸturan ÅŸartları baÄŸlamında Ä°slam dininin, deÄŸiÅŸen ÅŸartlar dâhilinde konumunu belirlemeÄŸe çalışmıştır. Bu konum belirleme çalışmaları; dinde yenilenme anlamına gelen “tecdid” ve dinin sosyal hayata dinamizm kazandırması baÄŸlamında “ihya” hareketleri ile Ä°slamcılık, siyasetten sosyal hayata, kültürden ahlaka, ekonomiden toplumsal ilerlemeye kadar geniÅŸ bir alanda teorik ve aksiyoner bir “aydınlanma” fikri ortaya koymuÅŸtur. Aydınlanma kavramsallaÅŸtırmasının tabiatı gereÄŸi taşıdığı anlam yükü; siyasete ve toplumsala yönlendirilmiÅŸ dünyevi bir içerik taşımaktadır. Ä°slamcılık modern ve dünyevi karakteri olan bir harekettir ve Avrupa aydınlanması ve Avrupa aydınlanmasının sonuçlarından bağımsız deÄŸildir.   

Ä°slamcılığın din üzerinden konum belirlemesi; siyasete, daha kapsayıcı bir ifade ile siyasalın dünyevî olma zorunluluÄŸuna yapılan göndermeler ile yüklüdür. Ä°slamcılığın siyasal iddiaları sadece yönetsel iddialar ile sınırlı deÄŸildi. Ä°slamcılık, Ä°slam’ı, bir “yaÅŸama biçimi” olarak toplumsallığa yönlendirilmesi gereken fikirler bütünü içinde algılıyordu. Kendisini bin yıldan fazla bir süredir Ä°slam dairesi içerisinde gören bir toplumuna yönlendirilmiÅŸ olan bu yaÅŸama biçimi algısı üzerinden yapılan eleÅŸtirel yaklaşım, modernizmin çıktıları paralelinde “var olma ve var kalma” kaygısı ile yüklüydü.

Ä°slamcılık, Osmanlı reform ve modernleÅŸme çabalarından ve bu çabaların üretimleri olan; “Osmanlıcılık”, “Garpçılık/Batıcılık” ve “Milliyetçilik” fikri ve siyasi akımlardan bağımsız düÅŸünülemez. Askeri ve idari alanlarda giriÅŸilen Osmanlı reform ve modernleÅŸme çabaları, Osmanlının Avrupa karşısında “var olma ve var kalma” çabalarıydı. Osmanlı klasik döneminin Avrupa karşısında zaafa uÄŸraması ile önce askeri üstünlüÄŸü dengelenmiÅŸ, sonra askeri üstünlüÄŸünü kaybetmiÅŸ ve nihayetinde üstünlük psikolojisini de kaybederek Avrupa’nın üstünlüÄŸünü kabullenmiÅŸtir.

Bu kabulleniÅŸ Osmanlı Devletinin toprak kayıplarının “travması” ile yakından alakalıdır. ‘18. Yüzyılda… Avrupa (veya Batı) kuvvetli, Osmanlılar zayıftır. Batı, durmadan Osmanlı Ä°mparatorluÄŸu’na karşı zaferler kazanmakta, Osmanlı ülkesi içinde yayılmaktadır. Osmanlıları (bilhassa Türkleri) medeniyetin gerileticisi ilan ederek Avrupa’dan atmak istemektedir. Zayıflayan imparatorluk, eski yüceliÄŸine kavuÅŸmak için, daha doÄŸrusu ölmemek için, tek tedbirin BatılılaÅŸmak olduÄŸunu kabul etmiÅŸti. BatılılaÅŸmak bir nefis müdafaası, bir yaÅŸama prensibi olmuÅŸtur. Ya modern bir devlet olacaktı Osmanlı Ä°mparatorluÄŸu yahut da yok olacaktı. Fakat BatılılaÅŸmayı istemek ileolmak arasında fark vardı. Bunun için evvela Batı’nın üstünlüÄŸünü kabul etmek lazımdı. Sadece bir itirafla da geniÅŸ bir program gerçekleÅŸtirmek mümkün deÄŸildi. Bir mesele daha vardı: BatılılaÅŸmanın mahiyetini tayin etmek. BatılılaÅŸmak bir teknik iktibas mıdır? Yoksa bir medeniyet alanından diÄŸerine geçmek midir? DoÄŸu medeniyetini terk ederek, Batı medeniyetini olduÄŸu gibi kabul etmek midir? Bu sorulara cevap bulmak fevkalade zordu…’[1]

Ä°slamcılık yöneliminin ve Ä°slamcılığa kaynaklık teÅŸkil eden kaygının dinsel bir atıf ve paradigma taşıması, konunun kendi doÄŸası içerisinde sahih olan dinin ve bu sahih dinin çıktılarının ne olduÄŸuna, daha doÄŸrusu ne olması gerektiÄŸine dair tartışmaları dolaysız olarak gündeme getirmiÅŸtir. Ä°slamcılık aynı zamanda kendisini teolojik bir tartışmanın içerisinde bulmuÅŸtur. ‘DoÄŸrusu kendi siyasal iddialarını ilahi dayanakları olan, dolaysıyla en azından verili haliyle mutlak sayılan bir dine ve onun kusursuz (masum) olduÄŸu kabul edilmek durumunda olunan liderine isnat eden bir hareketin, salt bu baÄŸlılıktan kaynaklanan manevi ağırlık altında bir siyasal metafiziÄŸin dezavantajlarına yakalanmaması gerçekten de zordur. Ä°slamcılık her ne kadar Ä°slam’ın kendisi deÄŸilse bile Ä°slamcıların söylemlerinde Ä°slam’la çok kolay özdeÅŸleÅŸtirilebilen bir söylemdir. Ä°slamcıların Ä°slam hakkındaki bir yorumundan ibaret olan bu söylem içinde öznesini kendisiyle var eden bir gramerin iÅŸlendiÄŸi rahatlıkla görülebilir. Yani Ä°slamcıların çoÄŸu kez kendi yorumlarını Ä°slam’ın kendisinden ayrı görmedikleri, dolaysıyla belli bir tarihsel dönemde Ä°slama atfettikleri bir yoruma tarih-üstü bir deÄŸer atfettikleri görülebilir.’[2]    

Ä°slamcılığı doÄŸuran ÅŸartların modernizm ile olan “zorunlu iliÅŸkisi” neticesinde ortaya çıkan Ä°slamcılığın “bu dünya” vurgusu, salt dini bir yorumsama ile açıklanamaz. Ä°slamcılığın, modern Batı karşısında zaaf içerisine düÅŸen Ä°slam Dünyasına yönelik eleÅŸtirel tutumu, dini olana ya da dini olduÄŸu iddia edilen eylemlerin üretmiÅŸ olduÄŸu kurumlara, tutumlara ve durumlara yönelik eleÅŸtirel bir tutum içerisine girmesine neden olmuÅŸtur. Bu eleÅŸtirinin en temel vasfını; “neyin dini ya da neyin dini olmadığına” dair “ayıklama” giriÅŸimleri oluÅŸturmuÅŸtur.   

Bu ayıklama giriÅŸimlerindeki dünyevî vurgu; Ä°slamcılığı, Türkiye’nin modernleÅŸme hareketlerinden bağımsız düÅŸünülmemesi gereken bir olgu olarak çözümlemeyi gerekli kılmaktadır. ‘Osmanlı’nın geç dönemlerinde, özellikle Jön Türk devrimini izleyen yıllarda, Tanzimat döneminde sessiz sedasız yeÅŸerdikleri izlemini veren bazı geliÅŸmeler su yüzüne çıkar. Bunların ilki, devletin ÅŸer’i iÅŸlevleri dışındaki iÅŸlevlerinin, “sekülerleÅŸme”ye denk düÅŸecek biçimde geniÅŸlemesinin sonucudur.’[3] Bu geniÅŸleme, iktidar erkini temsil eden merkezi gücün hem kapsayıcı siyasallığına hem de bu siyasallığın hukuki zeminini oluÅŸturan klasik ulema örüntüsüne karşı bir tür “sivil alanın” oluÅŸumunu saÄŸlamıştır.

Bu sivil alanın temsilcilerinden Ä°slamcı düÅŸünür, yazar, ÅŸair ve eylemciler vb. aynı zamanda Osmanlı aydınlanmasını temsil ediyorlardı. Ä°slam adına söylem geliÅŸtiren bu aydınlar, medreselerden deÄŸil, Osmanlı laik eÄŸitim kurumlarından yetiÅŸiyorlardı. Fakat bu sivil alan, devlet ve siyaset ayrımının bulunmadığı, siyaset ve iktidar örüntülerinin devlet katında belirlendiÄŸi merkezi siyasetten ayrık bir görünüm sergilemiyordu. Aslında: ‘Sorunun bir Devlet sorunu olması ve Devlet’in varlığını sürdürebilmek için Batı’nın denetiminde bulunan iliÅŸkilere katılmak istemesi, bunun yolu ve gereÄŸi olarak da Batılı bilgi ve bilimlere baÅŸvurma ihtiyacı hissetmesi, bilgi iÅŸlerinin Devlet iÅŸi olarak, Devlet denetiminde yürütülmesine yol açmıştır.’[4]

Türk siyasal kültürünün derin izlerini taşıyan Türkiyeli bütün siyasal yönelimler, nihayetinde “iktidara odaklılık” olgusu ile devletten ayrık olmayı baÅŸaramamışlardır. ‘Aydın olarak tanımladığımız grubun etkili olabilmesi için mutlaka geniÅŸ ölçüde serbest olması ve düÅŸüncesini ifade etmekten çekinmemesi gerekmektedir. Aynı zamanda aydının yayın araçlarına sahip olması ÅŸarttır. Osmanlı Müslüman toplumunun on altıncı yüzyıldan sonra gerilemesinin baÅŸ nedeni devrin entelektüel kesimini oluÅŸturan ulemanın (bilhassa ifta –fetva verme- grubunu oluÅŸturanların) özgürlüklerini kaybederek devlet hizmetine girmeleridir. Åžüphesiz, Osmanlı uleması içinde her devirde müstakil düÅŸünen, dürüst hareket eden ulema olmuÅŸtur fakat bunlar toplum ve devlet nezdinde etkisiz kalmışlardı çünkü hareket ve nihai karar daima devletin elindeydi… Osmanlı’da “intihap” usulü, kabiliyetli kiÅŸilerin kökeni ne olursa olsun, ancak idarecilerin felsefesini tamamen kabul ettikten sonra devlet meclislerine çıkmalarını saÄŸladı.’[5]               

Ä°slamcılığın bu ayıklama giriÅŸimlerindeki dine ait olana yapmış olduÄŸu temel vurgu, siyasallaÅŸmanın doÄŸal sonucu olan dünyevî olanı merkeze alma zorunluluÄŸu baÄŸlamında dar bir “ÅŸeriat” vurgusu olmamıştır. Modernizm ile olan zorunlu iliÅŸkinin getirmiÅŸ olduÄŸu Ä°slamcı söylem, Osmanlı Devletindeki klasik ilmiye sınıfından yükselmiÅŸ bir söylem deÄŸildir. Ä°slamcılık, Osmanlı Devletinin modernleÅŸme sürecinde kurulmuÅŸ bulunan “laik” karakterli eÄŸitim kurumlarında yetiÅŸen aydınların yükseltmiÅŸ olduÄŸu bir söylemdir ve süreç içerisinde ilmiye sınıfını da etkilemiÅŸtir. ’19. Yüzyıl Osmanlı Ä°slamı’nın, yine 1908’den sonra hatları belirginleÅŸen karakteristik eÄŸilimlerinden biri, birbirine paralel iki boyutu olan bir geliÅŸmedir: “SivilleÅŸme” ve entelektüelleÅŸme. Bu süreçte, medrese mezunu olmadıkları halde dönemlerinin Ä°slam devleti hakkında kapsamlı yorumlar yapmaya giriÅŸen Osmanlıların ortaya çıktığı görülmektedir.’[6]Türkiye’deki Ä°slâmcılığın modern tarihindeki ana eÄŸilim, kavram nasıl tanımlanırsa tanımlansın ‘ÅŸeriat’ ilkelerinin uygulanabileceÄŸi bir siyasal ve toplumsal düzenin kurulması olmamıştır. Bu amacı taşıdığını ilan eden hareketler ki bunlar genelde uzun soluklu olmayı baÅŸaramayan ve popüler bir destek kazanamayan, umumiyetle kendisini dini duyarlılıkları esasında tanımlamaya ve anlamaya çalışan daha geniÅŸ bir kitleye marjinal kalmış hareketlerdir.’[7]

Osmanlı Devletinin reform ve modernleÅŸme çabaları, aynı zamanda bir kimlik inÅŸası çabalarıydı ve bu çabalar doÄŸrultusunda Ä°slam adeta yeniden keÅŸfedilmiÅŸti. Osmanlı Devletinin kimlik inÅŸası çabalarının ilk merhalesi sayılan “Osmanlıcılık”, yönetimde sekülerleÅŸmeyi beraberinde getirmiÅŸtir. Yöneten ile yönetilen iliÅŸkisinin birbirlerinden bağımsız iÅŸleyen yapısı ile din ile yönetimin bir sayıldığı siyasal anlayış, kimlik oluÅŸturma çabaları ile deÄŸiÅŸime uÄŸramıştır. Osmanlıcılık fikrinin özellikle gayrimüslim unsurlarının ayrılıkçı tutumları nedeniyle baÅŸarısızlığa uÄŸraması, Ä°slamcılığı yükseltmiÅŸtir. Osmanlıcılık ile baÅŸlayan sekülerleÅŸme, devlet katında kabul gören Ä°slamcılık ile devam etmiÅŸtir. ‘Osmanlıcılık, aslında, devleti sosyo-politik deÄŸiÅŸimin aktif yürütücüsü hâline getirdiÄŸi ve onun sosyal ve dinsel gruplar arasında bir hakem, statükonun sürdürücüsü ve nizam-ül âlemin koruyucusu olarak klasik rolüne son verdiÄŸi için, Türklerin modern kimliÄŸi ve ülkesinin temelini oluÅŸturmaktadır. Osmanlıcılık üniter bir devletin kurulması için gerekli olan laik bir kavramdı… 1864 vatandaÅŸlık kanunun kabul edilmesiyle, halk sultanın uyruÄŸu olmaktan çıkarak Osmanlı Devleti’nin vatandaşı hâline geldi ve bu statü deÄŸiÅŸikliÄŸiyle Osmanlıcılık somutluk kazanmış oldu. Osmanlıcılık, toprağın rolü ve devletle iliÅŸkisi açısından büyük bir deÄŸiÅŸikliÄŸe yol açtı. Klasik Osmanlı siyaset teorisine göre toprak ve üzerindeki her ÅŸey hanedan-sultana aitti. Osmanlıcılığa göre Osmanlı milleti devletin sınırları tarafından belirlenen bir toprak-ülke üzerinde yaÅŸayan bir topluluktu ve hanedan devletin sahibi deÄŸil koruyucusuydu.’[8]

‘Osmanlı Müslümanları arasında birliÄŸi saÄŸlamak için, Sultan Abdülhamid 1878’den sonra Ä°slâmcılık ideolojisini benimsedi. Ä°mparatorluÄŸun bütün Müslümanlarını bir ümmet (evrensel dini topluluk anlamına gelen ümme’den) olarak kabul eden sultan onları devletinin siyasi temeli yapmaya çalıştı. Böylece Ä°slâmcılık, belki de farkında olmadan, Osmanlıcılığa ideolojik bir muhteva saÄŸladı ve ikisi, hiç deÄŸilse bir süre, bütün Müslümanları birleÅŸtiren tek bir ideolojinin iki yüzü haline geldi. Modern eÄŸitim ve sınıf farklılaÅŸmasının eÅŸliÄŸinde, Osmanlıcılık bölgeciliÄŸi ve mahalli kültürün geliÅŸmesini kamçıladığı için, Hıristiyanların uygarlığa dini bakış açısına aynı zamanda etnik ve lengüistik bir önyargı kazandırdı. Öte yandan, Osmanlı siyasi ve entelektüel elitine de devletlerinin tarihi kökenlerine bakmalarını saÄŸlayacak bir pencere açtı. Böylece, bu seçkinler, devleti artık otoritesine karşı çıktıkları sultanın mameleki olarak deÄŸil, kendilerinin temsil ettiklerine inandıkları, millet adı verilen biraz belirsiz yeni bir etnik birimin malı olarak görmeye baÅŸladılar.’[9]      

Bir kimlik inÅŸasının en etkin araçsallığını, farklı unsurlardan müteÅŸekkil toplumsallığa ahenkli bir birlik duygusunu verecek siyasallık ve bu birlik duygusunu geliÅŸtirecek yaygın eÄŸitim ve öÄŸretim faaliyetleri oluÅŸturmaktadır. Osmanlı modernleÅŸmesini sosyal hayata aktarımı saÄŸlayan eÄŸitim ve öÄŸretim faaliyetleri, Osmanlılık kimliÄŸi oluÅŸturma gayretlerinde ortaya çıkan sekülerleÅŸmeyi tabana yaymıştır. Osmanlılık kimliÄŸi ÅŸüphesiz sadece Müslüman unsurları deÄŸil, gayrimüslim unsurlarını da kapsıyordu. Müslim ve gayrimüslim unsurların bir arada, bir kimlik etrafında birleÅŸmesi için “laik” bir siyaset ve bunun sosyal hayata yansıması için örgün bir eÄŸitim ve öÄŸretim faaliyeti gerekliydi. ‘Ä°mparatorluÄŸun Müslüman, gayrimüslim tebaasına açık idadî mektepleri ortak bir Osmanlı ideolojisinde, Osmanlılıkta, bu cemaatleri aynı devletin kucağında kültür ittifakında tutmayı amaçlıyordu. Böylece, Osmanlı Ä°mparatorluÄŸunda laik bir eÄŸitim sistemi yaratılmış oldu.’[10]

Ä°slamcılık siyasal bir hareketti ve bir ideolojisi vardı. Ä°slam dininin anlatı bütünlüÄŸünün “bu dünyaya” ait tarafına vurgu yapan Ä°slamcılık, aynı zamanda da bir toplum eleÅŸtirisiydi. Ä°slamcılığın yapmış olduÄŸu toplumsal eleÅŸtiri, aynı zamanda da geleneÄŸe yapılan bir eleÅŸtiriyi kapsıyordu. ‘Bu eleÅŸtiri, Ä°slâm topluluÄŸunu modern Batı karşısında zaafa düÅŸüren müzmin problemlerin teÅŸhisi anlamına gelir ki bu teÅŸhis, tedavi yolları için gerekli ipuçlarını da bünyesinde barındırır. Duygusal-yüklü, suçlayıcı olmaktan uzak, mümkün olduÄŸunca analitik bir eleÅŸtiri, geleneÄŸin saÄŸlıklı dönüÅŸtürülmesinin baÅŸarı ÅŸansını da attıracaktır. Bu itibarla eleÅŸtiri ve hüküm süreçleri, tamamıyla ayrı deÄŸil, aslında iç içe gerçekleÅŸir, özellikle de tarihin hızlandığı bir çaÄŸda. Tarihin hızlandığı bu asırda (XIX .asır) akültürasyon sonucu modernliÄŸi dıştan dayatılan, mekanik bir olgu olarak yaÅŸayan Ä°slâm dünyası, sistematik bir gelenek eleÅŸtirisine ne yeterli zaman, ne de gerekçe bulabilmiÅŸtir.’[11]

Ä°slamcılığın, bu dünya vurgusu ile Müslüman toplumunun Batı karşısındaki durumuna göre yapmış olduÄŸu toplumsal eleÅŸtiri, geleneÄŸin üretmiÅŸ olduÄŸu ve dünyevi olanı baskılayan bütün kurumlara yönelmiÅŸti. ‘Tüm Ä°slâm toplumları, kolayca sömürgeleÅŸtirilen Endonezya’dan Fas’a, Åžii-Caferi Ä°ran’dan Sünni Osmanlı’ya kadar Müslüman dünya, modernizmi, Batı yükseliÅŸ ve meydan okuyuÅŸunu “heretik” akımlarını ezip tasfiye etmiÅŸ, geleneÄŸe baÄŸlılığı kurumsallaÅŸtırmış bir Ä°slâmî zihniyetle karşılandılar. Bu, olguların içeriÄŸini araÅŸtırmaya, buradan hareketle onlara gerektiÄŸinde yeni bir dini form ve yorum sunabilecek bir kavrayış deÄŸil, tam aksine onları formlarından hareketle yargılayan ve dolaysıyla “yeni”yi bidat (sapma) saymaya koÅŸullanmış bir yaklaşımın ördüÄŸü bir zihniyet dünyasıdır’.[12]

Ä°slamcılık bu zihniyet dünyasına yönelik ÅŸiddetli eleÅŸtirilerini yaparken yer yer pozitivist, yer yer rasyonalist bir tutum sergilemiÅŸtir. ‘Ä°slâmcı söylem dönem olarak da muhteva olarak da modern (uzun tarihi süreçle ve gelenekle irtibatları zayıflamış), modernleÅŸtirici (modernist), ideolojik (genelleÅŸtirmeci, indirgemeci, basit, siyasi) ve büyük ölçüde seküler bir söylemdir… KurtuluÅŸ ve terakki merkezli Ä°slâmcı söylemde rasyonel ve bilimperest temayüllerle teknik, teknolojik görüntü ve araçlara hayranlığın her zaman önemli bir yer tutmuÅŸ olması…’[13] Ä°slamcılığın hem mazisiyle hem de bu mazinin üretimleri olan sosyal kültürel yapılarla girmiÅŸ olduÄŸu eleÅŸtirel iliÅŸki, Batıcı olarak takdim edilen kesime karşı yönetilen yaygın “yabancılaÅŸma” olgusunu çaÄŸrıştırmaktadır. Fakat bu olgunun Ä°slam ilim dünyasının kadim “avam/havas” ayrımı üzerinden kavramsallaÅŸtırılması; “yetkin/bilen” klasik havası, bu defa Ä°slamcı aydın baÄŸlamında “yol gösterici” bir havas biçimine çevirmiÅŸtir. Bunalımlı dönemlerde kurtuluÅŸ için, yol göstericilerin iÅŸaretine ihtiyaç vardır.      

Ä°slamcılığın toplumsal eleÅŸtirisi, ‘bütün Ä°slâmcı akımlar sözbirliÄŸi içinde Ä°slâm dünyasının “geri” kalmış olduÄŸu’[14] iddiasından mülhem bir eleÅŸtiridir. Mehmet Akif’in mısralarına yansıyan “azarlama” tonu, toplumsal eleÅŸtirinin önemli örneklerindendir. Mehmet Akif’in “Süleymaniye Kürsüsünden” azarladığı halk, Batı karşısında geri kalmış bir millete yönelikti ve bu milletin “adam” olması gerekliydi. Milletin adam olması yönünde en büyük engel, yanlış bir din algısıydı ve bu algının kökeni mazideydi. ‘Tevfik Fikret’in “kitab-ı köhne”, dediÄŸi tarih için inÅŸad ettiÄŸi meÅŸhur beyit; “Yırtılır ey kitab-ı köhne yarın/ Medfen-i fikr olan sahifelerin” döneminin umumi telâkkisinin kuvvetli bir tercümanıdır. Âkif’in “Çekilse: Arkada mazi denen leyâl-i azâb/ Atılsa: Önde bir âti ki dalga dalga serâb” mısralarında maziyi (tarihi) tasvir için kullanılan “leyâl-i azab” (azap geceleri /karanlıklar) benzetmesi ile âtiyi/ geleceÄŸi “dalga dalga serap”la karşılaÅŸması ÅŸüphesiz Tevfik Fikret’i aratmayacak güçtedir.’[15]

Beceriksiz yöneticilerden, cahil hocalardan, sahte ÅŸeyhlerden, tembel, bıkkın, kaderci ahaliden ÅŸikâyet eden Ä°slamcılar, toplumu uyandırmaya çalışmışlardır. Batı karşısında zaafa düÅŸmüÅŸ Ä°slam dünyasında suçlu, mazisiydi. Bu mazi ile hesaplaÅŸmaya girmek gerekliydi. Fakat Ä°slamcıların, uyanmasını, silkinerek kendisine gelmesini ve durumunu deÄŸiÅŸtirmesini beklediÄŸi “millete” önerilecek bir mazi de gerekliydi. Ä°slamcılar örnek bir mazi olarak Asr-ı Saadeti öncelediler. Ä°slam peygamberinin hatadan arındırılmış ve Ä°slam’ın bütüncül devrini ifade eden Asr-ı Saadet dönemi ile bu dönemin güçlü bir yansıması olarak kabul edilen dört halife (Ebu Bekir, Ömer, Osman ve Ali) döneminin Asr-ı Saadete göre tutarlı eylemleri, topluma sunulabilecek önemli bir örnek oluÅŸturmuÅŸtur. Batı modernitesinin mazi olarak Antik Yunanı keÅŸfetmesi gibi, Ä°slamcılar da geriye doÄŸru bin yılı aÅŸan “tarihsel bir atlama” ile Ä°slam’ın “altın çağını” sahih bir mazi olarak keÅŸfetmiÅŸlerdi. Ä°slamcıların bu keÅŸfi, toplumu deÄŸiÅŸtirecek bir zemin oluÅŸturabilir miydi?

‘KiÅŸiliÄŸimizin ötesinde bir varlık olarak beliren, deÄŸerlerine kendimizi uydurmak zorunda bulunduÄŸumuz bir “topluluk”ta yaÅŸadığımız biçimindeki anlayış, biyolojik yeteneklerimizin doÄŸrudan ürünü deÄŸildir. “Toplum” kavramı, geçmiÅŸ birikimlerle bize geçen bir benzetme, bir teÅŸbihtir. BelleÄŸimiz de taşıdığımız ve günlük toplum iÅŸlerimizi bir dereceye kadar düzenlilik içinde olası kılan bu benzetme de, yine, içinde yaÅŸadığımız toplum koÅŸullarının biçimlendirdiÄŸi bir üründür. Toplumu yeniden düzenlemek isteyen kiÅŸiye “reformcu” denilecek olursa, bu kiÅŸi de, bir dereceye kadar sınırları belirtilmiÅŸ, karmaşık ama parçaları tutarlı bir topluluk imgesinden hareket edecek ve bu çok yönlü, bir ölçüde de belirsiz kümeye yeni bir biçim vermek isteyecektir. Burada üstünde durulan bu iki sürecin varlığı - yani bir toplulukta az çok paylaşılan bir amaçlar bütünü bulunduÄŸu ve bu amaçların zamanla deÄŸiÅŸtiÄŸi gerçeÄŸi- bütün toplumların süregelmesini saÄŸlayan etkenlerdir. “Toplum” imgesinin, toplumda yaÅŸayan kimselere yön verici rolü bir dereceye kadar bilinçli bir olaydır: Yasalar, sosyal deÄŸerler, gelenekler, efsaneler, son olarak da toplumun kendi hakkında düÅŸündükleri, yani tarih, belirli bir topluluÄŸun ne gibi niteliklere deÄŸer verdiÄŸini kiÅŸilere anlatır, bunları onlara yansıtır; onlarda bu görüntünün canlı tutulmasını saÄŸlar, kiÅŸilerin davranışlarını bu öÄŸelere göre biçimlendirmelerini gerçekleÅŸtirir. KiÅŸi, bu deÄŸerlerin beÄŸenildiÄŸini gördüÄŸü zaman içinde taşıdığı “toplum haritası” pekiÅŸir. Söz konusu imge, benzetme ya da “teÅŸbih” sözcüÄŸünden de anlaşılacağı üzere hiçbir zaman tam bir açıklıkla tanımlanamaz, zira belirli bir “toplum haritası” yalnız bir dereceye kadar bilinçli bir olaydır.’[16]

Ä°slamcıları bu tarihsel atlamaya sevk eden neydi? Toplumsal deÄŸiÅŸimi ve dönüÅŸümü saÄŸlayacak dinamiklerin olmayışı, daha açık bir ifade ile deÄŸiÅŸimi ve dönüÅŸümü toplumsal katmanlarda mümkün kılacak siyasallığın ve bu siyasallığın üretimlerinin bulunmayışı, deÄŸiÅŸim ve dönüÅŸüm iradesini dışsal karakterli yapmaktadır. Osmanlı reform ve modernleÅŸme hareketlerinin bizatihi kendisi dışsal bir itkinin neticesinde vuku bulmuÅŸtur. Dolaysıyla Avrupa endeksli deÄŸiÅŸim ve dönüÅŸüm fikrinin kendisi de dışsal bir karakter taşımaktadır. ‘Ä°slâmcıların OrtaçaÄŸ Klasik Ä°slâmının birikimini kenara iterek doÄŸrudan asil kaynaklara müracaat etmeleri, yani saflaÅŸtırıcı (pürist) yaklaşımları, yeni meÅŸrulaÅŸtırma çabaları için Klasik Ä°slâmın elveriÅŸsizliÄŸinden kaynaklanmaktadır. Orijinal kaynaklar, iÅŸlenmemiÅŸ biçimiyle yeni kuramlara kaynaklık etmeye, yeni durumlara uyarlanmaya daha elveriÅŸli olmaktadır. Bu haliyle Ä°slâmcılığın, çağın yeni sorunsalları çerçevesinde, klasik Ä°slâmı aÅŸarak, orijinal kaynaklarla çağın problemlerinin yeni bir bireÅŸimi (sentezleme) teÅŸebbüsü olduÄŸunu söyleyebiliriz.’[17]

Hem Osmanlı Türkiye’sinde hem de Cumhuriyet Türkiye’sinde deÄŸiÅŸimlerin dışsal karakter taşıması, deÄŸiÅŸimin devlet eliyle yapılmasının ana nedenidir. Çünkü deÄŸiÅŸimi yerine getirecek tek örgütlü güç, devlettir. Bununla beraber her ana deÄŸiÅŸim kırılmalarında oluÅŸan sosyopolitik yapı, bir sonraki deÄŸiÅŸimin zeminini de oluÅŸturmuÅŸtur. OluÅŸan bu zemin, devletin deÄŸiÅŸim iradesine hem bir neden hem de bir meÅŸruiyet saÄŸlamıştır. Bu meÅŸruiyetin oluÅŸumunu saÄŸlayan ise; deÄŸiÅŸimi mümkün kılan zeminin temsilcilerinin devletin yanında yer almasıdır. Türk siyasal kültürünün iktidara odaklılık olgusu; oluÅŸan grup/zümre/sınıf çıkarlarının devlet çıkarları ile eÅŸitleme çalışmalarıdır. Bu eÅŸitleme çabaları, toplumsal çatışmaların devlet katında görünür olmasına yol açmıştır. Türk siyasal yaÅŸamında “devleti ele geçirme” söylemi, sivil ve/veya askeri darbeleri, darbe ve ihtilal teÅŸebbüsleri ya da özlemleri, bu eÅŸitleme giriÅŸimlerinin billurlaÅŸtığı alanlardır.   

Fakat deÄŸiÅŸimin kavuÅŸmuÅŸ olduÄŸu görece içsel dinamik, özellikle ana deÄŸiÅŸimlerin dışsal bir karakter taşımasına engel deÄŸildir. Çünkü deÄŸiÅŸimin yönü, deÄŸiÅŸimin ihtiyacını ortaya çıkaran dışsal etkilerin yönüne doÄŸru oluÅŸmuÅŸtur. Bu baÄŸlamda Ä°slamcılığın yönetsel iradeye karşı takındığı tutum, devlet katında görünür olup olmamakla farklılaÅŸmıştır. Bununla beraber Ä°slamcılık siyasal bir eleÅŸtiri ortaya koyabilmiÅŸtir. ‘Tarihi açıdan, Müslüman toplumlar oldum olası deÄŸiÅŸime uÄŸradılar, fakat bu deÄŸiÅŸimin entelektüel deÄŸerlendirmesi (yani sebeplere iliÅŸkin rasyonel araÅŸtırma) zaman zaman yapılmış olsa bile, sebep ve netice arasında ender olarak uygun bir râbıta kurulabildi. Her ÅŸey ilahi iradeye baÄŸlandı ve böylece deÄŸiÅŸikliÄŸin uluslararası bir olay olarak anlaşılmasından ve sonuçlarıyla baÅŸ edilmesinin çareleri aranmaktan kaçınıldı. Basite indirgemek gerekirse, iktidardaki hemen hemen bütün Müslüman seçkin kadroları ilahi ve deÄŸiÅŸmez bir düzen kavramını ileri sürmüÅŸ ve savunmuÅŸlar, bu sayede kendi ekonomik ve politik üstünlüklerini sürdürmeye çalışmışlar ve bu düzene bir meÅŸruiyet kisvesi giydirmek için de Ä°slâm’ı kullanmışlardır. Fakat ardından yabancı iÅŸgali ister istemez Müslüman kitleleri kendi devlet seçkinlerinin “vesayet”inden (aslında hâkimiyetinden) kurtarmış ve yeni, modern bir toplum anlayışının doÄŸmasına yardımcı olmuÅŸtur. Bu bir kendi kendini savunma tepkisiydi ve istemeyerek de olsa, yeni düÅŸünce biçimlerine yol açmış ve Müslümanları geçmiÅŸlerine bakmaya, akılcı bir gözle dertlerinin sebeplerini aramaya ve kendi ruhsal ve düÅŸünsel kaynaklarında bulunabilecek olan çareler üretmeye sevk etmiÅŸtir. Yabancı iÅŸgali böylece farkında bile olmadan Müslüman toplumun geçmiÅŸteki altın çaÄŸ (devr-i –Asr-ı- saadet) anısını canlandırmaya yardımcı olmuÅŸ, bir taraftan da devletin siyasi ve askeri açıdan dini korumaya muktedir olmadığını ortaya çıkarmış ve toplum üzerinde tek kesin otorite olan meÅŸruiyeti yıkmıştır. Sonuç olarak, iÅŸgal altındaki Müslüman topraklarında Ä°slâmî devletin çöküÅŸü, temel bir toplumsal örgütlenme biçimi olan cemaatin canlanmasına yol açmış ve eÄŸitim görmüÅŸ modern ve geleneksel elit tabakasının topluluÄŸun Ä°slâmî kimlik ve kültürünü yeniden güçlendirmek ve kalıcı kılmak için çareler bulmaya sürüklemiÅŸtir.’[18]                                                         

Ä°slamcılığın yönetsel iradeye karşı eleÅŸtirel üslubu, daha çok eklektik bir mahiyet taşıyordu. Ä°slamcılığın yönetsele ait fikir ve eylemlerinin eklektik bir mahiyet taşıması, onu muhtelif siyasal oluÅŸumlar içerisinde görülmesine neden olmuÅŸtur. Tabidir ki yeknesak bir Ä°slamcılıktan bahsetmek de mümkün deÄŸildir. Ä°slamcıların siyasal alana yönelik yapmış oldukları eleÅŸtirileri, çözümleme ve önermeleri, Asr-ı Saadet vurgusuna raÄŸmen bin yıllık Ä°slam siyasal düÅŸüncesinin özellikle Ä°slami otoriteye yönelik geliÅŸtirmiÅŸ olduÄŸu kemikleÅŸmiÅŸ olan “kutsiyet” fikrinin refleksi ile sık sık karşı karşıya getiriyordu.

Hele bir de buna Ä°slami kavramlara yüklenilen yeni anlamlandırmaların getirmiÅŸ olduÄŸu tartışmalar da göz önünde alındığında Ä°slamcılık fikri akımını, Ä°slam’ın özellikle ana kaynakları baÄŸlamında hedef hatasına oturtuyordu. ‘Her ÅŸeyden önce, devrin ÅŸartları ve ihtiyaçlarına uygun olarak bazı kelime ve kavramlar, nasların içinden ve baÄŸlamından çekilip çıkarılarak büyük bir irtifa kaydetmiÅŸlerdir… bu kavramların içinin tamamen siyasi mülahazalarla doldurulması da modern bir davranış tarzı olarak karşımıza çıkmaktadır.’[19] ‘Ä°slamcı siyasetin siyasal manevralarının ve stratejilerinin Ä°slamcılığa atfedilmiÅŸ metafizik bir sabitlik eÅŸliÄŸinde izlenmesi gerçekten de zordur… Ä°slamcılık bir dünyevi ideoloji olarak zaman zaman farklı ittifaklar ve husumetler içinde yer alabilir. Bu ittifak veya husumetlerin kompozisyonları ve tarafları da zaman zaman deÄŸiÅŸebilir. Her siyasal hareketin kendi seyri içinde kendini haklılaÅŸtıran, meÅŸrulaÅŸtıran tamamlayıcı bir içsel mantık vardır… Esasen, kendimizi baÅŸka bir ideolojinin deÄŸil de Ä°slamcılığın beÅŸeriliÄŸine vurgu yapmak zorunda hissetmemiz, tek başına Ä°slamcılığın zımnen nasıl bir beklenti, hatta baskı altında olduÄŸunu gösteriyor. Ä°slamcılığın beÅŸeri yanı hem Ä°slamcılar hem de Ä°slamcı olmayanlar tarafından zaman zaman hatırlanır, çünkü aslında ona yüklenen beklenti, onu siyasal bir metafiziÄŸin sabitliÄŸine, bölünmez bütünlüÄŸüne gönderme yaparak onu bir anlamda da hayatın ve siyasetin dışına itmeye yarayan bir baskı uygular.’[20]

Çalışmanın amacı; Avrupa (Batı) merkezli deÄŸiÅŸimin sömürgeci bir politik ile Ä°slam Dünyası ile girmiÅŸ olduÄŸu “zorunlu iliÅŸkisi” baÄŸlamında tarihsel seyri içerisinde “siyaset dışı” kalmış kitlelerin sosyo ekonomik temelli taleplerinin giderek sosyo politik bir talebe dönüÅŸmesine eÅŸlik eden Ä°slamcılık ideolojisinin, “iktidara odaklılık” olgusu izleÄŸinde  egemenlik ve devlet algısının çözümlenmesidir.

Bu çözümlemenin temel iddiası; sosyal hayattan siyasal yaÅŸama kadar geniÅŸ bir konu yelpazesi içerisinde temel eleÅŸtirileri ve önermeleri ortaya koymuÅŸ bulunan Ä°slamcılık ideolojisinin Türk siyasal kültüründen bağımsız olmadığıdır.  

Bu çalışmada ele alınan konunun çözümlenmesi yönünde kavramsal bir çerçeve sunulmuÅŸtur. Bu kavramsal çerçeve, modern Batı sömürge politiÄŸinin yaslanmış olduÄŸu önemli dinamiÄŸi “politik insan”ı karşısında, Türk siyasal kültürünün güçlü belirleyiciliÄŸi altında sürekli siyaset dışı kalmış Osmanlı Devleti tebaasının “eÅŸitsiz durumu” ortaya konulmaya çalışılmıştır. Bu aÅŸamada Çevre-merkez iliÅŸkisinin temellendirdiÄŸi Türk siyasal kültürünün mahiyeti, kökenleri ve iktidara odaklılık olgusu açıklanmaya çalışılmıştır.

Bu eÅŸitsiz durum karşısında temel bir eleÅŸtiriyi yerine getiren fikri akımlardan birisi olan Ä°slamcılık ideolojisinin tanımı ve  kökenleri irdelenmiÅŸtir. Bu çözümleme ve açıklanmaların iÅŸaret etmiÅŸ olduÄŸu nokta; Ä°slamcılık ideolojisininin nihayetinde Türk siyaset kültüründeki kadim devlet ve devletin egemenliÄŸi algısından bağımsız olmadığıdır. Zira Ä°slamcılık ideolojisi, iktidarı ile birlikte, ortaya koymuÅŸ olduÄŸu bütün söylem ve eylemlerinin aksine, bu kadim algıyı sahiplenmektedir. Kısaca, ele geçirilmeye çalışılan “merkezi siyaset”, bu defa çevreden kopartmış olduklarını merkezileÅŸtirmektedir. 

(Devam Edecek)                



[1] Tunaya, Tarık Zafer , Türkiye’nin Siyasi Hayatında BatılılaÅŸma Hareketleri, Ä°stanbul Bilgi Üniversitesi Yayınlarıı,  Ä°stanbul,  2010,  s.18.

[2] Aktay, Yasin, SunuÅŸ Yazısından, Modern Türkiye’de Siyasi DüÅŸünce: 6. Cilt, Ä°slamcılık, Ä°letiÅŸim Yayınları, Ä°stanbul, 2011,  s.24.

[3] Mardin, Åžerif,  Türkiye, Ä°slam ve Sekülarizm, Ä°letiÅŸim Yayınları, Ä°stanbul, 2011,  s. 57.

[4] Tuna, Korkut, Batılı Bilginin EleÅŸtirisi Üzerine, (Baykan Sezer’le konuÅŸmalar) Ä°z Yayınları,  Ä°stanbul,  2011,  s.128-129.

[5] Karpat, Kemal H.,  Osmanlı’dan Günümüze Kimlik ve Ä°deoloji, TimaÅŸ Yayınları, Ä°stanbul, 2009,        s. 52-53.

[6] Mardin, a.g.e., (Türkiye, Ä°slam ve Sekülarizm,)  s.57.

[7] ÇiÄŸdem, Ahmet, Ä°slâmcılık ve Türkiye Üzerine Bazı Notlar, Makale, Modern Türkiye’de Siyasi DüÅŸünce: 6. Cilt, Ä°slamcılık, Ä°letiÅŸim Yayınları, Ä°stanbul, 2011,  s.267.

[8] Karpat, a.g.e., (Osmanlı’dan Günümüze Kimlik ve Ä°deoloji) s. 22-23.

[9] Karpat, Kemal H., Ä°slâm’ın SiyasallaÅŸması, Ä°stanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, Ä°stanbul, 2010,                     s.17-18.

[10] Ä°nalcık, Halil,  II. MeÅŸrutiyet: Anayasa Rejimi Geliyor, Cumhuriyet Yolu Açılıyor, (28 Mayıs 2008 tarihinde Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde toplanan II. MeÅŸrutiyet Sempozyumunda okunan açış konuÅŸması.) DoÄŸu Batı DüÅŸünce Dergisi, Sayı: 45,  DoÄŸu Batı Yayınları,  Ankara, 2008,  s.13.

[11] Gencer, Bedri, Ä°slâm’da ModernleÅŸme- 1839-1939,  DoÄŸu Batı Yayınları, Ankara, 2012, s. 493.

[12] Laçiner, Ömer, Ä°slâmcılık, Sosyalizm ve Sol,  Makale, Modern Türkiye’de Siyasi DüÅŸünce: 6. Cilt, Ä°slamcılık, Ä°letiÅŸim Yayınları, Ä°stanbul, 2011,  s.472.

[13] Kara, Ä°smail,  Ä°slâmcı Söylemin Kaynakları ve Gerçeklik DeÄŸeri, Makale, Modern Türkiye’de Siyasi DüÅŸünce: 6. Cilt, Ä°slamcılık, Ä°letiÅŸim Yayınları, Ä°stanbul, 2011,  s.41-42.

[14] Bulaç, Ali,  Ä°slâm’ın Üç Siyaset Tarzı veya Ä°slâmcıların Üç Nesli , Makale, Modern Türkiye’de Siyasi DüÅŸünce: 6. Cilt, Ä°slamcılık, Ä°letiÅŸim Yayınları, Ä°stanbul, 2011,  s. 60.

[15] Kara, a.g.m., s.35.

[16] Mardin, Åžerif,  Türkiye’de Toplum ve Siyaset,  Ä°letiÅŸim Yayınları, Ä°stanbul, 2011,  s. 203-204.

[17] Türköne, Mümtaz’er, Siyasî Ä°deoloji Olarak Ä°slâmcılığın DoÄŸuÅŸu,  EtkileÅŸim Yayınları, Ä°stanbul,  2011, s. 35.

[18] Karpat, Kemal H., Ä°slâm’ın SiyasallaÅŸması, Ä°stanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, Ä°stanbul, 2010,                  s. 7-8.

[19] Kara, Ä°smail,Ä°slâmcıların Siyasî GörüÅŸleri, Hilafet ve MeÅŸrutiyet, 1. Cilt, Dergâh Yayınları, Ä°stanbul, 2001,  s. 39.

[20] Aktay, a.g.e.,  s.23-24.

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.